Sitemize hoş geldiniz değerli öğrenci arkadaşlarım. Bugün sizlere biyoloji köşemizde beyin ile alakalı aslında beynin yapısı ve görevleri hakkında internette bulabileceğiniz en detaylı ve ayrıntılı uzun bilgileri paylaşıyoruz. Anlamayan kimse kalmasın diye konuya hem kısa ve özet anlatımı hem de kapsamlı geniş ve uzun anlatımı ekledik. Keyfinize göre hangisi kolayınıza geliyorsa onu okuyarak öğrenebilirsiniz.
Kafatasımız içinde bulunan ve iki bölüm halinde olan organımıza beyin adı verilir. Hayatımız boyunca tüm vücudumuzu yöneten organımızdır. Beynimiz sayesinde yemek yer, düşünür, uzuvlarımızı hareket ettirebiliriz.
Beynimizin girintili ve çıkıntılı bir yapısı vardır. Bu sayede daha geniş bir alana sahip olur. Milyonlarca sinir hücresi bu kıvrımlara yerleşik durumda bulunur. Beyin korunması amaçlı üç kat halinde zara sahiptir. Bu üç zar, örümcek ağı şeklinde, ince zar ve sert zar olarak adlandırılır. Sert olan zar, koruma zarı adındadır. İnce zar taşıdığı kan aracılığı ile beyni besler. Örümcek ağı yapısında olan zar ile ince zar arasında olan sıvı bir amortisör işlevi görür ve beyni darbelere karşı dirençli hale getirir. Beynin dış bölümü boz, iç bölümü ise beyaz renklidir. Dış kısım sinir hücreleri ile kaplı bulunmaktadır. Boz renkli bu dokunun alt kısmında sinir hücrelerinin uzantıları yani aksonlar bulunmaktadır. Bu kısmada ak madde adı verilmektedir. Beyin, iki kısımdan meydana gelmektedir. Bu iki kısmı birbirine bağlayan ak maddeden yapılmış iki köprü bulunmaktadır. Bunlara nasırlı cisim ya da beyin üçgeni adı verilmektedir.
Beynimizin fonksiyonları
Beynimiz tüm duyularımızın merkezi konumundadır. Görme, tat alma, koklama, işitme, dokunma duyularını işlevsel kılar. İskeletimiz de bulunan kasların hareket yeteneğini sağlar. Bu sayede, bacaklar, kollar, yüz ve parmakları hareket ettiririz. Beynimizin sağ bölümü vücudun solunu, sol tarafı da sağını yönlendirir. Bunun sebei, hareket sinirlerinin omurilikten geçişinde çaprazlanmasıdır. Beynimiz bellek merkezimiz ek olarak öğrenme, konuşma, yazma, bilgi depolama ve saklamayı sağlamaktadır. Zeka ile alakalı her şey beyin tarafından kontrol edilir. Sevinç, hüzün, ağlama gibi pek çok duygusal durum da beyin tarafından kontrol edilir.
Beynimizde yer alan hipotalamus bölümü, vücut ısısını, kan basıncını, kalp ve damar sistemini, sıvı-iyon dengesini, hormon düzenini, stres önlemlerini ve metabolizma hızını düzenler. Beynimizin iki ayrı bölümü farklı özellikleri kontrol altında tutar. Sol bölüm, konuşma, dil öğrenme, matematik faaliyetleri gösterir. Sağ bölüm, resim yapmak, müzik aleti çalmak, soyut olayları takip faaliyetlerini kontrol eder. Bir tarafın yaptığı hareketten öbür tarafın haberi olmaktadır. Beynimiz oksijensiz yaşayamaz ve eylemlerini gerçekleştirmez. Vücut, oksijensiz kaldığı zaman hızlı biçimde beyin hücreleri ölmeye başlar. Özellikle açık ve bol oksijenli atmosferde çok daha iyi çalışmaya başlar.
Kafa içindeki yerleşimi
- Beynin Lobları
turkuaz: frontal lobe
yeşil: parietal lobe
mor: temporal lobe
sarı: occipital lobe
pembe: cerebellum and brainstem
kırmızı: cingulate gyrus
1. Frontal–bilinçli düşünme; zarar görmesi durumunda ruh hali, hissiyat değişikliği olabilir.
2. Parietal–çeşitli duyu organlarından gelen bilgileri birleştirmede önemli rol oynar. Ayrıca nesnelerin kullanılması ve bazı mekansal görüş işlemelerinde (visuospatial processing) parietal lobun kimi bölümleri rol alır
3. occipital–görme duyusuyla ilgili bilgilerin işlendiği lobdur. Hafif zarar görmesi halüsinasyonlara sebep olur
4. Temporal–ses ve kokunun algılanması, aynı zamanda da yüzler, mekanlar gibi karmaşık uyaranların işlenmesi bu lob tarafından sağlanr.ı
5. Serebellum–duyu organlarından gelen bilgilerle haraketi ilişkilendirir. Bulob özellikle dengenin sağlanmasında önemli rol oynar
Merkezi Sinir Sistemi (MSS)
CEREBRUM: His, irade, hafıza, düşünce, zeka gibi fonksiyonlardan sorumludur. Altı tabakadan oluşmuştur ve her biri ayrı hücreden oluşmuştur. Piramidal hücreler çok önemlidir. İki hemisferden oluşur. Her bir hemisferde frontal, parietal, occipital, temporal loblar bulunur. Sağ el, sol hemisfer tarafından kontrol edilir. Lisan ile ilgili özellikler sol hemisferde bulunur.
Ak Madde: Miyelinden dolayı aksonlar beyaz görülür. İki hemisfer corpus callosum denilen iri sinir lifi ile birleşir. Akson demetine MSS’de tractus denir.
Beyin (Sapı) Kökü: Omuriligi beyine bağlar. Kalp hızı ve kan basıncı gibi CV sistemin kontrolu, sindirim (GI) ve solunumun kontrolundan sorumludur. Vücüdun tamamının dönmesi gibi stereotip hareketlerin kontrolu. Dengenin kontrolu. Göz hareketlerinin kontrolu. Hayatî (vital) fonksiyonları kontrol eder. Uyku ve uyanıklık halini düzenler.
Üç bölümden oluşur: (i) Orta beyin (mesencephalon); (ii) pons; (iii) medulla oblongata.
Orta beyin (mesencephalon): Beyin sapından cerebral hemisferlere sinir yollarını taşır.
İşitme ve görme refleks merkezleri buradadır.
Pons: Orta beyinin altında, medulla oblongata’nın anterior ucunda transvers sinir lifleri. Köprüye benzer. Medulla oblongata ile beyin hemisferlerini birleştirir. Solunum kontroluna katkıda bulunur. Apnöstik
ve pnömotaksik merkez buradadır. Yüzeysel lifler cerebellum’a bağlanır. Motor ve sensorik
(duysal) derin lifler medulla oblongata’dan pons üzerinden orta beyine gider.
Medulla oblongata: Yaklaşık 3 cm, pons ve omurilik arasında traktlar omurilik ile beyin arasında komünikasyonu sağlar. Vital merkezler: kan damarlarının otonomik inervasyonu için vazomotor
merkez; kalbin otonomik sinir kontrolunu sağlayan kardiyak kontrol merkezi; pons ile birlikte
solunumu kontrol eden solunum merkezi. Omurilik ile beyin arası haberleşme alanıdır.
Kalp hızı, solunum ve diğer öksürük, yutma, kusma gibi refleksleri kontrol eder.
Medulla spinalis (omurilik): Merkezi gri madde ile doludur. H şeklinde iki dorsal boynuz var. 2 Ventral boynuz var. Çevresi ak madde (inen ve çıkan sinir traktları) ile çevrili. Fonksiyonları: Gövde ve ekstremite kaslarını kontrol eden refleks merkezi olmak; Refleks merkezleri ile beyin arasında bağlantı sağlamak.
Retiküler Formasyon: Tahrip edilirse kişi komaya girer; dış dünyadan habersiz hale gelir. Biliçaltı bir çok koordine hareketlerin yapılmasında ve bütün sinir sisteminin ve vücudun uyanık tutulmasında görevli. Beyin sapında yer alır. Anestezik maddeler, uyku verici ilaçlar buradaki sinirlerin iletimini inhibe eder. Nükleus ve sinir liflerinin medulla, pons, orta beyin, thalamus ve hipotalamus içindeki kompleks bir ağdır. Buradan çıkan sinirler corteks cerebri’ye gider ve sensorik bilgileri taşır; idrak edilmeyen bir çok hareketin koordinasyonunu sağlar.
Cerebellum: Beynin ikinci büyük yapısı. Dış kısmı gri madde, içi ak madde taşır. Cerebellumdan gelen lifler kırmızı çekirdekten geçip thalamus’a gider, sonra corteks cerebri motor alanlara ulaşır. Diger lifler (tractus) cerebellumu, pons, medulla oblongata ve omurilik ile birleştirir. Cerebellum, eklem, tendon ve kas reseptörlerindeki propioreseptörlerden gelen sinyalleri alır ve corteks cerebri motor alanları ile bazal nüklei’nin işbirliği ile haraketleri koordine eder. Özellikle koşma, daktilo ile yazı yazma, piyano çalma, konuşma gibi hızlı kas aktivitelerinde hayati rol oynar. Motor aktivitelerin sırasını belirler. Motor öğrenme için gereklidir. Hareket sırasında değişik eklemlerin koordinasyonunu, denge (vestibular organdan uyarılar alır) ve pozisyonu (postür) sağlar. Ağıza çatal götürmek veya buruna el ile ellemek gibi ek-kol hareketlerinin doğru zamanlaması için de gereklidir. Cebinize değerek anahtarları bulmak da cerebellumun başardığı işlerdendir. Bütün işleri corteks cerebri kontrolu altında gerçekleştirir. Özellikle purkinje, sepet ve granül hücreleri vardır. Hem c. Cerebri hem de thalamus ile bağlantılıdır. Korteksin yarattığı hareketleri inhibe ya da stimüle edebilir.
