Quantcast
Channel: Eğitim – BilgilerSitesi.Com
Viewing all 383 articles
Browse latest View live

Tanzimat Fermanı Yılı, Kaç Yılında (Senesinde) İlan Edildi?

$
0
0

fermanforumdas.jpg

Tanzimat Fermanının tarihi nedir?

Tanzimat Fermanı ne zaman olmuştur?

Tanzimat Fermanı 3 Kasım 1839

Sultan Abdülmecit’in emri ile Koca Mustafa Reşit Paşa tarafından Gülhane Parkı’nda okunan Tanzimat Fermanı 3 Kasım 1839 tarihinde ilan edilmiştir.

Tanzimat Fermanı, reformlar,düzenlemeler anlamına gelmektedir. Yani Tanzimat Fermanı ile bir çeşit reform yapılmış ve Osmanlı için bir modernleşme dönemine adım atılmıştır. Tanzimat Fermanı’nın çıkarılmasında ve modernleşme hareketlerinin başlamasında ileri gelen kişiler 1839-1855 yılları arasında Mustafa Reşit Paşa, 1850′lerden 1871′e kadar Mehmet Emin Ali Paşa ve Keçecizade Mustafa Paşa’dır. Fuat Paşa 1868′de, Ali Paşa 1871′de hayatını kaybettikten sonra buyenilenme süreci sekmeye uğramış ve karışıklıklar baş göstermiştir.

1876 yılında II.Abdülhamit’in tahta çıkması ve ardından Meşrutiyet’in ilan edilmesi ile Tanzimat Dönemi sona ermiş kabul edilir.Ancak Tanzimat Dönemi’nden sonra da yenileşme hareketleri devam ettiği için Omanlı Reformu’nun 1922′de Osmanlı’nın yıkılışına kadar sürdüğü söylenebilir.

Tanzimat Fermanı Hangi Tarihte İlan Edildi bilgisi


Kısaca Tanzimat Fermanı Nedenleri ve Sonuçları Özet Maddeler Halinde

$
0
0

tanzimat-fermanı-haberi.jpg (640×473)

İşte Türkiye tarihinde çok önemli bir yeri olan Tanzimat Fermanı ile ilgili bilmek istediğiniz her şey!  Tanzimat fermanı niçin ilan edilmiştir? Tanzimata yol açan sebepler nelerdir, tanzimatın başlıca nedenleri ve ortaya çıkan en önemli sonuçlarını kısa özet maddeler halinde konu anlatımı olarak paylaşıyoruz…

Tanzimat Fermanı Nedenleri

1-Avrupalı devletleri Osmanlı’nın içişlerine karıştıracak bahaneleriortadan kaldırmak.

2-Mısır ve boğazlar konusundaavrupadan destek görebilmek.

3-Devlet içinde yükselen demokratikleşme hareketinidestekleme arzusu.

3 kasım 1839 da Tanzimat fermanı yukarıda yazan nedenlerden ötürü ilan edilmiştir.

Tanzimat Fermanı Sonuçları

Müslümanlar tepki göstermiş, gayrimüslimler yeterli görmemiş, Ruslar ise çıkarlarına ters düştüğünden ötürü panslavist fikirlerine hız vermişlerdir.

Hukuk ve mali alanlarda da ıslahatlar yapılmıştır ve halk bunu anlasın diye yurdun çeşitliyerlerine elçiler gönderilmiştir ancak bu haklardan daha çok gayrimüslimler yararlanmıştır.

Kılık, kıyafet, sosyal alanda batılılaşma hareketi başladı. Osmanlı devleti amaçladığı gibiuluslararası olaylarda batılı devletlerin desteğini gördü.

Tanzimat Osmanlı’nın ilk anayasası olması özelliğini taşımaktadır. Tanzimat fermanı halkhareketiyle değil padişah eliyle verildiğinden dolayı yeterince anlaşılamadı ama buna rağmen ortaya çıkan özgür düşünce akımı sayesinde Osmanlı Devletinin aydınlarıyetişmeye başladı.

Tanzimat Fermanı Nedenleri Nedir?
Tanzimat Fermanı Sonuçları Nelerdir?
Tanzimat Fermanı Nedenleri Ve Sonuçları Hakında Kısa Bilgi

Tanzimat Fermanı Nedenleri

1)-Avrupalı Devletlerin iç işlerimie karışmasına engel olmak.

