Yaşamı
1888’de Erzurum’da doğdu. Subay Derviş bey ile evlendiğinde Balkan Savaşı’na katıldı, askerlik hayatını eşi ile birlikte paylaştı. I. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi’nde kendi ailesinden dokuz-on kadınla birlikte savaştı. Eşi Derviş Bey’in Sarıkamış’ta şehit olduğu haberini aldıktan sonra memleketi Erzurum’a döndü.1919’daki kongre günlerinde, Mustafa Kemal’le bizzat görüşebilmek için Sivas’a gitti. Milis Müfreze Komutanı olarak batı cephesinde görevlendirildi. Aldığı talimatlaİstanbul’a gitti, silah ve adam kaçırma faaliyetlerinde bulundu. İzmir’in Yunan işgaline uğraması üzerine İzmir’e geçerek kurtuluşu için savaştı.300 kişiyi aşkın birliği ile I., II. İnönü Muharebesi, Sakarya Meydan Muharebesi ile Dumlupınar Meydan Muharebesi’nde çarpıştı. Büyük Taarruz’un ilk günlerindeGeneral Trikopis‘in birliğine esir düşmüşse de, kaçarak yeniden müfrezesinin başına geçti; Bursa’nın Yunan işgalinden kurtuluşunda rol oynadı. Bir keresinde,onbaşı olduğunda neredeyse sadece kadınlardan oluşan birliği ile düşmanın cephe gerisine bir saldırı düzenledi ve aralarında bir Yunan subayı toplam 25 esir askerle geri döndü.
Savaştan sonra
Fatma Seher Hanım, çavuşluk rütbesiyle başladığı askerlikten üsteğmen rütbesi ile emekli oldu. Emekli maaşını Kızılay’a bağışladı.Savaştan sonra, kendisi ile birlikte savaşa katılan ve bir çatışmada elini ve akli dengesini yitiren kızı Fatma’nın çocuğunu sahiplendi.
Erzurumlu Fatma Seher Hanım, nam-ı diğer Kara Fatma, Kurtuluş Savaşı’nın sembolleşmiş kadın şahsiyetlerinden biridir. İstiklal Madalyası sahibidir. Ve Üsteğmen rütbesine kadar yükselmiştir. Emekli edilirken, Emekli edilirken, Üsteğmen rütbesinden maaş bağlanmıştır kendisine. Ancak Kara Fatma burada örnek bir davranışta bulunarak para için savaşmadığını, bu maaşı alamayacağını söyleyerek onu tamamen Kızılay’a bağışlamıştır. Bağışlamıştır bağışlamasına ya, dul bir kadın olarak trajedisinin kırışık satırları da yazılmaya başlamıştır böylece.
Savaş sırasında elleri bir şarapnelin isabet etmesiyle parçalanan 9 yaşındaki kızını zamanı gelince zar zor evlendirmiş, ancak bu travmanın etkisiyle kızı ‘deli gibi’ olmuş, çocuklarına dahi bakmaktan aciz duruma düşmüştür. Bunun üzerine torunlarını da yanına alan Kara Fatma, maaşını bağışladığı Kızılay’ın yardımına dahi başvurmadan bir geçim mücadelesinin içine atılmıştır.
Eş dostun bulduğu işlerde artık yaşının 50’yi geçmiş olmasından dolayı ayrılmış veya çıkarılmış, neticede beş parasız sokaklarda kalmıştır. Sözünü ettiğim yazımda da belirttiğim gibi, 1933 yılının 9 Ağustos’unda Yedigün dergisinde çıkan Mekki Sait Esen’in “Kara Fatma Rus manastırında” başlıklı röportajıyla perişan durumu ortaya çıkarılmışsa da, yine bir yardım eli uzanmamış olmalı ki, 1946’da yeni bir yardım haberi basında yer bulmuştur. 1933’de Galata’daki Rus manastırına sığınmış bulunan Kara Fatma, torunlarını geçindirebilmek için sokakta dilenmeye çıktığını anlatıyordu muhabire. 1946’da da, yeniden maaş bağlandığı 1954’de de durumun değişmediğini gazete haberlerinden öğreniyoruz.
Ne yazık ki, 1954 Şubat’ında bağlanan 170 lira maaşı yemeğe Kara Fatma’nın trajik ömrü vefa etmemiş ve ertesi yıl geçirdiği hastalıktan dolayı vefat etmiştir.
Bunların ayrıntılarını yukarıda işaret ettiğim yazımda bulabilirsiniz. Ancak tarihçiliğimizin ne kadar ilkel bir düzeyde seyrettiğini göstermek bakımından aşağıda Kara Fatma’nın ölüm tarihi üzerinde duracağım.
Kurtuluş Savaşı’nın sırtında mermi taşıyan, tüfek ve kurşun imal eden, bebeğinin battaniyesini merminin üzerine örttüğünü yaşlı gözlerle anlattığımız kadın kahramanlarımız hakkında henüz tatminkar bir akademik etüt yapılabildiğini söyleyemeyiz. Laf üreten çok oluyor da, kalıcı iş yapana rastlamak pek olası değil.
Mesela Zeki Sarıhan’ın, üstelik 2006 yılında Yunus Nadi Sosyal Bilimler Ödülü’nü aldığını kapağından gururla öğrendiğimiz Kurtuluş Savaşı Kadınları (Remzi Kitabevi, 2007) başlıklı çalışması, iyi niyetli bir çaba olmakla birlikte pek çok eksiklerle dolu. Bu eksiklere daha önce Gül Hanım’la ilgili yazımızda temas etmiştik. Benim Hayat dergisinde bulup burada yayınladığımız bir başka Kurtuluş Savaşı kahramanı Gül Hanım’la ilgili hayatî nottan haberi dahi yoktu ödüllü yazarın. Hatta bir kısmını alıntıladığı Halide Edip’in Türkün Ateşle İmtihanı adlı anılarının ileriki kısımlarında Gül Hanım’ın yeniden karşımıza çıktığını da gözden kaçırmıştı değerli araştırmacımız.
İşte bu ‘ödüllü’ kitapta Kara Fatma’nın ay ve gün belirtilmeden 1955 yılında öldüğü söylenmektedir: “Kara Fatma, ertesi yıl (1955) ölmüştür.”
Bu mudur tarihçilik? Tam ne zaman ve nerede, hangi şehirde öldü? Nasıl öldü? Hasta mıydı yoksa başka bir sebeple miydi ölümü? Hiçbir bilgi yok. Başka kaynaklarda ise Erzurum’a gittiği ve orada öldüğü söyleniyor. Oysa bulduğumuz bir gazete küpürü onun ölümü üzerindeki karanlığı büyük ölçüde aydınlatmaktadır.
Hürriyet gazetesinin 3 Temmuz 1955 günkü nüshasının ilk sayfasında yer alan bir habere göre Kara Fatma 2 Temmuz 1955 Cumartesi sabahı İstanbul Darülaceze’de vefat etmiş ve şimdilerde ortadan kaldırılıp yerine yol yapılmış bulunan Kasımpaşa’daki Kulaksız Mezarlığı’na defnedilmiştir (bu mezarlıktan kalan tek hatıra yoldan geçenlerin garip nazarlarla baktıkları yalnız bir türbedir). Bu mezarlık kaldırılırken Fatma Hanımın kemiklerinin nereye götürüldüğünü bilmiyorum. Belki onu da sevgili Erzurumlular merak edip bulurlar. Neden olmasın?