Bazal ganglia: Yardımcı motor sistemdir. Corteks cerebri’ye giren ve çıkan sinyal yollarıdır. Kuşlarda çok gelişöiştir. Her bir cerebral hemisferdeki derin yerleşmiş dört gri madde kütlesidir. Kaudat nükleus, lentiform nükleus, amigdala, claustrum.
Limbik Sistem
Hipotalamus, hippokampus ve amigdala gibi yapılardan oluşan beyinin korteks altındaki yapılarıdır. Özellikle duygular ve motivasyonla ilgilidir. Davranışın kontrolu. Hayatta kalma içgüdüleri, dürtüler ve duyguların ifadesinde çok önemlidir. Halet-i ruhiyenin dış davranışlara etkilerine aracılık eder. Vücudun iç
dengesini düzenler. İç şartları sabit tutar: vücut sıcaklığı, vücut sıvılarının ozmolaritesi,
yeme-içme dürtüleri; vücut ağırlığının kontrolu. Bu bölgeye aynı zamanda “memeli beyni”
de denilir çünkü ilk defa memeli hayvanlarda görülmüştür.
Amygdala: Her cerebral hemisferdeki dört bazal gangliyondan biridir. Limbik sistemin parçasıdır. Bademe benzeyen gri madde gövdesi olduğundan bu ismi almıştır. Zedelenirse hayvan yenebilir ve yenemez şeyleri ayırt edemez.
Forniks: Corpus callosumun altında yerleşik, sinir lifleri grubudur. Hippokampusun beynin diğer bölgeleri ile entegrasyınunu sağlar. Limbik sistem içindeki bilgileri ileten sinir lifleri yoludur.
Corpus callosum: Sağ ve sol hemisferleri birleştirir. Limbik sistemin parçası değildir ancak onun tam üzerinde yerleşiktir. Kalın bir sinir lifleri demetidir.
Thalamus Diencephalon’un en büyük alt bölümüdür. Üçüncü ventrikülün sağ ve solunda yer almıştır. Vücudun dışında neler olduğunu beynin bilmesini sağlar. Koku hariç, cerebruma giden bütün sensorik (duyusal- göz ve kulak) bilgilerin geçiş (gidiş ve geliş) bölgesidir. Uyanıklık halini ve uyarı olduğunda uykudan uyanışı düzenler.
Koroid pleksus: Serebrospinal sıvı (CSF) burada oluşur. Epifiz (pineal bez) burada yerleşiktir. Melatonin salar. Üremenin endokrin kontrolunda görevlidir.
Hipothalamus: Thalamus’un altında yerleşiktir. Açlık ve susuzluk için nörül bölgeleri taşır. Vücut sıcaklığı ve hipofizden hormon salgısını düzenler. Ayrıca uykunun düzenlenmesi, uyanıklık, cinsel arzu ve performans; kızgınlık, korku, ağrı ve zevk gibi hisler buradan kontrol edilir. Medulla oblongata ve limbik sistemle birlikte çalışır.
Hippokampus: Beyinin her bir lateral boynuzunun tabanına uzanan gri maddeden oluşan (ventrikül yüzeyi tarafında ak madde) hafızanın oluşumu, depolanması ve işlenmesinden sorumlu limbik sistem kısmı.
İnsan Sinir Sisteminin Yapısı ve İşleyişi
GİRİŞ:
İnsan merkezi sinir sistemi, evrende bilinen en karmaşık biyolojik organizasyona sahiptir. Milyarlarca sinir hücresi ve bunların aralarındaki trilyonlarca bağlantı, sinir sisteminin ana yapısını oluşturur. Bunların yanında, sinir hücrelerinin on katı kadar sayıda da yardımcı hücreler (nöroglia) bulunur. Bu akıl almaz düzeydeki karmaşık yapı, bu günkü bilgilerimiz ışığında, tüm canlılık olaylarını ve davranışları düzenleyen bir ara-birim olarak görev yapar.
Sinir bilimleriyle uğraşan biri olarak, edindiğim her yeni bilginin beni garip bir hayret ve coşku içinde bırakması ve bilimin paylaşılarak büyüyeceğine olan inancımdan dolayı, konu ile yakından ilgili olmayanlar için, vücudumuzun yönetim merkezi konusundaki son bilgileri ve bunların muhtemel felsefi sonuçlarını elimden geldiğince aktarmaya çalışacağım. Bilginin gereksizi diye bir şeyin varolmadığına inanan bir insanım ve anlamanın temelinin, “nasıl anladığımızı anlayabilmek” olduğunu düşünüyorum. Bunu yapmak için de, işimiz ve uğraşımız ne olursa olsun, bizi ilgilendiren her türlü bilgiyi, yani elimizden geldiğince her şeyi öğrenmemiz gerekir diye düşünüyorum. Özellikle de kendimizi…
İlim, ilim bilmektir/ İlim kendin bilmektir/ Sen kendini bilmez isen,/ Bu nice okumaktır..
(Yunus Emre)
SİNİR SİSTEMİMİZ…
Sinir sistemini genel olarak, merkezi ve çevresel (periferik) sinir sistemi olarak iki kısma ayırmaktayız. Çevresel sistem, vücudun her yanından alınan duyu (tat, dokunma, görme, işitme, vücudun pozisyonu, ağrı, ısı, titreşim vb) bilgilerini merkeze taşıyan ve merkezden çıkan emirleri kas veya salgı bezi gibi ilgili yerlere götüren sinir kablolarından oluşur. Yani çevresel sinir sistemini (o kadar basit değilse de) bir veri taşıyıcısı olarak düşünebiliriz.
MERKEZİ SİNİR SİSTEMİNİN GENEL HATLARI
Merkezi sinir sistemi, yani beyin ve omurilik, üç katlı bir zar yapısı ile çevrelenmiş durumdadır. Bu zarlar dıştan içe doğru dura mater (sert zar), araknoid (örümceksi) zar ve pia mater (ince zar) olarak sıralanırlar. Bu üç kılıf, kesintisiz bir biçimde tüm merkezi sinir sistemini sarar ve çevresel sinir sisteminde de hafif yapı ve işlev değişiklikleri ile devamlılık gösterir.
Araknoid zarın iç kısmı, ince uzantılarla ve adeta bir örümcek ağı yapısında bağlantılarla doludur. Zara adını veren de zaten bu özelliktir. Araknoid zar, bu uzantıları aracılığıyla pia mater’e bağlanarak, arada bir boşluk oluşmasına neden olur ki bu boşluk da “subarachnoid boşluk” adını alır (sub eki, “altında” anlamındadır). Bu boşluk ise, tabirin aksine boş değil, “beyin omurilik sıvısı” (BOS) denen bir sıvı ile doludur. Bu sıvı, sinir sistemi dokusunun beslenmesi ve atıklarının atılmasında hayati öneme sahiptir. Ayrıca, sinir sisteminin tamamını saran bu zar yapısı ve içindeki sıvı dolu bu bölmeler sayesinde, sinir sistemi bir bütün olarak sıvı içinde yüzer durumda bulunur ve böylece hem darbelere karşı emici bir tamponla korunmuş, hem de bu yumuşak ve nazik doku kendi ağırlığı dolayısıyla hasar görmesini engelleyecek bir yastık sistemiyle donatılmış durumdadır.
Beyni besleyecek olan kan damarları beyin dokusuna girerken bir çeşit yapı değişikliğine uğrayarak, duvarlarından hiç bir maddenin kontrolsüz geçmesine izin vermeyecek özel bir yapı kazanırlar. Bu yapı, sinir hücrelerinin yardımcıları olan glia (bkz aşağıda) hücreleri ile dış kısımdan da desteklenerek, “kan beyin engeli” dediğimiz özel bir yapının oluşmasını sağlarlar. Bu sayede çok hassas bir organ olan sinir sistemi, kandaki zararlı ve istenmeyen maddelerin taarruzundan da korunmuş olur.
OMURİLİK:
Merkezi sinir sistemi; kararların verildiği, etraftan gelen verilerin yorumlandığı, algılamanın ve diğer bütün zihni fonksiyonların yerine getirildiği bölgeleri içeren karmaşık bir işlevsel yapılar bütünüdür. Merkezi sinir sisteminin en “basit” kısmı, omurilik dediğimiz ve sırtımızdaki omur kemikleri arasında aşağıya doğru uzanan tüp şeklindeki yapıdır. Bu yapı, etraftan gelen bilgilerin merkezi sinir sistemine girdiği ve merkezden gelen emirlerin çevresel sisteme aktarıldığı yerdir.
Aynı zamanda, refleks dediğimiz, ani ve istemsiz hareketler de, bu organ tarafından kontrol edilir. Omurilik temel olarak, orta kısmında ince ve boylu boyunca bir kanal; kanalın etrafında, eninde kesildiğinde kelebek gibi görünen bir gri madde; ve bunun etrafında ise beyaz madde kütlesinden oluşan, tüp şeklinde bir yapıdır. Ortadaki kanal, beynin içinde bulunan, ventrikül (karıncık) adı verilen ve besleyici bir sıvı olan beyin omurilik sıvısı (BOS) ile dolu olan boşlukların, omurilik içindeki devamıdır ve aynı sıvıyla doludur. Kanalın etrafında bulunan gri madde, esas olarak sinir hücrelerinin gövde kısımlarını içerir. Buradaki sinir hücreleri, çevresel sinir sisteminden gelen ve merkezden dışarıya gönderilen verileri değerlendirilerek, nereye ve ne şekilde gönderileceklerini belirleyen karmaşık elektriksel devreler oluştururlar.