2)-Mısır ve Boğazlar konusunda Avrupalı Devletlerin desteğini kazanmak.

3)-Devleti ve toplumu demokratik bir yapıya kavuşturma isteği

Bu nedenlerden dolayı 3 Kasım 1839 da Tanzimat Fermanı (Gülhane Hattı Hümayunu) ilan edildi.

Tanzimat Fermanı Sonuçları

Tazminat fermanı Müslümanlar tarafından tepkiyle karşılanmışken gayri müslim halk tarafından yeterli görülmemiştir. Islahatları çıkarlarına uygun bulmayan Rusya, Panslavist propagandalarını arttırarak azınlıkları Osmanlı Devlet’inden yeni haklar almaya itmiştir.
Tanzimat Fermanı’nın halk tarafından anlaşılması için Anadolu ve Rumeli’ye memurlar gönderildi.
Hukuk alanında ıslahatlar ile yeni ticaret, ceza kanunları ve mahkemeler meydana getirildi. Fakat bu haklardan Türkler ve Müslüman’lardan daha çok Avrupalılar ve gayrimüslimler yararlandılar.
Kılık, kıyafet, yaşayış ve sosyal alanda “Batılılaşma” denilen yenilikler yapıldı.
Tanzimat Fermanı, anayasanın Osmanlı ülkesinde başlangıcı oldu. Osmanlı Devleti bu fermanı ilân ederken Avrupalı devletlerin desteğini sağlamayı amaçlamıştı. Tanzimat’ın hemen sonrasında Mısır meselesi, onların yardımı ile halledildi. Rusya ve Hünkâr İskelesi meselesi ve boğazların durumu çözümlendi.
Ordu ve eğitim alanında batı örneklerine göre çalışmalar yapıldı.
Tanzimat Fermanı, halk iradesiyle değil, padişahın tek taraflı iradesiyle ortaya çıkmıştı. Bu nedenle halk tarafından tam olarak anlaşılamadı. Ancak bu dönemde ilk Osmanlı aydın kadrosu yetişti.

Tanzimat Fermanı Sonuçları – Tanzimat Fermanı’nın Sonuçları

Kasım 1839′da Sultan Abdülmecid döneminin Hariciye Nazırı Koca Mustafa Reşit Paşa tarafından okunan Tanzimat Fermanı, diğer adıyla Gülhane Hatt-ı Hümayunu Türk tarihinde demokratikleşmenin ilk somut adımı olarak kabul edilir. Gülhane Parkı’nda okunmasından dolayı Gülhane Hatt-ı Şerif-î (Padişah Yazısı) veyaTanzimât-ı Hayriye (Hayırlı Düzenlemeler) olarak bilinmektedir. Bu fermânla devlet kendisini yenilemesi gerektiği kabul edilmiş ve bununla birlikte çeşitli alanlarda bir takım düzenlemeler yapılmıştır. Bu da beraberinde birtakım sonuçları doğurmuştur. Tanzimat Fermanı Sonuçları şunlardır:

Tanzimat Fermanı’nın Sonuçları

- Padişah kendi isteğiyle yetkilerini kısıtlamıştır.
- Hukukun üstünlüğü ilkesi benimsenmiştir.
- Tanzimat Fermanı’yla aynasal düzene geçişte önemli bir adım atılmıştır (ilk anayasacılık hareketi)
- Tanzimat Fermanı’yla verilen haklar bir halk hareketi sonucunda değil de padişah tarafında verildiği için Osmanlı ülkesinde batıdakine benzer önemli bazı sosyal gelişmeler yaşanmamıştır.
- Tanzimat döneminde hukuk, yönetim, askerlik, eğitim ve kültür alanlarında yenilikler yapılmıştır.