Aşağıda Hürriyet’te çıkan bu haberin resim altı yazısını olduğu gibi alıyor ve tarihe bir belge daha bırakmanın huzurunu yaşıyorum. İşte 3 Temmuz 1955 tarihli haberin metni:
İstiklâl Harbinin tanınmış kadın simalarından ve Kara Fatma namile maruf Fatma Savaşkan (yukarıda) dün sabah Darülaceze’de vefat etmiştir. İstiklâl Harbindeki sayısız kahramanlıklariyle kendisine şöhret yapan ve “Milli kahraman” olan Kara Fatma’nın cenazesi Darülaceze’den evine getirilmiş olup bugün öğle namazını müteakip Kasımpaşa Kulaksız Mezarlığına defnedilecektir. Kendisine lâzım geldiği kadar yardım yapılamadığı için son senelerde sefalete düşen Kara Fatma geçirdiği hastalıktan sonra bir lütuf olarak ancak Darülaceze’ye yatırılabilmiş ve orada birkaç aylık tedaviden sonra 67 yaşında hayata gözlerini yummuştur. Allah rahmet eylesin. (Foto: Hürriyet- A.B.)
Not: Bu haberin de ne yazık ki bir yerini düzeltmemiz gerekiyor. 1954’de TBMM’ye maaş bağlanması için verilen dilekçede yaşının 70’i aştığı yazılmıştı. Haberde geçen 67 yaşında öldüğü bilgisi herhalde yanlış olmalıdır. Nitekim 1922’de kendisiyle görüşen Ahmet Emin Yalman 45 yaşlarında göründüğünü yazmıştır. Buna göre öldüğünde yaşının 75’in üzerinde, muhtemelen 79 olması gerekir. Görüyorsunuz, daha doğum tarihini bile tam olarak tespit edebilmiş değiliz kahramanımızın. Neyse ki ölüm tarihini öğrenmekle teselli olabiliriz. Şimdilik…
Bursa’nın Kurtuluşuna İmza Atmış Bir Mücahit Kadınımız Kara Fatma (Fatma Seher)
Kara Fatma Erzurumlu Yusuf Ağa’nın kızıdır. Balkan Harbi’nde kocası Derviş Erden’le Edirne’de Yanık Kışla’da bulunmuştur. 1. Dünya Savaşı’nda 9, 10 kadınla birlikte Kafkas Cephesi’nde savaşmıştır. Eşi Sarıkamış’ta şehit düşmüştür. Mondros Mütarekesi’nden sonra “Üsküdar’a” oradan Bolu ve Ankara yoluyla Sivas ve Erzurum’a giderek Gazi Mustafa Kemal’den kendisinin vazifelendirilmesini istediğini 43 kadın silah arkadaşı olarak şark vilayetlerindeki vazifelerini yerine getirdiklerini 1923’de yapılan bir mülakatta anlatmıştır.
Fatma Seher Mustafa Kemal’le nasıl görüşebildiğini yine hatıralarında şöyle anlatır:
“Mustafa Kemal’in huzuruna çıkabilmek için muhtelif kıyafetlere girerek üç günlük bir mücadeleden sonra devamlı bir takibin neticesi olarak, Sivas’ta öğle yemeğine davetli bulunduğu bir yere giderken yolda yakaladım. Üzerimde çarşaf ve yüzümde peçe ile kapalıydı. Kendisiyle bir mesele hakkında görüşmek istediğimi söyleyince ilk defa sert bir lisan kullanarak “Ne görüşeceksin” dedi. Kalbimdeki vatan aşkı bu sert muameleye üstün gelerek derhal peçemi kaldırdı ve İstanbul’dan buraya kadar sizinle görüşmek için geldiğimi ve maruzatımı bir dakika için dinlemesini ısrarla rica ettikten sonra, pek yakınımızda bulunan küçük bir lokantaya beni kabul ettiler” bilgisini vermiştir. Mustafa Kemal ona adını, silah kullanmayı, ata binmeyi bilip bilmediğini sormuş ve aldığı cevaplardan memnun olarak “bütün kadınlar senin gibi olsa idi Kara Fatma” demiş ve adı bundan sonra Kara Fatma kalmıştır.” Kendi eli ile yazdığı kağıdı vesika olarak bana verdi. Sıkışık vaziyetlerde sana yarar. Haydi göreyim seni verdiğim talimatı unutma, bir an evvel İstanbul’a git hazırlan ve işe başla” dediğini anlatmıştır.
Kara Fatma aldığı talimatla İstanbul’a gelmiş, Topkapı Pire Mehmet ve Laz Tahsin ile birlikte onbeş kişilik çete kurmuş, köylü kıyafeti giyerek Haydarpaşa’dan trene binip İzmit’e inmişler ve iş bulmaya gelen muhacir görünümünde sayılarını arttırmaya çalışmışlardır. Kısa zamanda doksanaltı kişi olmuşlar, Üsküdarlı Albay Neşet Bey emrinde savaşmışlar, askeri bakımından mühim olan Fındıktepe’yi düşmandan temizleyerek buraya Türk bayrağını dikmişlerdir.
Kara Fatma dokuz yaşındaki kızı Fatma, oğlu Seyfettin kardeşleri Süleyman ve Mehmet Çavuş ile davulcular ormanında gizlenmiş olan yüzelli kişilik çetenin başına geçen Kara Fatma Gül-Bağçe, Mecidiyye, Orhaniyye, Arpalık köylerinin imam ve muhtarlarıyla ileri gelenlerini ormana celbettirdi. Onlara “Ben Kara Fatma’yım sizin ırzınızı malınızı ben koruyacağım” dedi. “Köylüler memnun döndüler. Kara Fatma bir taraftan sabanca havalisinde silah satın alıyor. Bir taraftanda civar köylerden gelen delikanlıları çetesine yazıyordu. Mevcudu dörtyüzsekseni bulmuştu.”
İzmit Yunan işgali altında idi. O günlerde yırtık pırtık bir köylü kadını pazara öteberi getirip satıyor, akşam olunca şehirden ağır sandıklar alarak esrarengiz bir şekilde çıkıp gidiyordu. Bu kadın iki defa gelip gitmiş dönerken altışar sandık götürmüştü. Üçüncüde bu şüpheli kadını yakaladılar. Sandıklar cephane sandığı idi. Kendisini askeri koğuşlarından birine attılar. Ondokuz gün mütemadiyen dövdüler, dövdüler. Ondokuz gün zarfında tamamiyle dermansız, hasta ve perişan olan bedbaht kadın Kara Fatma çetesinin bizzat reisesiydi.
