Quantcast
Channel: Eğitim – BilgilerSitesi.Com
Viewing all 383 articles
Browse latest View live

Bir Sürü Fiziksel ve Kimyasal Değişim Örnekleri Uzun Liste

$
0
0

haldegisimi.jpg (484×321)

Sevgili öğrenci arkadaşlar, sitemize hoş geldiniz.  Sizden gelen talepler üzerine fiziksel ve kimyasal değişmelere örnek teşkil edecek oldukça ayrıntılı ve kapsamlı bir çalışma hazırlamış bulunmaktayız. Amacımız bu sayfayı ziyaret ettiğinizde konu ile ilgili en detaylı bilgileri bulmanız ve aklınızda herhangi bir soru işaretinin kalmamasıdır. İnternette bulunan bütün kimyasal ve fiziksel değişim örneklerini kısaca maddeler halinde burada paylaşıyoruz. Sorularınız varsa yorum yazarak bildiriniz. Derhal yardım edilecektir. Kolay gelsin der ve iyi çalışmalar dileriz.

Bir sütün yoğurda dönmesi, yemek yaparken buharlaşmanın olması günlük hayatta karşımıza çıkan fiziksel ve kimyasal değişim örnekleridir.

Fiziksel değişimlerde, maddeden yeni bir madde meydana gelmez sadece: şekil, enerji, hal yönünden değişimler olur. Yani mum eridiğinde hala mumdur ancak sıvı haldedir.  Fiziksel ve kimyasal değişikliklere örnek olarak bir liste verebiliriz.

Kağıdın yanması
Buzun erimesi
Ekmeğin küflenmesi
Kağıdın yırtılması
Tebeşirin toz haline getirilmesi
Sütün ekşimesi
Yumurtanın bozulup çürümesi
Demirin paslanması
Fotosentez olayı,
Sütten yoğurt ve peynir yapılması
Solunum olayı
Hamurun mayalanması
Odunun yanması
Ekmeğin kabarması
Meyvelerin çürümesi
Küp şekerin ezilerek toz şeker haline getirilmesi
Suyun donması
Çaydanlıktaki suyun buharlaşması
Camın buğulanması
Akşamları gökyüzünün renginin maviden kızıla dönüşmesi
Altından bilezik yapılması
Odunun kırılması
Camın kırılması
Yemek tuzunun suda çözünmesi
Yoğurttan ayran yapılması
Bakırdan tencere yapılması
Havucun rendelenmesi
Kömürün yanması
Un ve sudan hamur yapılması
Kumdan cam yapılması
İnsanın sindirim ve solunum yapması
Doğalgazın yanması
Yumurtanın haşlanması
Gümüşün açık havada zamanla kararması

Fiziksel Değişim örnekleri

Hal değiştirme (katı, sıvı, gaz)

Kesme

Öğütme

Parçalama

Yırtma

Karıştırma

Çözünme ( tuzun suda çözünmesi gibi )

Katlama vb.

atom11e2224.jpg (499×665)

Fiziksel ve kimyasal değişimlere örnekler verir misiniz?

Fiziksel değişim, maddelerin yapısı değişmeden sadece hal, biçim, şekil, dış görünüşünde meydana gelen değişimlere verilen isimdir. Fiziksel değişmeler sonucunda yeni maddeler oluşmaz. Yalnızca maddenin renk, şekil, büyüklük gibi özellikleri değişir. Diğer bir ifadeyle fiziksel değişim sonucunda maddenin kimliği değişmez.

Kağıdın yırtılması,tebeşirin kırılması,mumun erimesi. kalemin kırılması, suyun buza dönüşmesi, çözünme olayı gibi değişiklikler fiziksel değişime örnektir. Fiziksel değişimin geri dönüşümü vardır. Tüm hal değişimleri fizikseldir. Bunun dışında, fiziksel değişime odundan talaş yapılması ya da kumaşın kesilmesi de örnek olarak verilebilir.Kimyasal olaylarda maddenin yapı taşı değişirken, fiziksel olaylarda sadece görünüm ve şekil değişir.Kimyasal olaylarda maddenin yapı taşı değişirken, fiziksel olaylarda sadece görünüm ve şekil değişir.Ayrıca bütün yırtılma olayları fizikseldir.(kimyasalll değisim maddenin kimliğini tammamen degiştirir kağıdın yanması bir tepkime değildir).Çünkü kağıt yanar. Kimyasal değişim, bütün maddeler atom veya molekül dediğimiz küçük taneciklerden oluşur. Maddelerin atom veya molekül yapılarıyla ilgili özelliklere kimyasal özellikler denir.
Yanma, çürüme, paslanma, bileşik yapma gibi özellikler kimyasal özelliklerdir. Kimyasal değişimde maddenin aynı zamanda molekül yapısıda değişir. Kimyasal değişimde maddenin geri dönüşümü olmaz. Buna bağlı olarak bu özelliklerde meydana gelen değişmelere de kimyasal değişmeler denir. Kısaca maddenin iç yapısında meydana gelen değişmeler kimyasal değişmelerdir.

Örnekler:

  • Kağıdın yanması
  • Mumun yanması
  • Sütün ekşimesi
  • Yumurtanın bozulup çürümesi
  • Demirin paslanması
  • Fotosentez olayı
  • Solunum olayı
  • Hamurun mayalanması
  • Kimyasal değişime uğrayan madde, kimyasal özelliklerini kaybedip yeni özellikler kazanır.
  • Bütün yanma olayları kimyasal değişmedir.
  • Kimyasal değişim geçiren bir madde tekrar eski haline getirilemez.

Fiziksel ve kimyasal değişimler nelerdir

Maddenin yapısı değişmeden sadece dış görünüşünde meydana gelen değişmelerdir. Fiziksel değişmeler sonucunda yeni maddeler oluşmaz. Sadece maddenin renk, şekil, büyüklük gibi özellikleri değişir. Fiziksel değişmeler sonucunda maddenin kimliği değişmez.

Fiziksel Değişime Örnekler

  • Buzun erimesi
  • Kağıdın yırtılması
  • Tebeşirin toz haline getirilmesi
  • Küp şekerin ezilerek toz şeker haline getirilmesi
  • Suyun donması
  • Çaydanlıktaki suyun buharlaşması
  • Camın buğulanması
  • Akşamları gökyüzünün renginin maviden kızıla dönüşmesi
  • Altından bilezik yapılması
  • Odunun kırılması
  • Camın kırılması
  • Yemek tuzunun suda çözünmesi
  • Yoğurttan ayran yapılması
  • Bakırdan tencere yapılması
  • Havucun rendelenmesi

    Kimyasal Değişim

    Maddenin iç yapısında meydana gelen değişmelerdir. Kimyasal değişmeler sonucunda maddenin kimliği değişir ve yeni maddeler oluşur. Kimyasal değişmeye uğrayan maddeler eski haline döndürülemez.

    Kimyasal Değişime Örnekler:

  • Kömürün yanması
  • Sütten yoğurt ve peynir yapılması
  • Demirin paslanması
  • Meyvelerin çürümesi
  • Un ve sudan hamur yapılması
  • Kumdan cam yapılması
  • Ekmeğin küflenmesi
  • Kabartma tozunun üzerine limon sıkılması
  • Canlıların ölmesi
  • İnsanın sindirim ve solunum yapması
  • Bitkilerin fotosentez yapması
  • Üzüm suyundan sirke yapılması
  • Doğalgazın yanması
  • Dişlerimizin çürümesi
  • Yumurtanın haşlanması
  • Gümüşün açık havada zamanla kararması

 

Kimyasal Değişime Örnekler

Kimyasal Değişim

 

Anahtar Kelimeler: Çürüme, yanma, kokuşma , ekşime, kızartma, pişirme, haşlanma, ısı veya ışık açığa çıkması, kabarcık oluşması (gaz çıkışı), renk değişimi gibi gözlemler
Örnekler:
• Kömürün yanması
• Ocağın yanması (doğalgazın mutfakta yakılması)
• Yemeğin pişmesi
• Etin, köftenin, balığın kızartılması
• Etin haşlanması
• Domatesin, elmanın (meyve ve sebzelerin) çürümesi
• Peynirin, ekmeğin küflenmesi
• Patatesin kızartılması
• Sütün mayalanması
• Sütten peynir ve yoğurt yapılması
• Yumurtanın, sucuğun pişirilmesi
• Kesilmiş elmanın açık havada renk değiştirmesi
• Kabartma tozuna sirke damlatılması
• Kabartma tozuna limon sıkılması
• Sütün, tereyağının, yoğurdun ekşimesi
• Bulaşıkların deterjanla yıkanması
• Kum, kireç ve suyun karıştırılarak beton yapılması
• Yumurtanın suda haşlanarak katılaşması
• Yumurtanın bozulması
• Hamurun mayalanması
• Hamurun pişirilerek ekmek yapılması
• Demirin, vidanın, çivinin (metallerin) paslanması(oksitlenmesi)
• Etten kavurma yapılması
• Kağıdın yanması
• Bitkilerin fotosentez yapması
• Dişlerin çürümesi
• Saçın boyanması
• Saç telinin yakılması
• Kibritin yakılması
• Canlıların solunum, sindirim, boşaltım ve dolaşım gibi faaliyetleri
• Şekerin yakılması
• Köftenin pişmesi
• Elmadan, üzümden sirke yapılması
• Besinlerin sindirilmesi
• Hidrojen ve oksijenden suyun oluşması
• Soğanı yağda kızartmak
• Yemeğin bozulması
• Yaprakların sararması
• Aracın boyasının aşınması
• Çaya limon sıkılması
• Gümüşün kararması
• Turşu yapımı
• Patatese iyot çözeltisi damlatılması
• Kekin fırında pişirilmesi
• Ateş böceğinin ışık üretmesi
• Örümceklerin ağ yapması
• Arının bal yapması
• Metalin asit çözeltisinin içine atılması
• Alkolün yanması
• Dinamitin patlama

Fiziksel değişime örnekler

Anahtar kelimeler: Kesilme, kırılma, yırtılma, ufalanma, doğrama, parçalara ayırma, bölünme, ezilme, toz haline getirilme, hal değişimi (erime, donma, buharlaşma, yoğuşma)
Örnekler:
• Suyun, alkolün buharlaşması
• Karın veya buzun erimesi
• Suyun donarak buza dönüşmesi
• Islak çamaşırların kuruması
• Camın kırılması
• Havucun, kaşarın rendelenmesi
• Fındığın havanda dövülmesi
• Ekmeğin, peynirin dilimlenmesi
• Tuzun veya şekerin suda çözünmesi
• İyotun alkol içinde çözünmesi
• Mürekkebin su içinde dağılması
• Etin kıyma olması
• Kıymadan köfte yapılması
• Çikolatanın, tereyağının, dondurmanın erimesi
• Sütün dondurulması
• Mumun erimesi
• Kağıdın katlanması
• Buğdayın un haline gelmesi, una su katarak hamur yapılması, hamurun açılması
• Ağacın kesilerek odun elde edilmesi
• Gazın sıkıştırılıp sıvıya dönüşmesi
• Demir telin kesilerek parçalanması
• Portakalın soyulması, dilimlenmesi, suyunun sıkılması
• Kaya parçasının toz haline getirilmesi
• Kumun su ile ıslatılması
• Odunun talaş haline getirilmesi
• Şekerli suyu buharlaştırarak şeker kristalleri elde etme
• Sucukları dilimlemek
• Yumurtanın yıkanması, kırılması ve çırpılması
• Kalem ucunu kırılması, kalemtıraşla açılması
• Ekmeğin güneşte kuruması
• Patatesin, elmanın soyulması
• Soğanın (sebzelerin) doğranması
• Sarımsağın ezilmesi
• Saçın kesilmesi
• Yoğurttan ayran yapılması
• Kumaşın kesilmesi
• Metal ataşın eğilip bükülmesi
• Zeytinyağının donması
• Kağıdın buruşturulması, yırtılması
• Altından bilezik yapılması
• Hamurun yoğurulması
• Tahtadan masa yapılması
• Küp şekerin toz haline getirilmesi
• Bulutların havada yer değiştirmesi
• Toprağın sulanması
• Tebeşirin toz haline getirilmesi
• Elektrik tellerinin genleşmesi
• Yağmurun ,karın, dolunun, sisin oluşması
• Naftalinin donması
• Camın buğulanması
• Gün batımında gökyüzünün renginin maviden kızıla dönüşmesi
• Gökkuşağının oluşması
• Kolonyanın uçması
• Meyve salatası yapılması
• Kaya tuzunun * ezilerek toz haline getirilmesi, * suya atılarak çözülmesi * suyun buharlaştırılarak tuzun geri elde edilmesi
• Otomobilin kaza yapması sonucu kaportasının eğilip kırılması
• Cevizin kırılması
• Perdenin buruşması
• Silginin parçalanması
• Sütün ısıtılması
• Demirin eritilmesi

Fiziksel ve Kimyasal Değişimler (Konu Anlatımı)

FİZİKSEL VE KİMYASAL DEĞİŞMELER :

Günlük hayatımızda çeşitli etkiler sonucunda maddelerde bazı değişimler olduğunu görürüz. Örneğin bir kağıdı yaktığımızda kağıdın kül olduğunu, bir buz parçasını sıcak bir yere koyduğumuzda buzun eridiğini, annemizin çeşitli sebzeleri pişirerek yemek yaptığını hepimiz görmüşüzdür.
Maddelerde meydana gelen değişimler 2 grupta incelenebilir:
• Fiziksel değişmeler
• Kimyasal değişmeler

FİZİKSEL DEĞİŞMELER :

Maddenin yapısı değişmeden sadece dış görünüşünde meydana gelen değişmelerdir. Fiziksel değişmeler sonucunda yeni maddeler oluşmaz. Sadece maddenin renk, şekil, büyüklük gibi özellikleri değişir. Fiziksel değişmeler sonucunda maddenin kimliği değişmez.

ÖRNEKLER :

• Buzun erimesi
• Kağıdın yırtılması
• Tebeşirin toz haline getirilmesi
• Küp şekerin ezilerek toz şeker haline getirilmesi
• Suyun donması
• Çaydanlıktaki suyun buharlaşması
• Camın buğulanması
• Akşamları gökyüzünün renginin maviden kızıla dönüşmesi
• Altından bilezik yapılması
• Odunun kırılması
• Camın kırılması
• Yemek tuzunun suda çözünmesi
• Yoğurttan ayran yapılması
• Bakırdan tencere yapılması
• Havucun rendelenmesi

KİMYASAL DEĞİŞMELER :

Maddenin iç yapısında meydana gelen değişmelerdir. Kimyasal değişmeler sonucunda maddenin kimliği değişir ve yeni maddeler oluşur. Kimyasal değişmeye uğrayan maddeler eski haline döndürülemez.

ÖRNEKLER :

• Kömürün yanması
• Sütten yoğurt ve peynir yapılması
• Demirin paslanması
• Meyvelerin çürümesi
• Un ve sudan hamur yapılması
• Kumdan cam yapılması
• Ekmeğin küflenmesi
• Kabartma tozunun üzerine limon sıkılması
• Canlıların ölmesi
• İnsanın sindirim ve solunum yapması
• Bitkilerin fotosentez yapması
• Üzüm suyundan sirke yapılması
• Doğalgazın yanması
• Dişlerimizin çürümesi
• Yumurtanın haşlanması
• Gümüşün açık havada zamanla kararması

NOT : Kimyasal değişmeler sonucunda hem maddenin görünümü değişir hem de yeni maddeler oluşur.

HAL DEĞİŞİM OLAYLARI

Bir maddenin dışarıdan ısı (enerji) alarak veya dışarıya ısı (enerji) vererek bir halden başka bir hale geçmesine; “hal değiştirme” denir.

 


2014 7. Sınıf Türkçe Çalışma Kitabı Cevapları (Pasifik Yayınları) Tüm Sayfalar Bütün Cevaplar Çözümler

$
0
0

cevaplar.jpg (570×253)

Evet arkadaşlar bu sene yeni müfredata göre hazırlanmış pasifik yayınlarının yedinci sınıflar türkçe çalışma kitabının bütün sayfalarının cevaplarını burada sizlerle paylaşıyorum. Eğer bir eksik hata veya yanlışlık varsa ve düzeltilmesini istiyorsanız, lütfen aşağıdaki yorum kısmından yorum yazarak bizlere bildiriniz. Gerekli düzeltmeler anında yapılacak ve yardımcı olunacaktır.

Pasifik yayınları Türkçe 7. Sınıf çalışma kitabı ve cevaplarını değerli öğrencilerimize rehberlik etmesi amacıyla sayfamıza ekledik. Sevgili öğrenciler, evdeki ders çalışmalarınızda çok iyi biliyoruz ki, kimi etkinliklerde takılıp kalıyorsunuz. Türkçe 7. Sınıf çalışma kitabında aynı şekilde çözümünü bulamadığınız etkinliklerin çözüm yollarını bu sayfamızdan takip edebilirsiniz. Sadece 7. Sınıf Türkçe çalışma kitabı cevapları sayfa 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 30, 31, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 38, 39, 40, 41, 42, 43, 44, 45, 46, 47, 48, 49, 50, 51, 52, 53, 54, 55, 56, 57, 58, 59, 60, 61, 62, 63, 64, 65, 66, 67, 68, 69, 70, 71, 72, 73, 74, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 81, 82, 83, 84, 85, 86, 87, 88, 89, 90, 91, 92, 93, 94, 95, 96, 97, 98, 99, 100 ve diğer çalışma kitabı sayfalarına ve diğer birçok kitabın etkinlik çözümlerine sayfamızdan göz atabilirsiniz.

Şu nokta unutulmamalı Pasifik yayınları 7. Sınıf Türkçe çalışma kitabı çözümleri sizlerin doğrudan kitabınıza yazmanız için değil, sadece takıldığınız etkinliklerde çözümlere yardımcı olması amacıyla oluşturuldu. Bu sebeple eğer 7. Sınıf Türkçe çalışma kitabı Pasifik Yayıncılık çözümlerini yapamadıysanız bu sayfadan yararlanmayı deneyiniz.

Pasifik Yayınları 7. Sınıf Türkçe Çalışma Kitabı ve Çözümleri (Sayfalar Çözüldükçe Güncellenecektir.)

Çalışma Kitabı Sayfa 1
Çalışma Kitabı Sayfa 2
Çalışma Kitabı Sayfa 3
Çalışma Kitabı Sayfa 4
Çalışma Kitabı Sayfa 5
Çalışma Kitabı Sayfa 6
Çalışma Kitabı Sayfa 7
Çalışma Kitabı Sayfa 8
Çalışma Kitabı Sayfa 9
Çalışma Kitabı Sayfa 10
Çalışma Kitabı Sayfa 11
Çalışma Kitabı Sayfa 12
Çalışma Kitabı Sayfa 13
Çalışma Kitabı Sayfa 14
Çalışma Kitabı Sayfa 15
Çalışma Kitabı Sayfa 16
Çalışma Kitabı Sayfa 17
Çalışma Kitabı Sayfa 18
Çalışma Kitabı Sayfa 19
Çalışma Kitabı Sayfa 20
Çalışma Kitabı Sayfa 21
Çalışma Kitabı Sayfa 22
Çalışma Kitabı Sayfa 23
Çalışma Kitabı Sayfa 24
Çalışma Kitabı Sayfa 25
Çalışma Kitabı Sayfa 26
Çalışma Kitabı Sayfa 27
Çalışma Kitabı Sayfa 28
Çalışma Kitabı Sayfa 29
Çalışma Kitabı Sayfa 30
Çalışma Kitabı Sayfa 31
Çalışma Kitabı Sayfa 32
Çalışma Kitabı Sayfa 33
Çalışma Kitabı Sayfa 34
Çalışma Kitabı Sayfa 35
Çalışma Kitabı Sayfa 36
Çalışma Kitabı Sayfa 37
Çalışma Kitabı Sayfa 38
Çalışma Kitabı Sayfa 39
Çalışma Kitabı Sayfa 40
Çalışma Kitabı Sayfa 41
Çalışma Kitabı Sayfa 42
Çalışma Kitabı Sayfa 43
Çalışma Kitabı Sayfa 44
Çalışma Kitabı Sayfa 45
Çalışma Kitabı Sayfa 46
Çalışma Kitabı Sayfa 47
Çalışma Kitabı Sayfa 48
Çalışma Kitabı Sayfa 49
Çalışma Kitabı Sayfa 50
Çalışma Kitabı Sayfa 51
Çalışma Kitabı Sayfa 52
Çalışma Kitabı Sayfa 53
Çalışma Kitabı Sayfa 54
Çalışma Kitabı Sayfa 55
Çalışma Kitabı Sayfa 56
Çalışma Kitabı Sayfa 57
Çalışma Kitabı Sayfa 58
Çalışma Kitabı Sayfa 59
Çalışma Kitabı Sayfa 60
Çalışma Kitabı Sayfa 61
Çalışma Kitabı Sayfa 62
Çalışma Kitabı Sayfa 63
Çalışma Kitabı Sayfa 64
Çalışma Kitabı Sayfa 65
Çalışma Kitabı Sayfa 66
Çalışma Kitabı Sayfa 67
Çalışma Kitabı Sayfa 68
Çalışma Kitabı Sayfa 69
Çalışma Kitabı Sayfa 70
Çalışma Kitabı Sayfa 71
Çalışma Kitabı Sayfa 72
Çalışma Kitabı Sayfa 73
Çalışma Kitabı Sayfa 74
Çalışma Kitabı Sayfa 75
Çalışma Kitabı Sayfa 76
Çalışma Kitabı Sayfa 77
Çalışma Kitabı Sayfa 78
Çalışma Kitabı Sayfa 79
Çalışma Kitabı Sayfa 80
Çalışma Kitabı Sayfa 81
Çalışma Kitabı Sayfa 82
Çalışma Kitabı Sayfa 83
Çalışma Kitabı Sayfa 84
Çalışma Kitabı Sayfa 85
Çalışma Kitabı Sayfa 86
Çalışma Kitabı Sayfa 87
Çalışma Kitabı Sayfa 88
Çalışma Kitabı Sayfa 89
Çalışma Kitabı Sayfa 90
Çalışma Kitabı Sayfa 91
Çalışma Kitabı Sayfa 92
Çalışma Kitabı Sayfa 93
Çalışma Kitabı Sayfa 94
Çalışma Kitabı Sayfa 95
Çalışma Kitabı Sayfa 96
Çalışma Kitabı Sayfa 97
Çalışma Kitabı Sayfa 98
Çalışma Kitabı Sayfa 99
Çalışma Kitabı Sayfa 100
Çalışma Kitabı Sayfa 101
Çalışma Kitabı Sayfa 102
Çalışma Kitabı Sayfa 103
Çalışma Kitabı Sayfa 104
Çalışma Kitabı Sayfa 105
Çalışma Kitabı Sayfa 106
Çalışma Kitabı Sayfa 107
Çalışma Kitabı Sayfa 108
Çalışma Kitabı Sayfa 109
Çalışma Kitabı Sayfa 110
Çalışma Kitabı Sayfa 111
Çalışma Kitabı Sayfa 112
Çalışma Kitabı Sayfa 113
Çalışma Kitabı Sayfa 114
Çalışma Kitabı Sayfa 115
Çalışma Kitabı Sayfa 116
Çalışma Kitabı Sayfa 117
Çalışma Kitabı Sayfa 118
Çalışma Kitabı Sayfa 119
Çalışma Kitabı Sayfa 120
Çalışma Kitabı Sayfa 121
Çalışma Kitabı Sayfa 122
Çalışma Kitabı Sayfa 123
Çalışma Kitabı Sayfa 124
Çalışma Kitabı Sayfa 125
Çalışma Kitabı Sayfa 126
Çalışma Kitabı Sayfa 127
Çalışma Kitabı Sayfa 128
Çalışma Kitabı Sayfa 129
Çalışma Kitabı Sayfa 130
Çalışma Kitabı Sayfa 131
Çalışma Kitabı Sayfa 132
Çalışma Kitabı Sayfa 133
Çalışma Kitabı Sayfa 134
Çalışma Kitabı Sayfa 135
Çalışma Kitabı Sayfa 136
Çalışma Kitabı Sayfa 137
Çalışma Kitabı Sayfa 138
Çalışma Kitabı Sayfa 139
Çalışma Kitabı Sayfa 140
Çalışma Kitabı Sayfa 141
Çalışma Kitabı Sayfa 142
Çalışma Kitabı Sayfa 143
Çalışma Kitabı Sayfa 144
Çalışma Kitabı Sayfa 145
Çalışma Kitabı Sayfa 146
Çalışma Kitabı Sayfa 147
Çalışma Kitabı Sayfa 148
Çalışma Kitabı Sayfa 149
Çalışma Kitabı Sayfa 150
Çalışma Kitabı Sayfa 151
Çalışma Kitabı Sayfa 152
Çalışma Kitabı Sayfa 153
Çalışma Kitabı Sayfa 154
Çalışma Kitabı Sayfa 155
Çalışma Kitabı Sayfa 156
Çalışma Kitabı Sayfa 157
Çalışma Kitabı Sayfa 158
Çalışma Kitabı Sayfa 159
Çalışma Kitabı Sayfa 160
Çalışma Kitabı Sayfa 161
Çalışma Kitabı Sayfa 162
Çalışma Kitabı Sayfa 163
Çalışma Kitabı Sayfa 164
Çalışma Kitabı Sayfa 165
Çalışma Kitabı Sayfa 166
Çalışma Kitabı Sayfa 167
Çalışma Kitabı Sayfa 168
Çalışma Kitabı Sayfa 169
Çalışma Kitabı Sayfa 170
Çalışma Kitabı Sayfa 171
Çalışma Kitabı Sayfa 172
Çalışma Kitabı Sayfa 173
Çalışma Kitabı Sayfa 174
Çalışma Kitabı Sayfa 175
Çalışma Kitabı Sayfa 176

Kısaca 19 Mayıs 1919 da Ne Oldu? Neler Olmuştur?

$
0
0

Yine yakın tarihimiz ile ilgili kısa bilgi veren bir yazıyla daha karşınızdayız. Bu kez 19 Mayıs 1919 tarihine gideceğiz ve o günde neler olmuş kısaca göz atacağız. Peki gerçekten 19 mayıs 1919 tarihinde yaşananlar nelerdir?

Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a ayak bastığı gün olarak tarihte yer alır.

19 Mayıs 1919 günü 9.ordunun denetleyicisi olan Atatürk’ün Bandırma vapurunu kullanarak yolculuk edip yolculuğunu Samsun’da sonlandırdığı ve Samsun’a ayak bastığı gündür. Butarih milli direnişin başlangıcı olarak görülmektedir.

Bu tarihin önemi:

Türkiye’nin milli direnişinin başladığı yer olarak görülen Samsun Atatürk’ün gelişiyle tarihte dönüm noktası yaşanan yerler arasında yer almıştır. Doğu sorunları ismiyle anılan ve Türklerin topraklarını parçalama amacı güden devletlere karşı 19 Mayıs 1919 tarihinde direniş başlatılmış ve özgürlük, demokrasi, uygarlaşma yolunda giden ilk ve en önemli adım atılmıştır.

19 Mayıs 1919 Yılında Ne Olmuştur

19 Mayıs 1919 tarihinde 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Atatürk’ün Bandırma Vapuru ile yapılan yolculuk sonrası Samsun’a ulaşması olayıdır. Bu olay Kurtuluş Savaşı’nın fiili başlangıcı olarak kabul edilmektedir.

19 Mayıs 1919 Önemi

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden yolun ilk durağı kabul edilen bu olay Türk tarihindeki dönüm noktalarından birisidir. Şark Meselesi adı altında yok edilmek istenen Türkler için 19 Mayıs 1919 günü millî bağımsızlığa, çağdaşlaşma ve demokratikleşmeye giden yolun ilk adımıdır.

Mustafa Kemal’i Samsun’a götüren Bandırma Vapuru‘nun bir resmi.
[​IMG]

19 Mayıs 1919’da Neler Oldu – 19 Mayıs’ın Anlamı Kısaca

19 Mayıs, bağımsızlık meşalesinin tutuşturulduğu, adım adım Anadolu’yu sardığı milli heyecanların coştuğu ve art arda kazanılan zaferlerle taçlandırdığı bir hareketin ilk adımıdır. 15 Mayıs 1919’de Yunanlılar İzmir’e çıkmıştı. 16 Mayıs 1919 ‘da Mustafa Kemal ve maiyeti, Bandırma vapuruyla İstanbul’dan Samsun’a doğru hareket etti. 19 Mayıs 1919 Sabahı Samsun’a ayak bastığı o gün, işgal altındaki bir ülke’nin kurtuluşuna doğan bir güneşti sanki… Osmanlı hükümeti, Mustafa Kemal’e 9. Ordu Müfettişi yetkisiyle Karadeniz’i birbirine katan Rum çetecilerin durumlarını araştırmak ve incelemek üzere göndermişti.