Tanzimat Fermanı Neden İlan Edildi – Nedenleri

- Tanzimat Fermanı Niçin İlan Edilmiştir – Tanzimat Fermanı Neden İlan Edildi ile İlgili Avrupalı Devletlerin Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışmasının önüne geçmek ve yine Avrupalı devletlerin Mısır sorununun çözümünde ve de Boğazlar meselesinde Osmanlı Devleti’ne destek olmalarını sağlamak gibi sebeplerden dolayı böyle bir reform hareketine gidilmiştir. Ancak asıl önemli neden son zamanlarda iyice zayıflayan ve çalkantıların yaşandığı devleti ve toplumu demokratik bir şekle sokmak ve böylelikle Osmanlı Devleti’ni içinde bulunduğu kötü durumdan kurtarmak isteği bu fermanın ilan edilmesinde etkili olmuştur. Bu nedenlerden dolayı 3 Kasım 1839 da Tanzimat Fermanı (Gülhane Hattı Hümayunu) ilan edildi. (Tanzimat Fermanının ilanıyla Osmanlı tarihinde yeni bir dönem açılmış (Tanzimat Devri) Bu devir 1876′ya kadar devam etmiştir.

Kaldırma ve Taşıma Araçları Neden Önemlidir? Nerelerde Kullanılır Ne İşe Yarar? Kısa Maddeler Halinde Özet

$
0
0

Agir-Yuk-Tasima-Arabasi.jpg (329×249)

Yandaki resimde kaldırma ve taşıma araçlarından bazılarını görmektesiniz. Bunlar bugünkü medeniyetin ortaya çıkmasına hiç de azımsanmayacak bir değere sahiptir. Peki ama niçin önemlidirler?

Bir süpermarkete gittiğinizde oradaki paketlerin ve koca koca kolilerin üst raflara nasıl konulduğunu veya oldukça büyük olan marketin bir yerinden diğer köşesine nasıl taşındığına hiç tanık oldunuz mu? Eğer olduysanız kaldırma ve taşıma araçlarının önemini mutlaka anlamışsınızdır.

Kaldırma ve Taşıma Araçlarının İnsan Hayatındaki Önemi Nedir

İnsanların hayatını kolaylaştıran pek çok kaldırma ve taşıma sistemi yapılmıştır. Bu araçlar insanların hayatını kolaylaştırmakta ve insanların daha az zamanda daha çok iş yapmasını sağlamaktadır. Günümüzde kullanılan taşıma ve kaldırma araçlarını sınıflamak gerekirse; manivela, kriko, yürüyen merdivenler, asansörler, konveyörler ve kamyonlar, oluklar, vinçler, makaralar, palangalar gibi örnekler verilebilir.

İnsanlar palanga, makara, vinç gibi pek çok araçla kendi kapasitelerinin üstündeki maddeleri taşırlar, yapılar inşa ederler, toprağı kazabilirler. Bu tarz aletlerin olmadığı bir dünyada arabaların lastiğini değiştirmek çok zor olacaktır hatta belki de arabalar bile olmayacaktır. Günümüzde ise küçük bir kriko ile ağır arabalar yerden bir miktar yukarı kaldırılıp tek bir insanla lastiklerin değiştirilebilmesi mümkündür. Bu nedenlerle bu araçlar hayatımızda aslında farkında olmadığımız şekilde öneme sahiptir.

Kaldırma ve Taşıma Araçlarının İnsan Hayatındaki Önemi 

Günümüzde teknolojinin de ilerlemesiyle insan yaşamındaki yükler gittikçe azalmaktadır. Çünkü kaldırma ve taşıma için pek çok yenilikler gerçekleştirilmiştir. Bu gibi araçlar hem insanların işlerini kolaylaştırmış hemde hızlandırmış hemde iş yüklerini azaltmıştır. İşte bu araçlar şunlardır,

  • Manivela
  • Palangalar
  • Kamyonlar
  • Konveyörler
  • Asansörler
  • Yürüyen merdivenler
  • Vinçler
  • Makaralar
  • Kriko
  • Oluk

Bu gibi araçlar İnsanın taşıması imkansız yükleri kolaylıkla taşımaya yarar. Bunlar teknolojinin insanlığa verdiği nimetlerdendir. Çünkü eğer olmasaydı yaşam oldukça zor olurdu. Örneğin; gece ıssız bir yerde aracın tekerleği patlar ise kimse olmasa da kriko sayesinde tek başımıza tekerler değişim işlemini gerçekleştirebiliriz. Bu araç hiç kuvvet uygulamadan bir hamle ile aracın kaldırılmasını sağlar. Bu örnekle birlikte bu araçlar iyiki hayatımıza girmiş diyoruz.