Müfrezesine kırküç kadından başka yediyüzde erkek katılmış olduğunu söyleyen Kara Fatma, kadınlardan yirmisekizinin şehit düştüğünü, geriye kalan onsekiz kadın ve diğer erkeklerle 1. İnönü, 2. İnönü Savaşları’na katılmış, bu savaşlarda onsekiz kadını şehit olarak bırakmış, kendi de yaralanmış ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ne yani Afyon harbine müfrezesiyle katılmış. Bu savaşla ilgili, onun kahramanlığını zekasını çok iyi anlatan hatırasını onun ağzından yazıyorum.
“Altımdaki Ceylan ismindeki, güzel talim ettirilmiş çok akıllı bir hayvandı; âdeta bir piyade neferi gibi düşman mevziine sokulmakta fevka’1-âde mahirdi. Afyon civarındaki Sürmeli köyünde bulunan düşmana müfrezemle taarruz esnasında, hayvanımla düşmanın mevziine sokulmak icap etti. Bu esnada düşman tarafından bir kemend atılarak yakalanmıştım ve hayvanda şahlanarak bizim tarafa firar etmeye muvaffak oldu; ben de bu suretle düşmana esir olmuştum.
Beni yakaladıktan zaman gözlerim bağlanarak, kendi mevzilerinin iki saat gerisinde bir yere götürülmüştüm ve burada gözlerimdeki mendil çözüldü ve sürmeli köyünde kurmuş oldukları karargahlarında yarım saat isticvap edildim; benden izahat almak için mütemadiyen sıkıştırıyorlardı; ben de verdiğim cevaplarda kaçamak cevaplar veriyordum. Bunlar arzu ettikleri maksadı temin edemediler. Bunun üzerine, Başkumandanları olan Tirikopis’in yanına götürdüler. Beni görünce son derece hayretle bana bakıyordu ve “Sen Kara Fatma!” diye üç defa hayretle ismimi tekrarladı. Biraz sonra hayret ettiğinin sebebini son sualinden anladım. Meğer bunlar, Kara Fatma’yı devâsâ birşey tahayyül ediyorlarmış ve bende bunlara cevaben “Anadolu’daki Kara Fatmalar’ın en kuvvetlisi benim” demiştim. Beni bilahara bir yere kapadılar.
Evvela başıma dört tane süngülü nöbetçi diktiler; birkaç gün geçtikten sonra bir kişiye indirilmişti. Hergün beni mütemadiyen dövüyorlardı. Gücüm tükenmeye başlamıştı. Bir gün nöbetçinin yanına bir misafir arkadaşı geldi. Şarap içiyorlardı. Misafir olan arkadaşı kalktı gitti. Bu nöbetçi şarap içmeye devam ediyordu. Her halde çok içmiş olmalı ki sabaha karşı sızdığını gördüm. Fakat bir türlü inanamıyordum. Bir iki yoklamadan sonra hakikaten sarhoş olduğuna kanaat getirmiştim. Elindeki silahı alarak ortalık ağarmadan yola çıktım. Ondokuz gün esaretin öldürücü ezalarına maruz kaldıktan sonra nihayet bir hayli müşkülattan sonra kaçmaya muvaffak oldum. BURSA’NIN işgalini duyunca halime bakmadan Sürmeli köyündeki ovada kıtamın başına geçtim. Bu muvaffakiyetimden dolayı Üsteğmen’liğe terfi edildim.”
BURSA 20 Haziran 1920’de Yunanlılar’ca işgal edilmiştir. Düşmandan temizlenmesi Afyon Zaferi’nden on gün sonra 10 Eylül 1922’dedir. Kara Fatma müfrezesiyle BURSA’NIN KURTULUŞU savaşına da katılmıştır. Afyon ilçelerinden “Burhaniyye Köyü’ne geldiğim zaman artık tamamen Yunan elinden kurtulmuştum; fakat şimdi harb etmek, düşmanı sürmek için bende daha yaman bir ateş uyandırmıştı. Bana ve vatandaşlarıma yaptıkları zulüm, eza ve cefadan dolayı Yunanlılar’a mülevves ayaklarıyla topraklarımızı çiğneyen bu düşmanlarımıza teskin olunmaz bir kin ve nefret duymuştum. Müfrezemi tekrar teşkül ettim ve BURSA CEPHESİNDE harbe girdi. Yunanlılar burada mukavemet ettiler fakat Türk’ün süngüsü yaman şeydir, O’na kimse mukavemet edemez. Bizim vazifemiz kıtatın gerilerine akın etmek ve yollarını kesmekti. Vazifemizde muvaffak oluyorduk. Yunanlılar bizim ordunun hücumuna fazla dayanamadılar. Bozgun başladı; birkaç gün içinde Yunan’ı denize sürdük. Artık vazifem bitmişti. Yorgun vücudumu dinlendirmek için izin verdiler, işte bende bugün memleketimi geziyorum. Vilayeti şarkiyye gittim. Karadeniz sahillerini gördüm bir iki gün evvel de güzel İstanbul’umuzu görmek için buraya geldim” diyor.
Kara Fatma bunları Tanin Gazetesi muhabirine anlatmıştır ve bu konuşma Tanin Gazetesi’nin 5 Temmuz 1923’de yayınlanmıştır.
Benim bugün neden Jan Darc’ın yanında bir Kara Fatma’nında bu nesil için onlar tarafından bilinmesi için çaba harcamakta olduğuma en güzel örnekte; Kara Fatma’nın İstanbul’dan sonra gittiği Konya’da neşredilen Babalık Gazetesi’nde Tenin’deki röportajdan da faydalanarak 9 ve 21 Temmuz 1923’de yayınlanan ve Kara Fatma’nın hayatta her sahada bir erkek gibi karışması mümkün olup olmadığı sorusuna verdiği cevapdır, şöyle der;
“Bundan sonra erkek, kadın hep beraber çalışacağız. Kadın peçesiz ve yüzü açık gezmekle iffetini kaybetmez. Zaten memleket bizden o kadar çok hizmet istiyor ki… Bunlar arasında peçe ve çarşafı düşünecek halde değiliz, İstanbullu hemşerilerimize silah kapıp cepheye gidin denilemez; fakat onlara düşen iş, silah kullanmaktan daha büyüktür. Şimdiden sonra Anadolu’ya gitmeli ve cahil Anadolu kadınının gözünü açmalı. Anadolu halkı hele kadınları, İstanbul’lu hanımları seve seve karşılayacak, onların söylediklerini harfiyen yapacaktır. Kadın neden erkek kadar çalışmasın! Bugün Anadolu’da bir ailede iki erkek varsa yanıbaşında 10 da kadın vardır; bunun için kadın erkek hep beraber çalışacaktır. Bunun kimseye bir zararı yok, belki faydası çoktur”; “Çocuklarımız mutlaka okumalıdır. Ben çok iyi biliyorum ki bugün Anadolu’da erkek ve kız bütün çocuklar okuyacak olurlarsa Anadolu’nun hali değişecek, Türk’ün yüzü gülecek, işi düzelecek, bütün batıl düşünceler kalkacak, Türkler yaşamaya başlayacaktır. İşte bu maksatla küçük kızımı okutmak için şimdiden çalışıyorum.” diyor.