İngilizler, Karadeniz’i işgal etmek istiyorlar ve Rumların bu yörede yardıma ihtiyaçları olduğunu bahane ediyorlardı. İşgal altındaki Anadolu’nun hemen her yerinde, düşmana karşı direnişler başlamış, ancak bu direnişler yerel tepkilerin ötesine çıkamıyordu. Mustafa Kemal beklenen, aranan ve istenen, toparlayıcı bir niteliğe sahip, bir liderdi. Girdiği bütün savaşları kazanmış, ismi bile birleştirici olmaya yeterli olabilecek o lider, Samsun’a ayak basar basmaz, bir anda umut olmuştu.

Erzurum Kongresinde almış olduğu ‘Vatan bir bütündür, asla parçalanamaz’ kararı, gelecekteki zaferlerin temel fikri olarak bütün yurtta dalga dalga yayıldı. 19 Mayıs 1919, Türk gençliğine emanet edilen bir ülkenin, o gençlik tarafından, Mustafa Kemal’in Gençliğe Hitabesi doğrultusunda hareket edilmesini istediği bir günün anlam ve önemidir. Gençliğin bayramıdır. Bu bayramın anlamı, 19 Mayıs’ın ruhunda yatan bağımsızlık mücadelesidir.

19 Mayıs Nasıl ve Ne zaman Milli Bayram Oldu – Milli Bayram İlan Edildi

19 Mayıs 1919 tarihi Atatürk’ün Samsun’a çıktığı gündür. Ülkenin işgalden kurtulması için16 Mayıs 1919’da ‘Bandırma Vapuru’ ile İstanbul’dan Samsun’a hareket eden Atatürk 19 Mayıs 1919 ’da Kurtuluş Savaşı’nı da başlatmıştır. 3 yıl süren savaşlar sonunda ülkenin yabancı güçlerden arındırılmasının ardından Atatürk’ün Samsun’a varış tarihi olan Mayıs günü Ata’nın isteği üzerine ‘Gençlik ve Spor Bayramı’ olarak kutlanmaya başlamıştır. 20 Haziran 1938’de ‘ Gençlik ve Spor bayramı’ adı ile milli bayramlarımız arasına katılan 19 Mayıs 7 Mart 1981’de de ‘Atatürk ’ü anma ’ eklenerek ‘Atatürk’ü anma Gençlik ve Spor Bayramı ’ olmuştur.

ATATÜRK’ÜN 19 MAYIS 1919′DA SAMSUN’A ÇIKIŞI VE TÜRKİYE’DE MİLLİ EGEMENLİK İLKESİNİN GERÇEKLEŞMESİ
YRD. DOÇ. DR. BEHÇET KEMAL YEŞİLBURSA (*)

Millî Mücadelenin Atatürk tarafından dile gelen hikâyesinin ilk cümlesi, “1919 senesi Mayısının 19′uncu günü Samsun’a çıktım” ile başlar. Diğer bir deyişle, 19 Mayıs 1919 Millî Mücadelenin fiilen başladığı tarihtir. 19 Mayıs bir başlangıçtır; fikir ve karar sahibi Atatürk’ün hedefine varan yolda ilk adımdır. Şevket Süreyya Aydemir’e göre, “Mustafa Kemal’in yeni hayatı, yeni âlemi, onun, 1919 Mayısının 19′uncu günü Samsun kıyısında Anadolu karasına ayak basmasıyla başlar, yani onun zuhurunun, hem kendi kaderine, hem milletimizin tarihine, hem çağımızın akışına, çeşitli yönlerden yön ve şekil veren safhası o gün, orada ve Mustafa Kemal’in Samsun kıyısına ayak basmasıyla başlamıştır.”(1)
Egemenlik(Hakimiyet); egemen olma, hakimlik, üstünlük, amirlik manalarına gelir ve hükmeden, buyuran, buyruğunu yürütebilen üstün gücü ifade etmek için kullanılır. Egemenlik, devlet kudretinin bir vasfıdır.İç hukukta en üstün kudreti, uluslar arası hukukta da bağımsız bir gücü ifade eder.(2)
Millî Egemenlik ise; bir milletin kendi kaderine hakim olarak, kendi geleceğini tayin etme gücünü elinde bulundurması demektir. Yani bir milletin kendini idare etmesi, kendine hükümet edecek heyeti seçmesi anlamına gelir. İç görünüşü itibarıyla demokratik rejimi, yani egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu ortaya koyarken, dış görünüşü ile de milletin özgür ve bağımsız yaşamasını, yani dışa karşı millet birliğini ve bütünlüğünü ifade eder.(3)
Millî Egemenlik, bir kişi veya sınıfın egemenliğinden uzak olarak, milletin kendi yönetiminde söz sahibi olması anlamına geldiğinden, milletin genel iradesinin ortaya konulmasını sağlar ve iktidarın, kayıtsız şartsız millete ait olmasını ifade eder. Millî Egemenlik anlayışında millet, kendisini oluşturan fertlerden ayrı, onların üstünde bir kişiliğe, bir iradeye sahiptir ve egemenlik bu kolektif kişiliğe aittir. (4)
Millî Egemenlik, millet iradesini hakim kılması münasebetiyle demokrasinin temel şartıdır. Bu sebeple, bütün demokratik rejimlerde en üstün kuvvet ve devlet yönetimi konusunda belirleyici unsur olarak, devlete yön verirken, aynı zamanda devlet fonksiyonlarının oluşmasını da sağlar. (5)
Millî Egemenlik, insanlık tarihinde başlı başına kuvvet kaynağı olan ve kuvvet doğuran fikirlerden birisi olarak, devletlerin yapısını değiştirebilecek ve tarihin akışını etkileyebilecek kadar etkilidir. Dolayısıyla, insanlık tarihi açısından büyük önemi sahiptir. (6)
Atatürk’e göre Millî Egemenlik, devlet ve milletin mukadderatında amil ve hakim unsur olması gereken bir değerdir. Çünkü Millî Egemenlik, adaletin, eşitliğin, hürriyetin dayanağı ve milletin namusu, haysiyeti, şerefidir. Bu sebeple Atatürk, Millî Egemenlik ilkesini devletin temel unsurlarından birisi haline getirmeye çalışmıştır. Bundan amaç ise; siyasî, sosyal ve ekonomik yönden, yabancı etkilerden uzak, millî iradeden oluşmuş bir toplumun meydana gelmesini sağlamaktır. (7)
Atatürk,”Millî Hakimiyet öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar” ifadesiyle, Millî Egemenlik ilkesinin gücünü ortaya koyarak, devlet hayatındaki önemini
vurgulamıştır. (8)
Türkiye’de Millî Egemenlik ilkesinin gerçekleştirilmesi, tamamen Atatürk’ün bu konudaki düşünce ve çalışmalarının sonucudur. Atatürk’ün 19 Mayıs 1919′da Samsun’a ayak basmasıyla birlikte, Türk tarihinde ilk defa kişisel egemenlikten, Millî Egemenliğe geçiş süreci başlamıştır. Atatürk, Samsun’a ayak bastığı andan itibaren, hem içe, hem de dışa dönük olarak, dinî ve batılı fikirleri yanına almış ve bunların senteziyle Anadolu’da tek idare, tek devlet, tek egemenlik, tek kumandan, tek meclis ve tek millet fikirlerinden hareket ederek, her alanda gerçek Millî Egemenlik ilkesini uygulamaya çalışmıştır. Dolayısıyla, Türkiye’de Millî Egemenlik ilkesinin genel anlamda ilk defa Atatürk’ün önderliğinde girişilen Millî Mücadele yıllarında uygulandığını söylemek mümkündür. Çünkü bu dönemde, memleketin içine düştüğü kötü durum karşısında, bazı aydınlar memleketin kurtarılması için bir büyük devletin mandasını kabul etmekten başka çare görmezlerken,Atatürk bunlardan çok farklı düşünmüş ve millete güveni esas alan bir hareketin peşinde olmuştur.(9)O, memleketin içinde bulunduğu kötü durumu kastederek Nutukta; “… Bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da Millî Hakimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak! İşte daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamasına başladığımız karar, bu karar olmuştur.”(10)
Atatürk’ün Samsun’a varır varmaz, müfettişliğin kendisine yüklediği vazifeleri yerine getirmek amacıyla hazırladığı 22 Mayıs 1919 tarihli rapor; Ordu müfettişinin birçok noktalarda, talimatın sınırını da aşarak, bütün memleket kaderi ile ciddi bir şekilde uğraştığını göstermektedir. Hazırladığı bu ilk raporunda Atatürk, Samsun bölgesindeki asayişsizliğin sebebinin Rumlardan kaynaklandığını, Türklüğün yabancı mandasına ve kontrolüne tahammülü olmadığını, Yunanlıların İzmir’i işgale haklarının bulunmadığını ve en önemlisi, milletin, millî egemenlik esasını ve Türk milliyetçiliğini kabul ettiğini ve bunu gerçekleştirmeye çalışacağını belirtmiştir. Dolayısıyla Atatürk, milletin birlik ve beraberliği ile Millî Egemenlik ilkesini Millî Mücadelenin temel dayanağı yapmaya kararlı olduğunun ilk işaretini vermiştir. Millî Mücadelenin ilk ana programını teşkil eden bu rapor, Tevfik Bıyıklıoğlu’na göre, gerçekte, bir ihtilâl programından farksızdır. (11)
Atatürk, Samsun’un İngiliz işgalinde ve kıyıda bulunması ve civarındaki Rum çetelerinin faaliyetlerinden ötürü karargâhının içerde daha emin bir yere naklini gerekli görmüş ve 25 Mayıs 1919′da Havza’ya hareket etmiştir. Atatürk için artık tarihî görev başlamış bulunuyordu. Bundan sonra Osmanlı Devleti bir süre adeta iki elden idare edilecekti. Çünkü Atatürk her gittiği yerde halkın arasına girerek İstanbul Hükümeti gibi halkı sükunete değil, tersine onları harekete geçirmeye çalışacaktı. Yine O, sadece bir komutan olmayacak valiler ve millî teşekküllerle haberleşen,Türk milletini düştüğü kötü durumdan haberdar eden, memleketin dertlerini dert edinen bunlara çare arayan, cemiyetler toplayıp kararlar alan bir önder olacaktı. (12)Nitekim, 28 Mayıs 1919′da Havza’dan bütün memlekete, askerî ve mülkî amirlere, Müdafaayı Hukuk Cemiyetlerine gönderdiği bir tamimle İzmir’in işgalini protesto için yurdun her tarafında mitingler yapılmasını, halka felaketin büyüklüğünün anlatılmasını ve bunu köylere kadar yaymalarını istedi. Bunun üzerine memleketin her köşesinde İzmir’in işgaline tepki olarak mitingler yapıldı. İstanbul’da altı miting, Anadolu’nun çeşitli şehir ve kasabalarında toplam 96 miting tertip edildi.(13)
İstanbul mitinglerine ve Atatürk’ün Havza’daki faaliyetlerine ilk tepki işgal makamlarının onu İstanbul’a geri çağırmaları olmuştur. Atatürk, o güne kadar”Ordu Müfettişi” sıfatı ile bütün kişisel ağırlığını koyarak hareket etmişti. Şimdi bu sıfatın tehlikeye düştüğünü görüyordu. Bu nedenle başlattığı eylemi kişisel olmaktan çıkarıp halka mal etmekte acele etmek gerekiyordu. Harbiye Nezaretine oyalayıcı bir cevap vererek 12 Haziran 1919′da Amasya’ya gitti. Ali Fuat Paşa (Cebesoy), Refet Bey(Bele) ve Rauf Bey’in (Orbay) katkılarıyla 14 Haziran 1919′da kurulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti bünyesinde, Mustafa Kemal tarafından önceden hazırlanmış metnin üzerindeki çalışmalar tamamlanarak Millî Mücadele tarihimize Amasya Tamimi olarak geçen ilk önemli belge kabul edildi. Tamim, Konya’da bulunan 2.Ordu Müfettişi Cemal Paşa (Küçük, ya da Mersinli Cemal Paşa)ile Erzurum’da 15.Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’nın da onaylamasından sonra 21/22 Haziran 1919′da tüm ilgililere duyuruldu. (14)
Amasya Tamimi’nde dikkati çeken noktalar özellikle şunlardır.”Yurdun bütünlüğü, milletin istiklâli tehlikededir” denilmekle, tehlike çanı çalmakta, alarm işareti verilmektedir. Tamimin ikinci maddesi birinciyi tamamlamakta İstanbul Hükümetinin aczi ortaya konularak, bu durumun milletimizi yok olarak tanıttırdığı açıklanmaktadır. Tamimde yer alan önemli bir hüküm de, “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” parolasıdır. Millî Egemenliğe ve millî bağımsızlığa yer veren bu ilke, daha sonraki tarihî gelişmelerle Türk İnkılâbının bir temel dayanağı olacaktır. Tamim, bölgesel değil, bütün ülkeyi içine alacak bir kuruluşu öngörmekte ve bu amaçla bir kongrenin toplanması gereğini belirtmektedir(15).
Amasya Tamimi, Millî Egemenliğe dayalı yeni bir Türk devletinin kurulması yolunda atılan ilk adımdır. Türk milletine bu çağrının gerekçesini ve uygulanacak plânı açıklamaktadır. Artık yüzyıllardır Türk milletinin kaderine hükmetmiş olan Padişah iradesine karşı ayaklanma başlamıştır. Nitekim Tamimle birlikte İstanbul’a gönderilen mektuplarda, artık İstanbul’un Anadolu’ya egemen değil, bağımlı olmak zorunda olduğu belirtilmiştir. Ordunun Amasya’da alınan kararların uygulanması ile görevlendirilmesi artık ordunun da ihtilâlin içinde yer aldığını göstermesi bakımından önemlidir.(16)
Tamim, millet gerçeğine dayanarak alt üst olan düzenin yerine yeni bir düzeni öngörmektedir.”İstiklâl”, bu yeni düzenin parolası, millî iradeye dayanan”Millî Hakimiyet” ilkesi de gücüdür.(17)
Amasya Tamimi’nin bir diğer önemi de,Türk Milliyetçiliği akımının, inkılâbın bir temel prensibi olarak değerlendirilmiş olmasıdır. Milliyetçilik Amasya Tamimi’nden itibaren millî mücadelenin esası, özü, temel yapısı olmuş, milleti harekete getiren, ona millî şuur ve vicdanının sesini duyuran, politik tutumun hedeflerini gösteren prensip olmuştur.(18)
Kısaca, Amasya Tamimi,Türk İnkılâp Tarihinde, hukukî ve siyasî önemi ile yeni Türk devletinin kuruluşunu hazırlayan bir temel vesika olması bakımından özel bir değer ifade eder.
Devletin kaderinde, milletin söz sahibi olması anlamını taşıyan Millî Egemenlik ilkesinin, Millî Mücadele dönemi boyunca ve daha sonra da üzerinde durulacak en önemli hususlardan birisi olduğu, Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde kongreler düzenlenerek, halkın istek ve düşüncelerinin belirlenmeye çalışılmasından da açıkça anlaşılıyordu. Zaten sadece bu kongrelerin toplanması bile, millet egemenliğinin gerçekleştirilmesi yolunda atılmış önemli bir adımdı. Çünkü kongrelerde alınacak olan kararlar, milletin temsilcilerinin görüşleri doğrultusunda ortaya çıkacaktı. Bu da milletin girişilecek olan mücadelede söz sahibi yapılması demekti.(19)
Bu çerçevede, 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında yapılan Erzurum Kongresinde alınan kararlar arasında; “Kuva-yı Milliyeyi âmil ve İdare-i Milliyeyi hakim kılmak esastır” ibaresinin bulunması, bütün bu çalışmaların Türkiye’de Millî Egemenliği gerçekleştirmek esasına dayandığı açıktır. Yine 4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında yapılan Sivas Kongresinin sonunda yayınlanan beyannamede de; “İstiklâlimizin temini için Kuva-yı Milliyeyi âmil ve Millî İradeyi hakim kılmak esastır” denilerek,Erzurum Kongresinde bu konuda alınan kararın aynen tekrarlanması, şüphesiz Atatürk’ün bu konudaki kararlılığının bir göstergesi olmuştur. Bu çerçevede,Atatürk’ün Sivas’ta çıkarttığı gazetenin adının İrade-i Milliye ve Ankara’da çıkarttığı gazetenin adının da, Hakimiyet-i Milliye olması tesadüf değildir.(20)
Türkiye’de Millî Egemenlik konusunda atılmış önemli adımlardan birisi de Son Osmanlı Mebusan Meclisinde 28 Ocak 1920′de kabul edilen Misak-ı Millî kararlarıdır. Misak-ı Millî ile her şeyden önce millî ve bölünmez bir Türk ülkesinin sınırları çizilmekle birlikte Türkler, tam bağımsızlık şuuruna erişmişler ve millet olarak asgari haklarını istemişlerdir. Bu Misak (Ant), Erzurum ve Sivas Kongreleri kararlarındaki millî kurtuluş programını, millî hudutlarımızı daha geniş ve belirli kılarak tam bir hukuk ve siyaset anlayışı esaslarına oturtmuştur.(21)
Misak-ı Millî’nin kabulünden sonra İngilizler 16 Mart 1920′de İstanbul’u işgal ederek,Son Osmanlı Mebusan Meclisini de dağıtmışlardır. İstanbul’un işgaliyle birlikte Osmanlı Devleti’nin tamamen etkisiz kaldığını ve milletin içinde bulunduğu kötü duruma bir çare bulmasının artık mümkün olmadığını gören Atatürk, milletin kurtuluşunu yine milletin kendisinin sağlayacağı düşüncesiyle ve Millî Egemenlik ilkesinin tam anlamıyla gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla, 19 Mart 1920′de bütün valilere, mutasarrıflıklara ve komutanlıklara bir genelge göndererek, Ankara’da “olağanüstü yetkilere sahip” yeni bir meclisin toplanmasını istedi.Bu genelgede yer alan hükümlere uygun olarak yapılan seçimler sonucunda belirlenen milletvekillerinin yanında, İstanbul’dan Ankara’ya gelmeyi başaran milletvekillerinin de katılmasıyla, yeni meclis 23 Nisan 1920′de Ankara’da açıldı.(22)
Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılmasıyla,Türkiye’de Millî Egemenlik ilkesi resmen ve de fiilen gerçekleştirilmiştir. Böylece millet kendi geleceğini kendisi belirleme imkânına kavuşmuştur. Bunda da en büyük pay, hiç şüphesiz Atatürk’e aittir.

Atatürk, T.B.M.M.’ni açarak en büyük ideallerinden birisi olan,Türkiye’de Millî Egemenlik ilkesini devletin temel unsurlarından birisi haline getirirken, “Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” ifadesiyle de, hükümranlık hakkını ve otoritesini sadece T.B.M.M.’ne vermiştir.O, böylece bu konuda milleti tam yetkili kılarken, aynı zamanda diktatörlüğe karşı da bütün kapıları kapatmıştır.(23)
Atatürk,Meclisin,Millî Egemenlik ilkesi gereği, milletin kaderine nasıl hakim olması gerektiğini de, yine mecliste yaptığı bir konuşmada şu sözlerle ifade etmiştir;”Millet mukadderatını doğrudan doğruya eline aldı ve millî saltanat ve hakimiyetini bir şahısta değil, bütün fertleri tarafından seçilmiş vekillerden oluşan bir Meclis-i Ali’de temsil etti. İşte o meclis, Meclis-i Alinizdir;Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Milletin saltanat ve hakimiyet makamı yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisidir.” (24)
19Mayıs 1919′da Atatürk’ün Samsun’a çıkmasıyla başlayan Türkiye’de Millî Egemenlik ilkesini gerçekleştirme çalışmaları, 23 Nisan 1920′de Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılmasıyla fiilen gerçekleşmiş ve “Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” ifadesinin 20Ocak 1921′de kabul edilen ilk Anayasada yer almasıyla da hukukî anlamda güvence altına alınmıştır. Böylece Türkiye’de Millî Egemenlik ilkesinin gerçekleşme evreleri de tamamlanmıştır.

(*) Gazi Üniversitesi,Kastamonu Eğitim Fakültesi, Öğretim Üyesi.

19 MAYIS 1919 TARİHİNİN ANLAMI VE ÖNEMİUZM. NEŞE ÇETİNOĞLU (*) 

19 Mayıs 1919 tarihi, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihindeki dönüm noktalarından biridir. Atatürk’ün Samsun’a ayak bastığı tarih olan 19 Mayıs aynı zamanda “Gençlik ve Spor Bayramı” olarak kutlanmaktadır. Atatürk Millî Mücadele sıralarında Türk milletini ileri götürecek olanların ve köhnemiş fikirlere karşı gelecek olanların genç fikirler olduğunu görmüştü. Bu nedenle de “gençlik” kavramı Atatürk için ayrı bir önem taşımaktadır. Atatürk gençlerden sık sık bahsederken, yaş sınırı dışında fikri olarak gençliği yani, fikirde yeniliği ifade etmiştir. O’nun şu sözü çok anlamlıdır:“Genç fikirli demek, doğruyu gören ve anlayan gerçek fikirli demektir.” (1)

Atatürk’ün gençliğe armağan ettiği ve “Gençlik ve Spor Bayramı” olarak kutlanan 19 Mayıs tarihinin önemini daha iyi anlayabilmek için Atatürk’ün 16-19 Mayıs 1919 tarihleri arasında gerçekleştirdiği İstanbul-Samsun yolculuğunu bir kez daha hatırlamamız gerekir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihindeki önemli olaylardan biri Atatürk’ün Samsun’a ayak basışıdır. TürkMilleti Birinci Dünya Savaşı sonrasında kötüleşen koşullar içinde kurtuluş çareleri ararken büyük bir lider Mustafa Kemal Atatürk ortaya çıktı ve Samsun’a ayak basarak “Kurtuluş” yolunu açtı. Dolayısıyla Atatürk’ün 16-19 Mayıs 1919 İstanbul’dan başlayan yolculuğu bir kurtuluş dönemini simgeler. Samsun’a ayak basışının taşıdığı önem Atatürk’ün Büyük Nutku’nu 19 Mayıs 1919 Samsun’a çıkışı ile başlatmasından anlaşılmaktadır ki şimdi bu yolculuğu kısaca anlatmaya çalışalım.

Samsun işgal kuvvetleri için önemli noktalardan biriydi. Stratejik bakımdan büyük öneme sahipti ve Karadeniz’den Orta Anadolu’ya açılan en rahat ve güvenilir bir kapıydı. İngilizler 9 Mart 1919 tarihinde Samsun’a askerî birlik çıkarmışlardı. Buna tepki olarak Türk Makinalı Tüfek birliğinden Hamdi adındaki bir teğmenin askerlerini alarak dağa çıkması (2)dikkatleri bu bölgeye çekti ve İngiliz Yüksek Komiserliği’nin de Türk halkının silâhlandığı konusundaki şikayetleri üzerine bu bölgeye güvenilir bir kumandanın olağanüstü yetkilerle gönderilmesine karar verildi. Bu kumandan Mustafa Kemal Atatürk’tü ve Atatürk uzun zamandan beri ülkenin içinde bulunduğu bu umutsuz duruma üzülüyor ve birşeyler yapmak içinAnadolu’ya geçmek istiyordu. Bu O’nun için bulunmaz fırsattır. İstanbul-Samsun yolculuğu öncesinde Atatürk’le Padişah Vahdettin arasında geçen konuşmayı Atatürk şöyle anlatır:(3)

“-Paşa, Paşa!… Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin!Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir (bu bir tarih kitabıdır)! Bunları unutun, dedi, asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden daha önemli olabilir…Paşa, Paşa…Devleti kurtarabilirsin!…

Bu sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahdettin benimle içtenlikle mi konuşuyor?…O Vahdettin ki… bütün yaptıklarından pişman mı olmuştur?Aldatıldığını mı anlamıştı?Fakat, böyle bir yorum ile başka konulara girişmeyi ürkütücü saydım, kendine karşılık verdim:

-Kişiliğe güveninize ve bana bunca yüz verişinize teşekkür ederim…Elimden gelen hizmeti esirgemeyeceğime lütfen güveniniz…”

Atatürk bu konuşmada plânlarının sezilmiş olabileceği duygusuna kapılmıştı ama, O’nu bekleyen ve O’na güvenen bir“Türk Milleti” vardı.

Atatürk ile beraber 16 Mayıs 1919 Cuma günü başlayacak yolculuğa gemi kaptanı İsmail Hakkı Durusu dışında 18 kişi eşlik edecekti. Bu 18 kişinin adları şöyleydi:(4) III. Kolordu Komutanı Kurmay Albay Refet Bey (General Bele), Müfettişlik Kurmay Başkanı Kurmay Albay Manastırlı Kâzım Bey (General DIRIK), Müfettişlik Sağlık Bakanı Doktor Albay İbrahim Talî Bey (ÖNGÖREN), Kurmay Başkan Yardımcısı Kurbay Yarbay Mehmet Ârif Bey(AYICI), Karargâh Erkân-ı Harbiyesi İstihbarat ve Siyâsiyât Şubesi Müdürü Kurmay Binbaşı Hüsrev Bey(GEREDE), Müfettişlik Topçu Komutanı Topçu Binbaşı Refik Bey(SAYDAM), Müfettişlik Başyaveri Yüzbaşı Cevad Abbas(GÜRER), Kurmay Mülhakı Yüzbaşı Mümtaz (TÜNAY),Kurmay Mülhakı Yüzbaşı İsmail Hakkı (EDE), Müfettişlik Emir Subayı Yüzbaşı Ali Şevket (ÖNDERSEV), Karargâh Komutanı Yüzbaşı Mustafa Vasfi (SÜSOY), Kurmay Başkanı Emir Subayı ve Müfettişlik Kâlem Âmiri Üsteğmen Arif Hikmet (GERÇEKÇI), İaşe Subayı Üsteğmen Abdullah(KUNT), Müfettişlik İkinci Yaveri Teğmen Muzaffer (KILIÇ), Şifre Kâtibi, Birinci Sınıf Kâtip Fâik (AYBARS), Şifre Kâtibi Yardımcısı, Dördüncü Sınıf Kâtip Memduh (ATASEV).

Atatürk beraberindeki kişilerle beraber 16 Mayıs 1919 Cuma günü öğleden sonra “Bandırma” adındaki eski bir vapurla Galata rıhtımından ayrılır. 17Mayıs 1919 Cumartesi günü Bandırma Vapuru saat 21.40 sıralarında İnebolu’ya varır. 18Mayıs 1919 Pazartesi günü beklenen yolculuğun sonuna gelinir. Yolcular Kalyon Burnu denilen yerden sandallarla Merkez iskelesine çıkarılırlar. Bu sandallardan birinin sahibi olan İsmail Yurtsever, o zaman için Atatürk’ü tanımadığını söyler,Atatürk’ü sandalda ve Samsun’da iken geniş yakalı lejyon kaputu ve başında kalpakla gördüğünü anlatır. (5)

Atatürk, İstanbul’dan başlayan ve Samsun’da sona eren yolculuk esnasında görevli bir askerdi ve giyimi de buna uygundu ancak Samsun’a ayak bastığı günden birkaç gün sonra asker değil, sivil olarak hareket edecekti.

Atatürk’ün Samsun’a çıkışında gördüğü manzara pek parlak değildi. Şehirde İngiliz işgal kuvvetleri vardı. Pontusçular sokaklarda kol geziyordu. Halk kendisini koruyamayacak durumdaydı. Atatürk bugün müze haline getirilen Hıntıka Palas’ta kaldıkları süre içinde hep bu sorunları düşündü, yolculukta geçirdiği uykusuz geceler sona ermemişti; şimdi de burada uykusuz geceler başlıyordu. Ama, O’nda ve O’nun gibi düşünenlerde bu azim oldukça hiçbir engel aşılmaz değildi.

Kısaca vermeye çalıştığımız bu yolculuk Türk Milleti için bir dönüm noktası oldu ve kurtuluşun başlangıcıydı. Millî Mücadele’yi başlatmak üzere Samsun’da Anadolu topraklarına bastığı 19 Mayıs 1919 tarihinin önemi nedeniyle de 19 Mayıs’ı Türk gençliğine armağan etti. Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi gençlik kavramı genel anlamda fikirlerdeki yeniliği anlatmaktadır.

Atatürk“Gençler!Benim gelecekteki emellerimi gerçekleştirmeyi üstlenen gençler!Bir gün bu memleketi sizin gibi beni anlamış bir gençliğe bırakacağımdan dolayı çok memnun ve mesudum”(6)derken Türk gençliğine olan güvenini de anlatmıştır.

Atatürk’ün şu sözleri hepimiz için bir rehber olmalıdır:“Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu kâfidir”(7)demiştir. Atatürk’ü anlamak, yaşadıklarını ve fikirlerini bilmekle mümkündür. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında yaşanan zorlukları her zaman göz önünde tutarak, 19 Mayısları Atatürk’ün emanetine daima sahip çıkarak kutlamalıyız.
(*)Atatürk Kültür,Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi uzmanı.

(1)Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Hazırlayan:Utkan Kocatürk, 3. Basım, Ankara 1984, s.76.

(2)Sabahattin Selek,Anadolu İhtilâli, İstanbul, 1981, s.206.