Kısaca Organellerin Özellikleri Nelerdir Maddeler Halinde Özet

$
0
0

hucre.jpg (450×377)

Merhaba arkadaşlar, bu yazıda canlılar için çok önemli bir yeri ve konumu olan organellerden söz edeceğiz. Ayrıca organellerin neler olduğu ve bunların her birinin ayrı ayrı görevleri hakkında kısaca bilgiler verirken arada hücrenin yapısıyla ilgili bilmeniz gereken bazı ayrıntılara da değineceğiz. İlk olarak çok kısa bir şekilde madde madde organellerin özelliklerini verelim ve ardından daha detaylı ve ayrıntılı şekilde konuyu ele alalım…

Mitokondri: Kan hücreleri hariç tüm hücrelerde vardır hücrenin oksijenli solunumla enerji üretimini sağlamaya yardımcıdır

Koful: Bitki ve hayvanlarda depolama ve boşaltımdan sorumludur.

Plastitler:  Bitkilerde bulunan; kloroplast, kromoplast ve lökoplast hücreleridir.

Endoplazmik Retikulum: Kanal sistemidir ve taşımaya yardımcı olur ayrıca bazıları protein sentezinde de rol alır.

Ribozom: Tüm canlı hücrelerde yer alır protein sentezini sağlar

Golgi: Salgı üretimini sağlar

Sentrozom: Sadece hayvanlarda bulunur ve bölünmeyi sağlar

Lizozom: Hücrenin kendi kendini yok etme mekanizmasında etkilidir.

Hücrenin ana bölümleri ve organellerinin özellikleri (Konu Anlatımı)

1- Hücre Zarı :
Bütün bitki ve hayvan hücrelerinde bulunan, hücreyi dış ortamdan ayıran ve hücreye şekil veren yapıya hücre zarı denir.

Hücre Zarının Özellikleri :
1- Canlıdır.
2- Seçici ve geçirgendir. Hücre zarından küçük moleküller (maddeler) (su, madensel tuzlar, vitaminler, oksijen gazı, karbondioksit gazı, glikoz, gliserin, yağ asiti, amino asit, iyonlar) geçer ama büyük moleküller (maddeler) (nişasta, yağ, protein, karbonhidrat) geçemez. Büyük moleküller (yapı taşlarına kadar) parçalandıktan sonra geçerler.
3- Esnektir.
4- Saydamdır (Işığı geçirir).
5- Çift katlıdır.
6- Protein, yağ ve az miktarda karbonhidrattan oluşmuştur.
7- Akışkandır.
8- Üzerinde madde alışverişini sağlayan porlar bulunur.

Hücre Zarının Görevleri :
1- Hücreyi dış ortamdan ayırır.
2- Hücreyi dış etkilere karşı korur.
3- Hücreye madde giriş çıkışını sağlar.
4- Hücreye şekil verir.
5- Hücreyi dağılmaktan korur.
6- Hücrelerin birbirlerini tanımasını sağlar.

bithuc.gif (481×391)

Hücre Zarının Yapısı :
Hücre zarı, protein, yağ ve az miktarda da karbonhidrattan (moleküllerinden) oluşmuştur. Hücre zarında iki sıra yağ tabakası arasına gömülmüş protein molekülleri vardır ve bunlar sürekli hareket halindedirler. Hücre zarının bu modeline akıcı mozaik zar modeli denir. (Karbonhidrat molekülleri yağ ve protein molekülleri arasına gömülü haldedir. Protein ve karbonhidratların oluşturduğu yapıya glikoprotein denir. Glikoproteinler hücrelerin birbirini tanımasını sağlarlar).
Hücre zarının üzerinde por denilen delikler bulunur. Porlar hücrede madde giriş çıkışını sağlarlar.

Hücre Duvarı (Çeperi) :
Bitki hücrelerinde (bazı bakteriler, mantarlar ve bitkiler), hücre zarının üzerinde selüloz denilen maddenin birikmesiyle oluşan yapıya hücre duvarı (çeperi) denir. (Bitki hücrelerinin köşeli olmasının nedeni hücre duvarıdır).