Bu mülakatından onüç yaşındaki küçük kızının da kendisi gibi harbe katıldığını, Kocaeli’deki bir çarpışma sırasında iki parmağını kaybettiğini öğreniyoruz.
Bence bu röportaj ders kitaplarından hiç olmazsa birine girmeliydi!..
Kara Fatma 1944’te yayınlanan hatıralarının sonuna eklediği “Üsteğmenlik maaşımı ne için Kızılay’a terkettim” başlıklı paragrafta şöyle demektedir.
“Vatanın büyük kurtarıcısı Ebedi Şefin layık olmadığım büyük iltifatı beni son derece sevindirmişti. Esasen bütün emel ve arzum yapmış olduğum hizmetten hiçbir menfaat beklememdir. Bu itibarla taltif edilmiş olduğum rütbenin mukabilinde verilecek maaşımı Kızılay’a terk etmekle son vatani vazifemi yaptım.”
Ne denilebilir ki sağol yürekli kadın.
Kara Fatma 1954 yılı başlarında bakacak kimsesi bulunmadığından İstanbul’da bir kulübede yardıma çok muhtaç halde yaşamakta idi.
Bunu gazeteler aracılığıyla duyurulmasından sonra İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı kendisiyle görüşmüş ve İstanbul Valiliği, torunlarına okul yardımı yapmış ve yatılı bir okula yerleştirmiştir.
İstiklâl Harbi başlangıcından, Anadolu’nun düşmandan temizlenmesine kadar Doğu ve Batı cephelerindeki savaşların çoğuna katılmış olan Kara Fatma 4 defa yaralanmış, Yunanlılar’ın elinde ondokuz gün esir kalmış. Rütbesi Üsteğmenliğe yükseltilmiştir.
İstiklâl harbinde silah kullanan canla başla çalışan mücahit kadınlarımızın önde gelenlerinden olan, hayatının son yılları dayanılmaz maddi sıkıntılar içinde geçen Kara Fatma kendisine vatanı vazife tertibinden 17 Şubat 1954’de aylık bağlanmasının ertesi yılında 1955’te vefat etmiştir. (Erzurum’da).
Kara Fatma önce Çavuşluk, daha sonra Teğmenlik ve en sonda Üsteğmenlik rütbesine layık bulunmuştur. Elime geçen yeni belgeler ışığında Çavuşluk ve Teğmenlik rütbelerinin veriliş nedenlerini aktarmak istiyorum. Kara Fatma bir vazife dolayısıyla karargahını Hendek ile Düzce arasındaki Nefren Boğazı yakınındaki bir köye kurmuştur. Eşkiya reisi Lima ile İbrahim bir gece misafir edilmekte olduğu eve gelerek eğer affedilirse bu çeteyle birlikte çalışmak istediklerini bildirip, bunu sağlamasını rica etmişlerdir. Kara Fatma onların bu isteklerini telgrafla Ankara’ya bildirmiş, iki saat içinde bu eşkiyalar ve topladıkları asker kaçaklarının affı emri gelmiş, bunlarda müfrezeye katılmıştır.
Kara Fatma 28 Haziran 1921 ‘de İzmit’in düşmandan temizlenip kurtarılmasına kadar İzmit’te kalmıştır. İznik civarındaki Bereket ve Kara derindeki taarruzda, Aleko – Karaderin hattındaki fedakarlıklar, kahramanlıklar gösterdiği anlaşılır. Mehmet Emin Yalman, İzmit’te bulunduğu sıralarda Kara Fatma ile görüşmüştür; O’na anlattıklarından da İznik’e üçyüzseksen gönüllü getirdiği, bunları intikam taburuna teslim ettiği, bunlar arasında oğlu ile kardeşinin de bulunduğu anlaşılır.
“Bir defada yüzseksen gönüllü topladım İzmit’e getirildim. Bir müddet birlik kumandanlığında bulundum, sağ kolumdan vuruldum, İzmit Hilal-ı Ahmer (Kızılay) Hastanesi’nde tedavi edildim. İnşallah yine cepheye gideceğim” demiştir. Hisarcık’ta, Kaynarca mıntıkası Kumandanı Na’im imzasıyla Süvari Livasına gönderilen yazıda, düşmanın taarruzunun durdurulduğu üçüncü maddesinde Fatma Seher Hanım’ın cepheden gelen efrad üzerindeki te’siri her türlü takdirin üstünde olduğu kaydedilmiş, bunun karşılığı Liva emrinde “Bu günkü harekatta pekçok yararlılığı görülmüş olan Fatma Seher Hanım’a teşekkür ederim” denilmiştir.
26-27 Ağustos 1921 tarihli 193 sayılı Liva tamimi ile de onun bu kahramanlığı açıkça takdir edilerek başka birliklere de örnek gösterilmiştir. Bu çalışmalarından dolayı Çavuşluk rütbesini alan Kara Fatma Kocaeli Grubu Kumandanlığına yazdığı 24 Ekim 1921 tarihli dilekçede “Büyük Milleti’min uhdeme verdiği Çavuşluk rütbesinden dolayı arz-ı şükran eylerim” sözleriyle bu rütbe için teşekkür etmektedir.
Teğmenlik rütbesine gelince; bunu da Kara Fatma’nın kendisinin ağzından yayınlanan bir hatırasından öğrenelim.
“İstiklâl Harbi’nin son taarruzundan evvel 1922 senesinde Çiçek bayramı münasebetiyle Ankara’da davetli bulunduğum sırada davetlilerden başta Atatürk olmak üzere Rus sefiri, Meclis Reisi General Kazım Özalp, Van Mebusu Hasan Bey ve hatırlıyamadığım hükümet erkanından bazı zevatın müvacehezinde işlemeli güzel bir gümüş sigara tabakası milli bir menfaat için müzayedeye çıkarılarak Atatürk’ün bu tabakanın kime hediye edilmek muafık olacağını heyeti huzurunda sordular; derhal heyettekiler Kara Fatma’ya hediye olunması mütalaasını ileri sürdüler ve bu teklif heyetçe müttefikan alkışlarla kabul edildi. Fakat Atatürk benim çok iyi silah kullandığımı işittiğini ve tesadüfen bu Çiçek Bayramı’nda iyi silah kullanan ma’ruf nişancılar arasında bir müsabaka tertip edilmiş bulunduğundan, bu müsabakaya iştirakimi tensip buyurdular. Muaffak olduğum takdirde, sigara tabakasının bu suretle bana hediye edileceğini emir buyurdular.
“Bende müsabakaya iştirak ederek birinciliği kazandığımdan son derece haz duyarak hem mezkûr tabakayı bana hediye ettiler ve hem de Teğmenlik rütbesiyle taltif ettiler.
Kara Fatma’nın görüntüsü ile ilgili yazılardan bir kaçı şöyledir.