(3)Falih Rıfkı Atay ve Mahmut Soydan, Atatürk’ün Anıları, İstanbul, 1982, s.153.

(4)Fethi Tevetoğlu, Atatürk’le Samsun’a Çıkanlar, Ankara 1987, s.16; Sadi Borak, Atatürk, İstanbul 1973, s.242; Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam 1919-1922, 2.Cilt,İstanbul, 1983, s.19; Sabahattin Selek, Anadolu İhtilâli, İstanbul 1981, s.213.

(5)Hürriyet, 19 Mayıs 1973, s.4.

(6)Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Hazırlayan:Utkan Kocatürk, 3.Basım 1984, s.164-165. 

Osmanlı Devleti Neden Kısa Sürede Büyüdü Kısaca

$
0
0

311696.gif (500×280)

Bildiğiniz üzre Osmanlı beyliği çok küçük bir zaman diliminde büyüdü gelişti bir devlet haline geldi, diğer beylikleri kendine kata kata güçlendi ve İstanbul’u fethettikten sonra da koca bir imparatorluk haline geldi. 

Peki bu mucizevi hızlı büyümenin gerçek sebepleri nelerdir? Bu yazıda Osmanlı Devletinin kısa sürede büyümesinin nedenlerini kısa özet şeklinde açıklıyoruz (kısaca konu anlatımı).

Osmanlı Devletinin Kısa Sürede Büyümesinin Nedenleri

Osmanlılar önce bir beylik iken birçok coğrafi ve politik imkanlar sayesinde güçlü bir imparatorluk haline geldiler.
Bunda Anadolu ve Balkanların etkisi büyüktü

Anadolunun Etkisi

1243’teki Kösedağ Savaşı ardından Anadolu’nun çeşitli yerlerinde beylikler ortaya çıktı.  Anadolu Selçuklu buyüzden topraklar üzerindeki hakimiyetini kaybetti,

Bizanslıların Durumu:

Bizans çeşitli oyunların oynandığı bir devletti.  Anadolu’daki ve Balkanlardaki komutan ve askerler merkezi otoriteyi dinlemiyorlardı. Tekfur beyleri rahat bir şekilde hareket ediyorlardı.Bu sayede Osmanlının yayılması kolay oldu.

Coğrafi Durum:

Osmanlı beylik iken Bizans’ın yakınında olduğundan fethedilmeye müsait topraklara çok yakındı. Batıda ise ekonomik merkezler olan İznik, İzmit, ve Bursa’yı elde edebilecek durumdaydı.

Diğer Beylikler Tarafından Rahatsız Edilmemeleri:

Osmanlı, Bizans ile mücadeleye giriştiğinden diğer beylikler ile münakaşa yaşamadılar. Anadolu Beylikleri arasındaki kavgalara karışmadılar. Bu şekilde beylikler Osmanlı Beyliğine karşı cephe almadılar.  Osmanlı Beyliği sınırlarda daha rahat bir şekilde hareket etti.

Türkmen Göçleri:

Fethini sağladıkları topraklarda hakimiyetin uzun sürmesi için Türkmenleri yerleştirerek nüfus yoğunluğu elde etmişlerdi.

Merkezi Yönetimin Tek Olması

Osmanlılar, güçlü bir merkez yönetimi uygulamışlardır. Önceki Türk Devletlerinde görülen memleket “hanedan üyelerinin ortak malıdır” düşüncesi yoktu Osmanlıda. Bu durum da devletin parçalanmamasını, uzun süre yaşamasını sağlamıştır. Osmanlı Devleti, merkeziyetçi mutlak imparatorluk haline gelmiştir.

Uygulanan Politika

Fethedilen yerlerde tımar sistemi, nüfus iskan ve kültür politikası uygulanarak devlet otoritesi bu bölgelere götürülmüştü. Ayrıca fethedilen yerlerdeki insanların hak ve inançlarına saygı duyarak onlara kendi halkı gibi haklar tanımışlardır.

kurharita.jpg (400×275)

Osmanlı devletinin kısa sürede büyüyüp gelişmesinin nedenleri nelerdir?

  • Kurulduğu bölgenin uç bölgesi olması ve Moğol baskısından uzak bulunması
  • Topraklarının tek elden yönetilmesi
  • (Merkezi yönetime sahip olması)
  • Fetih hareketleri için gerekli kuvveti kolayca bulabilmeleri
  • En baştan beri düzenli ve güçlü bir ordu kurma düşüncesine sahip olmaları ve bunu hayatageçirebilmeleri
  • Başarılı bir yerleşim siyaseti izlemeleri
  • Yönetimin gelişme döneminde tamamen Türklerin elinde olması (Bunun sonucunda çıkabilecek mutlak iç çatışmalar ve isyanların engellenmesi)
  • Anadolu Türk beylikleri arasındaki mücadelelere başlangıçta katılmamaları
  • Hıristiyan Bizans’a karşı gaza ve cihat duygusuyla hareket etmeleri
  • Kuruluş devri hükümdarlarının üstün özelliklere sahip kişiler oluşu
  • Bu hükümdarlarının üstün özelliklere sahip olması için yapılan eğitimlerin büyük bir ciddiyetle yapılması padişahların eğitilmesi
  • Bizans’ın Balkanların ve Anadolu’nun karışıklık içinde bulunması
  • Sürekli doğudan gelen Türkmen göçleriyle nüfusunun ve askeri gücünün artması Devletinizlediği siyasi politika
  • Sosyal Müesseselerin oldukça hızlı bir şekilde yapılması ve kendi kendilerine
  • yetecek kaynaklarının hazırlanması yoluyla devlete yük bindirmemesini sağlamak
  • Savaşlarda kazanılan ganimetler ile ekonominin oldukça iyi olması ve böylece
  • devlet gücünün artması
  • Ele geçirilen yerlerdeki insanlara iyi davranmak suretiyle onları isyana yönlendirmemek
  • Ana yurttan ele geçirilen yerlere Türk’ler gönderilip buraların belirli bir ölçüde
  • Türkleşmesini sağlamak
  • Ele geçirilen yerlerde asayişi sağlamak üzere büyük bir çaba harcamak düşman ailelerden birini oradan uzaklaştırmak ve buna benzer yollarla düzeni sağlamak
  • İlk hükümdarların İslam Dini’ne oldukça bağlı kalması ve buna bağlı olarak insanlara yapılan muamelenin iyi olmasını sağlayarak halkın güvenini kazanmaları
  • Padişahların her istediğini yapmamaları; onların da bazı nizamlara uymaları
  • Karar verirken padişahların tek başına düşünmek yerine ayrıca devletin ileri gelenlerine de danışmaları
  • Sağlam yapılı bir toprak idaresinin kurulması

Osmanlı Devletinin Kısa Zamanda Büyümesinin Nedenleri (Kısa Özet)

Osmanlı Devletinin kısa zamanda büyümesi konusunda bir çok devlet  ve bir çok uygarlık  tarfından her zaman çekilmez bir yönleri olarak kabul edilmiştir.. Çünkü Osmanlı Devletinin   aşağıda verdiğimiz özellikleri diğer   uygarlıklarda yoktu.. Osmanlının bu özellikleri olumlu olduğu kadar olumsuz yönleride tabiki vardı.

OsmanLı Devleti’nin kısa zamanda büyümesinin nedenleri:

_Kurulduğu bölgenin coğrafi konumu
_fetihler icin gerekli kuvvetlerin kolayca sağlanması
_hakimiyetin taksim edilmemesi
_basarılı bir yerleşim siyaseti
_anadolu’daki beylikler arasındaki mücadelelere ilk anda karışmamaları
_Bizans’a karşı gaza ve cihat anlayışıyla mücadele etmeLeri
_Kurulus dönemi Padişahlarının yetenekli olmaları
_adaletli ve hosgörülü bir politika izlemeleri
_yönetimin tamamen Türklerin elinde bulunması…

Osmanlı devletinin hızlı  büyümesinin sebepleri neler?

Bu inceleme yazımızda Osmanlı Devletinin kısa sürede büyümesinin nedenlerini yakından inceleyeceğiz. Bildiğiniz üzere Osmanlı beylik olarak kurulmuş daha sonra hızla büyüyerek bir cihan devleti haline gelmiştir. Ocağın 27′sinde 1299 yılında kurulmuş bir beyliktir.

Daha önceleri Anadoluda bulunan Anadolu Selçuklu Devleti Moğollarla savaş yapmış ve yenilmiştir. Bu devletin yıkılmasının ardından daha sonra bölgelerdeki beyler beylikler kurarak bağımsızlık için ortam aramaya başladılar. İlerleyen dönemde Ertuğrul Gazi ve onun yanındaki Türkmenler Ankara yakınlarına yerleşti. Daha sonraları ise Osman Gazi ve Türkmenler Bizans sınırına yakın yerde yani Söğütte Osman Gazi Beyliğini kurdular. 1299

7554132342.jpg (275×183)

Osmanlı Devleti o dönemde kurulan en küçük ve zayıf bir beylik iken hızla büyüyerek bir cihan devleti olmuştur. Bunun nedenlerini maddeler halinde inceleyelim.

  1. Bizans Devleti: O dönemde Bizans devleti askeri ve maddi bakımdan çok zayıf durumdaydı. Osman Gazi Beyliğini kendilerine tehdit olarak görmediler. Ayrıca Bizans İmparatorluğunda o dönemde taht kavgaları yoğundu. Macarlar ve Bulgarların yoğun saldırıları kaybedilen topraklar Bizans Devletini güçsüz duruma düşürmüştür.
  2. Avrupadaki Durum: Avrupada o dönemde yaşanan Fransa -İngiltere savaşı nedeniyle Anadoluda yaşanan gelişmeler takip edilemedi. Ayrıca Avrupada hızla yayılan veba salgını nedeniyle devletler kendi derdiyle meşguldü.
  3. Anadoludaki Durum: Anadoluda birçok devlet ve beylik bulunuyordu. Bizans İmparatorluğu, Trabzon Rum İmparatorluğu, Venedik ve Cenevizliler, birçok türk beyliği bulunmaktaydı. Bu devletlerin tümü Moğollara vergi veriyorlardı. Lakin Osmanlı Beyliği en batıda olup Moğollara karşı savunulması rahat bir beylikti.
  4. Osmanlı Beyliğindeki Düzen: Bu beylik Bizans, Anadolu Selçuklu Devleti yönetim biçimlerini benimseyerek ikisinden kendisine yeni bir yönetim şekli belirledi. Birçok sistem geliştirdiler. Tımar, düzenli ordu, medrese gibi sistemleri kurdular.
  5. Veraset: Osmanlı Beyliği eski yönetimlere göre devletin topraklarının hanedan arasında paylaştırılmasını kaldırdı. Merkezi yönetim sistemini benimsedi.
  6. Beyliklerle iyi geçinmeleri: Diğer türk beylikleri ile iyi geçinmişlerdir. Diğer beylikler Osmanlı Beyliğinin Bizansla olan mücadelesini desteklemek adına siyasi ve askeri destek bile vermişlerdir.
  7. Adaletli yönetim: Fetih edilen topraklara adaleti ve hoşgörüyü götürmüşlerdir. Bu nedenle kazanılan topraklarda kalıcı olmayı başarmışlardır.
  8. Padişahlar: Osmanlı beylikten devlet haline geçene kadar padişahlıkta bulunan isimler üstün yetenekli kişilerdi. Bu nedenle devlet hızla büyüdü ve gelişti.
  9. Tarım: Osmanlı devletinin kurulduğu topraklar bereketli topraklardı. Bu nedenle tarım, ipek böcekciliği gibi unsurlar iyi gelir kaynağı sağladı.
  10. Ticaret: Osmanlı Devleti ticari yollar üzerinde kuruluydu. Çinden gelen İpek yolu, Hindistandan gelen Baharat yolu ve Rusya tarafından gelen Tahıl, Kürk ticaret yolları devlet topraklarından geçiyordu. Bu çok iyi bir gelir kaynağı demekti.

Konu etiketleri: osmanlı devletinin kısa sürede büyümesinin nedenleri, osmanlı devletinin kısa sürede gelişmesinin nedenleri, osmanlı devletinin kısa sürede büyüyüp gelişmesinin nedenleri, osmanlının kısa sürede büyümesinin nedenleri, osmanlının kısa sürede büyüme nedenleri, osmanlı devletinin kısa sürede büyüme nedenleri, osmanlının kısa sürede büyüyüp gelişmesinin nedenleri, osmanlı beyliğinin kısa sürede büyümesinin nedenleri, osmanlı devletinin kısa zamanda büyümesinin nedenleri, osmanlı devletinin kısa sürede büyümesinin nedenleri nelerdir, osmanlı devletinin kısa zamanda büyüyüp gelişmesinin nedenleri, osmanlı beyliğinin kısa sürede büyüme nedenleri, osmanlı devletinin kısa sürede büyümesinin sebepleri, osmanlı fetih hareketlerinin çok hızlı ve başarılı olmasının sebepleri nelerdir, osmanli devletinin kisa surede buyumesinin nedenleri,

Kısaca Osmanlı Devletinin kısa sürede gelişimini etkileyen faktörler neler özet maddeler halinde

$
0
0

7023684-115000.jpg (320×240)

Osmanlıların çok hızlı bir şekilde büyümesinin ve gelişmesinin en önemli etkenleri nelerdir?

Osmanlılar çok ufak bir beylik iken kısa bir süre denilebilecek bir zaman diliminde o kadar hızlı gelişti ki bir imparatorluk olmayı başardı. Peki buna sebep olan başlıca faktörler nelerdi? Gelin kısa maddeler halinde bu konuya bir göz atalım…

Osmanlılar önce bir beylik iken birçok coğrafi ve politik imkanlar sayesinde güçlü bir imparatorluk haline geldiler.
Bunda Anadolu ve Balkanların etkisi büyüktü

Anadolu’nun Etkisi

1243’teki Kösedağ Savaşı ardından Anadolu’nun çeşitli yerlerinde beylikler ortaya çıktı.  Anadolu Selçuklu buyüzden topraklar üzerindeki hakimiyetini kaybetti,

Bizans’ın Durumu:

Bizans çeşitli oyunların oynandığı bir devletti.  Anadolu’daki ve Balkanlardaki komutan ve askerler merkezi otoriteyi dinlemiyorlardı. Tekfur beyleri rahat bir şekilde hareket ediyorlardı.Bu sayede Osmanlının yayılması kolay oldu.

Coğrafi Durum:

Osmanlı beylik iken Bizans’ın yakınında olduğundan fethedilmeye müsait topraklara çok yakındı. Batıda ise ekonomik merkezler olan İznik, İzmit, ve Bursa’yı elde edebilecek durumdaydı.

Diğer Beylikler Tarafından Rahatsız Edilmemeleri:

Osmanlı, Bizans ile mücadeleye giriştiğinden diğer beylikler ile münakaşa yaşamadılar. Anadolu Beylikleri arasındaki kavgalara karışmadılar. Bu şekilde beylikler Osmanlı Beyliğine karşı cephe almadılar.  Osmanlı Beyliği sınırlarda daha rahat bir şekilde hareket etti.

Türkmen Göçleri:

Fethini sağladıkları topraklarda hakimiyetin uzun sürmesi için Türkmenleri yerleştirerek nüfus yoğunluğu elde etmişlerdi.

Merkezi Yönetimin Tek Olması

Osmanlılar, güçlü bir merkez yönetimi uygulamışlardır. Önceki Türk Devletlerinde görülen memleket “hanedan üyelerinin ortak malıdır” düşüncesi yoktu Osmanlıda. Bu durum da devletin parçalanmamasını, uzun süre yaşamasını sağlamıştır. Osmanlı Devleti, merkeziyetçi mutlak imparatorluk haline gelmiştir.

Uygulanan Politika

Fethedilen yerlerde tımar sistemi, nüfus iskan ve kültür politikası uygulanarak devlet otoritesi bu bölgelere götürülmüştü. Ayrıca fethedilen yerlerdeki insanların hak ve inançlarına saygı duyarak onlara kendi halkı gibi haklar tanımışlardır.

OSMANLI BEYLİĞİ’NİN BÜYÜME NEDENLERİ 

Osmanlılar, öncelikle bir beylik halinde ortaya çıktılar. Ertuğrul Gazi başkanlığında Söğüt ve Domaniç çevresine gelen Türkmen topluluğu, Alaaddin Keykubat zamanında .Ankara’nın batısındaki Karacadağ çevresine yerleştiler. Oğuzların Bozok kolunun Gün Han’a bağlı Kayı boyundan olan bu Türkmenler sonraları batıya doğru ilerleyerek Osmanlı Beyliği’ni kurdular.
Yüzyıl sonlarında Anadolu ve Balkanlar’ın durumu ve Osmanlıların bazı özellikleri, bu beyliğin kısa zamanda büyümesini sağladı. Bu nedenleri kısaca şöyle sıralayabiliriz:

1- Anadolu’nun Durumu: 
1243’teki Kösedağ Savaşı’ndan sonra Anadolu’nun çeşitli yerlerinde beylikler ortaya çıktı. Anadolu Selçuklu Devleti’nin etkisi giderek azalırken, İlhanlılar Anadolu’yu denetimleri altına almaya başladılar.
2- Bizans’ın Durumu: 
Bizans, tam bir entrika merkezi durumundaydı. Gerek Anadolu, gerekse Balkanlardaki vali ve komutanlar merkezi dinlemiyorlardı. “Tekfur” denilen beyler serbest bir şekilde hareket ediyorlardı. Bu durum Osmanlıların yayılmasında kolaylık sağladı.
3- Coğrafi Durum: 
Osmanlı Beyliği, coğrafi konum itibariyle Bizans’a komşu bir durumdaydı. Böylece “gaza” yapabileceği topraklarla karşı karşıyaydı. Batıya doğru ilerlediğinde ise ekonomik merkezler olan İznik, İzmit, ve Bursa’yı elde edebilecek durumdaydı.
4- Diğer Beylikler Tarafından Rahatsız Edilmemeleri: 
Osmanlı ilk dönemlerde, Bizans ile mücadeleye giriştiler. Anadolu Beylikleri arasındaki çekişmelere müdahale etmediler. Bu durumda beylikler Osmanlı Beyliğine karşı cephe almadılar. Böylece Osmanlı Beyliği sınırlarda daha rahat bir şekilde hareket etti.
5- Balkanlarda Birliğin Bozuk Olması: 
Bu dönemde Balkanlı milletler arasında mücadeleler vardı. Güçlü temellere sahip merkezi devletler yoktu. Bu durum; Osmanlıların Balkanlarda da kolayca yayılmalarını sağladı. Balkanlarda iki önemli güç vardı. Bunlar Bulgar ve Sırp Krallıklarıdır. Gerek Sırplar gerekse Bulgarlar Bizans sınırlarına devamlı saldırılar düzenleyerek Bizans aleyhine gelişiyorlardı.
6- Doğudan Gelen Yoğun Türkmen Göçleri: 
Fethedilen yerlerin elde tutulması için nüfus üstünlüğüne ihtiyaç vardır. Osmanlılar da fethettikleri yerlere hemen doğudan gelen Türkmenleri yerleştirmişlerdir. Bu durum alınan bölgenin kısa zamanda Türkleşmesini sağlamıştır.
7- Merkezi Yönetimin Güçlü Olması: 
Osmanlılar, daha önceki Türk Devletlerin tersine, güçlü bir merkez yönetimi oluşturmuşlardır. Önceki Türk Devletlerinde görülen memleket “hanedan üyelerinin ortak malıdır” anlayışından kaynaklanan ülkenin paylaşılması yöntemi uygulanmamıştır. Bu durum da devletin parçalanmamasını, uzun süre yaşamasını sağlamıştır. Fatih zamanında ise Osmanlı Devleti, merkeziyetçi mutlak imparatorluk haline gelmiştir.
8- Takip Edilen Mükemmel Politika: 
Osmanlı Fetihleri hiçbir zaman işgal ve istila amacı taşımamıştır. Fethedilen yerler, yerleşim yeri olarak görülmüş, yeni bir yurt olarak değerlendirilmiştir. Bu durum fetihlerin kalıcı olmasını sağlamıştır. Fethedilen yerlerde uygulanan tımar sistemi, nüfus iskan ve kültür politikası sayesinde devlet otoritesi bu bölgelere götürülmüştür. Hakimiyet altına alınan toplumlara vicdan hürriyeti tanınmış, hayat tarzlarına müdahale edilmemiştir.
9- Yüzyıl Savaşları’nın Etkisi: 
Avrupa’da 1337-1431 yılları arasında Yüzyıl Savaşları yapıldı. İngiltere ile Fransa arasındaki bu savaşlar,Osmanlı Devleti’nin Avrupa’da ilerlemesini kolaylaştıran bir faktör oldu.

Osmanlı Devleti’nin Kısa Sürede Gelişimini Etkileyen Faktörler

Coğrafi Konumu : Osmanlı Beyliği, Müslümanların topraklarıyla, Hıristiyanların topraklarının kesiştiği Söğüt, Domaniç bölgesinde kurulmuştur. Bu yüzden Uç Beyliği*’dir

Osmanlı Beyliğinin Uç Beyliği olması, uzun süre Anadolu’dan tehdit almamasına ve Hıristiyanlar ile yap*tığı savaşlarda Anadolu Müslümanları tarafından desteklenmesine neden oldu. Bu yüzden Osmanlı Devleti’nin batılı devletler ile yaptığı her savaş. cihat ya da gaza olarak görülmüştür.

Osmanlı Beyliği, Uç Beyliği olduğu için Asya’dan Anadolu’ya göç eden Türkmen boylarının tercih ettiği beylik olmuş, bu sayede çok küçük bir beylik olduğu zamanlarda bile nüfus sıkıntısı çekmemiştir.


Siyasi Boşluğun Etkisi :
 Osmanlı Beyliği kurulduğu sırada, Anadolu’da ve Balkanlar’da güçlü devlet yoktu. Bizans imparatorluğu ve Anadolu Selçuklu Devleti’nin de zayıflamış olması, ilk zamanlarından itibaren Osmanlının işine yaramıştır.

Örgütlenmedeki Başarısı : Osmanlı Beyliği, ilk hü*kümdarlarından itibaren gerek Anadolu Selçuklu Dev*leti’nin, gerekse Bizans İmparatorluğu’nun örgütlen*melerinin etkisinde kalmıştır. Divan örgütü, medrese, düzenli ordu, toprak sistemi gibi organizasyonlarını kı*sa sürede tamamlamış, kendine özgü sistemler de geliştirmiştir.

Avrupa’da feodalitenin, kralların yetkilerini kısıtladığı, doğuda ise Türk devletlerinin, hanedanın ortak malı olarak görüldüğü günlerde Osmanlı Beyliği’nde mutlak monarşi anlayışı yerleşmişti. 1. Murat’tan itibaren devlet hükümdarın malı olarak görülmüştür.

Mantıklı Siyasetlerin Etkisi : Osmanlı Beyliği kurul*duğu sırada Anadolu beylikleri arasında, Anadolu Sel*çuklu Devleti’nden kalan mirasın paylaşımı konusunda kısır savaşlar vardı. Osmanlı Devleti’nin de bu mücadeleye girmesi pek sonuç vermeyeceğinden, Osmanlı yö*neticileri yönlerini batıya döndürmüşlerdir.


Diğer Etkenler :

Osmanlı Beyliği’nin Anadolu’nun en önemli kara ticaret yolu üzerinde kurulmuş olması. Anadolu’da dini, ekonomik, sosyal ve siyasi etkileri olan, meslek teşkilatlarının (Lonca) yöneticisi durumun*daki Ahilerin desteğinin alınması. Kurucularının, Oğuzların değer verilen bir kolu olan Kayı boyundan gelmeleri. Rumeli’ye geçebilmiş olmalarıdır.
Kuruluş döneminden itibaren Osmanlı Devleti’nde teşkilatlanma başlıyor

Osmanlı yöneticileri, Abbasi, Selçuklu, Bizans gibi köklü devletlerin uygarlıklarından etkilenmiştir. Osman Bey aşiret organizasyonunu beylik haline getirmiş, döneminin sonlarına doğru tam bağımsızlığı sağlamıştır.

Orhan Bey ilk medrese, ilk ordu, ilk divan toplantısı, ilk gümüş para gibi yeniliklerle beylik organizasyonunu, devlet organizasyonu haline getirmiştir.

Eğitim ve Öğretim
Medreseler (ilmi kuruluşlar): Öğrencinin ilim öğrendiği yer manasına gelen ve genel olarak orta ve yüksek öğrenim görülen eğitim-öğretim kurumlandır.

Bütün islâm dünyası ile eski Türk devletlerinde olduğu gibi Osmanlılarda da eğitim ve öğretim genel olarak medreselere dayanmaktadır. Ancak medreseler dışında, okullar da bulunurdu. Ayrıca medrese dışı yüksek öğretimin bir başka yeri de, çok teşkilâtlı bir saray üniversitesi olan Saray-ı Hümâyun’dakiEnderun idi.
İlk Osmanlı medresesinin, devletin adlî, askerî ve idari yapısını düzenlerken ilmî ve sosyal yapısını da ihmal etmemiş olan Orhan Bey (Gazi) zamanında, İznik’te cami imaretiyle birlikte yapıldığı bilinmektedir. İznik Medresesi (İznik Orhaniyesi) 1331′de yapılmış ve oraya o dönemin en büyük ilim ve fikir adamı Davut Kayseri en dolgun maaş olan günde otuz akçe ile müderris olarak tayin edilmiştir.
Osmanlı Devleti’nin sınırlan genişledikçe diğer şehirlerde de eğitim-öğretim kurumlan, ilmî ve sosyal kurumlar kurulmaktaydı. Nitekim, Orhan Bey, Bursa yi fethettikten sonra, 1335 yılında Bursa hisarındaki kiliseyi medreseye çevirtmiş, öğrenciler için odalar yaparmış ve buranın giderlerini sağlayacak vakfiyeler kurdurmuştur.
Orhan Bey’den sonra 1. Murat (Hüdavendigâr), Yıldınm Beyazıt, Çelebi Mehmet ve II. Murat gibi Osmanlı hükümdarları ile vezir ve beylerbeylerinin değişik yerlerde yaptırdıktan bu kurumlar, Osmanlı ülkesinde eğitim-öğretim ve ilim faaliyetlerini genişletmiştir.
Osmanlı eğitiminde yüksek seviyede eğitim ve öğretimi gerçekleştiren medreseler, kendilerinden önceki İslâm medreselerinde olduğu gibi, amaç ve hizmet bakımından genel ve ihtisas medreseleri olmak üzere ikiye ayrılmıştır.
Kuruluş devrinin ilk dönemlerinde Osmanlı bilginleri çok az olduğu için Türkistan, Tebriz ve diğer İslâm ülkelerinden ve Anadolu beyliklerinden gelen ilim adamları medreselerde hocalık yaparlardı. Fakat kısa sürede Osmanlı ilim adamları da yetişerek bu sahadaki boşluğu doldurmuşlardır.
Medreseler, okutulan derslere göre ilk, orta ve yüksek olmak üzere birtakım derecelere ayrılmıştı. Bu medreselerde dinî (İslamî) ve müsbet bilimler okutulurdu. Bunların dışında, ihtisas medreseleri olan Darü’l Kurralar da vardı.
Dinî bilimlerden; Kur’an, hadis, fıkıh, kelâm tefsir, ferâiz, akaid, sarf ve nahiv; müsbet bilimlerden de, matematik, heyet (Astronomi), gramer, mantık, belâgat okutulurdu. Osmanlı Devleti’nin eğitim-öğretim ve ilim faaliyetlerinin temel taşı ve en mükemmel talim ve terbiye kurumu olan medreseler; bütün dünyaya örnek olacak din ve devlet adamı yetiştirirken, modern pedogojinin kabul ettiği metotları uygulamıştır.
Osmanlıların başarılarının doruğa ulaştığı dönem medreselerde okutulan yüksek din ve fen bilgilerinin tesiriyle, ilim ve medeniyette ileri oldukları dönemdir.
Özel bir durum olan yüksek zekâ ve kabiliyetli öğrenciler için de, enderun denen saray üniversitesinde eğilim ve öğretim veriliyordu.
Kültür: Osmanlı Devleti’nin kurulduğu tarihlerde, Anadolu’da. Selçuklulardan kalma bir kültür ve medeniyet vardı. Bu kültür, diğer İslâm devletlerinde olduğu gibi lslamî esaslara dayanmaktaydı. XIV. yüzyılın sonlarına kadar, Anadolu ilim alanında diğer İslâm ülkelerinin çoğundan geri durumdaydı. Bu sebeple Anadolu halkından olup da yüksek bir öğrenim görmek, kültürünü arttırmak isteyenler Türkistan, Mısır, Tebriz ve Şam’a giderdi.
Osmanlı devlet adamları, beyliğin kuruluşundan beri ilim ve fikir adamlarına saygı duymuş, onları danışma makamı olarak görmüş ve sürekli el üstünde tutmaya çalışmışlardır. Nitekim diğer ülkelerden, beyliklerden ilim ve fikir adamlarının, Osmanlı Devletini tercih edip orada yerleşmelerinin başlıca sebebi; kendilerine devlet adamlarınca gösterilen itibardır

Osmanlı Devleti’nin Kısa Sürede Gelişimini Etkileyen Faktörler

Osmanlı Beyliği’nin Kısa Sürede Büyüme Nedenleri
Osmanlı Devleti’nin Kısa Sürede Gelişimini Etkileyen Faktörler
Osmanlı Devletinin Kısa Sürede Güçlü Bir Devlet Haline Gelmesini Kolaylaştıran Faktörler

Osmanlı Devleti’nin Kısa Sürede Gelişimini Etkileyen Faktörler

Osmanlılar, öncelikle bir beylik halinde ortaya çıktılar. Ertuğrul Gazi başkanlığında Söğüt ve Domaniç çevresine gelen Türkmen topluluğu, Alaaddin Keykubat zamanında .Ankara’nın batısındaki Karacadağ çevresine yerleştiler. Oğuzların Bozok kolunun Gün Han’a bağlı Kayı boyundan olan bu Türkmenler sonraları batıya doğru ilerleyerek Osmanlı Beyliği’ni kurdular.
Yüzyıl sonlarında Anadolu ve Balkanlar’ın durumu ve Osmanlıların bazı özellikleri, bu beyliğin kısa zamanda büyümesini sağladı. Bu nedenleri kısaca şöyle sıralayabiliriz:

1- Anadolu’nun Durumu

1243’teki Kösedağ Savaşı’ndan sonra Anadolu’nun çeşitli yerlerinde beylikler ortaya çıktı. Anadolu Selçuklu Devleti’nin etkisi giderek azalırken, İlhanlılar Anadolu’yu denetimleri altına almaya başladılar.
2- Bizans’ın Durumu:
Bizans, tam bir entrika merkezi durumundaydı. Gerek Anadolu, gerekse Balkanlardaki vali ve komutanlar merkezi dinlemiyorlardı. “Tekfur” denilen beyler serbest bir şekilde hareket ediyorlardı. Bu durum Osmanlıların yayılmasında kolaylık sağladı.