Hücre Duvarının (Çeperinin) Özellikleri :
1- Yalnız bitki hücrelerinde bulunur, hayvan hücrelerinde bulunmaz.
2- Hücre zarının dışında bulunur.
3- Kalın, sert ve dayanıklıdır.
4- Cansızdır.
5- Tam geçirgendir. Üzerinde madde geçişine izin veren delikler bulunur.
6- Selüloz denilen maddeden yapılmıştır.
7- Hücreye şekil verir.
2- Sitoplâzma :
Hücre zarı ile çekirdek arasını dolduran yumurta akı kıvamındaki renksiz sıvıya sitoplâzma denir. Sitoplâzmanın yapısında % 90 oranında su bulunurken geriye kalan kısmını da protein, karbonhidrat, yağ (asidi), vitamin, madensel tuzlar, enzim, glikoz, salgı (hormon) ve organeller bulunur. ( % 65–90’ ını su oluşturur ). (Sitoplazma bozulduğunda hücre de ölür).

Sitoplâzmanın Özellikleri :
1- Canlıdır.
2- Renksizdir.
3- Suda çözünmez (suya karışmaz yani kolloid yapıdadır) (Kolloid, parçacık büyüklüğü 1–100 mm olan maddedir)
4- Hücre zarından geçemez.
5- Yarı saydamdır.

Sitoplâzmanın Görevleri :
Sitoplâzma hücredeki beslenme, solunum, dolaşım, boşaltım, üreme, sindirim gibi bütün yaşamsal faaliyetlerin (canlılık olaylarının) gerçekleştiği yerdir. Sitoplâzmada yaşamsal faaliyetleri gerçekleştiren yapılara organel (organcık) denir. Sitoplâzmada bulunan organellerin görevleri farklıdır.

Sitoplâzmada Bulunan Organeller :
Sitoplâzmada farklı görevlere sahip olan; endoplazmik retikulum, ribozom, mitokondri, lizozom, golgi aygıtı (cisimciği), koful, sentrozom, plastitler gibi organeller bulunur. (PİS KEREM GEL)

1- Mitokondri :
Bakteriler ve alyuvarlar denilen kan hücresi dışında bütün hücrelerde bulunur.
Hücre içerisine alınan besin maddelerinin oksijen gazı ile parçalanarak enerji üretilmesini sağlar. (Yani hücre içerisinde solunum olayında görevlidir).
Vücutta enerji ihtiyacı fazla olan karaciğer, kas ve sinir (beyin) hücrelerindeki mitokondri sayısı diğer hücrelerdekinden daha fazladır.

2- Koful :
Bitki hücrelerinde büyük ve az sayıda, hayvan hücrelerinde küçük ve çok sayıdadır. (Genç bitki hücrelerinde küçük ve çok sayıda, yaşlı bitki hücrelerinde büyük ve az sayıdadır).
Koful, hücre içerisine alınan su ve besinler ile hücrede oluşan atık maddelerin depolanmasını ve bu atık maddelerin hücre dışına atılmasını sağlar. Bu nedenle hücre içerisinde depolamada ve boşaltımda görevlidir.

3- Plastitler :
Hayvan hücrelerinde olmayıp sadece bitki hücrelerinde bulunur. Görevlerine göre kloroplast, kromoplast ve lökoplast olarak üç çeşittir. (Mitokondriye benzer. Fakat büyüktür. Hücre bölünmesinden bağımsız olarak bölünüp çoğalırlar).

a) Kloroplast :
Bitkilerin yeşil renkli kısımlarında (yaprak ve yeşil gövde) bulunan yeşil renkli plastitlerdir. Kloroplast, klorofil maddesini (pigmentini) taşır ve fotosentez olayı burada gerçekleşir. Klorofil maddesi bitkiye yeşil renk verir ve fotosentez olayında görevlidir.
(Yeşil rengi Klorofil a ve b moleküllerinden gelir. Başka renk molekülleri de vardır ama sayıca azdır).
b) Kromoplast :
Bitkilerin yeşil dışındaki organlarının hücrelerinde bulunur. Bitkilerin çiçek ve meyvelerine sarı (ksantofil=limon) kırmızı (likopin=domates) ve turuncu (karoten=havuç) renklerini veren plastitlerdir. Erik ve elmada başlangıçta yeşil daha sonra kırmızı veya başka renge dönüşür. Meyve olgunlaşırken yeşil rengi veren kloroplast daha sonra kromoplasta dönüşür.

c) Lökoplast :
Bitkilerin ışık görmeyen ve toprak altında bulunan kök, gövde ve tohumlarında bulunan renksiz plastitlerdir. (Patates, turp, yer elması, havuç, elma).
Bol miktarda nişasta (protein ve yağ) depo ederler. ( Lökoplastlar bitkilerde nişasta denilen besin maddelerini depolarlar).
(Renk maddesi bulunmaz. Ancak ışıkta bırakılırsa lökoplastlar kloroplasta dönüşür. Örneğin patates ışıkta bırakılırsa kabuğun altından yeşermeye başlar).