Mehmed Emin Yalman’dan “Fatma Seher Hanım belindeki fişenklikleriyle, ayağındaki çizmeleriyle, elindeki kamçısıyla tam bir İstiklâl Harbi akıncısı”
Bir Rus diplomatın hatırasından “Fatma Çavuş kısa boylu, zayıf, enerjik yüzlü, kara gözlü bir kadındı. Fatma’nın sırtında siyah bir ceket, altında çizgili bir eteklik, ayağında çizme vardı, belindeki geniş kuşağında tüfenk mermisi, kama, omuzunda kayış görünüyordu. Başını bir yemeni ile sarmıştı”.
Akşam Gazetesi’nde 1923’te yayınlanan bir yazıda Üsteğmen elbisesi giymekte olduğu, göğsünde bir harp nişanı ve istiklâl Madalyası olduğu anlaşılır.
işte bu yiğit yürekli kadının yaptıklarının bu nesle aktarabilmek için Bursa’da bir köşe veya bir büst projesi düşlüyorum. Kara Fatma Erzurumlu, Bursalı değil ki diye düşünenler oldu. Oysa Kara Fatma Erzurum’un kurtarılmasını sağladıktan sonra Bursa’yı da Bursalılar kurtarsın dememiş İznik, İzmit, Alaşehir, Sivrihisar, Bursa dememiş kurtulacak işgal edilmiş neresi varsa oraya koşmuştur. Belki bizlerin onun yaptıkları yanında bir kum tanesi bile değil ama hiç yapmamaktan, hiç anlatmamaktan iyidir diye düşünüyorum.
Bana bu konuda da Atatürk’le ilgili her konuda da olduğu gibi destek, ümit ve güç kaynağı olan Sayın Bursa Valisi Orhan Taşanlar’a sonsuz şükran ve teşekkürlerimi iletmek istiyorum.
KARA FATMA ve nice KARA FATMALARA affedin beni bile deme hakkım olmadığına inanarak hatıraları önünde saygı ve sevgi ile eğiliyorum.
ONLAR DA ÇOCUKTU
Millî Mücadele’de Türk Milleti’nin var olma veya yok olma sınırına geldiği fevkalade bir dönemi ihtiva eder. Millî Mücadele’de de Türk çocuklarının milli sorumluluk şuuru içerisinde gösterdikleri fedakarlık veya çektiği çileler ve eziyetler maalesef tam olarak bilinmemektedir. Halbuki o dönemin kaynaklarını taradığımızda Anadolu’nun hemen her köşesinde özellikle işgal gören yörelerinde, çocukların bir destan misali kahramanlık örnekleri sergilediğini görüyoruz.
İşte Antep’e Gazi unvanını kazandıran 11-12 yaşlarındaki Sait Ağa’nın oğlu Mehmet, Şahin beyin oğlu Hayri, şehit Vola Ağa’sının oğlu Mehmet Ali, Arzuhalci Ali Efendi’nin oğlu İsmail, hepsinin hikayesi birbirinden ilginç.
Tarsus’tu kahraman Mehmet Küçük “Büyük Gazi” diye anılır. Adana’da 10 yaşındaki bacağını kaybeden Mehmet ve adına türkü yakılan 14 yaşındaki Bozan.
Maraş’ta Sırca Köyü’nden 14 yaşındaki Ali.
Osmaniyeli 10-11 yaşlarında Pulcu Mehmet oğlu Niyazi Aykan.
Çocukların Millî Mücadele sırasındaki hizmetlerini tasnif edecek olursak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
1) Yeri geldiği vakit eline silah alıp bilfiil çarpışarak cephelerde,
2) Haber getirip götürmekle istihbaratta,
3) Cepheye su, ekmek, mermi vs. taşıyarak lojistik hizmetlerde oldukça faydalı olmuşlardır.
İŞTE -BURSA’DA MİLLÎ MÜCADELE ÇOCUKLARI
ilk BMM’de henüz pek kritik durumda olan cephelerden bahsedilmektedir. Bursa Milletvekili Muhiddin Baha (Pars) uzun gözlemlerini anlattığı konuşmasını şöyle bitirir.
“Efendiler bu sahifeyi burada kapattıktan sonra müsadenizle bir müşahademi arz edeceğim. Geçenlerde İnegöl cephesinde ağaçlar arasında sis ortasında gazilerimizi ziyaret eder ve onların ayrı ayrı ellerini sıkarken 15 yaşında kadar bir çocuk gördük. Ona “Oğlum burada ne yapıyorsun? dedim. “Vatani vazifemi yapmaya geldim” cevabını verdi. “Peki hiç muharebeye karıştın mı? Düşmanla cenkleştin mi? Sualime de “evet” diye katıldığı çarpışmaları, boğuşmaları saymaya başlayınca ben, bu çocuğun karşısında bir parça küçüldüğümü hissettim. Sonra daha ileride yine Gaziler arasında ve babasının yanında babasıyla omuz omuza düşmana karşı harp eden 12 yaşında Feridun isminde bir çocuk gördüm ki! Efendiler bir diyorum ama hangisi bir?
Cephede her adımda bir böyle henüz çocuk denecek yaşta silaha sarılıp canını fedaya gelmiş nice nice yavrularımız var!..
İşte bu çocuklardan biri de Emekli Süvari Subayı Süleyman Bey’in oğlu İnegöllü Kamil idi. Bu çocuk bu bölgedeki pek çok muharebeye katılmış. Cumhuriyet döneminde Bursa Işıklar Askeri Lisesi’ni bitirdikten sonra Harp okuluna giren Kâmil’e önceki kahramanlıklarından dolayı İstiklâl Madalyası verilmiştir.
İnegöl’de savaşa katılan Albay Rahmi (Apak) bey şu gözlemini aktarmaktadır.
“Siması hâla gözlerimin önünde. Sarı saçlı, ak yüzlü bir çocuk. Bir evin içinden çıkan (herhalde kendi evi olacak) bir Yunan askerini kovalıyor. Elinde bir balta Yunan erinden daha hızlı koşuyor. Ona yetişti, kafasına baltayı indirdi. Yunan eri cansız yere yuvarlandı. Kaçan Yunan askerlerinin diğer bazı sokaklarda ise inegöllü kadınların pencerelerden attıkları saksı ve testilerle zararsız hale getirildiğini gördüm.
Bu mücadelede sadece erkek çocuklar değil kız çocukların da başarısı bilinmektedir. Buna en güzel örnek 12 yaşındaki Nezahat kızımızdır.
Mili Mücadele’nin kadın üsteğmeni: Kara Fatma
Yakup Kadri, ‘Sodom ve Gomero’ adlı romanının bir bölümünde, “Burası İstanbul savaş Anadolu’da!” diyerek Milli Mücadele’ye Anadolu insanının güç verdiğini anlatır. Cephelerde koşturan Kara Fatma’nın serüveni, Yakup Kadri’nin bu cümlesinin özeti adeta.