3- Coğrafi Durum

Osmanlı Beyliği, coğrafi konum itibariyle Bizans’a komşu bir durumdaydı. Böylece “gaza” yapabileceği topraklarla karşı karşıyaydı. Batıya doğru ilerlediğinde ise ekonomik merkezler olan İznik, İzmit, ve Bursa’yı elde edebilecek durumdaydı.

4- Diğer Beylikler Tarafından Rahatsız Edilmemeleri

Osmanlı ilk dönemlerde, Bizans ile mücadeleye giriştiler. Anadolu Beylikleri arasındaki çekişmelere müdahale etmediler. Bu durumda beylikler Osmanlı Beyliğine karşı cephe almadılar. Böylece Osmanlı Beyliği sınırlarda daha rahat bir şekilde hareket etti.

5- Balkanlarda Birliğin Bozuk Olması
Bu dönemde Balkanlı milletler arasında mücadeleler vardı. Güçlü temellere sahip merkezi devletler yoktu. Bu durum; Osmanlıların Balkanlarda da kolayca yayılmalarını sağladı. Balkanlarda iki önemli güç vardı. Bunlar Bulgar ve Sırp Krallıklarıdır. Gerek Sırplar gerekse Bulgarlar Bizans sınırlarına devamlı saldırılar düzenleyerek Bizans aleyhine gelişiyorlardı.

6- Doğudan Gelen Yoğun Türkmen Göçleri

Fethedilen yerlerin elde tutulması için nüfus üstünlüğüne ihtiyaç vardır. Osmanlılar da fethettikleri yerlere hemen doğudan gelen Türkmenleri yerleştirmişlerdir. Bu durum alınan bölgenin kısa zamanda Türkleşmesini sağlamıştır.
7- Merkezi Yönetimin Güçlü Olması:
Osmanlılar, daha önceki Türk Devletlerin tersine, güçlü bir merkez yönetimi oluşturmuşlardır. Önceki Türk Devletlerinde görülen memleket “hanedan üyelerinin ortak malıdır” anlayışından kaynaklanan ülkenin paylaşılması yöntemi uygulanmamıştır. Bu durum da devletin parçalanmamasını, uzun süre yaşamasını sağlamıştır. Fatih zamanında ise Osmanlı Devleti, merkeziyetçi mutlak imparatorluk haline gelmiştir.

8- Takip Edilen Mükemmel Politika
Osmanlı Fetihleri hiçbir zaman işgal ve istila amacı taşımamıştır. Fethedilen yerler, yerleşim yeri olarak görülmüş, yeni bir yurt olarak değerlendirilmiştir. Bu durum fetihlerin kalıcı olmasını sağlamıştır. Fethedilen yerlerde uygulanan tımar sistemi, nüfus iskan ve kültür politikası sayesinde devlet otoritesi bu bölgelere götürülmüştür. Hakimiyet altına alınan toplumlara vicdan hürriyeti tanınmış, hayat tarzlarına müdahale edilmemiştir.

9- Yüzyıl Savaşları’nın Etkisi

Avrupa’da 1337-1431 yılları arasında Yüzyıl Savaşları yapıldı. İngiltere ile Fransa arasındaki bu savaşlar,Osmanlı Devleti’nin Avrupa’da ilerlemesini kolaylaştıran bir faktör oldu.

Osmanlı Devletinin Gelişmesini Sağlayan Etkenler

  • Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu
  • İlhanlıların zayıflamasından faydalanan Osman Bey, bağımsız hareket ederek Osmanlı Devleti’ni kurmuştur (1299).
  • Osman Gazi’nin, Ahi şeyhlerinden Edebali’nin kızıyla evlenmesi Anadolu halkı tarafından kabullenilmesini ve desteklenmesini sağlamıştır.
  • Osmanlı Devleti’nin Kısa Sürede Gelişmesini Sağlayan Etkenler
  • Osmanlı Devleti’nin kısa sürede gelişmesinde;
  • Anadolu’da ve Balkanlarda siyasal birliğin bulunmaması
  • Merkeziyetçi bir devlet anlayışı benimsenerek hakimiyetin tek elde toplanması
  • Devletin Bizans sınırında kurulması, ticaret ve göç yolları üzerinde bulunması
  • Doğudan gelen yoğun Türkmen göçleriyle nüfus üstünlüğünün sağlanması ve asker ihtiyacının karşılanması
  • Düzenli ve güçlü orduların kurulması gibi faktörler etkili olmuştur.

Osmanlı Devletinin Hızlı Büyümesinde Etkili Olan Faktörler ( Özet – Kısaca ) 

Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu

İlhanlıların zayıflamasından faydalanan Osman bey,Anadolu Selçukludan bağımsız hareket ederek Osmanlı Devleti’ni kurmuştur ( 1299 ) .

Osman Gazi’nin , Ahi şeyhlerinden olan ve Bilecik Civarlarında yaşayan Şeyh Edebali’nin kızıyla evlenmesi Anadolu da yaşayan halk  tarafından kabullenilmesini ve desteklenmesini sağlamıştır .

Osmanlı Devleti’nin Kısa Sürede Gelişmesini Sağlayan Etkenler Madde Madde

  • Osmanlı Devleti’nin kısa bir zamanda gelişmesinde;
  • Anadolu’da ve Balkanlardaki ülkelerde siyasal birliğin bulunmaması
  • Merkeziyetçi bir hükümet anlayışı kabul edilerek hakimiyetin tek bir elde toplanması
  • Devletin Bizans sınırında oluşturulması , ve devletin kurulduğu toprakların dünyanın önemli ticaret ve göç yolları üstünde bulunması
  • Doğudan gelen büyükTürkmen göçleri sayesinde Anadoluda nüfus üstünlüğünün sağlanması ve gerekli olan asker ihtiyacının karşılanması
  • Düzenli ve kuvvetli orduların oluşturulması gibi bir çok faktör bu büyümede tesirli olmuştur .

Etiketler:

Osmanlı devletinin kısa sürede gelişimini etkileyen faktörlerosmanlı devletinin hızlı bir şekilde gelişmesindeki etkenler nelerdirosmanlının çabuk gelişmesini etkileyen faktörlerosmanlinin cabuk gelismesini saglayan faktorlerosmanlı devletinin gelişimini etkileyen faktörlerosmanlı devletinin büyümesinde etkili olan faktörlerosmanlı devletinin kısa sürede büyümesini sağlayan faktörlerosmanlı devletinin büyümesini etkileyen faktörlerosmanli devletinin gelismesine yardimci olan faktorlerosmanli devletinin kısa surede buyumesıne etkılı faktorlar madde halinde 

Kısaca kurtuluş savaşımızın sonunda ne olmuştur? özet

$
0
0

3c01b.jpg (400×300)

Türk Milleti tüm dünyaya ilham veren özellikle de sömürülen ve gelişmekte olan geri kalmış ülkelere örnek teşkil eden büyük bir kahramanlık destanı yazarak tüm büyük Dünya güçlerine karşı kurtuluşun savaşını vermiş ve bu savaşta dinine ve bağımsızlığına verdiği önem sayesinde zafer kazanmıştır.

Peki acaba bu kurtuluş savaşı sonucunda ne oldu? Gelin bu soruya kısa konu anlatımı şeklinde cevap verelim…

1.Dünya savaşının ardından Osmanlı Devletinin toprakları itilaf devletlerince paylaşılmıştı bunun üzerine elde kalan imkanlarla düşmanı yurttan atmak için verilen savaştır. Çok cepheli olan bu savaş istiklal harbi adıyla da bilinmektedir.

1919-1922 tarihleri arasında gerçekleşmiş olan savaş 11 Ekim 1922 de Mudanya Ateşkes Antlaşması ile fiilen bitmiş bulunmaktadır. 24 Temmuz 1923 tarihinde ise Lozan Barış Antlaşmasının imzalanması ile resmi olarak sona ermiştir.

Kurtuluş Savaşının dönüm noktalarını oluşturan dört dönem bulunmaktadır:

Birinci Dünya Savaşının ardından:  Mondros Ateşkes Antlaşmasının yürürlüğe girdiği 31 Ekim 1918 tarihinden, Mustafa Kemal Paşa’nın 9. Ordu müfettişi tayin edilip Anadoluya ayak bastığı 19 Mayıs 1919′a kadar olan zamandır.

Örgütlenme dönemi: Mayıs 1919′dan, 1920′de TBMM’nin açılışına kadar olan süreç.
Egemenlik kurulmaya başlandığı dönem: Nisan 1920′den, Londra’da düzenlenen barış konferansının ikinci bölümünün başladığı Mart 1922′ye kadardır.

Barışın geldiği dönem: Mart 1922′den, Cumhuriyetin ilan edildiği 29 Ekim 1923′e kadar olan bölümdür.

Kurtuluş Savaşı’nın sonuçları kısaca şu şekildedir:

Türk halkının M.Kemal ve arkadaşlarına duyduğu güven artmıştır

TBMM, kazandığı zaferin ardından Londra konferansına davet edildi
Zaferin ardından Afganistan’la dostluk ve yardımlaşma anlaşmasının yanı sıra Rusya ile Moskova Antlaşması imzalanmıştır.

Kurtuluş Savaşı Sonucu
Kurtuluş savaşının kısaca sonucu
Kurtuluş Savaşının Sonucunda Neler Oldu

Kurtuluş Savaşı Sonucunda Ne Oldu
Kurtuluş Savaşı, I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu’nun İtilaf Devletleri’nce işgali sonucunda Misak-ı Milli sınırları içinde ülke bütünlüğünü korumak için girişilen çok cepheli siyasi ve askeri mücadele. Ayrıca İstiklal Harbi ya da Milli Mücadele olarak da bilinir.

1919-1922 yılları arasında gerçekleşmiş ve 11 Ekim 1922′de imzalanan Mudanya Mütarekesi ile fiilen, 24 Temmuz 1923′te imzalanan Lozan Antlaşması ile resmen sona ermiştir.
Kurtuluş Savaşı, dört belirgin döneme ayrılabilir:

Birinci Dünya Savaşı sonrası dönemi: Mondros Mütarekesi’nin yürürlüğe girdiği 31 Ekim 1918′den, Mustafa Kemal Paşa’nın 9. Ordu müfettişi olarak Anadolu’ya yola çıktığı 19 Mayıs 1919′a kadardır.

Örgütlenme dönemi: Mayıs 1919′dan, Ankara’daki Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı Nisan 1920′ye kadardır.
Hakimiyetin sağlanması dönemi: Nisan 1920′den, Londra Barış Konferansı’nın ikinci safhasının başladığı Mart 1922′ye kadardır.

Barışın sağlanması dönemi: Mart 1922′den, Cumhuriyetin ilan edildiği 29 Ekim 1923′e kadardır.

Kurtuluş Savaşı’nın kısaca sonuçlarını şu şekilde özetleyebiliriz.

  • Türk milletinin düzenli orduya olan güveni artmıştır
  • TBMM, bu zaferden sonra Londra Konferansı’na davet edilmiştir
  • Zaferden sonra Afganistan’la dostluk ve yardımlaşma anlaşması, Rusya ile Moskova Antlaşması imzalanmıştır

Türk_süvari_birliklerinin_İzmire_girişi.jpg (720×399)

KURTULUŞ ŞAVAŞININ BASLAMASI VE ZAFERLE SONA ERMESİ 

Mondros Mütarekesi’nden sonra İtilaf Devletleri’nin Osmanlı ordularını işgale başlamaları üzerine; Mustafa Kemal 9. Ordu Müfettişi olarak 19 Mayıs 1919′da Samsun’a çıktı. 22 Haziran 1919′da Amasya’da yayımladığı genelgeyle “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını ” ilan edip Sivas Kongresi’ni toplantıya çağırdı. 23 Temmuz – 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum, 4 – 11 Eylül 1919 tarihleri arasında da Sivas Kongresi’ni toplayarak vatanın kurtuluşu için izlenecek yolun belirlenmesini sağladı. 27 Aralık 1919′da Ankara’da heyecanla karşılandı. 23 Nisan 1920′de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması yolunda önemli bir adım atılmış oldu. Meclis ve Hükümet Başkanlığına Mustafa Kemal seçildi Türkiye Büyük Millet Meclisi, Kurtuluş Savaşı’nın başarıyla sonuçlanması için gerekli yasaları kabul edip uygulamaya başladı.

Türk Kurtuluş Savaşı 15 Mayıs 1919′da Yunanlıların İzmir’I işgali sırasında düşmana ilk kurşunun atılmasıyla başladı. 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr Antlaşması’nı imzalayarak aralarında Osmanlı İmparatorluğu’nu paylaşan I. Dünya Savaşı’nın galip devletlerine karşı önce Kuvâ-yi Milliye adı verilen milis kuvvetleriyle savaşıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi düzenli orduyu kurdu, Kuvâ-yi Milliye – ordu bütünleşmesini sağlayarak savaşı zaferle sonuçlandırdı.

Kurtuluş savaşının sonuçları

19 Mayıs 1919′da Samsun’da başlayan yeni ve bağımsız, bir Türk Devleti kurmak savaşı dış ve iç düşmanlara karşı başarıyla sonuçlanarak Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Kurtuluş Savaşı’nın inanç ve başarısı nasıl Atatürk’ün eseri idiyse, Cumhuriyet de yine O’nun eseri idi. İleriki yıllarda bunu şu sözleriyle belirtti. “Benim en büyük eserim Türkiye Cumhuriyeti’dir.

Kurtuluş Savaşı’nın kısaca sonuçlarını şu şekilde özetleyebiliriz.

- Türk milletinin düzenli orduya olan güveni artmıştır

- TBMM, bu zaferden sonra Londra Konferansı’na davet edilmiştir

- Zaferden sonra Afganistan’la dostluk ve yardımlaşma anlaşması, Rusya ile Moskova Antlaşması imzalanmıştır

Londra Konferansı (23 Şubat-12 Mart 1921)

I İnönü Savaşı’nın kazanılması üzerine İngilizler de TBMM gerçeğini kabul etmek zorunda kaldılar

İtilaf Devletleri, İstanbul Hükümeti’ni Londra Konferansı’na davet ettiler İstanbul Hükümeti’nin göndereceği delegeler arasında M Kemal’in ya da M Kemal’in yetki verdiği birisinin de yer almasını istediler Bu davranışlarıyla TBMM Hükümeti’ni tanımadıklarını göstermek istemişlerdir

Londra Konferansı’nın Sonuçları

İtilaf Devletleri, TBMM Hükümeti’ni konferansa çağırmakla onun varlığını hukuken tanımışlardır

Sevr Barış Antlaşması’nın çeşitli hükümleri tartışma konusu yapılmaya başlamıştır

TBMM Hükümeti, bu konferanstan önemli sonuçlar beklemiyordu Fakat konferansa katılmakla “Türkler barış görüşmelerine yanaşmıyorlar, savaşı uzatıyorlar” şeklindeki propagandanın önlenmesi sağlanmıştır

Londra Konferansı’nın başarısızlıkla sonuçlanması üzerine Anadolu’da Yunan saldırısı yeniden başladı Bu durum II İnönü Savaşı’na neden olmuştur.

Londra Konferansı sonrasında TBMM temsilcisi Fransa, İngiltere ve İtalya ile ikili antlaşmalar yaptı Fakat bu antlaşmalarda “devletlerin eşitliği” ilkesine uyulmamıştır Yapılan antlaşmalar TBMM tarafından onaylanmadığından yürürlüğe girmemiştir

Moskova Antlaşması (16 Mart 1921)

I İnönü Savaşı’nda Yunanlılara karşı kazanılan başarı ve TBMM temsilcisinin Londra Konferansı’na çağrılması üzerine Moskova Antlaşması imzalandı (16 Mart 1921)

Moskova Antlaşması’yla;

İlk defa büyük bir devlet TBMM’yi tanımıştır

  • Sovyet Rusya, Misak-ı Milli’yi tanıyan ilk Avrupa devleti olmuştur
  • Sovyet Rusya, Sevr Antlaşması’nı tanımadığını ilan etmiştir
  • Her iki devlet de kendilerinden önceki döneme ait antlaşmaların geçersiz olduğunu bildirmiştir
  • Batum Gürcistan’a, dolayısıyla Sovyet Rusya’ya bırakıldı Buna karşılık Sovyetler, Kars ve çevresinin yeni Türk Devleti’ne ait olduğunu kabul ettiler Dönemin olağanüstü şartlarından dolayı Batum Gürcistan’a bırakılmıştır Bu durum Misak-ı Milli sınırlarından verilmiş ilk tavizdir.

    II İnönü Savaşı (23 – 31 Mart 1921)

    I İnönü Savaşı’ndan kısa bir süre sonra Yunanlılar yeniden saldırıya geçtiler Yunan saldırısının başlamasında:

    Londra Konferansı’ndaki barış tekliflerinin TBMM Hükümeti tarafından kabul edilmemesi

    İngilizlerin yeni bir saldırı konusunda Yunanlıları teşvik etmeleri

    Yunanlıların Türk ordusunun teşkilatlanmasına fırsat vermeden Eskişehir ve Afyon’u almak, Ankara üzerine yürüyerek TBMM’yi dağıtmak istemeleri Sevr Antlaşması’nın TBMM’ye kabul ettirilmek istenmesi etkili olmuştur

    II İnönü Savaşı’nın kazanılmasıyla:

    Halkın Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne olan güveni artmıştır

    İtalyanlar, Anadolu’da işgal ettikleri yerleri boşaltmaya başlamışlardır (5 Temmuz 1921)

    M Kemal Paşa, İsmet Paşa’ya bir telgraf çekerek tebrik etmiş ve; Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin ters alınyazısını da (makus talihini de) yendiniz” demiştir

    Eskişehir – Kütahya Savaşları (10 – 24 Temmuz 1921)

    Yunan saldırısının amacı; TBMM Hükümeti’ni dağıtarak kesin sonucu elde etmekti Bütün güçleriyle hazırlanan Yunan ordusu geniş bir cephe üzerinde saldırıya geçti Bu cephe İnönü’den Afyon’a kadar uzanıyordu Türk ordusu henüz II İnönü Savaşı’nın yorgunluğunu üzerinden atamadığından Yunan kuvvetleri karşısında başarılı olamadı

    Üstün kuvvetlerle yapılan Yunan saldırısı karşısında Türk kuvvetleri yenilgiye uğradı Bu gelişmeler üzerine M Kemal Paşa, İsmet Paşa’ya “Sakarya’nın doğusuna çekilmesi” tavsiyesinde bulundu Bunun üzerine Türk ordusu Sakarya nehrinin doğusuna çekildi

    Başkomutanlık Kanunu’nun Çıkarılması

    TBMM, Meclisin sahip olduğu yetkileri şahsında toplamak ve Meclis adına uygulamak üzere M Kemal Paşa’ya üç ay süreyle Başkomutanlık yetkisi veren kanunu kabul etti (5 Ağustos 1921) Başkomutanlık Kanunu’nun çıkarılmasıyla MKemal Paşa;

    TBMM’ye ait olan “yasama ve yürütme” yetkilerini doğrudan kullanmaya başladı

    İstiklâl Mahkemelerinin de kendisine bağlanmasıyla “yargı” yetkisine de sahip oldu

    Erzurum Kongresi’nde askerlik mesleğinden ayrılan M Kemal Paşa, milli irade ile başkomutan oldu

    Tekâlif-i Milliye Emirleri (7 – 8 Ağustos 1921)

    Mustafa Kemal Paşa başkomutan olduktan sonra Türk ordusunu yapılacak yeni savaşa hazırlamak amacı ile çalışmalara başladı Ordu asker sayısı olarak yetersiz olduğu gibi silah ve teçhizat bakımından da çok zor durumda idi Bundan dolayı Mustafa Kemal Paşa, Tekalif-i Milliye Emirlerini yayınladı Çıkartılan kanun ile Türk ordusunun ihtiyaçlarının karşılanması ve savaş gücünün artırılması amaçlanmıştır

    Sakarya Meydan Savaşı (23 Ağustos – 12 Eylül 1921)

    Yunan kuvvetleri 22 Ağustos 1921′de Sakarya nehrini geçerek Türk kuvvetleriyle karşılaştılar

    22 gün gece ve gündüz devam eden savaş 13 Eylül 1921′de Türk ordusunun zaferiyle sona ermiştir

    Sakarya Savaşı’nın Sonuçları

    1683 Viyana bozgunu ile başlayan Türk gerileyişi Sakarya’da sona ermiştir

    Türk ordusu ilk defa savunma durumundan taarruz durumuna geçmiştir

    TBMM ile Kafkas Cumhuriyetleri arasında Kars Antlaşması yapılmıştır (13 Ekim 1921)

    Kars Antlaşması ile Türkiye’nin Doğu sınırı kesinlik kazandı

    Fransızlarla Ankara Antlaşması imzalanmıştır (20 Ekim 1921)

    Yunanlılar taarruz gücünü kaybettikleri gibi, İngiltere desteğinden de mahrum kalmışlardır

    İtilaf Devletleri TBMM’ye ateşkes ve barış teklifinde bulunmuşlardır

    İtilâf Devletleri’nin Barış Teklifleri

    2 Mart 1922 tarihinde İtilâf Devletleri Dışişleri Bakanları Türk ve Yunan taraflarına ateşkes teklifinde bulundular Yapılan teklifte, “iki taraf arasında askersiz bölge bırakılması, her iki tarafın asker ve silah bakımından güçlenmemeleri, askeri açıdan Türk tarafının İtilâf Devletleri’nin denetimi altında bulunması ve çarpışmaların üç ay süreyle durdurulması” yer alıyordu Böylece Türk ordusunun taarruz hazırlıkları durdurulacaktı Bu teklifler Yunanlılar tarafından hemen kabul edildi Türk tarafı ise bağımsızlık anlayışına ters düşen askeri denetim teklifini kabul etmediğini bildirdi Ateşkesin ancak memleketimizdeki yabancı kuvvetlerin çıkmasıyla yapılabileceği belirtildi

    Büyük Taarruz

    26 Ağustos 1922′de taarruz başladı 27 Ağustos’tan itibaren Türk ordusunun üstünlüğü eline geçirmesi üzerine Yunan kuvvetleri geri çekilmeye başladı Aslıhanlar bölgesinde yapılan bu savaşa Dumlupınar Meydan Savaşı denilmiştir 30 Ağustos 1922 tarihinde de Yunan kuvvetlerinin tamamen yok edildiği ve Başkomutan Mustafa Kemal’in doğrudan yönettiği savaşa Başkomutanlık Savaşı denilmiştir Yunan kuvvetlerinin yeni bir savaş hattı oluşturmalarına engel olmak amacıyla M Kemal Paşa, “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, İleri!” emrini verdi Yunan kuvvetleri İzmir’e doğru kaçarken Türk ordusu 6 Eylül’de Balıkesir, 8 Eylül’de Manisa, 9 Eylül’de İzmir’e girdi 17 Eylül’de ise Bandırma’ya ulaştı 18 Eylül 1922 tarihinden itibaren Anadolu’da artık hiçbir Yunan kuvveti kalmamıştır

    Büyük Taarruz’un Sonuçları

    Milli mücadele başarıya ulaşmıştır

    Anadolu’da İtalyan ve Fransız işgalinden sonra Yunan işgali de sona ermiştir

    Kurtuluş Savaşı’nın askeri safhası başarıyla tamamlanmıştır

    Türk ordusu Çanakkale ve İzmit civarında İngiliz kuvvetleri ile karşı karşıya gelmiştir

    İçte milli birlik ve bütünlük sağlanmıştır

    Mudanya Ateşkes Anlaşması (11 Ekim 1922)

    Mudanya Ateşkes Anlaşması’na göre:

    Türk – Yunan kuvvetleri arasındaki savaş sona erecektir

    Yunan kuvvetleri Meriç nehrine kadar olan Doğu Trakya’yı 15 gün içinde boşaltacaklardır

    Doğu Trakya TBMM’nin jandarma kuvvetlerine bırakılacaktır Ancak bu kuvvetler 8000′i geçmeyecektir

    İstanbul, Boğazlar ve çevresinin yönetimi TBMM Hükümeti’ne bırakılacaktır İtilaf Devletleri barış yapılıncaya kadar İstanbul’da kuvvet bulunduracaklardır

    Barış antlaşması yapılıncaya kadar Türk silahlı kuvvetleri Çanakkale ve İzmit yarımadasında belirlenen çizgiyi geçemeyeceklerdir

    Mudanya Ateşkes Anlaşması’yla:

    Türk Kurtuluş Savaşı’nın askeri safhası sona erdi

    Yeniden silahlı çatışmaya girilmeden diplomatik başarılarla Doğu Trakya ve İstanbul kurtarıldı

    İstanbul, Boğazlar ve çevresinin TBMM Hükümeti’ne bırakılması ile Osmanlı Devleti hukuken sona erdi

    Lozan Antlaşması

    Lozan Antlaşması, 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lausanne (Lozan) şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika, SSCB ve Yugoslavya temsilcileri tarafından, Lozan Üniversitesi salonunda imzalanmış barış antlaşmasıdır. Lozan Barış Antlaşması’ndaki alınan kararlar Kurtuluş Savaşı’nın sonuçları olarak nitelendirilebilir.