Bu fonksiyonu anlamak için basit bir örnek verelim: Diyelim ki elimizde bir dondurma var ve bunu ağzımıza götürüp yemek istiyoruz. Bunun için, kolumuzu ağzımıza doğru bükmemiz gerekiyor. Biz bu kararı beynimizde verdikten hemen sonra, beynimizden, kolumuzu bükecek olan pazu kaslarına doğru bir kasılma sinyali gönderilir. Fakat bu sinyal, kola gelmeden önce, omurilikteki sinir hücrelerine aktarılır.
Burada, yani omurilikte bulunan elektriksel devreler, bu sinyali alarak birkaç iş yaparlar. Öncelikle, pazu kaslarına bir uyarı gönderirler. Ama bu arada, kolun bükülebilmesi için, kolu açmaya, yani ağızdan uzaklaştırmaya yarayan arka kol kaslarının da gevşemesi gerekir. İşte, omurilikteki devreler, pazu kaslarına “kasıl” emrini gönderirken, aynı zamanda, kolu açan kaslara kasılma emri veren omurilik hücrelerine de “dur” emri verirler. Dolayısıyla kolumuz, ağzımıza doğru yaklaştırılmış olur.
Bu sırada, dondurmayı tam ağzımıza isabet ettirebilmemiz için, kaslardaki durum duyusu (proprioception) algılayıcı algaçlardan merkeze gönderilen uyarılar başta olmak üzere, bir çok ek işlev devreye girmelidir. Bu karmaşık ağın tam olarak eksiksiz çalışabilmesi halinde, dondurma yeme işlemimizi normal bir biçimde tamamlayabiliriz.
Refleks dediğimiz ani hareketler de, yine omurilik içindeki benzer devreler aracılığıyla, şuursuz ve hızlı bir biçimde cereyan ederler. Şuursuzdur çünkü, hareket kararı beyinden değil, omurilikten gelir; ve hızlıdır, çünkü, beyine gidip geri dönmeye oranla çok daha kısa bir yol izler. Eğer bu mekanizma omurilikten değil de beyinden yönetilseydi, yanlışlıkla bir sobaya dokunduğumuz zaman, elimizi ancak belki de ciddi biçimde yandıktan sonra oradan çekebilecektik!
ARA BEYİN:
Beyin sapının üst kısmında, ara beyin denen bölge yer alır. Ara beyin, bildiğimiz o kıvrıntılı beyin yarım kürelerinin iç kısmını dolduran bir çok farklı bölgenin oluşturduğu bir yapılar topluluğudur.
Bu bölgeler, öğrenme, hafıza, açlık-susuzluk, vücudun iç dengesinin korunması, vücuttaki hormon sistemlerinin kontrolü, heyecanlar, duygusal tepkiler, duygulara göre vücudun iç ortamının düzenlenmesi gibi çok önemli fonksiyonlar yürütürler.
Bu ara beyin bölgelerinin çoğu, az önce bahsettiğimiz, sıvı dolu beyin içi boşluklarının (ventriküllerin) etrafını sarmış vaziyette bulunur (Şekil 3′de gösterilen pons ve tegmentum’u da içine alan bölüm)
LİMBİK SİSTEM “Kabuk altı” (subcortical), yani, birazdan bahsedeceğim beyin kabuğunun altında kalan yapılardan bazıları, ara beynin etrafında onu bir halka gibi saran, işlevsel bir birliktelik oluşturmuşlardır. Bu yapıya, özel olarak Limbik sistem (latince: limbus= halka, sınır) adı verilir. İşte bu limbik sistem içinde yer alan hippokampus, amigdala, forniks, mamillar cisim, septum, cingulat kabuk gibi yapılar, heyecansal ve temel zihni fonksiyonları yürütürler. Örneğin sinirlenince kontrolümüzü kaybetmemize sebep olan yapılardan en önemlisi, burada bulunan amigdallerdir; veya, öğrendiğimiz herhangi bir şeyi hafızaya almamızı, buranın bir üyesi olan hippokampus sağlar (daha sonra ayrıntılı olarak bahsetmeye çalışacağım). Ara beyinde ayrıca, vücuda giden emirlerin düzenlenmesinin yapıldığı ara merkezler de bulunur.
BEYİN KABUĞU (Cortex):
Merkezi sinir sisteminin en üst kontrol noktası ise, işte o beyin dediğimiz zaman aklımıza gelen kıvrıntılı yapıdır. Bu yapının adı beyin kabuğudur (korteks). En üst kısımda bulunur ve orta beynin etrafını sarar. İşlevlerinin henüz çok azını ortaya çıkarabildiğimiz bu bölge, genel olarak, “yüksek beyin işlevleri” dediğimiz işlevleri ve algılamayla-değerlendirmeyle ilişkili temel görevleri yürütür.
Beyin loblarının genel sınırları.
İşitme, görme, vücut duyuları gibi belirgin işlevlerin, beyin kabuğunun özel bölgeleri tarafından işlendiği uzun yıllardan beri bilinmektedir. Örneğin gözden gelen görme sinyallerinin görüntüye dönüştürülmesi, artkafa lobundaki beyin kabuğu bölgesince yapılır. Benzer şekilde işitme duyusu ile ilişkili bölgeler de şakak lobu üzerinde yerleşmiştir. Motor alanlar, özellikle istemli hareketlerin başlatılması ve icra edilmesinde önemli iken, duyusal alanlar, tüm vücuttan gelen verilerin değerlendirildiği en üst merkezler olarak işlev görürler. Ayrıca önemli kabuk alanlarına iki ünlü örnek olarak, konuşmanın planlanmasının ve “dizgi”sinin gerçekleştirildiği, ön beyin lobundaki Broca alanı ile, konuşmadaki anlamı kavrama işinde rol alan, şakak lobunun arka kısmındaki Wernicke alanlarını verebiliriz. Bu bölgelerde meydana gelen hasarlar, ilgili işlevlerde kısmen veya tamamen kayıplara yol açar.
Görme, işitme, motor alanlar gibi bir çok alan, işlevsel ve kısmen de yapısal olarak farklı bir çok alt alana ayrılırlar. Bunların dışında kalan kabuk bölgelerinin bir çoğu ise “birleştirme” ya da “ilişkilendirme” alanları (associative areas) olarak bilinir. Bu bölgeler, ayrık duyuların birleştirilmesi ve farklı duyulardan gelen girdilerin tek bir tecrübe halinde birleştirilmesi gibi işlerden sorumludurlar. Bu işlev, halen sinirbilimlerinin en önemli gizemlerinden bir tanesidir ve gerçekleşme mekanizması henüz açıklığa kavuşturulamamıştır (Bağlantı Sorunu; Binding Problem)
Bu gün beyin kabuğundaki alanların sınıflandırılmasında Broadmann adlı araştırıcının işlevsel ve hücre mimarisini temel alarak yaptığı ayrıntılı sınıflandırma halen büyük oranda geçerliliğini korumaktadır. Buna göre, beyin kabuğu alanları belli numaralarla belirlenmiştir. Örneğin artkafa lobundaki birincil görme alanı, Broadmann’ın 17. alanına karşılık gelir.
Beyin kabuğunda bulunan yapılar, beş duyumuzun bilinçli değerlendirilmelerinin yanı sıra, düşünme, plan yapma, alınan verilerin değerlendirilmesi, eski bilgilerle karşılaştırılması, kişilik özellikleri, ince el becerileri, mantık, matematik, sanat, soyut düşünce gibi, nasıl yapıldıklarına dair elimizde sadece “bilgi kırıntıları” olan işleri yapar. En önemlisi ise, dünyayı anlamaya çalışırken kullandığımız en önemli aracımız da işte bu beyin kabuğudur. Bütün bilişsel işlevlerimiz, sanat, bilim, estetik, ve diğer tüm insani özelliklerimiz, beyin kabuğunun işlevleri ile yakından ilişkilidir
Bizim yaptığımız işin temeli ise, evrendeki en karmaşık yapı olan beyin kabuğunu, yine kendi beyin kabuklarımızı kullanarak anlamaya çalışmaktır. Elbette ki, bunun mümkün olup olmadığı bile tartışma konusu yapılabilir. Fakat biz bu kısmı felsefecilere bırakarak, elimizden gelen çabayı gösteriyoruz )
MERKEZİ SİNİR SİSTEMİNİN İNCE YAPISI
Sinir sisteminin ana işini yürüten hücreler, nöron (=sinir hücresi) denen özel hücrelerdir. Bu hücreler, istisnaları olmak üzere, bir gövde, ağaç gibi yan dallar (dendritler) ve bir de, bazen dallanabilen ve hücrenin “kararlarını” diğerlerine ileten, tek bir uzantı (akson)dan oluşurlar. Nöronlar, görevleri ve bulundukları yerlere göre çok değişik şekil ve kimyasal içerik farkları gösterirler. Hücrenin gövde kısmında bulunan çekirdek, hücrenin
temel işlevlerini belirleyen ve DNA molekülü üzerinde kodlanmış halde bulunan genetik bilgiyi içerir.
DNA üzerindeki bilgi, hücrenin bulunduğu ortama, ortamdaki değişimlere ve hücrenin iç çevresine bağlı olarak deşifre edilerek, hücre içi olayların meydana gelmesini sağlar. Bu şifre, bir insanın tüm hücrelerinde aynı olmasına rağmen, farklı hücrelerde farklı kısımları kullanılarak, hücrelerin farklı yapı ve işlev sahibi olmasını mümkün kılar. Çekirdekteki DNA molekülünden ihtiyaç anında çıkan bilgi, ribozom ve endoplazmik retikulum dediğimiz hücre içi organcıklarda, hücrenin işlevlerini düzenleyen proteinler haline çevrilir. Bu proteinler de, hücre içi olayları etkileyerek, hücrenin fonksiyonunu etkilerler.