Milli Mücadele’de vatanı düşmanlara karşı sadece erkekler savundu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bu topraklar işgal altındayken korkusuzca, omzunda silahıyla, atına atlayıp cephelere askerlik yapmak için koşan kadınlarımız da vardı bizim. Ne var ki, onların adları erkekler kadar yer almadı savaş anılarında. O acı günleri anlatırken, isimsiz kahramanlar olarak zikredildiler sadece. Neyse ki “Artık kadın erkek yok, artık istiklal var!” diyen bu kahramanlar, günümüz araştırmacıları tarafından yavaş yavaş gün yüzüne çıkartılmaya başlandı. Bunlardan ilki topraklarımızın düşman işgalinden kurtulması için cephelerde boy gösteren Kara Fatma. O, Milli Mücadele’de üsteğmenlik vazifesini deruhte etmiş bir Türk kadını. Araştırmacı-yazar İlknur Bektaş’ın uzun yıllarını vererek ortaya çıkardığı, “Milli Mücadele’de Bir Kadın Üsteğmen: Kara Fatma” adlı çalışmasıyla hakkında bilgi sahibi olduk. Kimdi peki Kara Fatma? Üsteğmenlik rütbesine nasıl layık olmuştu? Her şeyden ötesi, bu topraklar için kahramanca savaşmasına rağmen neden daha yeni tanışma fırsatı buluyoruz kendisiyle?
Cephelerle eşi Sayesinde tanışıyor!
Kara Fatma, asıl adıyla Fatma Seher Hanım, Osmanlı’nın en sancılı günlerini yaşadığı sırada Erzurum’da sıradan bir anne-babanın evladı olarak dünyaya gelir. O yıllarda bir kız çocuğu nasıl yetiştiriliyorsa o da öyle yetişir. Vakti zamanı gelince de baş göz edilir. Bu evlilikten bir de erkek evlat sahibi olur. Savaş yılları olması nedeniyle kadınlar, kocaları ve oğullarını cepheye gönderir. Kara Fatma da Anadolu kadınlarının bu kaderine ortak olur ve savaş ayrılığını herkes gibi tadar. Burada şu bilgiyi vermekte fayda var: Araştırmacı-yazar İlknur Bektaş, Kara Fatma’nın izini sürerken, eşinin Vanlı bir binbaşı olduğu hatta Balkan Harbi’nde şehit düştüğü bilgisine ulaşıyor. Ancak resmiyette, Kara Fatma’nın bir evlat ve eş kaydına rastlanmaması Bektaş’ın ulaştığı bu bilgilerin âfaki kalmasına neden oluyor. Fakat Kara Fatma’nın eşinden ve oğlundan bahsettiği gazete demeçleri bu afakiliği bozuyor ve söz konusu eş ve oğlun varlığını Bektaş için doğruluyor. Bahsi geçen demeçlerden birini Kara Fatma İstikbal Gazetesi’ne veriyor. Bektaş, Kara Fatma’nın harp meydanlarıyla tanışma serüvenine de İstikbal gazetesindeki bu haber sayesinde ulaşıyor. İşte o yılların hikâyesi…
Kara Fatma, yarinden ayrılır ayrılmasına ama bu ayrılık çok da uzun sürmez. Çünkü Balkan Harbi’ne tayin olan kocasına o da eşlik eder. Vatan için Bulgar işgalindeki Edirne’ye yerleşir. Edirne müdaafasında yer alan, Erzurumlu Şükrü Paşa komutasındaki askerlerin açlıktan ağaç kabuğu yediğine yakinen şahit olur. Çünkü kendisi de orada vazifeli bir askerin eşi olduğu için yokluktan ağaç kabuğuyla karnını doyurur. Edirne’den sonra Sarıkamış cephesinde görevlendirilir eşi. Buranın hüznünü de iliklerine kadar hisseder. Zira zevcini Sarıkamış’ta vatan uğruna kaybeder. İşte bu acı günler, kadın olmasına rağmen, kocası ve oğlundan sonra onu da savaş meydanlarına çıkartır. Çünkü artık kadın-erkek yok, istiklal vardır! Bu yüzden, eline tüfeğini alıp, kendine bir müfreze oluşturur. Kendi gibi cesaretli olan Anadolu kadınlarını da bu müfrezeye dahil eder.
Üstteğmanlik payesini Gazi Mustafa Kemal veriyor!
Ama bir engel vardır… Kara Fatma’nın oluşturduğu müfreze ile savaşa katılabilmesi için izin gereklidir. İzin için de Mustafa Kemal Paşa’ya ulaşılması… Bunun üzerine Sivas Kongresi’nin yolunu tutar. Amacına ulaşması kolay değildir. Çünkü o bir kadındır! Ama çabasının sonucunu alır; kongre esnasında bir öğle yemeğinde Paşa’yı görebilir. Paşa’ya kendini tanıtır ve niyetini ifade eder. Paşa bunun üzerine ona silah kullanmayı, ata binmeyi bilip bilmediğini sorar. Fatma Seher, müsbet cevap verir. Cevaptan memnun olan Paşa, ona gözü pekliğinden dolayı ‘Kara’ lakabını takar ve istediği görevle lütuflandırır. “Haydi göreyim seni.” der.
Sonrasında türlü eziyet, zorluk ve meşakkatlere rağmen her türlü görevi üstlenir Fatma Hanım. Aşçılık, hastabakıcılık, hemşirelik gibi pek çok görevin yanında İstiklal Harbi’nde 300 kişilik bir orduyu komuta eder. Sakarya ve Başkomutanlık Meydan Muharebeleri’nde vatan için yaya ve atlı olarak silah ve cephane yükleri ile cepheden cepheye koşturur. Tüm bu vazifeleri ifa ederken rütbesi üsteğmendir. Bu rütbe de kendisine Mustafa Kemal Paşa tarafından takdim edilir. Böylece Kuva-yi Milliye’nin baş kadın kahramanı olarak efsaneleşir. Beyaz atıyla dilden dile dolaşan bu ufak boylu kadın, istiklal madalyası sahibi de olur vakti zamanı gelince.
Kara Fatma’nın savaş anıları elbette bunlarla sınırlı değil. Mesela yazar Bektaş, onunla ilgili bir anekdotu daha gün yüzüne çıkarıyor. Fatma Hanım, tüm gayret ve çabalarıyla oluşturduğu Millli Mücadele çetesinin içine 43 kadın asker sokar. Bunlardan 10’u kendi ailesindendir ve onlarla birlikte Birinci Dünya Savaşı’nda savaşır. Bursa ve İznik’in kurtuluşunda bu ekibin payı büyüktür. Yeri geldiğinde askere analık da eden bu gözü pek Anadolu kadını. Yaptıklarından ötürü hem Türk hem de dünya basınının dikkatini çeker. Hakkında sayısız haber yapılır. Bunlardan biri de ‘Türklerin kadın üsteğmeni’ başlığıyla 23 Nisan 1922 tarihinde The New York Times gazetesinde yer alır.
Türk basınında ise 1922’den 1950’li yıllara kadar muhtelif gazetelerde hakkında yayınlar yapılır. Bu yayınların sonuncusu ise ölüm haberi ilanıdır. Çeşitli Milli Mücadele tablolarına, dönemin kartpostallarına da konu olur Kara Fatma. Efsaneleşir… yalnız hayatının sonlarını bir efsane gibi yaşamaz!