    Sınırlar

    Suriye Sınırı : 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşması’nda belirlenen sınırlar kabul edilmiştir

    Irak Sınırı : Musul-Kerkük sorunundaki anlaşmazlıktan dolayı sınır belirlenememiştir Sınırın daha sonra TBMM ile İngiltere arasında yapılacak ikili görüşmelerle belirlenmesine karar verilmiştir

    Boğazlar

    Boğazların idaresi, başkanlığını bir Türk’ün yapacağı uluslararası komisyona bırakılmıştır

    Boğazların her iki yakasında 20′şer km’lik askerden arındırılmış bölge oluşturulmuştur

    Oluşturulan askersiz bölgeye olağanüstü bir durum yaşandığında Türkiye’nin asker sokabileceği kararlaştırılmıştır

    Boğazlardan ticaret gemilerinin serbestçe geçmesine karar verilmiştir Savaş gemilerine ise tonaj sınırlaması getirilmiştir

    İstanbul’daki işgal güçlerinin şehri bir buçuk ay içerisinde boşaltmaları kararlaştırılmıştır

    Kapitülasyonlar

    Lozan’ın en çok tartışılan konusu, hiç taviz verilmeden çözülmüş ve kapitülasyonlar kesin olarak kaldırılmıştır

    Ermenistan Sorunu

    Sevr Antlaşması ile Doğu Anadolu’da kurulmasına karar verilen Ermeni Devleti’nin kuruluşundan vazgeçilmiş ve bölgenin Türk toprağı olduğu kabul edilmiştir

    Adalar

    Oniki Ada İtalyanlara, Bozcaada ve Gökçeada Çanakkale Boğazı’nı kontrol ettiği için TBMM’ye, diğer Ege adaları ise Yunanistan’a verilmiştir Yunanistan’ın Anadolu kıyılarına yakın olan adaları askeri amaçları için kullanması yasaklanmıştır

    Borçlar

    Duyun-u Umumiye (Genel Borçlar İdaresi) kaldırılacaktır

    Osmanlı Devleti’nden ayrılan devletlere Osmanlı borçlarından hisse verilecektir

    Osmanlı borçlarının büyük bölümünü TBMM ödeyecektir

    Borçlar Türk lirası olarak ve taksitler halinde ödenecektir

    Azınlıklar

    XIX yüzyıl başlarından beri Türkiye’nin başını ağrıtan azınlıklar sorunu Türkiye’deki bütün azınlıkların Türk vatandaşı kabul edilmesi ile çözümlenmiştir Azınlıklara, Türk vatandaşlarına tanınan tüm haklar tanınmış, ayrıcalıkları ise kaldırılmıştır Türkiye’deki en kalabalık azınlık durumunda bulunan Rumların İstanbul’dakiler hariç Yunanistan’a gönderilmesi kararlaştırılmıştır Buna karşılık Batı Trakya hariç Yunanistan’da yaşayan Türklerin Türkiye’ye gönderilmesine karar verilmiştir

    Yabancı Okullar

    Türkiye’deki yabancı okulların bağlı bulunacakları rejim Lozan’da bir esasa bağlanmıştır Buna göre yabancı okullar Türk kanunlarına ve diğer okulların bağlı bulundukları tüzük ve yönetmelik hükümlerine uyacaklardır Türk Hükümeti bu okulların öğrenimini düzenleyecektir

    Savaş Tazminatı

    Kurtuluş Savaşı’nın en büyük sorumlusu durumunda bulunan, Anadolu’nun büyük bir bölümünü tahrip eden ve Türk milletini iki yıl boyunca savaş felaketi ile karşı karşıya bırakan Yunanistan savaş tazminatı olarak Karaağaç’ı Türkiye’ye bırakmıştır

Kurtuluş SavaşInin BitişI (Mudanya AteşKesi Saltanatin Kaldirilmasi) 

Kısaca cisim nedir ve cisimlere örnekler

$
0
0

a.jpg (704×431)

Acaba cisim ne demektir? Günlük hayatımızda sık sık kullandığımız kelimelerden biri olan cisim lafının anlamını biliyor muyuz? Henüz bilmeyenler ve merak edenler için bu yazıda cisim nedir sorusuna kısa özet halinde cevap vereceğiz ve ardından cisim örnekleri listeleyeceğiz…

Cisim nedir örnek veriniz verdik.

Belirli bir ağırlığı ve hacmi olan varlıklara madde, maddenin ise şekil almış her haline cisim denir. Başka bir deyişle uzayda yer kaplayan belirli kütle ve ağırlığa sahip her şey cisim olarak adlandırılır. Bilimde ve kimyada her şey cisimleri incelemeye vearaştırmaya yöneliktir.

Cisimler duyular ile algılanabilirler. Bu şekilde cisimleri şekil, büyüklük, küçüklük ve yapılarına göre desınıflandırabiliriz. Fakat cisim ortamdakatı, sıvı ya da gaz olarak bulunabilirler.

Cisimlere örnek verirsek de günlük hayatta kullandığımız kalem, defter, yiyecekler, içecekler hatta kendi bedenimiz bile birer cisimdir uzayda.

Cisim nedir örnekler 
Cisim maddenin şekil almış halidir. Ağırlığı ve hacmi olan varlıklara madde, maddenin şekil almış parçalarına da cisim denir. Bu tarife göre hava, su, taş, tahta maddedirler. ışık, elektrik akımı birer varlık iseler de, madde değildirler. Çivi, iğne birer cisimdir. Hepsi, aynı demir maddesinden yapılmışlardır

marc1.JPG (427×234)

Cisim örnekleri verir misiniz?

Maddenin biçimlendirilmiş şekline cisim denir.Bardak, silgi, kalem, kitap, bıçak, oyuncak, masa, ampul çeşitli maddelerden yapılmış cisimlerdir.

Cisim Nedir Kısaca Örnek

Bilinçten bağımsız olarak uzayda yer kaplayan nesneye cisim denir. (Fiziksel olarak) Bölünebilirlik ve yer kaplama nitelikleri olan sınırlı bir özdek parçası.

Cisim; Katı maddenin biçim almış durumudur.

Gövde, beden, vücut

Örnek: Yataktaki örtülü cisim dertop olmuş şeklini, hareketsizliğini muhafaza ediyor. R. H. Karay

Fatih Sultan Mehmet kaç yaşında padişah oldu, tahta çıktığında yaşı kaçtı?

$
0
0

07_ii_mehmed.jpg (200×257)

Dünya tarihinde çok önemli bir yeri olan Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul’u fethedince orta çağı bitirmiş yeni bir çağı başlatmış oldu. Peki Bizans’ın Fatihi kaç yaşında tahta çıkmıştı?

20 Yaşındaydı

Fatih Sultan Mehmet tahta geçtiğinde kaç yaşındaydı? Fatih Sultan Mehmet 20 yaşında iken Osmanlı padişahlığı yapmaya başlamıştır. Fatih ünvanını ise İstanbul’u ele geçirip Doğu Roma Devleti’ni yıkarak kazanmıştır. Fatih Sultan Mehmet Kaç Yaşında Tahta Geçti Kısaca Bilgi verdik.


Fatih sultan mehmet’in gemileri karadan yürütme yöntemi, İstanbul’un fethinde gemiler nasıl karadan gitmiştir?

$
0
0

osmanli.denizcilik.jpg (400×263)

Büyük başarılar hiçbir zaman kolay gelmemiştir. Her zaman dahice fikirlerin özverili insanlarla buluşması ve muhteşem bir çabanın eseri olarak tarihe geçecek kadar büyük efsaneler ortaya çıkmıştır. İstanbul’un Fethi sırasında Fatih Sultan Mehmet Han’ın gemileri karadan yürütmesi de bu dahihane fikirlere bir örnektir. Peki Fatih Sultan Mehmet Gemileri Karadan Nasıl Yürütmüştür? Gemileri karadan yürütmek için nasıl bir yol kullanmıştır?

Fatih Sultan Mehmet gemileri karadan nasıl yürütmüştür? Fatih Sultan Mehmet, deniz kuvvetlerini karadan ilerletip Haliç sularına ulaştırabileceğini söylediğinde bir çok paşa ve sadrazam bu düşüncesine karşı çıktı. Fatih ise onlara şu cevabı verdi:

Biz Peygamber Efendimizin isteğini yerine getirmek için burada toplandık. Biz Sultan Murad Han’ın evladı Mehmed Han’ız. Allah’ın müsadesi ve yardımlarıyla olanaksızı olanaklı kılarız. İlerleyin, işçi getirin, usta getirin! Dolmabahçe üzerinden Beyoğlu!na kadar büyük bir yol oluşturun ve bu yolun üzerini kızaklarla kaplayın. Cenevizliler’den yağ edinip bu kızakları yağlayın. Ama bu olayı kimselere söylemeyin. Bizanslılar bunu fark etmemeli!

gemi.lerin_.karadan.yurutulmesi.2.jpg (640×429)

Fatih’in bu sözlerinin ardından 67 veya bazı kaynaklara göre 72 parçadan oluşan deniz kuvvetlerinin Haliç sularına ulaştırılmasına karar verildi. Dolmabahçe üzerinden Beyoğlu topraklarına kadar ulaşan bir patika yapıldı ve kızaklarla kaplanıp yağlandı. Bu gemilerin altına koymak için de arabalar yapıldı. Bir çok sayıda manda ve öküz bulundu. Cenevizli casuslar da bu çabayı fark ediyorlar ama bununla neye ulaşılacağını anlamıyorlardı.

Bu esnada Molla Gürani, beraberinde öğrencileri ile geldi. Molla Gürani, fethin Sultan Mehmet’e nasip olacağını şu sözleri ile vurguladı:

Sultanım, bu fetih sizin nasibiniz. Asla pes etmeyin. Yanımda destekçilerim ile geldim. Kefenlerimiz de yanımızdadır ve son nefesimizi verene dek fetih için mücadele etmeye hazırlıklıyız, sözlerini söyledi.

Fetihten önceki gece boyunca Osmanlı donanması Haliç sularına ulaştırıldı. 22 Nisan tarihinde Haliç’e ulaşan donanma saldırılara başladı. Bizans Komutanı Giovanni Giustiniani donanmasını Haliç’e nasıl gelebildiğini anlamıyordu. Bu olaylara ek olarak İstanbul topraklarından padişahın isteği doğrultusunda Zağanos Paşa’ya köprü yaptırıldı.

Fatih Sultan Mehmet’in Gemileri Karadan Yürütmesi

II. Mehmet’in Gemileri Karadan Yürütmesi

Marmara denizinde yapılan savaşın sonunda akşam saatlerinde dört gemi Haliç’e girmeyi başardı. Donanmasını bir şekilde Haliç’e indirmesi gerektiğini anlayan Mehmed gemilerini karadan geçirmeye karar verdi. Bugünkü Dolmabahçe’den Kasımpaşa’ya uzanan güzergaha kalaslar döşendi ve 70 kadar gemi silindirler üstünde 22 Nisan sabahında Haliç’e indirildi. Böylece Haliç’in kontrolü Osmanlıların eline geçti. Öte yandan kuşatmanın yedinci haftasında Osmanlılar hâlâ kesin bir sonuç alamamıştı. Bu noktada Halil Paşa son bir kez Mehmed’i teslim çağrısı yapmaya ikna etti ancak imparator teklifi yine reddetti. Bunun üzerine Mehmed 24 Mayıs’ta ayın 29’unda karadan ve denizden büyük bir saldırı yapacağını duyurdu.

İstanbul’un Fethinde Gemiler Karadan Yürütüldü mü?

İstanbul’un fethi sırasında gemilerin karadan yürütüldüğünün doğru olmadığını söyleyenler var. Bu iddialar hakkında kaynaklar ne söylemektedir?

İstanbul’un fethi sırasında gemilerin karadan yürütülmesi hadisesi, hemen hemen yerli ve yabancı kaynakların ittifakı ile sabit bir olaydır. Hatta Bizans askerleri, sabahleyin Osmanlı gemilerini Haliç’te görünce, herhalde zincirleri kırıp geçtiler diye zincirleri kontrol etmişler ve gördükleri manzara karşısında hayrete düşmüşlerdir. Ancak sabaha karşı yapılan bir harp planı olması hasebiyle ve de gemilerin geçirildiği bölgenin o günlerde ormanlık olması sebebiyle, güzergâhı ve karadan yürütülen gemilerin sayılarında farklı görüşler bulunmaktadır.

İstanbul’un fethedilmesi için bazı gemilerin Haliç’e indirilmesinin zaruret olduğu görüldü. Zira Haliç’e gerilen zincir Hasköy ile Ayvansaray’da bulunan iki ordunun buluşmasına mani teşkil ediyordu. Önce gemilerin karadan çekileceği yer tesbit edildi. Burası Tophane önündeki sahilden başlayarak Boğaskesen’den geçiyor ve buradan güney batıya dönüp sırtları aşarak Löbon Pastahanesi tarafına çıkıyor ve tepeyi aşarak Perapalas yanından Kasımpaşa’ya yani Haliç sahiline çekiliyordu. Yapılan ölçümlerde, Tophane’den dört yol ağzına 980 adım ve buradan Tepebaşı’na kadar 240 ve Kasımpaşa’ya kadar da 906 adım ki, toplam 2156 adımdır ve bu da yaklaşık 3 mil kadar tutmaktadır. Hazırlıklar tamamlandı. Topahene’den ayrılan 50 ila 70 adet arasındaki gemi, 21-22 Nisan gecesinde Kasımpaşa’ya kadar indirildi. Bu olayın doğruluğunu, hem savaşta hazır olan Bizans tarihçileri ve hem de Osmanlı tarihçileri ittifakla açıklamaktadırlar.[1]

——————————————————————————-
[1]Kemalpaşazâde, Tarih VII, Süleymaniye Kütp. Fâtih, nr. 4205, vrk. 64/a; Şerafettin Turan neşri, sh. 52-55; Kritovulos, Tarih-i Sultân Mehmed Hân-ı Sânî, İstanbul 1328, sh. 66; Tâcîzâde Ca’fer Çelebi, Mahrûse-i İstanbul Fetihnâmesi, TOEM İlavesi, 1331, sh. 15; Dukas, Türk-Bizans Tarihi, sh. 271; Clot, Fâtih, sh. 52 vd.; Âli, Künh’ül-Ahbâr, c. V, sh. 253-254; Solakzâde, sh. 196; Aksun, Osmanlı Tarihi, c. I, sh. 138-139; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. I, sh. 479-482; Yılmaz, Belgelerle Osmanlı Tarihi, c. I, 299-303; Karşı görüş için bkz. Aydın, Erdoğan, Fâtih ve Fetih, Mitler ve Gerçekler, 6. Bölüm’deki basit iddialar. Hemen hemen bütün kaynaklar burada zikredilebilir. Ancak uzatmamak için bu kadarla yetiniyoruz.

Karadan yürüyen gemiler kanıtlandı

Fatih Sultan Mehmet., İstanbul’un Fethi’nde gemileri karadan yürüttü mü, yürütmedi mi tartışmasını bitirecek güzergah haritası ortaya çıktı.

Türk tarihinin en ilginç olaylarından biri olarak tanımlanan İstanbul’un Fethinde gemilerin karadan yürütüldüğü güzergahın belgeleri ortaya çıktı.

Harita mühendisi emekli Tümgeneral Cevat Ülkekul’un Topkapı Sarayı’ndaki arşivlerde bulunan haritalarda yaptığı çalışmalar sonucu, İstanbul’un fethi sırasında Haliç’e indirilen gemilerin kullandığı güzergahlardan biri olarak kabul edilen Dolmabahçe-Kağıthane bölgesine ilişkin belgeler ilk defa ortaya çıktı.

İstanbul Kültür AŞ’nin yayınladığı ”1453” dergisinde, Ülkekul imzalı ”Fatih Sultan Mehmed’in Donanma Gemilerini Karadan Denize İndirmesi Üzerine bir Araştırma” başlıklı makalede, bu bilginin gerçekliğini kanıtlamak için yapmış olduğu teknik çalışmalar detaylı bir şekilde anlatılıyor.

Makalede, İstanbul’un kuşatılması sırasında Fatih Sultan Mehmed’in donanma gemilerini karadan yürüterek Haliç’e indirmesi, kuşatmanın ve tarihinin en ilginç olaylarından biri olarak tanımlanıyor. Olayın Türk gemilerinin karadan yürütülmelerinin ilk değil, ikinci harekat olduğu belirtilen makalede, her ne kadar Fatih Sultan Mehmet’in yaptığı savaş stratejisiyle, arazi durumu ve gemi sayısıyla mukayese edildiğinde oldukça küçük çapta bir harekat olarak değerlendirilebilirse de, Gazi Umur Reis’in Türklerde gemileri karadan yürüten ilk komutan olduğu kaydedildi.

Gemilerin karadan yürütülmesinin Fatih Sultan Mehmet’ten sonra da sürdürüldüğü ve küçük çapta benzer bir harekatın 1565 yılındaki Malta kuşatması sırasında da sandallarla da yapıldığı bildirilen makalede, daha önce yapılan tüm girişimlere rağmen, Fatih’in gemilerini karadan yürütüp denize indirmesi harekatının, arazi yapısı, savaş durumu ve gemilerin yapısı ve büyüklüğü dikkate alındığında günümüzde bile bugüne kadar yapılmış en cüretkar ve dahiyane bir hareket olarak değerlendiriliyor.

GEMİLER DENİZE NASIL İNDİRİLDİ?

İstanbul’un kuşatılması sırasında Osmanlı donanmasına mensup gemilerin, 22 Nisan 1453′te sabah vakti, Kasımpaşa limanındaki dere yatağı ağzında belirdiği, bu gelişme karşısında pek çok Bizanslı’nın şaşkınlık ve umutsuzluk içerisinde kaldığı belirtilen makalede, ”Bu gemiler buraya nasıl gelmişlerdi? Çünkü Haliç’in çıkışı noktası olan Karaköy-Eminönü bölgesi gerilmiş zincirlerle kapatılmıştı. Üstelik bu zincirler çözülmemiş ve yerinde duruyordu. Haliç’in diğer tarafı da Kağıthane ve Alibeyköy derelerinin suyunu ve toprağını taşıyan bir alandı. Peki Osmanlı gemileri Kasımpaşa önlerine nasıl gelmişti?” ifadelerine yer verildi.

Makalede, Fatih’in kuşatma sırasında gemilerin karadan denize indirilmesinde izlenilen güzergaha ilişkin iki görüş bulunduğu anlatılarak, birinci görüşe göre, ”Gemiler, İstanbul Boğazı’nın Avrupa yakası kıyılarından hareketle Kasımpaşa üzerinden Haliç’e indirilmiştir” deniliyor. İkinci görüşe göre ise ”Gemiler, Okmeydanı veya civarından denize indirildi” denilen makalede, bu söz konusu iki görüşün ortak noktası Osmanlı gemilerinin Kasımpaşa önlerinde Haliç’te konuşlanmış olduğu hususu olduğuna dikkat çekilerek, şu bilgilere yer veriliyor:

”Ancak gemi sayısı kadar, hatta ondan da önemli olarak gemilerin hangi güzergah izleyerek karadan götürüldükleri konusunda hale bir fikir birliği bulunmamaktadır. Gemilerin büyük olasılıkla Dolmabahçe bölgesinden veya Tophane limanı civarından yukarı çıkılarak, bugünkü Kumbaracı yokuşunu takiben, Asmalı Mescit’ten Tepebaşı yolu ile Kasımpaşa’ya indirildiği genel kabul görmektedir. Hangi görüş ortaya çıkarsa çıksın ortada iki gerçek bulunmaktadır. Birincisi, Fatih’in donanma gemilerini karadan ayırarak Haliç’e indirmiştir. İkincisi ise gemilerin karadan aşırıldığı güzergah zamanla kaybolmuş ve artık bilinmemektedir. Bu nedenle değişik görüşler bulunmaktadır.”

HARİTALAR İLK DEFA ORTAYA ÇIKTI

Türk denizciliği ve haritalar üzerinde araştırmalar yapan Ülkekul, konuya ilişkin AA muhabirine yaptığı açıklamada, Fatih’in gemilerin Haliç’e indirdiği güzergah ile ilgili fikir birliğinin bulunmadığını, bazılarını ise gemilerin karadan Haliç’e indirmediği yönünde olduğunu dile getirdi.

Ülkekul, Topkapı Sarayı Müzesi arşivinde çalıştığı sırada ”Sultan Mehmet’in İstanbul muhasarasında ordularını yürüttüğü yolların haritası” adı altında bir dosya bulduğunu anlattı.

Ülkekul, ”Büyük olasılıkla 2. Mahmud, ecdadı Fatih’in dahiyane düşüncesi ve girişiminin canlı tanığı olabilecek, ‘donanma gemilerini karadan aşırıp denize indirdiği yolun’ giderek kaybolduğunu görmüş, yolun izlerinin büsbütün silinmeden kayıt altına alınabilmesi için söz konusu haritaları yaptırmış olabilir” diye konuştu.

Ülkekul, Topkapı Sarayı’nda bulunmuş olmaları, kapsadığı alan ve içerikleri birlikte ele alındığında söz konusu haritaların veya en azından bazılarının İstanbul’un fethine ilişkin bilgi vermek üzere özel olarak yaptırıldığı sorusunu akla getirdiğini söyledi. Haritaların büyük ölçekli olmaları ve kapsadığı alanlar incelendiğinde, kara harekatıyla ilgili olmadığının görüldüğünü belirten Ülkekul, ancak deniz harekatıyla ilgili olabilecek haritaların, içerdikleri arazi dikkate alındığında ilk akla gelenin Fatih’in İstanbul’u kuşattığında donanma gemilerini karadan yürütüp, denize indirdiği ve yolu belirlemek üzere 1870′li yıllarda özel olarak yaptırılmış olabileceğini ifade etti.

Dosyadakinin bir güzergah haritası olduğunu fark ettiğini ifade eden Ülkekul, haritanın üzerindeki yazılar ve resimlerin izinden giderek bilgisayardan İstanbul’un uydu görüntülerini incelediğini ve 9 pafta haritaya eşleştirdiğini kaydetti. 2 yıllık bir inceleme sonunda birinci paftanın Dolmabahçe’den başladığını, son paftanın ise Kağıthane deresinde bittiğini belirten Ülkekul, ”Bu ilk belirlemeye göre güzergah bazı araştırmacıların yazmış olduğu gibi Dolmabahçe bölgesinden başlayıp Kağıthane deresinde son buluyordu. Haritalardan çıkardığım, Fatih’in fetih sırasında gemilerini Dolmabahçe-Kağıthane güzergahından geçirmiş olabileceği tezidir. Bu güzergah zaten araştırmacılar tarafından ortaya atılan güzergahlardan biri. Benim buna getirdiğim yenilik ise bu güzergaha yönelik haritaların ilk defa benim tarafından ortaya çıkarılması. Bu haritaları da bu şekilde yorumluyorum” şeklinde konuştu.

Fatih Sultan Mehmet’in Gemileri Karadan Yürüttüğü Yer

Fatih’in Gemileri Karadan Yürüttüğü Yer neresiydi bu konu hakkında bilmek istedikleriniiz kısa yazımızda bulabilirsiniz.

İstanbul’un Avrupa’nın Fatih’inin Gemileri karadan yürütmesi Türk tarihi açısından en ilginç olaylarından biri olarak tarihe geçmiştir.
Fatih Sultan Mehmet Han gemileri İstanbul’un Fethinde kızaklarla gemileri dağları aşarak karadan yürütmüştür.İstanbul’un Fethinde gemilerin karadan yürütüldüğü güzergahın belgeleri yıllar sonra meydana çıktığı açıklandı. Yıllar sonra çıkan Harita mühendisi emekli Tümgeneral Cevat Ülkekul’un Topkapı Sarayı’ndaki arşivlerde bulunan haritalarda yaptığı çalışmalar sonucu, İstanbul’un fethi zamanında Haliç’e indirilen gemilerin kullandığı güzergahlardan biri olarak kabul edilen Dolmabahçe Kağıthane bölgesine ilişkin belgeler ilk kez gün ışığına çıktı.

Belgeler İstanbul Kültür AŞ’nin yayınladığı 1453 dergisinde, Ülkekul imzalı Fatih Sultan Mehmed’in Donanma Gemilerini Karadan Denize İndirmesi Üzerine bir Araştırma başlıklı makalede, bu bilginin gerçekliğini kanıtlamak için yapmış olduğu teknik çalışmalar detaylı bir şekilde anlatılmış.

Osmanlı Devletinin Kurucusu Kimdir Nerede Kaç Yılında Kurulmuştur? Kısaca Özet

$
0
0

osman-bey.jpg (360×500)

Bir zamanlar dünyanın en büyük gücü olmayı başarmış ve üç kıtada daha önce kimsenin ulaşamadığı çok geniş topraklara hükmetmeyi başarmış Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk kurucusu acaba kimdir? Daha önce Büyük İskender ve Moğollar Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarından daha geniş topraklara sahip olmayı başarmıştı fakat tam 600 yıl boyunca bu geniş toprakları elinde tutmayı başaran Osmanlı Devleti’nin gerçek kurucusunun adı nedir?

Osmanlı devletinin kuruluş tarihi,osmanlı devleti nerede kuruldu,osmanlı devleti kaç yılında kuruldu,osman gazi annesi kimdir,osmangazi kimdir,osmanlı devletinin ilk kurucusu kimdir

Osmanlı Devletinin Kurucusu Osman Gazi’dir. 

Osmanlı Devleti’nin kurucusu olan Osman Gazi, 1258′de, Söğüt’te doğdu. Babası Ertuğrul Gazi, annesi Hayme Hatun’dur.

1281’de, 23 yaşındayken Kayı Boyu’nun yönetimini üstlenen Osman Gazi, ata binmekte, kılıç kullanmakta ve savaşmaktaki becerisiyle ün kazanmıştır. Aşiretin ileri gelenlerinden, Ömer Bey’in kızı Mal Hatun ile evlenmiştir; bu evlilikten ileride Osmanlı Devleti’nin başına geçecek olan oğlu Orhan Gazi doğmuştur.

Söğüt’te temelleri atılan, 600 yıl süreyle üç kıtada hüküm sürecek olan Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi, 1326′da Bursa’da Nikris (goutte) hastalığından vefat etmiştir.

Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey Kimdir? (1258-1324)

Osman Bey hakkında özet bilgi verir misiniz? Kaç hanımı, kaç çocuğu vardı ve zamanında mevcut olan büyük âlimler kimlerdi? Osmanlı toprakları onun zamanında ne kadar büyüdü?

Osman Bey, Osmanlı Devleti’ni ve Osmanoğullarını kuran ve adını devletine ve soyuna vermiş bulunan ilk Osmanlı Sultânıdır. Kendisine Kara Osman, Fahruddin ve Mu’înüddin de denmiştir. Osman Gâzî, hayatının sonuna kadar emîr yani bey olarak anılmıştır; vefatından sonra Hân ve Sultân denmiştir. Çünkü hayatının sonlarına doğru uc beyi olmuştur.

osman gazi 191x300 Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey Kimdir? (1258 1324)

Osman Bey, 1258 tarihinde Söğüd’de veya Osmancık’da dünyaya geldi. Babası Ertuğrul Gâzî ve annesi Halîme Hâtun’dur. 24 yaşındayken babasının yerine geçti. Osman Gâzî, önce Kastamonu’daki Çobanoğullarına, sonra da Kütahya’daki Germiyanoğullarına bağlı idi. Onlar da Selçuklu Sultânına bağlıydılar.

  İlk evliliği, 1280 civarında, Sultân Orhan’ın annesi ve Selçuklu vezirlerinden Ömer Abdülaziz Beyin kızı olan Mâl Hâtûn iledir. 1289 yılına doğru Şeyh Edebali’nin kızı Rabî’a Bâlâ Hâtûn ile evlenince, nüfuzu ve kudreti arttı. Bu hanımından da Şehzade Alâ’addin dünyaya geldi.

1281 yılında babasının yerine aşiret beyi olan Osman Bey, bir görüşe göre, Selçuklu Sultânı II. Gıyâseddin Mes’ûd’un 1284′de Söğüd ve çevresinin kendisine tahsis edildiğine dair olan fermanı ve yanında hediye ettiği ak sancak, tuğ ve mehterhane ile uc beyi olmuştur. 1288 veya 1291 tarihinde Karacahisâr’ı fethetmesi ve Dursun Fakih’e kendi adına hutbe okutması, Osman Bey’in yarı istiklâlini kazanması demektir.

Osman Gâzi’nin Bizans sınır şehirlerini birer birer fethetmesi üzerine telâşa düşen Bizanslılar onu ortadan kaldırmak için bir düğün vesilesiyle bir baskın hazırlarlar. Baskına baskınla cevap veren Osman Bey, 1299 yılında Yarhisâr ve Bilecik’i fethetti ve beylik merkezini Bilecik’e nakletti ve fitneye sebep olan Yarhisâr Tekfurunun kızı Nilüfer’i (Holofura’yı) oğlu Orhan ile evlendirdi. Bu tarih, daha önce açıklanan sebeplerle Osmanlı Devleti’nin kuruluş yılı kabul edildi.

27 Ocak 1300′de Selçuklu Sultânı III. A-lâ’addin Keykubad’ın saltanat alâmeti olan tabi, alem ve tuğu Osman Beye bir fermanile göndermesi ile artık Osman Bey müstakil bir uc beyi olmuştu.

1301 yılında Bursa’ya yakın bir yerde Yenişehir’i kurdu ve saltanat merkezini buraya nakletti. Bu arada bütün bu fetihlerde kendisine yardım edenleri de unutmadı ve kardeşi Gündüz Bey’e Eskişehir’i; oğlu Orhan Bey’e Sultânönü’nü; Hasan Alp’a Yarhisâr’ı; Şeyh Edebalı’ya Bilecik’i ve Turgut Alp’e İnegöl’ü verdi ve Edebalı’nın torunu Alâ’addin’i yanında götürdü.1308 yılında İlhanlı Hükümdarı Ahmed Gazan tarafından Selçuklu Devletine son verilince Osmanlı Devleti tamamen müstakil hale geldi.

1313′de Harmankaya Hâkimi Köse Mihal Bey’in Müslüman olmasıyla Mekece, Akhisar ve Gölpazarı Osmanlının eline geçti. 1320 yılından itibaren çevrede fazla görünmeyen Osman Bey, 1324 yılında beyliği oğlu Orhan Bey’e devretti.

1324 yılı Şubat ayında Bursa’nın fethini görmeden 67 yaşında vefat eden Osman Bey, vasiyeti üzerine, geçici olarak gömülü bulunduğu Söğüd’den alınarak 2.5 yıl sonra 1326 yılında Bursa’daki Gümüş Künbed’e defn olunmuştur.