Sinir hücreleri aynı zamanda birbirleri ile ilişki halindedirler. Bu sıkı ilişki, sinirsel işlevin temelini oluşturan bilgi akışını sağlar. Hücreler arası bu bilgi geçiş noktalarına SİNAPS adı veriyoruz. Sinapslar, değişik tip ve özelliklerde olmalarına karşın, hemen hepsi bilginin iletimi işlevinden sorumludur. Kısacası, nöronlar kendi aralarında bağlantılar kurarak,elektrik devrelerine benzer yollarla iletişim sağlayıp, beyin işlevlerinin ortaya çıkmasını sağlayan ana elemanlardır. Elbette ki, bu elektriksel devre sistemi, herhangi bir
insanın hatta bir sinir bilimcinin hayal edebileceği karmaşıklığınçok çok ötesinde bir karmaşıklığa sahiptir.
Genel olarak bir sinir hücresi, gövde ve dendrit (dendron=ağaç; lat.) dediğimiz gövde dalları aracılığıyla veriler “alır”. Bu veriler, hücre içindeki genel duruma ve gelen tüm verilerin toplam etkisine göre, akson dediğimiz, o tek, uzun ve ince uzantı vasıtasıyla, diğer bir hücreye aktarılır. Yani, nöron gövdesini ve gövdenin dallarını
minik bir santral, aksonu ise, bilgiyi götüren bir telgraf teli gibi düşünebiliriz. Daha sonra, aksonla gönderilen bu bilgi, o aksonun dalları aracılığıyla bir veya binlerce sinir hücresine (veya kas ve salgı bezi hücreleri gibi diğer hücrelere) ulaştırılır ve bu hücreler, yine aynı mekanizma ile bu uyarının gerektirdiği işi yaparlar. Şimdi bu mekanizmayı biraz hayal etmeye çalışın ve ardından, sadece beyin kabuğu dediğimiz kısımda bulunan 4-5 milyar sinir hücresinin, birbirleriyle yapabilecekleri bağlantıların sayısını hesap edin.
İşte vücudumuzda bulunan ve hayal sınırlarını aşan bir organizasyon örneği…
Sinir sisteminde sadece sinir hücreleri bulunmaz. Bunların yanında, kütle olarak merkezi sinir sisteminin yarısını oluşturan ve sayıca da yaklaşık sinir hücrelerinin on katı kadarsayıda bulunan yardımcı hücreler vardır. Bu hücrelere glia (=glue, yapıştırıcı) hücreleri diyoruz. Çeşitli tipleri olmasına karşılık, genel işlevleri, sinir hücrelerinin ve sinir sisteminin fonksiyonunu sürdürmesine yardımcı olmaktır.
Oligodendrosit (az uzantılı hücre) denen hücreler de, merkezi sinir sistemi içinde, yan yana ve sıkı bir dizilim içinde seyreden aksonları, yani sinirlerin elektrik kablolarını, birbirlerinden izole eden, myelin kılıf dediğimiz bir kılıf oluşturur. Bu kılıflar, sinir tellerinin her birinin etrafını sararlar ve onların elektriksel olarak izole edilmesini sağlamanın yanında, iletkenliğini de artırırlar. Bir başka glia hücresi olan mikroglia (küçük glia), en küçük glia hücrelerindendir fakat, görevi, sinir sistemini yabancı madde ve mikroorganizmalara karşı korumaktır. Bu hücreler, fagositoz (=hücrenin yemesi) yapar, yani, yabancı maddeleri yiyerek yok ederler.
Astrosit (yıldızsı hücre; astroglia) dediğimiz glia hücreleri ise, sinir hücrelerinin
beslenmesine ve kimyasal işlemlerine çok önemli yardımlarda bulunur
.
Son yıllarda glia hücrelerinin sinir sisteminin işlevinde sanılandan çok daha önemli olduklarına dair bir çok çalışma yayınlanmaktadır. Glia hücreleri, başta haberci moleküllerin üretimi ve dönüştürülmesi gibi, sinir sistemlerin işlevleri için vazgeçilmez destekleyici görevler üstlenirler.
Bunun yanında sinir hücrelerinin madde alış-verişinde bulundukları çevreyi de etkileyip değiştirerek, onların işlevlerinde belirgin değişikliklere yol açabilmektedirler. Hatta kimi araştırıcılara göre, bilincin oluşumu, epileptik süreçler ve diğer geniş hücre topluluklarını ilgilendiren olaylarda glia hücreleri, sinir hücrelerine göre çok daha önemli roller oynayabilmektedir. Sinirbilimlerinin gelişmesi ile birlikte şimdiye kadar hep arka planda kalmış olan bu hücrelerin daha etkin rollerle karşımıza çıkmalarını bekliyoruz.
SİNİR HÜCRELERİ NASIL HABERLEŞİRLER?
Az önce de belirtmeye çalıştığım gibi, sinir hücreleri arasında sinaps denen geçiş bölgeleri vardır. Buralar, hücreden hücreye bilgi (elektriksel sinyal) geçişinin olduğu yerlerdir. Elektriksel ve kimyasal olarak iki tip sinaps düşünebiliriz. Klasik anlamda bir kimyasal sinaps, sinir hücresinin ürettiği sinyali o hücreden diğerlerine taşıyan aksonun dallarından birinin uç kısmı ile, alıcı hücrenin etrafındaki hücre zarının birbirleriyle yaklaşması sonucu meydana gelir. Evet, gerçekten de hücreler birbirlerine gerçek anlamda temas etmezler. Sadece, çok ince bir aralık bırakacak şekilde yaklaşırlar. Hücrelerin etrafını kaplayan hücre zarı, bu sinaps alanlarında hafif değişiklikler gösterir. Bu değişiklikler, sinapslardan sinyal iletiminin sağlanabilmesi için gereklidir.
Kimyasal bir sinapsta, sinyalin bir hücreden diğerine geçişi, nörotransmitter olarak adlandırılan ileti maddeleri aracılığıyla olur. Bu ileti maddeleri, iletinin geldiği kaynak (presinaptik=sinaps öncesi) hücrenin aksonunun ucundan salgılanır. Bu salgılanma, elektriksel uyarının aksonun ucuna gelmesi sayesinde olur. Salgılanan bu ileti maddeleri, sinapsı oluşturan o iki hücre arasındaki ince aralığa salgılanmaktadır. Bu salgılanmayı takiben, çok hızlı bir şekilde, bu ileti maddeleri, karşıdaki hedef (postsinaptik=sinaps sonrası) hücrenin zarı üzerindeki uygun algaç (reseptör) moleküllerine bağlanırlar. İşte bu bağlanma, sebep olduğu çeşitli kimyasal olaylar sonucu, yeni hücrede bir elektriksel sinyalin doğmasına sebep olur. Çeşitli sinapslardan gelen verilerin toplanması veya bir sinapstan ardı ardına birkaç sinyalin yeni hücreye geçirilmesi ise, yüksek bir elektriksel potansiyel doğurur. Bu potansiyel, aksiyon potansiyeli adını alır ve işte bu potansiyel, diğer hücrelere aktarılmak üzere, akson vasıtasıyla gönderilen elektriksel sinyalin ta kendisidir.
İşte hücreler arası iletimi sağlayan mekanizma, kısaca bu şekilde işler. Bu sinyal geçişi, sadece sinir hücreleri arasında değil, kasılma emrini kas hücrelerine taşıyan sinir uçlarıyla kas hücreleri arasında ve bezlere salgı emrini veren uçlarla salgı bezi hücreleri arasında da mevcuttur. Küçük ayrıntı farklarıyla beraber, mekanizma benzerdir.
Sinapsların bir diğer önemli özelliği de “değişebilir” olmalarıdır. Bu durum, yakın zamanlarda ortaya konmuş bir mekanizmadır ve ilginç sonuçları vardır. Yani, iki (veya daha fazla) hücre arasındaki bu iletişim bölgelerini oluşturan hücre bölgeleri, aktifliklerini ve duyarlılıklarını ve hatta şekillerini değiştirirler. Bunun yanında, sinapslar, hücrelerin aktifliklerine bağlı olarak sürekli biçimde oluşup kaybolurlar. Yani sinaps dediğimiz bölgeler, hücrenin kolu-bacağı gibi sabit bir yapı değildir. Sürekli değişirler.
Bunu, beyin fonksiyonları açısından düşünecek olursak, sinir hücreleri, her türlü aktiviteye bağlı olarak, aralarındaki bağlantıların sayılarını ve özelliklerini değiştirebilirler. Yani beyin, “her” yaptığı iş (aklınıza ne geliyorsa…) sırasında değişmektedir. “Düşünce düşüneni değiştirir” sözü, belki bu açıdan daha anlamlı hale gelmekte.
Yakın zamanlarda, yaptığımız öğrenme deneyleri ile kendilerine bir şeyler öğretilen hayvanların, öğrenmeyle ilgili beyin bölgelerinden bazılarında, bu iletişim bölgelerinin sayısında artış olduğunu bulmuş olmamız, bu durumun bir başka göstergesi sayılabilir.