Savaşın nihayete ermesiyle İstanbul’a yerleşip köşesine çekilen bu fedakâr kadın, devletin kendisine bağladığı maaşı Kızılay’a bağışlar. Hem de ihtiyacı olmasına rağmen… Yalnızlığına ise kız kardeşinin çocuklarını ortak eder. Evlat edindiği yeğenleriyle mütevazı bir hayat sürer Kasımpaşa ilçesinde. Ama hayat beklediği gibi gitmez. Zaman zaman açlıkla karşıya karşıya kalır. Mecbur kaldığı bir anda da Darülaceze’den yardım talep eder. 1955 yılında da bâki hayata gitmek üzere dünyadan ayrılır. Son seneleri hakkındaki bilgiler, sözlü tarihten ibaret olan bu Milli Mücadele kahramanına asıl vefasızlık ise mezarına karşı olur. Kara Fatma’nın kabri, kaydı olmadığı için koruma altına alınmaz ve yok olur!
Milli Mücadele Kahramanı Kara Fatma
Milli mücadele ve değişik savaşlarda kahramanlıklar yapmış kadın kahramanlarımız vardır. Kaç tanemiz bu kadın kahramanları tanıyoruz? Onların neler yaşadıklarını biliyormuyuz? Nene Hatunu, Kara Fatma’yı, Tayyar Kadını, Emire Ayşe Aliye’yi biliyor muyuz?
Bunlardan biri olan Kara Fatma’yı sizlere aktarmaya, tanıştırmaya çalışacağım.
Kara Fatma lâkabıyla tanınan Fatma Seher Hanım, 1888 yılında Erzurum’da doğmuştur. Babasının adı Yusuf Ağa, kocasının adı ise Derviş Bey’dir. Kocası da asker (Binbaşı) olan Fatma Seher Hanım, Edirne’de görev yapan eşiyle birlikte Balkan Harbi’nde yer almıştır. Daha sonra ise kendi ailesinden 10’a yakın kadını örgütleyerek 1.Dünya Savaşı’na katılmıştır. Mondros Mütarekesi’nden sonra ise eşi Derviş Bey’in vefat haberini almış ve Erzurum’a dönmüştür.
Erzurum’da bir süre kalan Fatma Seher Hanım, Sivas Kongresi’nde bulunan Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek için Sivas’a gitmiş, kendisinden Milli Mücadele’ye katılmak için görev istemiştir. (Fatma Seher Hanım, bu dönemle ilgili anılarını 1944 yılında yapılan bir röportajda şu şekilde anlatmaktadır:
“Atatürk’ün Sivas’ta faaliyete geçtiğini haber aldığım dakikadan itibaren duyduğun sevinci tariften acizim ve ilk işim kısa bir hazırlıktan sonra Sivas’a müteveccihen hareket etmeyi kararlaştırdım; hemen yola çıktım ve Gülcemal Vapuru’yla Samsun’a, oradan da Sivas’a vardım.
Mustafa Kemal’in huzuruna çıkabilmek için muhtelif kıyafete girerek üç günlük bir mücadeleden sonra, devamlı bir takibin neticesi olarak, Sivas’ta öğle yemeğine davetli bulunduğu bir yere giderken yolda yakaladım. Üzerimde çarşaf vardı, yüzümde peçe ile kapalı idi. Kendisiyle bir mesele hakkında görüşmek istediğimi söyleyince, ilk defa sert bir lisan kullanarak, “Ne görüşeceksin?” mukabelesinde bulundular. Kalbimdeki vatan aşkı bu sert muameleye galip gelerek derhal peçemi kaldırdım ve İstanbul’dan buraya kadar sizinle görüşmek için geldiğimi, maruzatımın bir dakika için dinlenmesini rica ettim. Bunun üzerine pek yakında bulunan bir lokantaya beni kabul ettiler.
Mustafa kemal bu görüşme sırasında ona adını, silah kullanmayı, ata binmeyi bilip-bilmediğini, savaştan korkup-korkmadığını sormuştur. Kara Fatma’nın verdiği cevaplar Mustafa Kemal’i memnun etmiş, “Kara Fatma, bütün kadınlar keşke senin gibi olsaydı” demiştir. Bu olaydan sonra Fatma Seher Hanım’ın adı “Kara Fatma” olarak kalmıştır.
Daha sonra ise Mustafa Kemal eline aldığı kâğıda bazı notlar yazarak Kara Fatma’ya vermiş “Haydi göreyim seni, verdiğim talimatı unutma, bir an evvel İstanbul’a git, hazırlan ve işe başla” demiştir (Tansel, 2001, s.41). Fatma Seher Hanım, Mustafa Kemal’in bu isteği üzerine Sivas’tan hemen İstanbul’a geçmiştir.
Bir süre sonra İzmit’in işgal edildiğini duyan Kara Fatma, Topkapılı Pire Mehmet, Laz Tahsin, kardeşi Süleyman ve oğlu Seyfeddin’nle birlikte bir çete kurarak, trenle gizlice İzmit’e geçmiştir. Bahçecik ve Servetiye yoluyla Paşaköyü’ne geçen Kara Fatma ve adamları burada karargâh kurmuşlardır. Bu bölgede kısa sürede teşkilatlanmalarını tamamlayan Kara Fatma çetesi, çevredeki Türk köylüleriyle birlikte Yunanlılara karşı uzun süre mücadele etmişlerdir. (Özellikle, Bahçecik, Yeniköy, Değirmendere, Servetiye, Kaynarca ve Fındık Tepe civarında faaliyet gösteren Rum ve Ermeni çetecilere karşı, büyük bir başarı kazanmışlardır.)
İzmit, Kara Fatma gibi cesur yürekli insanlarımızın üstün gayretleriyle, 28 Haziran 1921 tarihinde düşman işgalinden kurtarılmıştır. Kara Fatma ve ailesi, İzmit’in kurtarılmasından sonra bir süre daha bu bölgede kalmışlardır.
Balkan, Sakarya, Başkomutanlık Muharebeleri’ne de katılarak Üsteğmenlik rütbesine kadar yükselmiş olan Kara Fatma, 1955 yılında İstanbul’da vefat etmiştir.
Kara Fatma’nın İzmit’teki Faaliyetleri
30 Ekim 1919’da yürürlüğe giren Mondros Mütarekesi’nden sonra, 16 Mart 1920 tarihinde İstanbul işgal edildi.
İngilizlerden oluşan emperyalist güçler, İstanbul’un işgalinden sonra İzmit Körfezi’ne yönelerek, bu bölgeyi de kontrol altına aldılar. Bu durum sonucu İzmit yöresindeki ortam iyice gerginleşti. Bölgede yaşayan bazı gurupların, Türkler aleyhine çeşitli faaliyetlere giriştiği görülmeye başlandı. Özellikle Rum ve Ermeni nüfusun yoğun olduğu bazı bölgelerde, İşgal güçlerinden güç alınarak çeşitli çeteler oluşturuldu. (Oluşturulan çetelerden bazıları: Yeniköylü Deli Yani ve Çetesi, Kocabaş Hıristo, Barbar Yani, Deli Hıristo, Çakır Yorgi, İzmit Mihaliç Köyü’nde Kostantin Çetesi, Deli Petro Çetesi, Köse Dimitri Çetesi, Pandeli Çetesi, Yuvacık’tan Vahan Çetesi, Donik Çetesi, Karamürsel’de Artrınik Çetesi, Darıca’da İstel Çetesi)
Ermeni ve Rumların kurduğu bu çeteler bir süre sonra, askeri güçlere saldırmaya, çevredeki Türk köylerini basarak evleri yakmaya, burada yaşayan insanlara zulmetmeye başladılar.