Babasından 4800 km2 olarak aldığı toprakları 16.000 km2′ye çıkaran Osman Bey’in Orhan ve Alâ’addin dışındaki çocukları şunlardır: Fatma Hâtûn, Savcı Bey, Melik Bey, Hamîd Bey, Pazarlı Bey ve Çoban Bey.

Bugünkü mülkî taksimata göre, Osman Bey zamanında Osmanoğullarının ülkesi, Bilecik, Eskişehir merkez, Sakarya’ya bağlı Geyve, Akyazı ve Hendek, Kütahya-Domaniç ve Bursa ilinin Mudanya, Yenişehir ve İnegöl ilçelerini kapsıyordu.

Osman Bey zamanındaki büyük âlimler ve şeyhlerden bazılarını da hatırlatmakta yarar vardır: Âlimlerden en önemlileri Mevlânâ Şeyh Edebalı, Dursun Fakîh ve Hattâb bin Ebî Kasım Karahisârî’dir. Maneviyât reislerinden ise, Şeyh Muhlis Baba, Şeyh Âşık Paşa, Şeyh Ulvân Çelebi, Şeyh Hasan Çelebi ve Baba İlyas mutlaka zikredilmelidir

Prof. Dr. Ahmed AKGÜNDÜZ

OSMAN GAZİ
Babası: Ertuğrul Gazi
Annesi: Hayme Hatun
Doğumu: 1258
Vefatı: 1326
Saltanatı: 1299-1326

Osmanlı Devleti’ nin Kurucusu.

Oğuzların Kayı boyundan, Türkiye Selçuklularının uç beyi Ertuğrul Gazi’ nin oğlu olup, 1258 senesinde Söğüt’ te doğdu. Küçük yaştan itibaren İslam ilimlerini öğrenen Osman Gazi, ayrıca mükemmel bir askeri talim ve terbiye gördü. 1277′ de Anadolu’ nun İslamlaştırılıp, Türkleşmesi faaliyetine katılan gönül sultanlarından ve ahilerden biri olan Şeyh Edebeli’ nin kızı ile evlendi. Babası Ertuğrul Gazi’ nin 1281′ de vefatı üzerine bey seçilip iradeyi ele aldı..

Osman Beyi Kayıların başına geçince Söğüt’ ü kendisine merkez yaparak Akçakoca, Gazi Abdurrahman, Aykut Alp ve Konur Alp gibi beylerle Bizans’ a karşı fetihlere girişti. 1285′ de Kulaca Hisar’ ı feth edildi. 1288′ de İnegöl ve Karacahisar tekfurlarının kuvvetlerini Ekizce’ de bozguna uğrattı. Bu savaşta Osman Gazi’ nin kardeşi Saru Batu şehid oldu.

Osmanlıların daha sonra Karacahisari Taraklı ve Göynük’ ü elde etmesi üzerine, bölge tekfurları ittifak ederek Osman Gazi’ yi bir düğün münasebetiyle öldürmek istediler. Dostui Harmankaya hakimi Köse Mihal (ki daha sonra İslamiyet’i kabul ederek Mihal Gazi adını almıştır)’ in haber vermesi ile vaziyeti öğrenen Osamn Gazi sür’atle harekete geçerek Bilecik ve Yarhisar’ ı zabt etti. Gelini ele geçirerek Nilüfer adını verip, oğlu Orhan Gazi ile nikahladı.

1299′ da Türkiye Selçuklu sultanlığındaki iktidar boşluğundan faydalanan Osman Gazi istiklalini ilan etti. 1301′ de Yenişehir’ i alarak İznik ve Bursa’ nın fethinin yolunu açtı. Bursa, Kite ve Atranos tekfurlarının kuvvetlerini Koyunhisar mevkiinde bozguna uğrattı. Bu zaferden sonra Kestel, Kite ve Ulubat kaleleri Osmanlıların eline geçti.

1308′ de İznik’ in en mühim ileri karakolu olan Karahisar ele geçirildi. Böylec İznik-İzmit karayolu türklerin hakimiyetine girmiş oldu. Osman Bey artık başta Bursa olmak üzere İznik ve İzmit’in zabıtını ilk hedef olarak görüyordu. 1314 yılında başlayan Bursa kuşatması, 10 senden fazla sürdü. 1324′ de hastalanan Osman Bey, kumandayı oğlu Orhan’ a devretti.

Osman Gazi, oğlu Bursa’ yı fethettiği sırada vefat etti (1326). Naşı Bursa’ ya götürülerek Gümüşlü Künbet’ defn edildi.

Osman Gazi salih bir müslüman olup, İslam ahlakının iyi ve güzel vasıflarına sahipti. Az sayıdaki aşiret kuvvetleriyle Bizans ordusunu ve tekfurlarını üst üste mağlup edip zaferler kazanarak dünya’ nın en uzun ömürlü hanedanını ve en büyük devletlerinden birini kurdu. Bir taraftan fetihlere devam ederken, diğer taraftan devler taşkilatının müesseselerini mükemmel bir şekilde kurmaya ve sistemleştirmeye çalıştı. Ömrü, Rum kafirleri ile savaşmakla ve İslamiyet’ i yaymakla geçti. Vefat edeceği zaman, oğlu Orhan Bey’ e gönderdiği vasiyetnamesi, İslamiyet’ e olan sevgi ve saygısını ve Türk milletinin rahat ve huzurunu düşündüğünü ve insan haklarına gönülden bağlılığını açıkca bildirmektedir. Vasiyetnemenin özü şöyledir:

    ”Allah’ü tealanın emirlerine muhalif bir iş işlemiyesin! Bilmediğini ulemadan sorup anlayasın. İyice bilmeyince bir işe başlamayasın. Sana itaat edenleri hoş tutasın. Askerine in’amı, ihsanı eksik etmeyesin ki, insan ihsanın kulcağızıdır. Zalim olma! Alemi adaletle şenlendri. Ve Allah için cihadı terk etmiyerek bani şad et! Ulemaya riayet eyle ki, din ve devlet işleri nizam bulsun. Nerede bir ilim ehli duyarsan ona rağbet ve yumuşaklık göster; Askerine ve malına gurur getirip ulemedan uzaklaşma. Bizim mesleğimiz Allah yoludur ve maksadımız Allah’ ın dinini yaymakdır. Yoksa, kuru gavga ve cihangirlik davası değildir. Sana da bunlar yaraşır. Daima herkese ihsanda bulun! Memleket işlerini noksansız gör! Hepinizi Allahü tealaya emanet ediyorum. “

Osmanlı Devleti’nin kurucusu ve Osmanlı Hanedanının atası olan Osman Gazi

Osmanlı Devleti'nin kurucusu ve Osmanlı Hanedanının atası olan Osman Gazi

Osmanlı Devleti Türk-İslam Devleti olarak nitelenmekte, 1299–1923 tarihleri arasında Devlet-i Aliyye-yi Osmaniyye adı ile bilinmektedir.

Kurucuları, Oğuzların Bozok kolunun Kayı boyundan olan Osman Gazi’dir.

Osmanlı Devleti, Bilecik ilinin Söğüt ilçesinde ve yaylak olarak da Domaniç’de kurulmuştur.

Osmanlı Devletinden devamlı söz ediyoruz.

Osmanlı İmparatorluğu…

600 yıl hüküm süen bu büyük devletin kurucusu; Osman Beyin nereden geldiğini, kim olduğunu biliyor muyuz?

Muhakkak ki biliyoruzdur.

 

Bir iki kelime, bir iki yeni bilgi ilave edersem bilgilerinize mutlu olurum düşüncesi içinde bu gün köşemde:

 

Osmanlı Devleti’nin kurucusu ve Osmanlı Hanedanının atası olan Osman Gazi, Oğuzların Bozok kolunun Kayı boyundandır.

 

Bunu yazacağım. Birazda olsa detay vereceğim…

 

Osmanlı Devletini kuranlar, Anadolu Selçuklu Devletine kuvvet vermiş ve ondan kuvvet almıştır.

 

Süleyman Şah komutasındaki büyük kayı kütlesinin, 1227 yılında Anadolu’ya geldikleri belirtilmektedir.

 

Süleyman Şah Fırat Nehrinden geçerken boğulmuş gelenlerin bir kısmı Erzurum ve Erzincan civarına, bazıları, Suriye ve bazıları geri dönerek ana yurtlarına gitmiştir.

 

Anadolu Selçuklu Devleti hükümdarı Alâeddin Keykubad, 50.000 kişi olan Kayıları Ankara’nın batısındaki Karacadağ bölgesine yerleştirmiştir.

 

Osmanlı Devleti Türk-İslam Devleti olarak nitelenmekte, 1299–1923 tarihleri arasında Devlet-i Aliyye-yi Osmaniyye adı ile bilinmektedir.

 

Kurucuları, Oğuzların Bozok kolunun Kayı boyundan olan Osman Gazi’dir.

 

Osmanlı Devleti, Bilecik ilinin Söğüt ilçesinde ve yaylak olarak da Domaniç’de kurulmuştur.

 

Osman Gazi, babası Ertuğrul gazi(bey) ile Söğüt, Bilecik Yarhisar ve İnegöl, Yenişehir bölgesine gelmiş, Selçuklu sultanlarının yanında yer almış zafer kazanmalarını sağlamıştır.

 

Babası Ertuğrul gazi, 90 yaşında 1281 yılında ölünce, aşiret tarafından 23 yaşında iken Osman Bey, Devlet Başkanı olarak seçilmiştir.

 
Selçuklular, Ortadoğu’da devletler kurarak 300 yıl boyunca egemen olmuş, Oğuzların Kınık boyundan bir Türk hanedanıdır.

 

Adı, hanedanın kurucusu Selçuk Bey’den gelir.

 

Göçebe Türklerde bozkırdaki ırmakları geçiş büyük önem arzediyordu.

 

Oğuznamede salı keşfeden kişi boyun önemli bir atası sayılmaktadır.

Selçukluların kurduğu devletler:

Büyük Selçuklu Devleti,

Anadolu Selçuklu Devleti,

Kirman Selçukluları,

Suriye Selçukluları,

Irak Selçukluları…

Devletleri olarak daha sonra beşe ayrılmıştır.

Türklerin tarih boyunca kurdukları devletlerden en önemlilerinden birisi Büyük Selçuklu Devleti’dir.

Selçuklular 24 Oğuz kabîlesinden Kınık boyuna mensupturlar.

Oğuzlar 10. yüzyılda Sır-Derya (Seyhun) ile Hazar Denizi’nin doğusu ve Aral Gölü arasındaki bölgede yaşarken Kınık boyu da bunların arasında Sır-Derya suyunun ağzına yakın oturmakta idi.

10. yüzyılın başında Oğuz Devleti’nin “Yabgu” unvanı taşıyan bir hükümdâr idâre etmekte idi.

Selçuklu âilesinin atası olan Temir-Yalıg (Demir yaylı) lakablı Dukak (veya Dokak) Müslüman olduğu rivâyeti de vardır. (alıntı)

Burada kayı boyundan da söz etmek istiyorum…

Kayı boyu,

Oğuz Kağan Destanı’na göre Oğuzların 24 boyundan biri ve Kaşgarlı Mahmud’a göre Divân-ı Lügati’t-Türk’deki yirmi iki Oğuz bölüğünden

“İkincisi; “Kayığ”lardır. Tanımladığı bir Oğuz boyudur.

Oğuzların Bozok kolundan bir boydur.

Osmanlı Hanedanıbu boydan gelmiştir.

Reşidüddin’nin listesinde sembolleri şahin, yani şahinlerin en büyüğü olan akdoğan’dır.

Kayı kelime anlamı olarak kuvvet ve kudret sahibi demektir.

Kayı boyunun damgası, iki ok ve bir yaydan oluşur.

Babası Gün Han ve dedesi Oğuz Han olan Kayı Han bu boyun ilk atasıdır.

Kayı Boyu, Osmanlının kuruluş dönemlerinde Evrenos Gazi ve Hacı ilbeyi gibi beyleri ile balkanların fethinde büyük yararlılık göstermiş, Vardar ovası ve Kaza-i Cuma yöresine yerleşmişlerdir.

Evrenos gazi ve Hacı İlbey’in aileleri bugün bile bilinmektedir.(alıntı)

Bir başka tarih sayfasında buluşmak üzere…

Nazan Şara Şatana

İlköğretim de kız çocuklarının okullaşma oranı erkek çocuklarının okullaşma oranını geçti

$
0
0

Kız öğrenciler erkekleri solladı

Nihayet eğitim ile ilgili yüzleri güldürecek bir haber geldi! Türkiye’de geçmiş yıllarda yaşanan kız çocuklarının okula gönderilmeme sorunu yapılan eğitim reformlarıyla birlikte yavaş yavaş bir sorun olmaktan çıkmak üzere. Ülke gündemini çocuk gelinlerin oluşturduğu böyle bir dönemde gelen kız çocuklarının okullaşma oranı gerçekten mutluluk verici bir haber niteliğinde. İşte ayrıntılar…

MEB verilerine göre, ortaöğretimde kız ve erkek çocukların brüt okullaşma oranları arasındaki fark geçen eğitim-öğretim yılında 5,83’e düşürüldü.

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) verilerine göre, kız çocuk brüt okullaşma oranının erkek çocuk brüt okullaşma oranına olan göreceli büyüklüğünü gösteren cinsiyet oranları, ilköğretimde 1997-1998 eğitim öğretim yılında yüzde 85,63 iken, 2002-2003 eğitim öğretim yılında yüzde 91,10’a çıktı, 2012-2013 eğitim öğretim yılında yüzde 101,76’ya ulaştı.

Türkiye’de dezavantajlı grupların, engelli çocuklarla kız çocukların toplumsal hayata katılımını sağlamak amacıyla yürütülen çalışmalarla birlikte, ilköğretimde kız ve erkek çocukların brüt okullaşma oranları arasındaki fark 1997-1998 eğitim öğretim yılında 13,83 iken, 2002-2003 eğitim öğretim yılında 8,9 olarak gerçekleştı, 2012-2013 eğitim öğretim yılında ise 1,87 oranında kız çocuklarının lehine artış oldu.

Ortaöğretimde kız ve erkek çocuk arasındaki cinsiyet oranları 1997-1998 eğitim öğretim yılında yüzde 74,70 iken, 2002-2003’de yüzde 72,32’ye düştü ve 2012-2013 döneminde ise yüzde 94,15’e ulaştı.

Ortaöğretimde kız ve erkek çocukların brüt okullaşma oranları arasındaki fark 2002-2003’te 25,84 iken, 2012-2013 eğitim öğretim yılında ise 5,83’e düşürüldü.

ÜNİVERSİTEYE GİTME ORANI DÜŞÜK

Yükseköğretimde kız ve erkek çocuk arasındaki cinsiyet oranları 1997-1998 eğitim öğretim yılında yüzde 69,58 iken, 2002-2003 eğitim öğretim yılında yüzde 74,33’e çıktı, 2012-2013 döneminde ise yüzde 88,05’e ulaştı.

Yükseköğretimde kız ve erkek çocukların brüt okullaşma oranları arasındaki fark 1997-1998 eğitim öğretim yılında 6,97 iken, 2002-2003 eğitim öğretim yılında 7,96 olarak gerçekleşirken, 2012-2013 eğitim öğretim yılında ise 9,5 oldu.

Organik tarım ürünü yetiştiriciliğinin gelişmesi ve insan sağlığı arasındaki ilişki nedir?

$
0
0

organik-urun-yetistiriciligi-artiyor-4016207_7797_o.jpg (400×219)

Pazarlarda, alışveriş merkezlerinde ve marketlerde meyve ve sebze reyonunu ziyaret ettiğiniz zaman etiketlere biraz dikkat ederseniz organik olanlar ile organik olmayanlar arasında epey bir fiyat farkının olduğunu fark edeceksiniz. Peki bunun sebebi nedir?

Durumun böyle olmasının gerçek nedeni organik ürünlerin hem insanların sağlığına hem de doğadaki diğer canlıların sağlığına yararlı olmasıdır.

Bu yazımızda ülkemizde organik tarım ürünü yetiştiriciliğinin gelişmesi insanların ve diğer canlıların sağlığı bakımından faydalarının neler olduğuna değineceğiz.

Organik olmayan tarımsal ürünlerde insanların ve diğer canlıların sağlığına zararlı zehir artıkları bulunur!

Tarım arazilerinde yetiştirilen meyve, sebze ve çeşitli bitki türleri, böcek türlerinin istila etmesi sonucu hastalanırlar; elde edilen ürünün kalitesinin ve miktarının düşmesine neden olurlar. Bunları önlemek için tarım arazilerine çeşitli zehirler sıkılır.

Sıkılan zehirlerin bir kısmı topraktan bitkiye, bitkiden sebzeye ve meyveye geçmektedir. Bu tarım ürünlerinden yiyen tüm insanlar ve diğer canlılar zehirden az veya çok etkilenirler.

Hayvanlarda: Zehirli ürünleri yiyen hayvanların ölmelerine, özellikle de çok sayıda kuş türünün ölmesine neden olmaktadır.

İnsanlarda: Sürekli zehirli ürünlerden tüketen insanların vücutlarında zehir yavaş yavaş birikerek ileride ciddi hastalıklara neden olabilmektedir.

Sağlık uzmanları tarafından bu tehlikelerin topluma anlatılması sonucunda bilinçlenen insanlarda organik tarım ürünü alma ihtiyacı oluşmuştur. Bu ihtiyacın oluşmasıyla birlikte çiftçilerin organik tarım ürünü yetiştiriciliğine başlamaları sağlanmıştır.

organik-tarim-urunu-yetistiriciligi

organik-tarim-urunu-yetistiriciligi-2

Organik Tarım nedir? İnsanlar ve Canlılar için Önemi ve Yararları 

Organik tarım hakkında neler biliyorsunuz?

Organik tarım , “ekolojik tarım” da diyede söylenebilir. Üretimde kimyasal madde kullanmadan üretimden tüketime kadar her aşaması kontrollü ve sertifikalı tarımsal üretim biçimidir. Ekolojik tarımın amacı; toprak ve su kaynakları ile havayı kirletmeden çevre, bitki, hayvan ve insan sağlığını korumaktır.

Organik tarımın yararları nelerdir?

Organik tarım, Herşeyden önce toprak erozyonunu önler, diğer yaralarını şöyle sıralayabiliriz.

- Su kalitesini korur,
- Enerji tasarrufu yapar,
- Kimyasalların insanlar üzerindeki olumsuz etkilerinden korur,
- Çiftçilerin ve tarımsal işletmelerde çalışan insanların sağlığını korumak,
- Ekonomiyi desteklemek,
- Daha nitelikli ürün elde etmek,
- Gelecek nesilleri korumak.

Herkes organik tarım yapabilir mi?

Organik tarım ürünleri üretecek, işleyecek, pazarlayacak, ithal veya ihraç edecek kişilerin faaliyette bulunabilmeleri için Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığından yetki almış kuruluşlarından biriyle sözleşme yapmaları gerekir. Yetki alan kuruşular ve yetki almış bir kuruluşla anlaşmasını yapan herkes organik tarım yapabilir.

Organik tarım ile ilgili olarak Türkiye’de gelinen nokta nedir?

Türkiye’de organik tarım, kurutulmuş incir ve üzüm üretimiyle başladı. Ancak, Türkiye’de organik tarım tamamen ithalatçı şirketlerin belirlediği ölçütlere göre yapılıyor. Oysa Türkiye’nin coğrafi özellikleri dikkate alındığında, çok farklı ürün yetiştirme imkânı var. Biz bu konuda özel sektöre ve yerel yönetimlere organik tarımla ilgili yatırım projeleri İl Tarım Müdürlükleri tarafından hazırlanmaktadır.

Organik tarım üreticilerine öneriler

Özellikle yerel ve kalitesi yüksek ürünlerin dış pazarlarda daha fazla şansı bulunuyor. Avrupa’nın pazarlama ve üretim tekniklerini Türkiye’deki kaliteli üretimi arttıracaktır. Çok ürün elde etme anlayışı yerine yüksek kaliteli, az ve öz üretim yapılması gerekiyor. Organik tarımın en önemli özelliği, insan ve çevre sağlığını destekleyen bir tarım biçimi olmasıdır.

Türkiye’de son yıllarda işlenmiş organik ürünlerin miktarı da artmaya başladı. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı verilerine göre Türkiye’de 7 bin 364 üretici, 22 bin 771 hektar alanda kurutulmuş organik meyve üretiyor. 829 işletmede de bu ürünler işleniyor.

Türkiye’de üretilen organik ürünlerin yüzde 98’i ihraç ediliyor. İhraç ettiğimiz ülkelerden Almanya ilk sırada yer alıyor. Bakanlığımız bu alanda üretimde bulunmak isteyen çiftcileri her türlü danışmanlık hizmetleri ve kredi desteği sağlamaktadır.

Yakın çevrenizde organik tarım ürünü üreten veya satan bir tarla, bahçe veya dükkan varsa ziyaret ederek bunların hangi ürünler olduğunu not ediniz?

Ülkemizdeki bazı organik tarım ürünleri;

Organik sebzecilik tarımı domates.

Organik Domates

Organik Domates

Organik kuru kayısı

organik kuru kayısı

Organik meyvecilik

organik meyveler

 

Organik kuru incir

organik kuru incir

 

Organik kuru üzüm

organik kuru üzüm

Organik Çilek

organik çilek

Ülkemizde organik tarım ürünü yetiştiriciliğinin gelişmesi insanların ve diğer canlıların sağlığı açısından neden önemlidir?

Organik tarım ile kimyasalların zararlı etkileri nesillere geçmez ve insan nesli korunur.
Organik tarım ile kimyasalların insanlar, hayvanlar ve çevre sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerinden korur.
Organik tarım ile uzun dönemde toprak verimliliği sağlanır.
Organik tarım ile toprak ve genetik kaynak erozyonunu önlenir,
İnsan ve canlılar için en önemli unsur olan su miktar ve kalitesini korunur,
Organik tarım ile sağlıklı ve besin kalitesi yüksek ürünler elde edilir.

Elektrik tellerinin plastikle kaplanma nedeni nedir?

$
0
0

elektrik-telleri-plastik-ile-kaplanmis

Dışarı çıkıp elektrik direklerine dikkat ettiğiniz vakit her elektrik kablosunun dış yüzeyinde plastik ile kaplandığını göreceksiniz.

Peki elektrik teli niçin plastikle kaplanıyor? Bunun sebebini kısaca özet halinde aşağıda anlatıyoruz…

İşte elektrik telleri neden plastik ile kaplanmıştır şeklindeki soruya verilebilecek kısa ve net yanıt:

938517571_550.jpg (387×410)

Plastik yalıtkan bir madde olduğu için, elektrik çarpmalarına bir önlem olması açısından plastikle kaplanmıştır.

İnsanların ve hayvanların vücutları elektrik akımını iletir, dolayısıyla çıplak elektrik tellerine dokunmaları durumunda elektrik akımına kapılarak yaralanabilirler, hatta ölebilirler. Elektrik çarpılmalarını önlemek için elektrik telleri yalıtkan bir madde olan plastik ile kaplanırlar. Bu plastik ile kaplı olan tellere dokunulması durumunda elektrik çarpmalarından korunmuş oluruz.

Elektrik direklerindeki bir çok tel ve yüksek gerilim hatlarındaki elektrik telleri plastikle kaplı değildir. Bunun sebebi elektrik tellerinin insanların ulaşamayacağı yükseklikle olmalarından. Çarpılma tehlikesi bulunmadığından tellerin plastik ile kaplanmasına gerek görülmemektedir.

37013.jpeg (800×600)

Elektrik telleri neden plastik ile kaplanmıştır

Elektrik akımları insan vucuduna belirli seviyeden sonra acı ve zarar verir. Bu zararı önlemek yani elektrik çarpılmalarını önlemek amacıyla elektrik telleri (telefon kablosu, Evlerdeki her türlü kablı) yalıtkan bir madde olan plastik ile kaplanır.

elektrik akımı iletken maddelerle iletilir.insan ve hayvan vücudu da iletken görevi görür.çıplak elle elektrik tellerine ellersek elektrik akımı bizim vücudumuzdan devresini tamamlar ve hücrelerimizin yanmasına neden olur.42 volt değerinin üzerindeki gerilimler insan vücuduna zarar verebilir.bunu önlemek için yalıtkan maddelerden en uygun olan plastik, elektrik tellerinin üzerine kaplanır.yalıtkan maddenin atomlarında serbest elektron bulunmadığından(ya da çok az olduğundan) elektrik akımını iletmez.

Organik ürününün farkı ne? Organik olan ürünler ile organik olmayan diğer ürünler arasındaki farklar neler?

$
0
0

organik-urunlerin-diger-farki

Yukarıdaki resme kısa bir göz atanlar hangisinin organik ürün olduğunu ve hangisinin hormonlu gıda olduğunu anında anlayacaktır. Yine bu fotoğrafa dikkat edecek olanlar hangisinin daha sağlıklı olduğunu derhal doğru şekilde tahmin edecektir.

Bu yazıda neden organik ürün satın almalıyız sorusuna yanıt arayacağız. Yani organik ürünlerin diğer normal ürünlerden hangi özellikleri ve avantajları bakımından üstün olduğunu göreceğiz.

Organik ürünler doğal yollarla üretilen, içerisinde çeşitli kimyasalları bulundurmayan, üretiminde doğal gübrelerin kullanıldığı, genetiğiyle oynanılmamış ürünler demektir.

Organik ürünlerin diğer ürünlerden farkı nedir?
1- Organik ürünlerde genetiği değiştirilmemiş tohumlar kullanılır.
2- Tarımsal zehir kullanılmadığından meyve ve sebzeler zehir artığı içermez.
3- Başka bitkilere aşılama yoluyla üretimi yapılmaz.
4- Doğal gübreler kullanılarak yetiştirilir.
5- Daha lezzetli ve daha güzel kokuludur.
6- Daha fazla faydalı madde içerdiğinden besleyici özelliği yüksektir.

Organik ürünler diğer ürünlere oranla daha küçük ve daha bozuk şekillidir. Genellikle dış kabuklarından lekeler ve kurt delikleri bulunur. Sebebi ise zehir atılmaması ve kimyasal gübre kullanılmamasındandır.

Aşağıdaki resimde elma örnekleri gösterilmiştir.

İlk sepetteki elmaların büyüklükleri aynı değil, üzerinde lekeler ve kurt delikleri var. Bu ürünün gerçek organik tarım ürünü olma olasılığı çok yüksekti.

İkinci sepetteki elmaların büyüklükleri birbirine eşit, üzerinde lekeler ve kurt delikleri yok. Bu da zehirlendiği ve kimyasal gübre kullanıldığı anlamını taşıyabilir. Bu ürünün organik tarım ürünü olma olasılığı çok düşüktür.

Organik Ne Demek? Organik ve Doğal Arasındaki Fark Nedir?

Özellikle gıda ve kozmetik sektöründe üretimde giderek yaygınlaşan katkı maddeleri ve kimyasaller bizleri daha sağlıklı ürünler almaya yöneltiyor. Son 10 yılın en popüler konularından birisi de organik ve doğal içerikli ürünler, çoğu zaman bir ürünün üzerinde doğal ya da organik damgası görmemiz o ürünü tercih etmemize neden olabiliyor.

 

SAYFA 1

Peki organik ürün tam olarak nedir? Bir ürünün organik olduğunu nasıl anlarız? Ya da organik ve %100 doğal aynı şeyi mi ifade etmektedir? Bu yazımızda kısaca bu ayrımı anlatmak istedik;

organik üretim nedir?

Organik kelimesi, üretimde hiçbir kimyasal girdinin kullanılmadığı, çevreye duyarlı ve sağlığa zararsız üretim şeklini ifade eder. Organik tarımda paketleme ve transferler dahil, üretimin her aşaması kontrol edilmekte ve bu üretim aşamalarının uygunluğu bir sertifikasyona tabi tutulmaktadır.

SAYFA 2

 Türkiye Cumhuriyeti Organik Tarım Logosu

Üreticinin organik tarıma uygunluğu bağımsız ve yetkili uluslararası bir kurum tarafından onaylanır, sertifika verilir ve bu sertifika üretilen ürünün özelliklerine göre belirli dönemlerde yenilenmesi gerekir. Organik tarım yapmaya uygun bulunan firmaların ürünlerinde uluslararası kontrol ve sertifikasyon firmasının adı ve üretildiği ülkenin logosu (Ülkemizde üretilen ürünler için ” Organik Tarım – Türkiye Cumhuriyeti” logosu) bulunması gerekir. Organik ürün ambalajlarında mutlaka bu iki etiketi görmelisiniz.

SAYFA 3

doğal ve organik aynı mı?

Çoğu zaman organik ve doğal kelimeleri birbirleri yerine kullanılmakta, aynı ürünü ifade ettiği düşünülmekte ve bu da bazı karışıklıkları beraberinde getirmektedir. Doğal kelimesi pazarlama aracı olarak kullanılabilmektedir. Peki doğal ne demek?:

Doğal kelime anlamı olarak doğada bulunan demektir. Yani doğada bulunduğu hali ile yapay şekilde üretilmeyen her hammadde %100 doğal olarak adlandırılabilir. Amerikan gıda ve ilaç dairesi (FDA) doğal ürünleri yapay tatlandırıcı, renk ve sentetik katkı içermeyen ürünler olarak tanımlamaktadır.