Sinir sistemi hakkında aslında daha söylenecek çok fazla şey var. Fakat, konuyla derinden ilgilenmeyenler için, buraya kadar olan bilgiler, sinir sisteminin nasıl bir şey olduğu ve beynimizin nasıl çalıştığı gibi konularda genel bir kanı verecektir. Kanımca, insan için anlaşılması gereken en önemli şey, her gittiği yerde yanında götürdüğü vücudu ve özellikleri. Hele bir de entelektüel bir insan için, tüm insan vücudu konusunda olmasa bile, en azından sinir sisteminin işleyişi ve merkezi sinir sisteminin fonksiyonları hakkında genelden öte bir bilgiye sahip olmak kaçınılmazdır. Yaşadığımız dünyayı ve evreni anlamanın bir yolu da, onu nasıl algıladığımızı anlamaktan geçer…
Broca Alanı Nedir ?
Fransız cerrah Broca’nın 1864 yılında sol şakaklarımızın yakınında tespit ettiği beynin iki küçük bölümünden biri. Bu bölge dil üretimi organizasyonundan sorumlu olan bölgedir. Bu bölge beynin alın (frontal) kısmının korteksinin arka tarafında bulunur.
Kelimelerin ve kısa cümleciklerin ifadesi için motor kalıplarının oluşturulduğu bu bölgeye, Wernicke alanından gelen sinyallerle yorumlanan ve sentezlenen düşünceler aktarılır. İşte Broca alanı bu düşüncelerin kelimelere dökülmesinde ve bu dizilmiş kelimelerin ses tellerimize iletilmesinde rol alır.
Eğer Broca alanı tahrip olursa, kişi söylemek istediğini bilir ve buna karar verir, ancak kelimeleri seçemez, manalı konuşma yapamaz ve anlamsız sesler çıkarır. Buna motor afazi veya Broca afazisi denilmektedir.
Broca alanından gönderilen sinyaller vasıtasıyla ses telleri, gırtlak, dudaklar, ağız, solunum sistemi ve konuşmada rol alan bütün diğer yardımcı kaslar çalıştırılarak düzgün konuşma ortaya çıkarılabilmektedir. Buraya kadar söylediğimiz bilgiler ışığında şunu ifade edebiliriz: Ses telleri sağlam ve konuşma için yeterince sağlıklı olsa da, beynimizdeki Wernicke ve Broca alanları hatta görme ve işitme ile ilgili yorum alanları sağlıklı değilse konuşma mümkün olmaz.
Wernicke Alanı Nedir
Carl Wernicke 1874 yılında Broca alanının dışında başka bir dil kaybı bölgesi tanımladı. Sol kulağın yakınında yer alan ve dilin algılanmasının bulunduğu beynin başka bir bölümünü belirledi. Dış dünyadan (görme, işitme vs.) ve içimizden (ağrı, sancı) gelen duyularımıza ait bilgilerin yorumlandığı bu alan, temporal lop (şakak bölgesinin) üst çıkıntısındaki işitme alanının arkasında bulunur.
Konuşma için, önce herhangi bir duyu organımızdan, beyin korteksimize gelen bilgilerin alınması, kendi içinde yorumlanması ve daha sonra diğer duyulardan gelen bilgilerle karşılaştırılarak tekrar yorumlanması gereklidir. Görme ile ilgili bilgiler önce artkafa bölgemizde (occipital kortekste) bulunan görme merkezine gelir ve burada yorumlanır. Daha sonra tekrar yorumlanmak üzere Wernicke alanına iletilir. İşitme ile ilgili bilgiler önce şakak bölgesinin (temporal lob) üst kısmında bulunan işitme alanına gelir ve burada yorumlanır.
Elde edilen entegre bilgi Wernicke alanına gönderilir. Dokunma ve ağrı ile ilgili bilgiler önce yan kafa loblarının (parietal loblar) ön kısmında bulunan dokunma alanına gelir ve burada yorumlanır. Dokunma duyusuna ait bu işlenmiş bilgiler de yine Wernicke alanına iletilir. Netice olarak bütün duyuların, hafızadaki eski bilgilerle karşılaştırılıp yorumlandıktan sonra Wernicke alanına iletildiğini söylemeliyiz.
Burada bütün bilgiler yeniden yorumlanmakta ve konuşma esnasında kullanılacak kelimeler burada seçilmektedir. Seçilen kelimeler mânâlı bir şekilde burada dizilmektedir. Konuşma için kelime hafızasının zenginliği çok önemlidir. Tıp dilinde konuşma bozukluğuna ‘afazi’ adı verilir
Görme duyularının yorumlandığı artkafa bölgesi harabiyetinde, yazılan kelimeleri anlama kabiliyeti ortadan kalkar, buna görme idrak bozukluğu (afazisi) denir. İşitme duyularının yorumlandığı şakak lobu harabiyetinde de konuşulan kelimeleri anlama kabiliyeti ortadan kalkar. Buna da işitme idrak bozukluğu (afazisi) denir.
Eğer Wernicke alanı tahrip olursa, konuşulan veya yazılan kelimeler tek tek algılansa da, ifadeler bir bütün olarak, düşünce ifade edecek şekilde yorumlanamaz. Buna da Wernicke afazisi denir. Bu kişilerin aslında motor konuşma alanı sağlamdır. Ancak yorum yapamadıkları için kelimeleri dizemezler ve konuşamazlar.
Beyin Nedir Beyini Anlamı Beyinin Özellikleri Beynin Tanımı Beyinin Yapısı
Beyin Nedir Beyini Anlamı Beyinin Özellikleri Beynin Tanımı Beyinin Yapısı Beyinin Özellikleri
Merkezi sinir sisteminin en önemli kısmı olan beyin, kafa¬tası kemikleri içinde, ağırlığı ortalama olarak erkeklerde 1200-1350 gr, kadınlarda ise 1000-1250 gr ağırlığında, yüzeyi ise ortalama olarak 2000-2100 cm2 olan bir organımızdır.
Bilinen en büyük beyinli insanlar; yazarlardan Trungenjew 2012 gr, politikacılardan Bismark 1807 gr’dır. Şimdiye kadar rastlanan en küçük beyin 369 gr, en büyük beyin 2850 gramdır. Her iki ağırlıktaki beyine sahip insanların akli dengelerinin bozuk olduğu görülmüştür.
Beynin büyük veya küçük olması zeka hakkında kesin bilgi vermez. Zekanın; nöronların çeşidine, beyinin ağırlığına, beyin yüzeyinin girintili-çıkıntılı oluşuna, beynin omuriliğe oranına ve nöronların az veya çok olmasına bağlı olduğu düşünülmektedir.
İnsanda beyin ve omurilik, dıştan içe doğru “meninges” de¬nen üç zarla çevrilidir (Şekil-2.16). Bu zarlar; sert zar, örümceksi zar ve ince zardır. Bağ dokusundan meydana gelen bu yapılardan en dışta bulunanı “sert zar” olarak adlandırılır. Bu zar, kafatası kemiklerinin altında ve kafatasına sıkıca tu¬tunmuştur. Sert zar, omurilik çevresinde ise serbest olarak bulunur. Sert zar altında “örümceksi zar” görülür. Örümceksi zar, ince, çift yapraklı bir yapıya sahip olup, dış yaprağı sert zara bağlı, diğeri onun altında yer alır.
Örümceksi zar ince zara bakan yaprağı ile ince zar arasında örümceği andıran küçük çıkıntılar görülür. Örümceksi zar, adını bu görünüşten almıştır. Örümceksi zar süngersi aralıkları ile ince zar arası beyin ve omurilik sıvısı ile (Liquor-cere-brospinalis) doludur. En altta ise “ince zar” bulunur. İnce zar, beynin bütün girinti ve çıkıntılarını sıkıca örter ve taşımış olduğu bol kan damarları sayesinde beyni besler.
Örümceksi zarın üst ve alt yüzeyinden uzanan bağ doku iplikçikleri ile beyin ve omurilik zarları birbirine bağlanır.
Beynin Beslenmesi
Kulak altı deliklerden gelen iki şah daman ve ard kafa deliğinden gelen omurga atardamarı beynin altında bir¬leşir. Buradan çıkan dalların bir kısmı ince zara gider ve beynin dışını besler. Bir kısım dallar da dördüncü karıncık¬tan silvus kanalı ile I, II ve III. karıncıklara girer ve karıncık¬larda kılcallar yaparak beynin içini besler. Aynı yolla çıkan toplardamarlar artık Maddeleri beyinden uzaklaştırır.
Karıncıklara giden kılcal damarlardan kan Basıncı ile çıkan Sıvı (plazma), karıncıkları doldurarak beyin ve omurilik içi sıvısını oluşturur. Gazların dışındaki boşaltım maddeleri bu sıvıya bırakılır. Dış sıvı ise örümceksi zarın çıkıntıları ile sinüslere(boşluklara) dökülür.
İnsan beyni çalışırken fazla miktarda kan alır, daha çok besine ihtiyaç duyar. Sonuçta birtakım artık maddeler oluşur. Beyin bu artık maddeleri uzaklaştıramazsa yorulur (sürmenaj). Dinlenmek, uyumak, temiz ve bol Hava almak beyni dinlendirir.
Beyin; ön beyin, orta beyin, arka beyin olmak üzere üç bölümden meydana gelmiştir.
a. Önbeyin (Büyük Beyin)
İnsan beyninin en büyük kısmıdır. Ön beyin uç beyin ve ara beyin olmak üzere iki önemli kısımdan meydana gelmiştir.
Uç Beyin
üç beyin önden arkaya doğru derin bir yarıkla iki yarım küreye ayrılmıştır. Bu yarım küreleri iki köprü bir¬birine bağlar. Bunlardan üstteki köprüye “nasırlı cisim”, alttakine ise “beyin üçgeni” denir. Bu köprüler, nöron aksonlarından yapılmıştır. Beyin yanm kürelerinde birinci ve ikinci kanncık bulunur. Bu karıncıklar bir kanalla beyin üçgeninin altında bulunan üçüncü kanncıkla bağlantı yaparlar, üçüncü kanncık da bir kanal¬la omurilik soğanı hizasında bulunan dördüncü karıncığa bağlanır. Omurilik kanalı dördüncü karıncıkta sona erer. Beyinde bulunan karıncıklar omurilik kanalının devamı şeklindedir .