İzmit’te bu üzücü olayların yaşandığı dönemde, Kara Fatma İstanbul’da bulunuyordu. Durumun her geçen gün daha kötüye gittiğini gören Kara Fatma, kardeşi Süleyman’ı, kızı Fatma’yı ve arkadaşlarını alarak İzmit’e geçmeyi planladı. Muhacir kılığına giren Kara Fatma ve arkadaşları tirenle İzmit’e geldi. Buradan Bahçecik-Servetiye yoluyla Paşaköy’e geçerek karargâhını kurdu. Bölgedeki teşkilatlanma çalışmalarını hızlandıran Kara Fatma ve arkadaşları, bir yandan da çevredeki çetelerle mücadele etti.
İşgal dönemin de yayınlanmış olan bazı gazeteler, Kara Fatma’nın İzmit’teki faaliyetleriyle ilgili önemli bilgiler vermektedir. Özellikle İstikbal ve Tevhid-i Efkar gazetelerinde Kara Fatma ile ilgili çeşitli haberlere rastlanılmaktadır. Mesela İstikbal Gazetesi muhabiri, Kara Fatma ile 1922 yılında görüşmüş, bu görüşme sırasında edindiği izlenimlere köşesinde şu şekilde yer verilmiştir:
“…Bir gün İzmit civarında Davulcular Ormanı’ndan Arpalık Köyü’ne doğru yorgun argın beş kişi iniyordu. Bunlardan üçü erkek, biri küçük bir kızdı. Köye indikleri zaman, köylüler bu garipleri biraz tuhaf karşıladılar. Garipler Karamürsel Muhacirlerinden olduklarını söylüyorlar, iş arıyorlardı. Uzun pazarlıklardan sonra dört çoban, Kasım’a kadar yirmi liraya çalışmaya razı oldular. Ertesi gün, yamaçlara doğru sığırları süren dört çoban gayet neşeli idiler. Üç-dört gün sonra, dört çoban sığırları Gülbahçe Deresi’nin etrafındaki yamaçlara salmışlar, oturuyorlardı. Bu sırada uzaktan iki silahlı belirdi. Az sonra yanlarına geldiler. Bunlar Gülbahçe, Orhaniye, Arpalık, Mecidiye köylerindeki Ermeni Jandarmalarındandı. Dört fakir çobana şüphe ile baktılar; onlara kim olduklarını sordular. ‘Arpalık’ın çobanlarıyız’ cevabı şüphelerini izale edemedi. O akşam Arpalık Ormanı’na doğru dört çoban ellerinde iki tüfekle dönüyorlardı. Bunlar Kara Fatma ile oğlu Seyfeddin ve iki kardeşi idi.
Ertesi gün, kaç zamandır Davulcular Ormanı’nda gizlenmiş olan yüzeli kişilik çetesinin başına geçen Kara Fatma, Gülbahçe, Orhaniye, Arpalık, Mecidiye köylerinin imam ve muhtarlarını ormana çağrttırdı, onlara; “Ben Kara Fatma’yım, Ermeni jandarmalarının sizden her ay aldıkları iki yüzer lirayı bundan sonra vermeyeceksiniz. Sizin ırzınızı, namusunuzu ben bekleyeceğim” dedi.
Köylüler memnun döndüler. Kara Fatma artık kendini meydana vurmuştu. Bir taraftan Sapanca havalisindeki (…) Bey vasıtasıyla silah satın alıyor, bir taraftan civar köylerden gelen delikanlıları çetesine yazıyordu. Az zamanda mevcudu 480 kişiyi bulmuştu” (Tansel, 2001, s.43).
Tevhid-i Efkar Gazetesi muhabiri de Kara Fatma ile görüşmüş (1922), yapılan bu görüşme sonrasında şu bilgileri aktarmıştır:
“Fatma Seher Hanım, çeşitli muharebelerde erkeklerden daha büyük hizmetler ifa etmiş, düşman karşısında bir dişi arsan gibi çarpışmıştır.
Onu geçen kış İzmit’te gördüm. Ne olursa olsun böyle pür silah omuzdan aşağı fişeklere sarılı, belinde uzun kaması ve tabancasıyla bir Anadolulu kadın. İlk defa görünce insana önce derin bir hayret hissi geliyor, sonra bu hayret yavaş yavaş bir kahraman karşısında duyulan hürmet ve tazim hislerine karışıyor ve insan ne büyük bir milletin evladı olduğunu o zaman anlıyor, gurur ve iftihar duyuyor”
Kara Fatma ve Çocukları: Kızı Fatma, Oğlu Seyfeddin
Kara Fatma İzmit’te savaşmaya başladığı zaman kızı Fatma, oğlu Seyfeddin ve iki kardeşi yanında idi. Özellikle kızı Fatma ve oğlu Seyfeddin’in İzmit’te Rum çetecilere karşı verilen mücadelede önemli gayretleri vardır. Hatta kızı Fatma, bir mücadele sırasında koluna isabet eden şarapnel nedeniyle sağ elini kaybetmiştir.
Fatma Seher Hanım çocuklarıyla ilgili şu bilgileri vermektedir.
“- Bu kız da deli midir, nedir bilmem şimdiye kadar yanımdan hiç ayrılmadı. Onu ekseriya İzmit’te bırakıyordum, fakat durmuyor, neferlerin peşine takılarak tâ siperlere kadar geliyordu. Kaç defa harb ederken bana ve askerlerime mataralarla su taşımıştır. Bu çarpışmada zavallı kız sağ elini kaybetti. Şimdi İzmit’tedir”diyor.
Fatma Hanım bu defa izinli olarak Ankara’ya geldiğinde kızı bir mektup yazdırarak ona göndermiş, mektubunda kendisinden küçük bir tabanca isteyerek, “Sağ elim yok ama sol elle pek güzel atıyorum anne!” diye yazmış. İzmit’te, Yakın Şark Yardım Heyeti Reisi bir gün kendisinden bir fotoğrafını çıkarmaları için müsaade talep etmiş. Fatma Hanım da müsaade etmiş. Fotoğrafı alındıktan sonra Amerikalı kendisinden bu hediyesine mukabil ne hediye edilirse memnun olacağını sormuş. Fatma Hanım,
“-Hani onbeşli İngiliz filintaları vardır” demiş. “Onlardan bulamadım, hediye edersiniz, nihayetsiz derecede makbule geçer.”Amerikalı; yüzük, bilezik, küpe yerine silaha, bombaya meyli olan bu kadının karşısında cidden hayrette kalmış. Ancak, o silahtan bulamayıp, iki tane saplı Ingiliz bombası hediye etmiştir.