SAYFA 4

organik üretim yapan kadın

Fakat buradaki sorun zaten kaynak değil sonrasındaki üretim ve dağıtım sürecidir. Doğal etiketli ürünleri organik ürünlerden ayıran özellik de budur. Organik ürünlerin aksine doğal ürünlerin herhangi bir sertifikasyon ve kontrol süreci yoktur. Bahçesinde herhangi bir yöntemle sebze yetiştiren bir üretici bunu doğal ürün etiketiyle pazarlayabilir.  Bu da doğal ifadesi taşıyan ürünlerin gerçekten sağlıklı ve katkısızolabileceği gibi, kötüye kullanıma açık ve denetimsiz olabileceğini de göstermektedir. Kaldı ki FDA’nın “doğal ürün” tanımına rağmen değişen üretim teknikleriyle firmaların çeşitli yanıltıcı etiketler ile satış yapmaları hiç de zor değildir.

SAYFA 5

 doğal etiketli ürünler

Çoğu zaman market raflarında tamamen junk-food olarak tanımlanabilecek ürünlerin üzerinde bile doğal etiketi gördüğünüzde şaşırıyor musunuz? Yapılan araştırmalar da doğal olarak etiketlenmiş ürünlerde azımsanamayacak oranlarda farklı katkı maddelerinin kullanıldığını göstermektedir.

Eğer daha sağlıklı, katkısız ürünler tüketmek istiyorsanız ve imkanınız varsa olabildiğince organik etiketli ürünleri tercih etmenizde fayda var. “Doğal ürün” etiketi de kesinlikle sağlıklı bir tanımlama olsa da bu tip ürünleri satın alırken yanıltma olabileceği aklınızda bulunsun. Ürün ambalajındaki ”içindekiler” bölümünü incelemeyi ve güvendiğiniz firmaların ürünlerini satın almayı unutmayın.

Organik ürünlerin yurt dışına ihraç edilmesinin sebebi nedir? kısaca özet

$
0
0

organik-ürün-nedir.jpg (300×301)

Organik ürünler diğer normal ürünlere göre daha uzun ömürlü ve daha sağlıklı gıdalardır. Türkiye’de olduğu gibi tüm dünya ülkeleri de bunun farkında ve hepsinde organik ürünlere büyük talep var.

Bununla birlikte ülkemizde organik ürünler yabancı devletlere yani dış ülkelere de ihraç edilmektedir. Bunun nedeninin ne olduğuna burada kısaca özet şeklinde değineceğiz.

Organik ürünler neden yurt dışına ihraç ediliyor?

Ülkemizdeki verimli tarım arazileri yurt dışındaki bir çok ülkenin tarım arazisinden çok daha fazladır. Yağmur yağışının yeterli olması, akarsuların çok olması neredeyse tüm topraklarımızda ürün yetiştirmeye olanak sağlamaktadır. Bunun yanında ülkemizdeki ucuz fidan, tohum ve ucuz işçilik elde edilen ürünlerin çok daha ucuza mal edilmesine neden olmaktadır.

Ülkemizde üretilen organik ürünler ucuz fiyatları nedeniyle yurt dışında yoğun talep görmektedir. Üreticiler de yurt dışına gönderilen ürünlerden biraz daha fazla kazanç sağlamaktadır. Bu durum hem çiftçilerimize fazladan gelir, ülkemize ise fazladan döviz getirmektedir.

Organik ürünler, neden yurt dışına ihraç ediliyor?  

Çünkü en çok ihracat yaptığımız Avrupa ülkelerinin tarım ürünleri ithal ederken koydukları bazı kriterler vardır. Organik olmayan, içinde kimyasal ve hormon barındıran ürünleri kabul etmemektedirler. Aynı zamanda sağlıklı beslenmeye de aşırı önem vermekteler. Bu sebepten dolayı organik ürünler genelde yurt dışına ihraç edilmektedir.

Organik ürünler neden yurt dışına ihraç ediliyor? 

Organik tarım ürünlerini genelde Avrupa Ülkelerine ihraç ediyoruz. Avrupa ülkelerinin tarım ürünlerinin ithalatı için koydukları sıkı kriterler vardır. İnsan sağlığını tehdit edebilecek, kimyasal gübre ve zirai ilaç kalıntıları olan tarım ürünlerinin ithalatına izin verilmiyor. Bu sebeple ülkemizde yetişen organik tarım ürünleri daha çok Avrupa ülkelerine ihracı yapılmaktadır.

Ülkemizde de son yıllarda organik ürünlerin tüketime artmakla birlikte, organik tarım ürünlerinin fiyatları diğer tarım ürünlerine göre yüksek olduğu için, üreticiler daha çok ürettikleri organik tarım ürünlerini ihracata yönelmişlerdir.

Organik Ürünlerin Yurt Dışına İhraç Edilme Nedeni

Avrupa ülkeleri organik tarıma ait ürünleri genellikle Türkiye’den ithal ediyor. Avrupalılar genelde bu tarz ithalatlar için ciddi kriterler ortaya koyar. Tarım ilacı kalıntısı bulunan, kimyasal gübre kalıntısı içeren; yani insan sağlığına tehdit oluşturan ürünlerin ithal edilmesini engelliyor. Bu nedenledir ki Türkiye’deki organik tarım ürünleri Avrupa ülkelerine ihraç edilir.

Türkiye’de de organik tarım ürünü tüketimi günden güne artıyor fakat bu tarım ürünlerinin fiyatları diğerlerine göre oldukça pahalı olduğu için üreticiler Avrupa’ya ihraç etmeyi tercih ediyor.


Elektrik enerjisi iletmesine göre maddeleri sınıflandırma kısaca özet konu anlatımı

$
0
0

maddelerin-elektrik-enerjisi-siniflandirma

 

İnsanlık kendi icadı olan bilimsel yöntemde maddeleri sınıflandırarak ilerler. Dikkat ettiyseniz fizik, kimya ve biyoloji derslerinde genellikle maddeler ve canlılar hep belirli özelliklerine göre veya belli kriterler göz önüne alınarak sınıflandırmaya tabii tutulur. Böylece maddeler kategorilere ayrılarak anlaşılması ve üzerinde çalışılması daha kolay bir hale gelir.

Cansız maddeleri sınıflandırma yollarından biri de elektrik enerjisini iletip iletmeme durumudur.

Bu yazıda maddeleri elektrik enerjisi iletme durumlarına göre nasıl sınıflandırabilirsiniz sorusuna ço kısa özet şeklinde cevap vermeye çalışacağız.

iletken-maddeler.png (274×229)

Üç grup şeklinde sınıflandırabiliriz;

1- İletken Maddeler
2- Yarı iletken Maddeler
3- İletken olmayan Maddeler

Maddeler elektrik enerjisini iletme durumlarına göre iletken veya yalıtkan olarak sınıflandırılır. Elektriği az ve çok ileten maddelere iletken, elektriği hiç iletmeyen maddelere ise yalıtkan madde denir.

Metallerin tamamı, sıvıların ise bir kısmı iletkendir. Ametaller ve bazı sıvılar elektriği iletmeyen yalıtkanlardır.

İletken maddelere örnekler:
Demir, çelik, bakır, nikel, krom, altın, gümüş, platin, çinko, pirinç, kalay, kurşun, alüminyum, manganez, civa, karbon, magnezyum, volfram (tungsten), antimon, tuzlu su, limonlu su…

Yalıtkan maddelere örnekler:
Plastik, tahta, seramik, porselen, naylon, cam, kağıt, kauçuk, hava, elmas, cam yünü, taş yünü, pamuk, asfalt, kuvars, saf su, yün…

Maddeleri elektrik enerjisini iletme durumlarına göre nasıl sınıflandırabiliriz?

En iyi iletkenler sırayla; altın gümüş ve bakırdır.

Elektrik akımını iletmeyen maddelere “yalıtkan maddeler” denir. Cam ebonit porselen gibi cisimlerde serbest elektronlar yok denecek kadar azdır. Bu yüzden elektriği iyi iletmezler.

En az iletten veya en çok ileten olarak ayırabiliriz. Mesela en iyi iletken maddeler altın gümüş ve bakırdır.

Elektirik sadece evlerde değil okullarda sokaklarda sanayide kısacası her herde kullanılmaktadır. o halde eğer iletken maddeler olmasaydı elektrik hiçbir yere ulaşamaz :)

Kısaca Maddelerin Elektrik Enerjisi İletme Durumlarına Göre Nasıl Sınıflandırılır sorusunun cevabı:

www.erguven.net-yaSamimizdaki_elektrik_(16).JPG (960×720)

Bazı maddeler elektriği iletirler bazıları ise iletmez. Maddeler elektrik enerjisi iletme durumlarına göre iki gruba ayrılır; elektriği ileten maddelere iletken maddeler denir. Elektriği iletemeyen maddelere ise yalıtkan maddeler denir.

Bir madde elektriği az iletiyorsa bile o madde iletken madde olarak adlandırılmaktadır. Eğer bir madde elektriği hiç iletmiyorsa bu maddeye de yalıtkan madde adı verilir.

Tüm metaller elektriği iletirler yani tüm metal maddeler iletkendir. Sıvıların ise bir kısmı elektriği ilettiğinden dolayı bir kısmı iletken bir kısmı ise yalıtkandır.

İletken maddelere örnek olarak; demir, bakır, çelik, nikel, krom, altın, platin, gümüş, kalay, pirinç, çinko, kurşun, alüminyum, manganez, cıva, karbon, magnezyum, volfram, antimon, tuzlu su, limonlu su örneklerini verebiliriz.

Yalıtkan maddelere örnek olarak; Plastik, porselen, seramik, tahta, naylon, kağıt, cam, kauçuk, hava, elmas, cam yünü, taş yünü, pamuk, asfalt, kuvars, saf su, yün örneklerini verebiliriz.

Maddeleri elektrik enerjisini iletme durumlarına göre nasıl sınıflandırılır?

Elektriksel iletken, elektriği ileten maddelere verilen ad. Atomların dış yörüngesindeki elektronlar atoma zayıf olarak bağlıdır. Isı, ışık ve elektriksel etki altında kolaylıkla atomdan ayrılırlar. Gumus, bakır ve altin iyi iletkenlerdir.

Atomları 1 valans elektronlu olan metaller iyi iletkendir. Buna örnek olarak altın, gümüş ve bakır gösterilebilir.

Gumus bilinen en iyi iletkendir, ikinci en iyi ileken altındır, sonraki bakırdır. Bakir kablo ve tellerde gumuse gore ucuz olmasi sebebiyle tercih edilir. Altin kolay oksitlenmemesi sebebiyle elektriksel kontaklarda kullanilir. En iyi iletken olan gumusun oksidide iletkendir. Aluminyum bakırdan sonra en iyi iletkendir, yuksek gerilim hat kablolarinda kullanilir.

Dershaneler ne zaman kapanacak? Tarih açıklandı!

$
0
0

dershaneler_ne_zaman_kapanacak_h159811.jpg (555×288)

Aylardır Türkiye’nin gündemini meşgul eden konulardan biri de dershanelerin kapatılması meselesi.

Birçoklarına göre Cemaat ile hükümetin birbirine girmesine neden olan olay da buydu.

Öğrenciler açısından kendilerini daha çok ilgilendiren ve merak ettikleri şey ise dershanelerin kapanacağı tarih.

Peki dershaneler hangi tarihte kapatılacak? Bu soru yeni yasayla birlikte cevabını buldu.

TBMM Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu, dershanelerle ilgili düzenlemeleri de içeren kanun tasarısını kabul etti

Dershane ve öğrenci etüt merkezleri, eğitim öğretim faaliyetlerine 1 Eylül 2015′e kadar devam edebilecek, 2018/2019 eğitim öğretim yılı sonuna kadar özel okullara dönüşecek.

 

TBMM Milli Eğitim Komisyonu’nda kabul edilen, Milli Eğitim Temel Kanunu ile Bazı Kanun ve KHK’larda Değişiklik Yapan Kanun Tasarısı’ya göre, dershaneler ve öğrenci etüt eğitim merkezlerinde çalışan ve emeklilik, yaşlılık, malullük aylığı almayan eğitim personeli, gerekli şartları taşımaları halinde öğretmen unvanlı memur kadrolarına atanabilecek. Atamalarda, KPS şartı aranmayacak, sözlü sınavda başarılı olmak yeterli sayılacak.

Kadro ve ihtiyaçlar dikkate alınmak suretiyle, belirlenen hizmet bölge ve hizmet alanlarında istihdam edilecek eğitim personeli, sağlık özrü hariç 4 yıl süreyle başka bir yere atanamayacak.

Bakanlıkta istihdam edilenleri, ayrıldıkları özel eğitim kurumlarından kıdem ve ihbar tazminatı talep edemeyecek.

ÖZEL OKUL ÖĞRENCİLERİNE DESTEK

Özel ilkokul, özel ortaokul ve özel liselerde öğrenim gören öğrenciler için, resmi okullarda öğrenim gören bir öğrencinin okul türüne göre her kademede okulun öğrenim süresini aşmamak üzere, eğitim ve öğretim desteği verilebilecek.

Bu kapsamda eğitim ve öğretim desteğinden özel okul öncesi eğitim kurumlarından eğitim alanlar da 48-66 ay arasında olmak şartıyla en fazla bir eğitim öğretim yılı süresince yararlandırılabilecek.

Eğitim ve öğretim desteği, Bakanlıkça eğitim kademelerine göre her bir derslik için belirlenen asgari öğrenci sayısının üzerinde ve derslik başına belirlenen azami öğrenci sayısını geçmemek üzere verilebilecek.

Eğitim ve öğretim desteği; yörenin kalkınmada öncelik derecesi ve gelişmişlik durumu, öğrencinin ailesinin gelir düzeyi, eğitim bölgesinin öğrenci sayısı, desteklenen öğrenci ve öğrencinin gideceği okulun başarı seviyeleri ile öncelikli öğrenciler gibi ölçütler, ayrı ayrı veya birlikte dikkate alınarak verilebilecek.

DÖNÜŞÜM SÜRECİ

Dönüşüm programı kapsamındaki kurumları, aynı amaç ve niteliklerinin korunması şartıyla devir alanlar, bu madde hükümlerinden bakanlığın izniyle yararlandırılabilecek.

Dönüşüm sürecinin bitiminde, dönüşme talebinde bulundukları örgün eğitim kurumunun taşıması gereken şartları karşılayamayanların kurum açma izinleri iptal edilerek faaliyetlerine son verilecek.

Bu durumdaki kurumlardan, teşvik uygulamaları kapsamında yararlandıkları eğitim ve öğretim desteği, istisna, muafiyet ve haklar ile diğer teşviklerin parasal tutarının, ilgili teşvikten yararlandırılma tarihinden itibaren hesaplanacak gecikme zammı ile birlikte bir ay içerisinde ödenmesi yapılacak tebligatla ilgililerden istenecek.

1 EYLÜL 2015 SON TARİH

Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte faal olan dershaneler ile bu kanunla yapılan düzenlemelere göre gerekli dönüşümü tamamlamayan öğrenci etüt eğitim merkezleri, eğitim öğretim faaliyetlerine 1 Eylül 2015′e kadar devam edebilecek.

Milli Eğitim Bakanlığı, 1 Eylül 2015 tarihine kadar başvuranları, belirlenecek esaslara göre uygun görülmesi halinde öğretim kurumlarına dönüşüm programına alacak. Dönüşüm programına alınan kurumların, 2018-2019 eğitim öğretim yılının bitimine kadar mevzuatta öngörülen şartları karşılamaları kaydıyla dönüşebilecekleri okul ve diğer kurum türleri ile dönüşüm esas ve usulleri Bakanlıkça çıkarılan yönetmelikle düzenlenecek.

Özel okullarda görev yapan öğretmenlerin haftalık ders saati sayısının 30 saati geçemeyeceği hükmü ile özel okullarda yöneticilik ve eğitim öğretim hizmeti yapanlara, kıdemlerine göre dengi resmi okullarda ödenen aylık ile sosyal yardım kapsamındaki ek ödeme tutarlarından az ücret verilemeyeceği yönündeki hüküm yürürlükten kaldırılacak.

Yenilik ve Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü’ne verilen sınav faaliyetlerini yürütme görevi, Ölçme, Değerlendirme ve Sınav Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne bırakılacak.

İNCELEME ORGANI

Tasarı, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’na yönelik düzenlemeler de yapıyor. Başkanlık, bakanlığın karar organı yerine inceleme organı olacak.

Tasarıyla, Talim Terbiye Kurulu toplantısında, hizmet birimleri amirlerine oy kullanma hakkı da getiriliyor. Kurulda görüşülen konularla ilgili bakan onayıyla görevlendirilen ilgili birim amiri veya amirleri, kurul toplantısına katılacak ve oy kullanabilecek.

Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı ve üyesi, müsteşar yardımcısı, genel müdür, strateji geliştirme başkanı, inşaat ve emlak grup başkanı ve grup başkanı ile il müdürlerinin görevi, bu düzenlemenin yayımı tarihinde sona erecek.

YURTDIŞI TEŞKİLATLARI

Yurtdışı teşkilatı kadrolarına sürekli görevle atanabilmek için atanılan tarih itibariyle en az bir yıldır bakanlıkta ya da üniversitelerde çalışmak; görevlendirmenin yapılacağı ülkenin resmi dilini veya Almanca, Fransızca ya da İngilizce’den birini bilme şartı aranacak.

Yurtdışı sürekli görev süresi 3 yıl olacak. Bu süre bir katına kadar uzatılabilecek. Bakanlık tarafından görevlendirilen öğretmenlerin yanında Avrupa ülkelerinde vatandaşlık hakkına ya da süresiz oturma ve çalışma iznine sahip, gerekli şartların taşıyanlar arasından Bakanlıklararası Ortak Kültür Komisyonu’nca mahallinde sözleşmeli statüde öğretmen istihdam edilecek.

İl Milli Eğitim Müdürü, İl Milli Eğitim Müdür Yardımcısı, İlçe Milli Eğitim Müdürü, İl ve İlçe Milli Eğitim Şube Müdürü, Eğitim Denetmeni, Okul ve Kurum Müdürü, Müdür Başyardımcısı ve Müdür Yardımcısı olarak görev yapanların hizmet süresine veya isteğe bağlı yer değiştirmelerine ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle belirlenecek.

Yurtiçi veya yurtdışında, yerli veya yabancı kurum ve kuruluşlarla veya başka ülkelerle işbirliği anlaşması çerçevesinde kurulan, ulusal veya uluslararası proje yürüten okul ve kurumlar, Bakan onayı ile proje okulu olarak seçilen ve belirli eğitim reformu ve programlar uygulanan okul ve kurumlar ile Bakan onayıyla doğrudan Bakanlık merkez teşkilatına bağlanan kurumlara yapılacak öğretmen atamaları ve yönetici görevlendirmeleri Bakan tarafından yapılacak.

İl Milli Eğitim müdürlükleri bünyesinde oluşturulan Eğitim Denetmenleri Başkanlığı’nda Maarif Müfettişi ve müfettiş yardımcıları istihdam edilecek.

Yurtdışında ikamet eden vatandaşların talepleri ve Dışişleri Bakanlığı’nın teklifi doğrultusunda açılan, eğitim işbirliği ve ikili anlaşma olmaması nedeniyle kaynak aktarılamayan okulların ihtiyacı olan hizmet binası, eğitim araç ve gereçleri, donatım, bakım ve onarım, kefalet ücreti ve kira giderleri için genel bütçeden kaynak sağlanacak.

GÖREVDEN ALINACAKLAR

Tasarıda, bütçe ve personele ilişkin geçiş hükümleri de belirlendi. Buna göre, Milli Eğitim Bakanlığı merkez teşkilatında Talim ve Terbiye Kurulu üyesi, Müsteşar Yardımcısı, Genel Müdür, İnşaat ve Emlak Grup Başkanı ve Grup Başkanı kadrolarında bulunanlar ile Bakanlık taşra teşkilatında İl Müdürü, İl Milli Eğitim Müdür Yardımcısı ve İlçe Milli Eğitim Müdürü kadrolarında bulunanların görevleri, düzenlemenin yayımı tarihinde hiçbir işleme gerek kalmaksızın sona erecek.

Talim ve Terbiye Kurulu üyesi, Müsteşar Yardımcısı ve Genel Müdür kadrolarında bulunanlar Bakanlık Müşaviri kadrolarına atanacak. Grup Başkanı ve il müdürü kadrolarında bulunanlar grup başkanı ve il müdürü kadrolarına; diğerleri ile şahsa bağlı şube müdürü kadrolarında bulunanlar ise eğitim uzmanı kadrolarına getirilecek.

Grup Başkanı ve il müdürü kadrolarına atananlar, Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Genel Müdürlüğü’ne bağlı hizmet içi eğitim enstitülerinde görevlendirilecek. Eğitim uzmanı kadrolarına atananlar, Bakanlık merkez ve taşra teşkilatında Bakan tarafından belirlenen birimlerde sürekli görevle istihdam edilecek.

Kanun yürürlüğe girdiği tarihte Milli Eğitim Başdenetçisi, Milli Eğitim Denetçisi ve İl Eğitim Denetmeni kadrolarında bulunanlar Maarif Müfettişi, Milli Eğitim Denetçi Yardımcısı ve İl Eğitim Denetmen Yardımcısı kadrolarında bulunanlar ise Maarif Müfettiş Yardımcısı kadrolarına atanacak.

Türkiye’de deri giyim ve dokuma sanayi neden gelişti?

$
0
0

03163135_giy18.jpg (614×216)

Hangi ülkede hangi sanayinin niçin geliştiğini anlamanın bir yolu da o ülkenin tarihçesine ve tarihi gelişimine bakmaktan geçiyor. Göçebe toplumlar, yerleşik tarım toplumları veya daha çok ticaretle uğraşan toplumlarda doğal olarak birbirinden farklı sanayi dalları gelişir. Türkiye’de ise daha çok dkuma, deri ve giyim sektörü gelişmiş durumda. Peki bunun sebebi nedir?

Bu yazıda kısaca ülkemizde dokuma, deri ve giyim sanayiinin gelişmesinin nedenlerin neler olabileceği konusunda bilgiler vermeye çalışacağız…

Bu sorunun cevabı için kısaca tarihe göz atmak gerekir.

İlk göçebe Türk devletlerinin kültürlerinde dokumacılık sanatının büyük önemi vardı. Uygurlar halı, kilim, çadır, eğer gibi eşyaları ve giysileri dokumakta çok ustaydılar. İlerleyen zamanlarda Türkmen ve yörük aşiretleri tarafından Anadolu’ya getirilen ileri dokuma teknikleri sanatı, Selçuklular döneminde büyük bir gelişme göstermiştir. Sonraki yıllarda Türk halıları ve dokuma teknikleri tüm dünyaya yayılmıştır. Dünyada Türk dokuma ürünleri kültürel ve sanatsal özellikler taşıdığından diğer ülkelerin dokuma tekniklerinden ayrılmıştır.

Türkiye’de dokuma, deri ve giyim sanayiinin gelişmesinde, geçmişten gelen kültürel mirasın büyük önemi vardır. İlk yıllardan beri dokumacılık ve hayvancılığın ön planda olduğu ülkemizde, sanayiinin büyük bir çoğunluğunu halen dokuma, deri ve giyim sanayii üzerinedir. Ülkemizde üretilen ürünler başta Amerika ve Avrupa ülkeleri olmak üzere çok sayıda ülkeye ihraç edilerek ülke ekonomimize büyük katkı sağlamaktadır.

Türk devletleri, Asya ve Arap ülkelerinin bazıları bu alanlarda dünya liderleridir.

Bu yazı bilgimanya.com tarafından yazılmıştır. Link bağlantılı kaynak göstermek suretiyle faydalanabilirsiniz.

ulkemizde-dokuma-turk-kadini
Yukarıdaki resim: Ülkemizde bir çok ilde eski çağlardan beri bu yöntem kullanılarak el halısı dokunmaktadır.

ulkemizde-dokuma-kilim-motifleri
Yukarıdaki resim: Türk halılarında sıklıkla kullanılan hayvan motifleri görülmektedir.

Doğal kaynakları bilinçsizce kullanmanın insana zararları nelerdir? kısaca özet

$
0
0

dogal-kaynaklarin

İnsanlık gün geçtikte daha çok bilgilenmekte, bilimi ve teknolojisi sayesinde doğaya daha çok hükmetmektedir. Fakat birçok insanın henüz bilmediği çok açık ve bir o kadar acı bir gerçek var. Maalesef dünyanın kaynakları sınırlıdır. Gönül ister ki sınırsız olsun ve biz de özgürce kullanalım ve hatta har vurup harman savuralım fakat durum oldukça ciddi ve bir an önce önlem alınması gerekmektedir.

Bu neden doğal kaynakların korunması tek başına yeterli değildir. Bunun yanı sıra doğal kaynakların daha bilinçli bir şekilde kullanılması teşvik edilmeli ve bu konuda gerekli eğitimler verilmelidir. Doğal kaynakların yanlış ve hatalı bir biçimde kullanımının neden olabileceği felaketleri anlatmak da bu işin bir parçasıdır.

Eğer doğal kaynakları bilinçsiz kullanırsak, yeraltı ve üstündeki, örneğin petrol, doğal gaz gibi, bunları erkenden tüketirsek, dünyada, gelecek için tüketilecek doğal kaybak kalmaz. bu yüzden doğal kaynakları kullanırken bilinçli olmalıyız.

Sizce doğal kaynakların bilinçsizce kullanımının insan yaşamına olumsuz etkileri nelerdir?

Doğadaki kaynaklarımızdan bazıları tamamen tükenebilir durumdayken bazıları ise hiç tükenmez; ama kullanımlarının mümkün olmayacağı şekilde kirletilmeleri mümkündür.

Ormanlar ve bitki örtüsü tamamen yok edilebilecek doğal kaynaklardandır. Ormanlar ve bitki örtüsü havayı temizler, canlıların yaşaması için gerekli olan oksijeni sağlar, havayı nemlendirir, yağmurun yağmasını sağlar ve elde edilen ürünlerle canlıların beslenmesini sağlar. Ormanların kesilerek yok edilmesi ve yerine yenilerinin dikilmemesi sonucunda hava kirliliği artacak, sıcaklıklar yükselecek, kar ve yağmur yağışları azalacak, meyve ve sebze üretimi azalacak, yabani hayvanların ölümlerine dolayısıyla tüm canlıların yok olmasına neden olacaktır.

Fosil (kömür, petrol) gibi yakıtların tüketilmesi, fabrika bacalarından çıkan atıklar havayı kirleterek canlıların yaşam kalitesinin azalmasına sebep olur. Hava kirlenmesinin neden olduğu sera etkisiyle hava sıcaklıkları artar, asit yağmurlarının yağmasına sebep olarak ormanların ve bitki örtüsünün yok olmasına dolayısıyla tüm canlı yaşamının yok olmasına neden olur.

İçilebilir su kaynakları oldukça az olduğundan bilinçsizce kullanımının önlenmesi gerekir. Barajlarda biriktirilen suların evlerde ve fabrikalarda gereksiz yere israf edilmesi sonucu barajlardaki su hızla azalır ve susuzluğun ortaya çıkmasına neden olur. Fabrika artıkları ile kirletilen akarsulardan içme suyu elde edilmesi insanların çeşitli hastalıklar nedeniyle yaşamlarını yitirmesine neden olmaktadır. İnsanların yaşayabilmesi için içilebilir temiz su kaynaklarına ihtiyaç vardır.

Toprakların aşırı sulanması sonucunda veya çeşitli kimyasal atıkların birikmesi sonucunda toprak kalitesi azalır ve üzerinde tarım yapmayı mümkün kılmaz. İnsanların ve diğer canlıların yaşayabilmesi için toprakta yetişen bitki örtüsüne ihtiyaç vardır.