Beyin yanm kürelerinin üstünde, beyin yanm kürelerini enine olarak ayıran derin girintiye “rolando yangı”, alt kısmında ve genişçe olan yanğa ise “süyus yangı” denir. Beyinde bulunan çeşitli merkezler bu yarıklar boyunca sıralanmıştır.
Beyin yarım kürelerinden enine bir kesit alındığında, dışta beyin kabuğu (korteks) denilen 3-4 mm kalınlığında ince bir “boz madde” görülür. Beyindeki birçok önemli merkezler kortekste bulunur. İnsan beyninde yak¬laşık 12-14 milyar sinir hücresi olup, bunun 9 milyarı kor¬tekste yer alır. Korteksin gelişimi, insanda ancak 18-20 yaşlarında tamamlanır. Balık, kurbağa, sürüngen ve kuşlarda korteks bulunmaz; bunların beyinleri düzdür.
Bu hayvanlarda korteks yerine orta beyinde boz çekirdek¬ler ve otonom faaliyetleri düzenleyen hipotalamus bölgesi ile somatik faaliyetleri düzenleyen talamus bölgesi bu¬lunur. Bu kısımlar, miyelinsiz nöronların gövdeleri ile dentritlerden ve ara nöronlardan meydana gelmiştir. İn¬sanda ve diğer memelilerde boz madde bölümünün altın¬da, nöronların aksonlarından meydana gelen “ak madde” bulunur. Ak maddenin bazı bölümlerinde hipota¬lamus gibi önemli merkezleri taşıyan boz çekirdekler görülür.
Uç Beynin Görevi: İsteğimize bağlı olarak yapılan hareket¬lerin tamamı uç beyin tarafından yapılır. Hayvanlar üzerinde yapılan deneylerde, beyni çıkarılan hayvanların yaşadıkları; fakat dış etkilere karşı duyarlı olmadıkları, hafızalarını ve iradelerini kaybettikleri gözlenmiştir. Beyin yarım küreleri çıkarılmış bir güvercin ancak itilirse yürüyebilmekte, havaya atılırsa uçabilmekte, önüne yiyecek konsa dahi onu yiye¬memekte, ancak ağzına besin konursa onu yiyebilmekte, açlık hissetmemektedir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi beyin yarım küreleri zeka, hafıza, duyarlılık gibi dış alemle ilişkileri düzenleyen bütün ruhsal olayların merkezidir. Düşünerek, isteyerek yap¬tığımız bütün işlerin merkezleri büyük beyinde bulunur.
üç beyin;
ön (frontal) lop,
şakak (temporal) lop,
yan (parietal) lop,
arka (occipital) lop,
merkezi (central) lop olmak üzere 5 alt bölüme ayrılır.
Ara Beyin
üç beynin ara beyin kısmı; talamus, hipota¬lamus ve hipofız bezinin arka bölgesini içerir. Ara beyin, beyin yarım küreleri arasında kalan bölgedir. Yani bu kısım, beyin yarım küreleri tarafından sarılmıştır. Ara beynin yan duvarları talamus, tavanı epitalamus ve ta¬banı hipotalamusa dönüşür. Optik sinirlerin fibrilleri hipotalamusun altında çaprazlanarak “kiazma”yı mey¬dana getirir Orta beynin içerisinden geçen silvus yarığı ara beyne gelince genişleyerek üçüncü karıncığı oluşturur, üçüncü karıncığın sağ ve sol yan duvarlarında talamus denilen iki büyük boz çekirdek bulunur. Bu çekirdeklere “görsel yataklar” da denir. Vücudun çeşitli bölgelerinden gelen duyular¬la, görme ve işitme organlarından alınan bütün duyular buraya gelir. Burada düzenlenerek beyin korteksine gider. Görme merkezlerinde ayrıca heyecan, ağlama, gülme gibi ruhsal olayları yaptıran, gözyaşı çıkmasını sağlayan ve mesafe ayarlayan merkezler bulunur. Kısacası talamus beyin korteksine gelen ve giden sinir¬lerin geçiş merkezidir.
üçüncü karıncığın alt kısmında hipotalamus bulunur. Hipotalamus, iç organların ve dokulann otomatik kontrol merkezidir. Hipotalamusta Su dengesi, kan basıncı, uyku, iştah, karbonhidrat ve yağ metabolizması, vücut sıcaklığı, eşeysel yönelme ve olgunlaşmayı sağlayan merkezler bu¬lunur. Vücudun iç dengesinin (homeostasi) düzenlenmesi buradan yapılır. Hipotalamus, ayrıca sinir hücrelerinden salgılanan özelHormonlar ile hipofiz bezinin çalışmasını düzenler. Hipofiz ise endokrin bezlerin çalışmasını düzenleyen en önemli bir iç salgı bezidir. Hipofiz bezinin arka lobu, ara beynin aşağı doğru uzayan hipotalamusa ait duvarından meydana gelmiştir. Ara beynin üst-arka tarafa doğru yaptığı uzantıdan “epifiz” oluşur.
Orta Beyin
Orta beyin, ponsun (varol köprüsü) üzerinde, beyincik ve ara beyin arasında kalan bölgedir. Burası miyelinli sinir liflerinden oluşmuştur. Orta beyin; beyincik, pons, omurilik soğanı ve omurilikle bağlantı kuran sinirlerin geçtiği yerdir. Burada üçüncü karıcınğı dördüncü karıncığa bağlayan bir merkez bulunur. Orta beynin üst kısmında dört tane çıkın¬tı vardır. Bunlara “dördüz çıkıntılar” (optik lop) denir. Bun¬ların içerisinde görme ve işitme refleks merkezleri yer alır. Fazla ışıkta göz bebeklerinin daralması, herhangi bir küçük seste köpeğin kulaklarının dikleşmesi, buradaki refleks merkezlerinden sağlanır. Ayrıca orta beyinde kas tonusunu ve vücudun duruşunu düzenleyen merkezler de bulunur.
Arka Beyin
Omurilik soğanı ve beyincikten meydana gelmiştir.
Omurilik Soğanı (Medulla Oblangata): Bu kısım omuriliğin kafatası içerisinde devamı gibidir ve varol köprüsünün altında, beyinciğin ön alt kısmında bu¬lunur, uzunluğu 3 cm, ağırlığı ise 8-10 gr kadardır. Beyin yarım kürelerinden çıkıp, vücut kısımlarına giden sinirler buradan çaprazlamasına geçerler (beynin sağ tarafı, vücudun sol; beynin sol tarafı da vücudun sağ bölgelerini kontrol eder). Omurilik soğanı omuriliğin devamı olduğundan dışta ak madde, içte ise boz madde bulunur. Ak madde, beyinden omuriliğe, omurilikten beyine giden miyelinli duyu ve motor ak¬sonlarından yapılmıştır. Boz madde ise sinirlerin girip çıktığı yerdir ve hayatsal faaliyetleri kontrol eder.
Bu yapı, beyin ve omurilik zarları ile çevrilmiştir. Omuri¬lik soğanı içerisinde 4. karıncık bulunur. Karıncık du¬varlarında ayrı ayrı isimleri olan boz madde çekirdekleri yerleşmiştir. Boz madde içerisinde sinir merkezleri bu¬lunur. Bu merkezler solunum, dolaşım, boşaltım, me¬tabolizma, karaciğerde şeker ayarlanması, yutma, çiğneme, öksürme, hapşırma, kusma, kan damar¬larının büzülmesi veya gevşemesi gibi refleksleri kontrol eden yerlerdir. Omurilik soğanının hayati öneminden dolayı bu kısma “hayat düğümü” de denir. Buraya in¬dirilen şiddetli darbeler sonucu kalp ve solunum faaliyetleri durabilir, sonuçtaCanlı ölür.
Beyincik (Küçük beyin = Metensefalon)
Omurilik soğanının üzerinde bulunur ve önünde varol köprüsü (pons) yer alır. Kendisine ait bağlarla; beyin kürelerine, omurilik soğanına ve varol köprüsüne bağlanır. Beyincik de, beyinde olduğu gibi sert, örümceksi ve ince zarla örtü¬lüdür. Enine kesitinde dışta boz madde, içte ak maddenin bulunduğu görülür. Ak madde, boz maddenin lopçuk¬larına doğru dal ve dalcıklar şeklinde uzantılar göndererek dallanır. Bu durum bir Ağaç manzarasına benzediğinden beyinciğe “hayat ağacı” denir. Beyincik balık, kurbağa ve sürüngenlerde küçük ve belirsiz olup özelleşmemiştir. Bu Canlılarda omurilik soğanı ile birlikte bulunur.
Beyinciğin Görevi
Küçük beyin, hareket ve denge merkezidir. Bundan dolayı değişik hayvanlarda beyinciğin büyüklüğü hayvanın hareketliliği ile doğru orantılıdır. Ayrıca beyincik, kasların çalışmasını koordine eder. Çok hareketli hayvanlarda vücu¬da oranla (kuşlar) oldukça büyüktür. Beyinciği çıkarılan bir köpek yürüyemez, aynı şekilde küçük beyni çıkarılan bir güvercin havaya atılırsa uçamaz, hemen yere düşer.
Duyu organları veya vücudun diğer kısımlarında meydana gelen değişiklikler, duyu sinirleri ile küçük beyne bildirilir. Beyincik de, bozulan dengeyi ayarlamak için kaslara emir göndererek gerekli hareketin yapılmasını sağlar.
Vücudun dengesi, beyincik ve kulaktaki yarım daire kanal¬ları ile sağlanır.