Doğal Kaynakların Düşüncesizce Tükeltilmesinin İnsan Yaşamına Etkileri

Yaşamımızı sürdürmek için doğal kaynaklardan yararlanırız. Hava, su, toprak, bitki örtüsü, hayvanlar ve madenler doğal kaynaklarımızı oluşturur. Bitmeyecekmiş gibi görünen bu kaynaklar, insanların bilinçsizce davranışları sonucu hızla azalmaktadır. Oysa görevimiz, bunları yok etmek değil, korumaktır. Bitkiler ve hayvanlar, yaşamları için gerekli oksijeni havadan alırlar. Havanın çeşitli şekillerde kirletilmesi, bu kirliliğin yağmur suları ile yeryüzüne inerek akarsu, yer altı suları ve toprağa karışması, orada yaşayan canlıları olumsuz yönde etkiler. Onların türlerinin azalmasına veya yok olmasına neden olur. Çünkü doğadaki canlıların zenginliği, sağlıklı bir çevrenin var olmasına bağlıdır. Su, sağlıklı bir hayatın devamı için canlıların gereksinim duyduğu en önemli doğal kaynaklardandır. Yeryüzünün yaklaşık dörtte üçünü ve canlı vücudunun önemli bir kısmını su oluşturur. İnsanlar birçok alanda (temizlik işlerinde, elektrik enerjisinin elde edilmesinde, bahçe ve tarlaların sulanmasında, deniz ulaşımında vb.) sudan yararlanır. Su, içinde yaşayan birçok canlıya da yaşama ortamı sağlar. Burada yaşayan balıkların beslenmemiz açısından önemi büyüktür. İnsanların yıllarca deniz, göl ve akarsulara bıraktığı atık maddeler, buralarda yaşayan canlı türlerinin azalmasına, bazılarının da yok olmasına neden olmuştur. Ayrıca buna bağlı olarak birçok önemli turizm merkezi de özelliğini yitirmiştir. Örneğin, bugün yurdumuzda Haliç ve İzmit Körfezi’nin çeşitli şekillerde kirletilmesi, çevre ve orada yaşayan canlılar için önemli bir tehlike oluşturmaktadır. Sanayinin hızla gelişmesi de su kaynağının tüketimini etkilemektedir. Ancak ülkelerin kalkınmasında ve iş olanaklarının oluşturulmasında sanayi kuruluşlarına da gereksinim vardır. Burada dikkat edilmesi gereken konu, suyun tutumlu bir şekilde ve kirletilmeden kirletilmeden kullanılmasıdır. Aynı şekilde doğal kaynaklarımızdan olan ormanların da sayılamayacak kadar yararları vardır. Bunlardan, gelecek kuşakların da yararlanmasını sağlamak için onları korumalıyız. Nüfus artışına paralel olarak giderek artan bir biçimde kullanılan bu kaynaklar korunmadığı takdirde zamanla tükenme noktasına gelir. Bu durum, doğa için bir felaket oluşturur. Yaşamın doğal kaynağı olan toprağa bırakılan zararlı katı ve sıvı atıklar, zamanla toprağın özelliğini kaybetmesine neden olur. Verimliliğini yitiren toprak, üzerinde yaşayanları besleyemez duruma gelir. Bitki örtüsünden yoksun kalan toprak, sularla taşınarak gölleri doldurur ve oradaki canlıların yok olmasına neden olur. Doğal kaynaklarımızdan olan yer altı zenginlikleri (madenler) de insanlar tarafından bilinçsizce tüketilmesi sayesinde her geçen gün azalmaktadır. Madenlerden; sanayi alanında, enerji elde etmede ve başka alanlarda yararlanmaktayız. Yapılan araştırmalara göre çok önemli birer enerji kaynağı olan petrol, kömür ve doğal gaz, yeni yataklar bulunmazsa, aşırı kullanılmaları nedeniyle çok kısa bir zaman sonra tükenecekleri belirtilmektedir. Bu bakımdan gerek enerji kaynaklarımızı, gerekse diğer yer altı kaynaklarımızı bilinçli kullanarak onlardan daha uzun bir süre yararlanmayı sağlamalıyız. Şu halde yaşamımız için vazgeçilmez birer kaynak olan doğal kaynaklarımızı bilinçli kullanmak, en başta gelen görevlerimiz içerisinde olmalıdır.Günlük yaşantımızda, okulda ve evde bilinçli birer tüketici olmak durumundayız. Su, elektrik, yakıt ve besin maddelerini israfa kaçmadan gerektiği kadar kullanmalıyız.

Doğal Kaynakların Bilinçsiz Kullanımının İnsan Yaşamına Olumsuz Etkileri

İnsanlar yaşamlarını devam ettirebilmek için hava, su, toprak, bitki örtüsü, hayvanlar ve madenler gibi doğal kaynakları kullanırlar. İnsanlar bu doğal kaynaklar bitmeyecek gözüyle bilinçsizce kullanmaktadırlar bu da doğal kaynakların tükenecek noktaya gelmesine yol açmaktadır.

Doğal kaynaklar arasında sayılan bitkiler ve hayvanlar da ihtiyaç duydukları oksijeni havadan almaktadırlar. Ancak insanların bilinçsiz davranmaları sonucu kirlenen ve zehirlenen hava doğal kaynaklara zarar vermektedir.

Dediğimiz gibi hava çeşitli bilinçsizliklerden dolayı kirletilmektedir. Kirlenen hava yağmur suyu ile birleşerek yer altı sularına ve toprağa ulaşır ve bu kirli hava toprakta yaşayan canlıları da olumsuz yönde etkiler. Ayrıca toprağa atılan katı ya da sıvı atıklar toprağın minerallerinin kaybolmasına ve toprağın zarar görmesine neden olur bu da topraktan ürünler yetiştirip insanların hayatları konusunda oldukça önemli bir tehdit unsurudur.

Su da insanların yaşamları için oldukça önemli bir doğal kaynaktır. Bu suya insanların bilinçsizce kirletici unsurları katması yine insanların hayatlarında önemli bir tehdit haline gelmektedir.

Sanayi tesislerinde ya da evlerde ısınmak amacıyla petrol, doğalgaz, linyit gibi madenler kullanılmaktadır fakat bunlar ve benzerleri gibi madenlerin kullanılması ve bu madenlerin atıklarının havaya karışması insanlarda ciddi hastalıklara neden olmaktadır.

Bu nedenler göz önünde bulundurulduğunda doğal kaynakları bilinçli kullanmanın tercih meselesi değil zorunluluk meselesi olduğunu görmekteyiz.

Doğal kaynakların bilinçsizce tüketilmesinin insan yaşamına etkileri nelerdir ? Ve buna ilişkin alınabilecek önlemler yer almaktadır. 4 tane sorun ve çözüm önerisi 

Doğal kaynakların tükenmesi yada bitmesi sonucunda insan yaşamı sona erer. Çünkü insanın doğanın bir parçası doğal kaynaklar ise doğal yaşamın nedeni. Doğal kaynaklar, insanların ve diğer canlıların yaşama nedenleridir. Doğal kaynakların yok olması demek hayatın durması ve yaşamın sona ermesi anlamına gelir. Bu nedenle elimizdeki kaynakları dikkatlice kullanmalı, tasarruf etmekten kaçınmamalı,örneğin; ışığı gerektiği zaman açık tutmalı, ocağımızdaki gazı gerektiği kadar açmalı ve zamanında kapamalı, musluğumuzda bir arıza varsa gidermeli ve suyun damla damla akıyor olsa dahi boşa akmasını önlemeli, dişimizi fırçalarken musluğumuzu kapamalı, yazı yazarken sadece bir sayfayı değil bir dalın her iki tarafınıda kullanmalı, kağıtları tasarruflu kullanmalı ve çöpe atmak yerine kağıt atık depolarının özel konteynırlarına atmalı,gereksiz süz olsun diye çam vs. ağaçları kesilmemeli, zevk için hayvan avları engellenmeli, fabrika, sanayi atıklarının, radyasyonun, zehirli baca gazlarının vs nin
havayai doğaya su kaynaklarına, çevreye doğaya kolayca yayılmasının atılmasının doğal kirlenmenin sıkı şekilde engellenmesi suretiyle toplu hayvan ölümlerinin ve doğal dengenin bozulmasının önüne geçilmesi gerekir… vb.

Doğal Kaynakların Bilinçsizce Tükeltilmesinin İnsan Yaşamına Etkileri hakkında bilgi

Yaşamımızı sürdürmek için doğal kaynaklardan yararlanırız. Hava, su, toprak, bitki örtüsü, hayvanlar ve madenler doğal kaynaklarımızı oluşturur. Bitmeyecekmiş gibi görünen bu kaynaklar, insanların bilinçsizce davranışları sonucu hızla azalmaktadır. Oysa görevimiz, bunları yok etmek değil, korumaktır. Bitkiler ve hayvanlar, yaşamları için gerekli oksijeni havadan alırlar. Havanın çeşitli şekillerde kirletilmesi, bu kirliliğin yağmur suları ile yeryüzüne inerek akarsu, yer altı suları ve toprağa karışması, orada yaşayan canlıları olumsuz yönde etkiler. Onların türlerinin azalmasına veya yok olmasına neden olur. Çünkü doğadaki canlıların zenginliği, sağlıklı bir çevrenin var olmasına bağlıdır. Su, sağlıklı bir hayatın devamı için canlıların gereksinim duyduğu en önemli doğal kaynaklardandır. Yeryüzünün yaklaşık dörtte üçünü ve canlı vücudunun önemli bir kısmını su oluşturur. İnsanlar birçok alanda (temizlik işlerinde, elektrik enerjisinin elde edilmesinde, bahçe ve tarlaların sulanmasında, deniz ulaşımında vb.) sudan yararlanır. Su, içinde yaşayan birçok canlıya da yaşama ortamı sağlar. Burada yaşayan balıkların beslenmemiz açısından önemi büyüktür. İnsanların yıllarca deniz, göl ve akarsulara bıraktığı atık maddeler, buralarda yaşayan canlı türlerinin azalmasına, bazılarının da yok olmasına neden olmuştur. Ayrıca buna bağlı olarak birçok önemli turizm merkezi de özelliğini yitirmiştir. Örneğin, bugün yurdumuzda Haliç ve İzmit Körfezi’nin çeşitli şekillerde kirletilmesi, çevre ve orada yaşayan canlılar için önemli bir tehlike oluşturmaktadır. Sanayinin hızla gelişmesi de su kaynağının tüketimini etkilemektedir. Ancak ülkelerin kalkınmasında ve iş olanaklarının oluşturulmasında sanayi kuruluşlarına da gereksinim vardır. Burada dikkat edilmesi gereken konu, suyun tutumlu bir şekilde ve kirletilmeden kirletilmeden kullanılmasıdır. Aynı şekilde doğal kaynaklarımızdan olan ormanların da sayılamayacak kadar yararları vardır. Bunlardan, gelecek kuşakların da yararlanmasını sağlamak için onları korumalıyız. Nüfus artışına paralel olarak giderek artan bir biçimde kullanılan bu kaynaklar korunmadığı takdirde zamanla tükenme noktasına gelir. Bu durum, doğa için bir felaket oluşturur. Yaşamın doğal kaynağı olan toprağa bırakılan zararlı katı ve sıvı atıklar, zamanla toprağın özelliğini kaybetmesine neden olur. Verimliliğini yitiren toprak, üzerinde yaşayanları besleyemez duruma gelir. Bitki örtüsünden yoksun kalan toprak, sularla taşınarak gölleri doldurur ve oradaki canlıların yok olmasına neden olur. Doğal kaynaklarımızdan olan yer altı zenginlikleri (madenler) de insanlar tarafından bilinçsizce tüketilmesi sayesinde her geçen gün azalmaktadır. Madenlerden; sanayi alanında, enerji elde etmede ve başka alanlarda yararlanmaktayız. Yapılan araştırmalara göre çok önemli birer enerji kaynağı olan petrol, kömür ve doğal gaz, yeni yataklar bulunmazsa, aşırı kullanılmaları nedeniyle çok kısa bir zaman sonra tükenecekleri belirtilmektedir. Bu bakımdan gerek enerji kaynaklarımızı, gerekse diğer yer altı kaynaklarımızı bilinçli kullanarak onlardan daha uzun bir süre yararlanmayı sağlamalıyız. Şu halde yaşamımız için vazgeçilmez birer kaynak olan doğal kaynaklarımızı bilinçli kullanmak, en başta gelen görevlerimiz içerisinde olmalıdır.Günlük yaşantımızda, okulda ve evde bilinçli birer tüketici olmak durumundayız. Su, elektrik, yakıt ve besin maddelerini israfa kaçmadan gerektiği kadar kullanmalıyız.

Kısaca doğal kaynakları korumak için yapılması gerekenler özet

$
0
0

dogal-kaynaklari-kirletmek-ve-korumak

Bir önceki yazımızda doğal kaynakların insan yaşamı için ne kadar gerekli ve önemli olduğundan söz etmiştik. Bu yazıda ise bu kadar önemli olan doğal kaynakların kirletilmemesi için neler yapılabilir ve bizler ne yapmalıyız sorusuna kısa maddeler halinde cevap vermeye çalışacağız.

Doğal kaynakları kirletmemek, korumak için neler yapabiliriz?

Canlıların yaşamlarını etkileyen doğal kaynaklarımız; hava, su, deniz ve topraktı. Bu kaynakların kirlenmesi tüm canlıların yaşamlarını tehlikeye sokmaktadır. Bu kaynakların kirletmemek ve korumak için aşağıdaki önlemler alınabilir.

Havayı kirletmemek ve korumak için yapılabilecekler:
Evlerde, fabrikalarda ve termik santrallerde kullanılan fosil (odun, kömür, petrol) yakıtların kullanımı azaltılmalı ve daha çevreci olan doğalgaz kullanımı artırılmalıdır. Fabrika bacalarına kirliliği önleyici filtreler takılmalıdır. Havanın temizlenmesini artırmak için ormanlık araziler korunmalı ve yeni ağaçlandırmalar yapılarak genişletilmesi sağlanmalıdır.

Suyu kirletmemek ve korumak için yapılabilecekler:
Akarsuların çevresindeki fabrikaların zehirli kimyasal atıklarının akarsulara akıtmaları yasaklanmalı ve atıkları için arıtma sistemleri kurmaları sağlanmalıdır. Yerleşim yerlerinin kanalizasyon atıklarının akarsulara akıtılması önlenmelidir. Akarsulara çöp dökülmesi önlenmelidir.

Denizleri kirletmemek ve korumak için yapılabilecekler:
Denizlerde dolaşan gemilerden ve petrol tankerlerinden suya sızan petrol artıklarının önlenmesi gerekir. Şehirlerin kanalizasyon atıklarının denizlere dökülmesi önlenmelidir. Denizlere çöp atılması ve dökülmesi önlenmelidir.

Toprağı kirletmemek ve korumak için yapılabilecekler:
Fabrikaların zararlı kimyasal atıklarının toprağa akıtılarak kirlenmesi önlenmelidir. Evsel atıklardaki kimyasal artıkların toprağa karışması önlenmelidir. Özellikle atık pillerin toprağa akıtılması önlenmelidir çünkü 1 adet pildeki zehirli madde, okul bahçesi kadar alanı kaplayan toprağı zehirlemektedir. İnşaat molozlarının gelişi güzel alanlara dökülmesi engellenmelidir.

Doğal kaynakları korumak için neler yapmalıyız?

Doğa ve insan sürekli olarak birbirini etkiler. İnsan, varlığını doğanın çevrimi içinde sürdürür; ihtiyaç duyduğu maddeleri doğadan alır ve atıklarını doğaya bırakır. Doğa, kendi çevrim döngüsü içinde tükenen kaynakları farklı hızlarda yeniler. Ancak, toplumumuzun ürettiği atıklar bugün gerek nitelik gerekse nicelik olarak doğanın yenileme kapasitesini zora sokmaya başladı. Doğanın sırtına yüklediğimiz yükü hafifletmek, dünyamız ile barış içinde yaşamak ve sürdürülebilir çevre hedefimize ulaşabilmek için uymamız gereken dört temel kural bulunuyor:

1-Sınırlı kaynakları dikkatli kullanmak: Az bulunan bazı madenlerin yerine daha bol miktarda olanları kullanmalı, yeraltından çıkarılan bütün maddeleri verimli bir şekilde kullanmalı ve fosil yakıtlara olan bağımlılığımızı azaltmalıyız.

2-İnsan yapısı maddelerin birikmesini önlemek: Ürettiğimiz atık miktarını azaltmalı, kalıcı olan ve yapay bileşimlerin yerine daha bol miktarda olanları ya da doğada kolayca çözünenleri tercih etmeli, toplumun ürettiği her ürünü verimli bir şekilde kullanmalıyız.

3-Yenilenebilir kaynakların yerine yenilerini koymak: Kaynaklarımızı iyi yönetilen eko-sistemlerden elde etmeli, bu kaynakları üretken ve etkin bir şekilde kullanmalı ve doğayı değiştirirken dikkatli olmalıyız.

4-Dünyanın her yerinde insanlığın uzun vadeli ihtiyaçlarını karşılamak: Bütün kaynaklarımızı verimli, adil ve sorumlu bir şekilde kullanmalı, böylece yaşamlarını etkilediğimiz insanların ihtiyaçlarının ve daha henüz doğmamış kuşakların gelecekteki ihtiyaçlarının karşılanmasını bugünden güvence altına almalıyız.

Doğal Kaynaklarımız Nasıl Korunur?

Hava, su, toprak, bitki örtüsü, hayvanlar ve madenler Dünyanın doğal kaynaklarını oluşturur. Doğal Hayatı Koruma Derneği’nin açıklamalarına göre; insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar hızlı ve büyük miktarlarda tüketilen doğal kaynaklar, son 40 yılda bir kaç kat daha artarak tahribata uğramıştır.

Özellikle oksijen, Su, bitki örtüsü, petrol gibi kaynakların büyük bir hızla azalması, canlıların yaşam alanlarını kısıtlamakta, çevresel felaketlere yol açabilecek iklim değişiklikleri yaratmaktadır.(küresel ısınma) Örneğin içilebilir su, hayatın ana maddesi olmakla kalmayıp; insanların can damarlarından biri olan elektrik enerjisi üretiminde ilk sırada gelmektedir. 

Doğal kaynakları neden dikkatli tüketmeliyiz
Yaşamımızı sürdürmek için doğal kaynaklardan yararlanırız. Hava, su, toprak, bitki örtüsü, hayvanlar ve madenler doğal kaynaklarımızı oluşturur. Bitmeyecekmiş gibi görünen bu kaynaklar, insanların bilinçsizce davranışları sonucu hızla azalmaktadır. Görevimiz, bunları yok etmek değil, korumaktır.

Bitkiler ve hayvanlar, yaşamları için gerekli oksijeni havadan alırlar. Havanın çeşitli şekillerde kirletilmesi, bu kirliliğin yağmur suları ile yeryüzüne inerek akarsu, yer altı suları ve toprağa karışması, orada yaşayan canlıları olumsuz yönde etkiler. Onların türlerinin azalmasına veya yok olmasına neden olur. Çünkü doğadaki canlıların zenginliği, sağlıklı bir çevrenin var olmasına bağlıdır.

Su, sağlıklı bir hayatın devamı için canlıların gereksinim duyduğu en önemli doğal kaynaklardandır. Yeryüzünün yaklaşık dörtte üçünü ve canlı vücudunun önemli bir kısmını su oluşturur. İnsanlar birçok alanda (temizlik işlerinde, elektrik enerjisinin elde edilmesinde, bahçe ve tarlaların sulanmasında, deniz ulaşımında vb.) sudan yararlanır. Su, içinde yaşayan birçok canlıya da yaşama ortamı sağlar. Burada yaşayan balıkların beslenmemiz açısından önemi büyüktür.

İnsanların yıllarca deniz, göl ve akarsulara bıraktığı atık maddeler, buralarda yaşayan canlı türlerinin azalmasına, bazılarının da yok olmasına neden olmuştur. Ayrıca buna bağlı olarak birçok önemli turizm merkezi de özelliğini yitirmiştir. Örneğin, bugün yurdumuzda Haliç ve İzmit Körfezi’nin çeşitli şekillerde kirletilmesi, çevre ve orada yaşayan canlılar için önemli bir tehlike oluşturmaktadır. Sanayinin hızla gelişmesi de su kaynağının tüketimini etkilemektedir. Ancak ülkelerin kalkınmasında ve iş olanaklarının oluşturulmasında sanayi kuruluşlarına da gereksinim vardır. Burada dikkat edilmesi gereken konu, suyun tutumlu bir şekilde ve kirletilmeden kirletilmeden kullanılmasıdır.

Aynı şekilde doğal kaynaklarımızdan olan ormanların da sayılamayacak kadar yararları vardır. Bunlardan, gelecek kuşakların da yararlanmasını sağlamak için onları korumalıyız. Nüfus artışına paralel olarak giderek artan bir biçimde kullanılan bu kaynaklar korunmadığı takdirde zamanla tükenme noktasına gelir. Bu durum, doğa için bir felaket oluşturur.

Yaşamın doğal kaynağı olan toprağa bırakılan zararlı katı ve sıvı atıklar, zamanla toprağın özelliğini kaybetmesine neden olur. Verimliliğini yitiren toprak, üzerinde yaşayanları besleyemez duruma gelir. Bitki örtüsünden yoksun kalan toprak, sularla taşınarak gölleri doldurur ve oradaki canlıların yok olmasına neden olur.

Doğal kaynaklarımızdan olan yer altı zenginlikleri (madenler) de insanlar tarafından bilinçsizce tüketilmesi sayesinde her geçen gün azalmaktadır. Madenlerden; sanayi alanında, enerji elde etmede ve başka alanlarda yararlanmaktayız. Yapılan araştırmalara göre çok önemli birer enerji kaynağı olan petrol, kömür ve doğal gaz, yeni yataklar bulunmazsa, aşırı kullanılmaları nedeniyle çok kısa bir zaman sonra tükenecekleri belirtilmektedir. Bu bakımdan gerek enerji kaynaklarımızı, gerekse diğer yer altı kaynaklarımızı bilinçli kullanarak onlardan daha uzun bir süre yararlanmayı sağlamalıyız.

Şu halde yaşamımız için vazgeçilmez birer kaynak olan doğal kaynaklarımızı bilinçli kullanmak, en başta gelen görevlerimiz içerisinde olmalıdır.Günlük yaşantımızda, okulda ve evde bilinçli birer tüketici olmak durumundayız. Su, elektrik, yakıt ve besin maddelerini israfa kaçmadan gerektiği kadar kullanmalıyız.

Doğal Kaynaklarımız – Bazı Canlı Türlerinin Yokolması – Doğal Kaynaklarımızı Korumak İçin Neler Yapmalıyız – Milli Parklar

Yeryüzünde çok sayıda canlı yaşamaktadır.Canlılar, yaşamlarını çevreleriyle sürekli bir etkileşim içinde sürdürürler.Beslenme,barınma ve çoğalma gibi temel gereksinimlerini yaşadıkları bu doğal ortamdan karşılarlar.

Doğal ortamda canlılarla cansızlar arasındaki sürekli ilişkiye doğal denge denir.Doğal ortamın zarar görmesi doğal dengenin bozulmasına da neden olur.Bu da o çevrede yaşayan canlıların yok olması veya türerinin azalması anlamına gelir.

Canlılar arasında bulunduğu çevreyi en çok etkileyen ve ona zarar veren insandır.Günümüzde dünya nüfusu hızla artmaktadır.Artan nüfusun beslenme barınma vb gereksinimlerini karşılayabilmek için doğal ortam insanların bilinçsiz davranışları sonucunda bozulur.

Ormanlar tarla açmak bina yapmak amacıyla veya yangınlarla yok edilir.Oysa ki ormanlar doğal dengeyi sağlayan çok sayıda canlının barınma ve beslenme ortamıdır.Ayrıca canlı tutan, güzelleştiren, erozyonu önleyen, toprak kaymalarını engelleyen ve insanlara pek çok ürün sağlayan doğal varlıklar yine ormanlardır.Bunların yok edilmesi, orada yaşayan canlıların da tükenmesine, insanların bu ürünlerden yoksun kalmasına ve doğal ortamın bozulmasına neden olur.

Aynı şekilde sanayi artıkları ve daha başka maddelerle suların(deniz,göl ve akarsu) kirletilmesi de pek çok canlı türünün azalmasına veya yok olmasına neden olur.Av yasağına uymama ve aşırı avlanma da canlı türlerini yok eden bir başka emendir.Görülüyor ki doğal ortamın bozulmasının kaynağında hep insan vardır.İnsanın doğal ortama bu şekilde müdahalesi dünyanın zenginliğini büyük çapta yitirmesine neden olur.

Sonuçta yaşamak için birbirlerine doğrudan veya dolaylı olarak muhtaç olan canlılardan birinin yok olması doğada düzeltilemeyecek bozulmalara yol açar.Bu bakımdan doğal çevreyi korumak önemlidir.Çevrenin korunması biz insanların çevreye karşı duyarlı olmasıyla mümkündür.

Hepimize büyük yararlar sağlayan doğal çevremize karşı görevimiz, onu yok etmek değil, korumak, geliştirmek ve ondan bilinçli olarak yararlanmaktır.Bu nedenle tüm canlıları sevmeli ve doğayla dost olmalıyız.

Son yıllarda, doğal dengenin bozulmasının doğuracağı sonuçların ne kadar önemli olduğunu anlayan ülkeler, çevre korunmasına büyük önem vermeye başlamışlardır.Yurdumuzda da doğal yaşamı korumak amacıyla pek çok millî park oluşturulmuştur.Kuşcenneti,Yed i göller Kovada gölü ve Ulu Dağ millî parkları bunlara örnektir.

Doğal kaynakların korunması için neler yapmalıyız ? 

1-Suları kirletmemeli
2-Fabrika bacalarına filtre takmalı
3-Çöplerimizi çöp kutusuna atmalı
4-Ağaçları kesmemeliyiz
5-Hayvanlara zarar vermemeliyiz.

Doğal kaynaklarımızı korumak için neler yapmalıyız madde madde

Doğal kaynaklar sınırsız değildir. Birçok alanda kullandığımız için dikkatli ve tutumlu kullanmazsak kısa sürede azalır, ihtiyaçlarımızı karşılayamaz. Kâğıt, karton, demir ve cam gibi atıkların işlenerek.Yapılması lazımdır. ?

1-İsraftan kaçınılmalı
2-Yenilebilir enerji kaynaklarının kullanımı arttırılmalı
3-Çevremizi temiz tutmalı
4-Ormanlık alanlar korunmalı
5-Geri dönüşümlü ürünler tercih edilmeli
6-Sular kirletmemeli
7-Fabrika bacalarına filtre takmalı
8-Hayvanlara zarar vermemeliyiz.

Doğal Kaynaklarımız Tükenmesin 

6.Sınıf Sosyal Bilgiler Altın Kitaplar ders kitabı sayfa 110  ve 111′in cevapları

1-)  Doğal kaynaklar tükenir mi?Neden?
Aslında normal olarak doğal kaynaklarımızın tükenmemesi gerekiyor.Fakat günümüz şartlarında ve insanlarımızın doğal kaynakları bilinçsizce tüketmesi sonucunda doğal kaynaklarda elbet bir gün tükenecektir. 

2-)  Doğal kaynaklarımızı korumak için neler yapmalıyız?

1 suları kirletmemeli
2 fabrika bacalarına filtre takmalı
3-çöplerimizi çöp kutusuna atmalı
4-ağaçları kesmemeliyiz
5-Hayvanlara zarar vermemeliyiz.


3-)   Ormanların yok edilmesi biz insanları nasıl etkiler?Tartışınız
Ormanlar doğal yaşamda önemli yer tutar.Ormanların özellikleri dünya üzerindeki temiz oksijen kaynagıdır. Ormanlarımızın biz insanlara faydası saymakla bitmez.Bunların en önemli olanlarından bir tanesi erezyonu önlemesidir. Tüm bunların tam tersini düşündüğümüzde ormanlarımızın biz insanlar için ne kadar önemli oldugunun birazcıkdaolsa farkına varabiliriz.Ormanlar biz insanların ciğerleridir.Nefes alıpvermemizi ormanlar sağlar.


4-)   Doğal kaynakları korumak ve daha dikkatli olmak için neler yapabiliriz?

1)Ülkemizde yetişen ağaçlar , bitkiler , bunların tanınması , korunması , çoğaltılması konusunda çalışan gruplarla hiç değilse yılda bir kez biraraya gelip bilgi alabiliriz.Mutlaka bize de düşen bir görev vardırHepimiz sadece yılda bir kez doğayı korumak adına birşey yapsak bile doğa bundan hoşnut olacaktır


2)İçtiğimiz suyun , nefes aldığımız havanın daha temiz olması için son on yılda kendi adımıza birşey yapmamışsak önümüzdeki yıllar için telafi planlaması yapabiliriz


3)Çöplerimizi sınıflandırmaya başlayabilirizHepimizin bu tür alışkanlıkları doğallıkla büyük organizasyonlara yansıyarak atıkların doğaya en az zararı verir şekilde yeniden değerlendirilmesini sağlayabilir


4)Her ay bir çocukla çevre koruma bilincini yerleştirebileceğimiz eğitimci sohbetler yapabiliriz.  
5)Sokağımızda varsa , rahatsız edici bozuk kaldırım , taşmış çöp kutuları , susuz kalmış ağaçlar , parklar vb eksiklikleri günlük olarak ilgili görevlilere hatırlatabiliriz 

6)Piknik yerlerindeki inanılmaz sorumsuzluklara yanımızda bir fazla çöp poşeti götürerek müdahele edebilirizBir çöp poşeti ikram ettiğimiz sorumsuz kişi mutlaka iyi birşey yapmaya yönelecektir 
7)Siz zaten bunları yapıyorsanız lütfen yapmayanlara hatırlatın Çağımızda çoktan rayına oturmuş olması gereken bu konular için basit öneriler ne yazıkki hala gerekiyor

Viewing all 383 articles
Browse latest View live