Pons (Varol Köprüsü)
Beyinciğin hemen altında orta beyinle omurilik soğanı arasında kalın lif demetlerinden meydana gelmiş varol köprüsü (pons) bulunur. Pons’un ortası kalındır. İçerisinde 5, 6, 7 ve 8. kafa sinir çiftlerine ait boz madde çekirdekleri bulunur. Görevi, beyinciğin bir yarım küresin¬den diğerine impulsları taşımaktır. Bu şekilde vücudun sağ ve sol tarafında bulunan farklı kasların yönlendirilme¬sine yardımcı olmaktır.
Beyin Yapısı ve Görevleri
Beynin Yapısı Kısaca Görevleri: Beyin iki bölümden oluşmaktadır ve kafatasının içinde yer almaktadır. Tüm vücudumuz beyin tarafından yönetilmektedir. Yemek yeme, düşünme, uzuvları hareket ettirme işlemleri beyinle gerçekleştirilir.
Girintili çıkıntılı olan beyin bu sayede daha geniş bir alana sahip olur. Bu kıvrımlarda milyonlarca sinir hücresi bulunmaktadır. Örümcek ağı, ince zar ve sert zar olmak üzere üç kat zar beyni korumaktadır. İnce zar kan ile beyni besler, sert zar beyni korur ve örümcek ağı zar ile ince zar arasındaki sıvı amortisör gibi iş yapar. Dış yüzeyi boz, iç kısmı beyaz renkli olan beynin dış kısmı sinir hücreleri ile kaplıdır, iç kısmında ise sinir hücrelerinin aksonları (uzantıları) mevcuttur. Beynin iki kısmı ak maddeden yapılmış bir köprü ile bağlıdır. Nasırlı cisim veya beyin üçgeni bu yapıya verilen addır.
Görme, tatma, koklama, dokunma, işitme olmak üzere beş duyunun merkezi olan beyin kaslara hareket kabiliyetini verir. Bu sayede bacak, kol, yüz ve parmakların hareketi sağlanır. Hareket sinirleri omurilikten geçerken çaprazlandığı için vücudun solu beynin sağı, vücudun sağı beynin solu ile yönetilir. Öğrenme, konuşma, yazma, bilgi depolama ve saklama işlemleri de beynin hafıza merkezinde gerçekleştirilmektedir. Zeka ile ilgili her şey beyin tarafından yönetilirken ruhsal durumlar (sevinç, üzüntü, ağlama vs.) da beyin tarafından organize edilir.
Hipotalamus, beyinde bulunur ve vücut ısısı, kan basıncı, kalp ve damar sistemi, elektrolit dengesi, hormon düzeni, stres önlemleri ve metabolizma hızı burada kontrol edilir. Beynimizin iki ayrı tarafı farklı özellikleri kontrol altına alır. Sol kısım, konuşma, lisan öğrenme, matematik faaliyetleri gösterir. Sağ kısım, resim yapmak, müzik aleti çalmak, soyut olayları takip mekanizmasını kontrol eder. Bir tarafta yapılan hareketten beynimiz sayesinde diğer taraf da haberdar olur. Oksijen, beynin yaşaması ve faaliyetlerini gerçekleştirmesi için zorunludur.
Beynin Yapısı Ve İşlevleri
Beyin ile ruhsal deneyimler arasındaki karşılıklı etkileşimleri anlamaya yardımcı olacak çeşitli dar sokaklar/geçitler vardır. Bunların bazıları şunlardır:
Beyin ve Ruhsal Deneyimler :
Sol – sağ beyin ikiliği,
Beynin işlevsel tabakaları,
Bir hemisfer / yarımküre köprüsü olarak kullanılan visual/görsel sistem,
Bilincin Evrimi / Algının eşzamanlı süreci,
Farkındalığın evrimi / Budist Psikolojinin Beş Skandha’sı.
SOL – SAĞ BEYİN İKİLİĞİ
Beyin, sağ yan ve sol yan olarak iki yarım küreye sahip olarak ele alınabilir. Birçok insanın ortak görüşüne göre, sol yan dil ile sağ yan ise görsel algı, imgelem ve duygularla bağlantılıdır. Beynin sol yanı, milyonlarca yıllık evrim sırasında dil üzerinde uzmanlaşmıştır ve başlangıçtaki bazı işlevleri şimdi sağ yanın işlevleri olmuştur. Beynin sağ yanının ya da ilk zamanlardaki yanının başlıca özellikleri holistik süreçler üzerindeki vurgulamasıdır. Yani, birçok deneyin ortaya koyduğu gibi, sol yanın ayrıntılarla ilgilenmesine bir üstünlük olarak sağ yanı, bağlam ile ilgilenir. Öz olarak, sağ beyin büyük resim ile ilgilenir. Buna karşıt bir şekilde, sol beyin ayrıntılarla ilgilenir. Resimlerin ya da imgelerin parçalarının bulunması çalışmalarında sol yan, resim detaylarının ölçüldüğü testlerde her zaman sağ yandan daha başarılı olur.
Beynin sol ve sağ yarımküreleri arasında birçok başka farklılıklar da vardır. Örneğin, sol yan, geçici ya da dünyevi süreçlerde hakim olan yandır. Bizim edimlerimizi zaman içinde yönlendirir ve düzenler. Sol yan, olumlu duygular ve ritm algısı ile daha fazla işbirliği yapar. Sağ yan, bir an içindeki dikkat ile, imgelerin görsel hareketiyle ve müziğin tanınmasını sağlayan melodi, ses perdesi, ses tonu ve armoninin algılanmasında söz sahibidir. Sağ yan olumsuz duygularla daha fazla ilgili olduğu gibi duyguların denetlenmesinde de yönetici konumundadır.
BEYNİN İŞLEVSEL TABAKALARI : ÜÇ KATLI BEYİN
Beyin, üç katlı olarak da ele alınabilir.
En ilkel seviye alttadır ve saldırganlık, sürü içgüdüsü, yeniden üretim ve temel metabolik süreçlerle ilgilidir. Evrim içinde bu bölüm, sürüngen, yılan gelişim seviyesidir. Sonraki alan, orta tabakadır. Orta kat aile içgüdüsü, oyun becerisi, acı ve haz yargısı ve duygular alanıdır. Evrim içinde bu bölüm, memeli hayvanların gelişim seviyesidir. Son tabaka, en üst kat, dil, kendilik duygusu olarak ego, başkalarının bakış açılarından bakabilme becerisi, başkalarının deneyimlerini anlama becerisi, düşünme ve plan yapma becerisi alanıdır. Evrim içinde bu bölüm, primatların yüksek seviyeleri olan şempazelerden insan düzeyine kadar ki gelişim seviyesidir.
BEYNİN İKİ YARIMKÜRESİNİ BİRLEŞTİREN VİSUAL/GÖRSEL SİSTEM
Üçüncü bir sistem, beynin sağ (eski) ve sol (yeni) yarım kürelerin ilişkisiyle, iki yanlı işlev gören bir görsel sistem olarak ele alınmasıdır.
Eski döneme ait görsel yan, hareketi tanır, renkleri iyi tanıyamaz ve görsel alanın periferisinden gelen dataları alır. Bazı ruhsal pratikler (Dzogchen’in “Büyük Gök” meditasyonu gibi) bu sistemi, zihnin birincil alanlarına derin bir şekilde inmekte kullanır.
Daha yakın zamana ait görsel işlev, ayrıntıların çözümlenmesidir. Gölge ve renklerin ince farklılıkların çözümlenmesidir. Gölge ve renklerin ince farklılıkları tanınır ve bir nesneye yönelerek üzerinde birden bire odaklanmaya hazırdır. Görsel meditasyonlar Yantra ya da Mandala olarak kullanılan bir sembol üzerine odaklanırken, doğrudan bu Yeni Sistemi temel alarak kullanırlar. Çünkü Görsel Sistem iki yarımküreyi bir köprü gibi birleştirmeye yönelir. Bu, Tantrik pratiklerde kullanılır ve Hikmet (sağ beyinin boşluk deneyimi, sol beyinin egosu ile kendini kimliklendirmeyen) ve Kutsamayı (sol beyinin derin yoğunlaşma/ konsantrasyon deneyimi) bütünleştirmeye yöneliktir.
FARKINDALIĞIN EVRİMİ : BUDİST PSİKOLOJİSİNİN BEŞ SKANDHA’SI
Binlerce yıl önce Budist öğretmenler farkındalığı, birbirini takip eden beş zihinsel işlemin terimleriyle açıklamışlardır. Çağdaş araştırmalar şimdilerde bu binlerce yıl önceki buluşları onaylama eğilimindedir.
İlk adım, tad ve ses gibi basit duyum nesneleriyle ilişkiye girmektir.
İkinci adım, bu başlangıç izlerinin, beynin orta katındaki duygusal merkezde kaydedilmesidir. Bu merkez, bir duyumsamanın haz verici ya da acı verici olduğuna karar verir.
Üçüncü adım, beynin en üst katında, temel duygusal sinyallerin üzerinde çağrışımsal düşünme edimidir. Duygusal sinyalleri kimliklendirir, tanımayı sağlar. Örneğin, şefkat dolu bir dokunuş, bir başka anı ile birleşir ve şu düşünce ortaya çıkar: “ Oh, ne güzel bir his bu. Bana çocukluğumda evimizin kapısında oturduğum günleri anımsattı.”
Dördüncü adım, kimliği belirlenen olgu üzerine zihinsel olarak özenli, dolu dolu düşünmektir. Bu düzey zihinsel refleksiyonu, planlamayı ve kişiliğin ifadesini içerir. Bu seviyede düşünceler duygularla birleşir, bir demet oluşturur ve kişisel kimlik damgasını belirler. Çoğumuz bu düzeyin, insan olmaktan ne anlaşılıyorsa onun iletişimini ve ifadesini sağladığına inanırız.
Beşinci adım, doğrudan farkındalıktır. Düşünceyle ilgili kendini düşünmeyi içermez. Bu düzey, Vipassana meditasyon geleneğinde Açık Farkındalık olarak isimlendirilen olguya benzerdir. İnsanın deneyim alanına giren her şeye yönelik bir farkındalıktır. Bu farkındalığın kendisini bildiği sübtil/latif bir duyum vardır. Bu ise egonun kendini bilme yolu olan düşünceler, duygular ve duyumlar demetinden farklıdır. Dahası, bu farkındalık kendisini sübtil enerjiler ve gerçekliğin daha derin seviyelerinin doğasının işbirliğiyle bilir.
BİLİNCİN EVRİMİ : ALGININ EŞ ZAMANLI SÜRECİ
Beynin işlevsel tabakalarının ve sol-sağ modellerinin birlikte alınması, bizi şimdi ele alacağımız taslağa ulaştırır. Bizim uzak atalarımız genellikle kesin bilme biçimlerini kullanıyorlardı. Hayatta kalma şanslarını arttırmak için içgüdüsel ve alışkanlığa dönüştürülmüş edim kalıplarını, davranış kalıplarını kullanıyorlardı. Edimler ve taklitçilik bu görevin başarısını sağlıyordu, hareketler tekrarlanıyor ve vurgulanıyordu. Bundan sonra, insanlar tedricen hayatta kalma temel konusundan, soyut toplumsal sorunlarla ilgilenebilecek aşamaya geçtiler. Bu geçiş, sol beyinin öne çıkmasına yol açtı. Sol beyinin becerileri dil ve uygarlığın gelişmesi için gerekli olan yakıtı sağladı. Olaylar ve sahneler temsil edilebiliyor, dil olarak ifade edilebiliyordu. İnsan türü olarak bugün bizler, düşüncelerimizin esiriyiz. Kültürlerimiz ve değerlerimiz, sol beyinin işlevlerinin bir yan ürünü olan kendi ya da ben çevresinde dönüyor. Ve sol beyin, düşüncelerin gürültüsüyle işliyor. İstenen ve istenmeyen düşünceleri ve fikirleri sürekli yaratıyor ve bunlarda kendilerine karşılık gelen duygulara ve duyumlara yol açıyor. İnsanın evriminin önceki safhalarında belki bu, hayatta kalmak için yararlı bir hüner olarak görülebilir. Bir kaplanın yaklaşması gibi çevre koşullarındaki değişikliklere karşı alarmda kalmayı kolaylaştırıyor olabilirdi.
Kendilik ya da ego, bu sonsuz düşünceler selinin kendini temsil etmesinin sonucudur. Kendilik duygumuz için yapılacak araştırmalar bizi düşünce, duygu ve duyum demetlerine, gruplarına götürecektir. Yani, ego, sol beyinin kendisi üzerine düşünme kabiliyetinin geçici bir etkisidir. Herhangi bir anda, ego, kendisiyle ilgili şimdiki ve önceki zihinsel, duygusal ve duyumsal verilerin bir birikimidir. Metaforik olaraksa herşeyi yolunda gittiğini bilme gereksinimi ile ego her zaman kendisine: Bununla ilgili olarak ben şunu düşünüyorum ve hissediyorum, demekte ve kendisini dinlemektedir. Sonraki an ise belirli duyguların ve düşüncelerin, bu söze karşılık vermek için doğallıkla ortaya çıkmasıdır. Ego bunları işitir ve hisseder, sonra şöyle der: “Oh, güzel, güzel, Ben halen buradayım ve her şey bir an öncesinin aynı.”
Bu demetin egoya geri dönüşü, bir grup deneyimle karışır. “Tamam, ben halen düşünüyorum, hissediyorum ve hareket ediyorum” sinyalleri egoyu sürdürür. Ego gerçekte sol beyinin suni bir ürünüdür.
Özetlersek, zihinsel işlev düşünceler üzerinde sürer gider. Normal olarak, bu düşünceler selinin kaotik doğası üzerinde çok az kontrolümüz vardır. Bununla ilgili olarak bizim öznel deneyimimiz filtrelenmiş ya da pürüzlerden temizlenmiş bir şeydir, dolayısıyla daha durağan bir zihinsel hal deneyimleriz. Fakat belirli bir seviyede bu gürültüler, bizim zihnimize dolar. Bunun iyi mi yoksa kötü mü olduğu, açık bir sorudur. Fakat insan kültürünün tarih boyunca kayıtlanmış izleri bize ‘kişisel bilincin’ bu seviyenin üzerine çıkamadığını, ortalama olarak, kararsız ve zarar verici bir toplumsal seviye oluştuğunu gösteriyor. Bitmeyen savaşlar, cinayetler, sefalet ve yanlış anlamalar, bu olguya şahit olma mirasımızdır.
Beyin araştırmaları bize beynin iki yanının, ayrı bilinçlere sahip olduğunu gösterdi. İnsan evriminde bir sonraki adım, eski sağ beyin hikmetlerinin, bizim tümüyle sol beyin doygunu toplumumuzla bütünleştirilmesidir. Sol ve sağ beyin edimleri arasında gerçekleştirilecek böyle bir uyum, birey ve grup olarak gereksinimlerin karşılanmasına yönelik insan bakışaçısını dengeleyecektir. Metafizik çalışmalarda bundan bir sonraki adım tinin, beden, kalp ve zihin ile yeniden bütünlenmesidir.
Bir olgu olarak Budizm, normal yetişkin psikolojisinin ve davranışlarının, insan potansiyellerinin yalnızca bir kısmını doyurduğunu göstermiştir. Kişilik ve egonun sınırlılıklarının ötesine hareket etme kabiliyetine çok az rastlanmaktadır. Ortalama insanlar buna çok az teşebbüs etmektedirler. Yalnızca kısmen doyurulmuş bir yaşam sürmek yerine, kendini daha fazla gerçekleştirmiş bir yaşam için zorluklara katlanmak gerekir. Bu harikulade olgu, bilinçdışı koşulların gücü sayesinde ortaya çıkmaktadır. Bilinçdışı bizim tüm edimlerimiz için yön veren bir güçtür.
f. Bilinçdışı Zihin
Çağdaş akademik psikoloji iki farklı bellek ve edim tipi tanır:
Açık ve kesin (explicit),
Dolaylı ve örtülü (implicit).
Açık ve kesin olan etkinlikler bizim bilinçli olarak doğrudan deneyimlerimizdir. Buna karşıt olarak, dolaylı ve örtülü etkinlikler daha çok otomatik yaptığımız ve sıradan uyanık zihinle yapmadığımız etkinliklerimizdir. Popüler psikoloji bunu bir adım öne çıkartır ve yarı-otonom bilinçdışı zihnin, dolaylı ve örtülü insan davranışlarının çoğununun sorumlusu olduğunu söyler. Bu popüler kavramla uygunluk içindeki mistik öğretiler, bilinçdışı zihnin otonomisi üzerinde daha fazla vurgu yaptıkları için, onlardan ayrılırlar. Bununla birlikte her ikisi de bilinçdışı güçlerin denetlenmesini öğrenmenin büyük öneminin altını çizerler. Alışkanlıklar, dolaylı ve örtülü etkinlikler için en güzel örnektir. Alışkanlıkların, bir kişinin bu dünyadaki mutluluk şansını kolaylıkla yok edebileceklerini söylemek, abartı olmaz. Dolayısıyla, mistik öğretiler, pop psikoloji ile uyum içinde şunu söylerler: “Bir insanın yaşamındaki sonuçlarla ilgili sorumluluk, insanın kendi omuzlarındadır.” Düşüncelerimiz, sözlerimiz ve inançlarımız yaşamlarımızı biçimlendirir.
Tüm ruhsal geleneklerin başlangıç düzeyleri, öğrencinin düşünceleri ve inançları üzerinde yeniden çalışmaya yöneliktir. Kısacası, onların amacı kötü zihinsel alışkanlıkları örneğin öfke, korku, hırs ve sıkıntıyı kaldırmak, iyi zihinsel alışkanlıkları örneğin saygı, cesaret, denge ve kararlılığı yerleştirmektir. Tüm bu zihin halleri, tekrar tekrar yapılmanın gücüyle dolaylı ve örtülü zihne kazınmış alışkanlıklardır. Yani, bir şey tekrar tekrar ortaya çıkarsa, bizim doğamıza bir tohum gibi ekilir. Hepimizin bildiği gibi, bir kere alışkanlık oluştuğunda, onu değiştirmek için çok çalışmanız gerekir. Böyle bir değişimin anahtarı, alışkanlıkların, kişiliksiz olduklarını bilmektir. Yani, mekanik bir süreçle geliştirildikleri için, yine mekanik bir süreçle ortadan kaldırılabilir ya da yeniden yazılabilirler.
Bilinçdışı zihin ya da gerçekliğin en derin düzeyleri, seçim ya da tercih yapmazlar. Bu şu anlama gelir: Bizler, bireyler olarak, kendi mutluluğumuzdan ve başkalarının mutluluğundan sorumluyuz. Tüm mistik öğretiler bu olguya dikkatleri çeker. Hindu geleneği şöyle der: “Sizin çabalarınız %25, ruhsal öğretmeninizin sizin için gösterdiği çabalar %25 ve Tanrının lütfu (prasad) sizin için %50 oranında etki eder.” Bu klasik bir ruhsal tutumdur. Tanrısalın lütfu olmadan hiçbir şeyin olamayacağı kabul edilse de, olgun bir insan olarak sorumluluklarımızı üstlenmeliyiz.