4- Endoplazmik Retikulum :
Hücre zarı ile çekirdek arasında uzanan kanalcıklardır (borulardır=kanalcık sistemidir).
Hücre içerisinde madde taşınmasını (ve depolanmasını) sağlar.
Üzerinde ribozom varsa granüllü endoplazmik retikulum, ribozom yoksa granülsüz endoplazmik retikulum olarak adlandırılır.

5- Ribozom :
Virüsler hariç bütün hücrelerde bulunur. Sitoplâzma içerisinde veya endoplazmik retikulum üzerinde yer alır.
Hücre içerisinde protein üretiminde (sentezinde) görevlidir. (Karaciğer gibi protein sentezinin çokça yapıldığı hücrelerde ribozom sayısı normalden daha fazla olur). (Mikroskopta parlak tanecik olarak görünür).

6- Golgi Aygıtı (Cisimciği) :
Hücre içerisinde ter, süt, yağ, gözyaşı, tükürük, sümük, gibi salgıları (sıvıları) üreterek bunları bir zarla çevirip paketler. (Bu salgıların hücre dışına çıkması için paketleme yapılır).
Vücutta salgı üreten organların (süt bezi, ter bezi, yağ bezi, gözyaşı bezi, sümük bezi, tükürük bezi gibi) hücrelerinde golgi aygıtının sayısı normalden fazladır.
(Üst üste yığılmış torbacık şeklindedir. Bakteri dışında tüm hücrelerde vardır. Ribozomda üretilen proteinin yapısını değiştirerek salgı maddesine çevirir. Bitkideki selülozu golgi cisimciği salgılar. Salgılarını depo eder).

7- Lizozom :
Genellikle hayvan hücrelerinde bulunur, bitki hücrelerinde bulunmaz. İnsanlarda akyuvarlar, karaciğer ve dalakta sayısı fazladır ama alyuvarlar hücrelerinde bulunmaz.
Hücre içerisinde büyük besin maddelerinin (moleküllerinin) parçalanmasını (sindirilmesini) sağlar. Ayrıca hücre içerisinde yaşlanan ve yıpranan organellerin de parçalanmasını sağlar. (Lizozomun zar yapısı bozulursa hücre kendi kendini sindirir, parçalar. Bu olaya otoliz denir).
(Lizozom sindirim olaylarını salgıladığı enzim sayesinde gerçekleştirir).
(Tek zarlı torbacıklardır. En çok akyuvarda bulunur. Golgi cisimciğindeki depolanmış salgıları ilgili yerlere taşır. Bunlar sindirici özellik taşır. Böylece hücre kendi kendini sindirmesini önler).
8- Sentrozom (Sentrioller) :
Bitki hücrelerinde bulunmayıp sadece hayvan hücrelerinde bulunur.
Hücre bölünmesinde görevlidir. (Hücre bölünmesi sırasında homolog
kromozomların ayrılmasını ve iğ ipliklerin oluşmasını sağlar).
(İlkel bitkilerde de bulunabilir Hücre bölünmesinde eş kromozomları ayıran iğ ipliklerinin oluşturulmasını sağlar. Bölünme esnasında her sentriol eşlenerek yavru hücrelere giderler. Ayrıca kamçı ve sil (kirpiksi cisim) oluşturur. Demet şeklinde 9 iplikçikten oluşmuştur).

3- Çekirdek :
Hücrenin ortasında bulunan, bir zarla sitoplâzmadan ayrılan, hücredeki bütün yaşamsal faaliyetleri (büyüme, bölünme ve onarım) yöneten ve kontrol eden (sitoplazmadaki en büyük) kısımdır. Çekirdeği alınan hücre yaşayamaz. Kırmızı kas hücresi ile karaciğer hücrelerinde birden fazla çekirdek varken bakteriler ve alyuvarlar hücrelerinde çekirdek bulunmaz. (Bir zarla sitoplâzmadan ayrılmamıştır). (Bakteri, alyuvar ve mavi yeşil algler hariç, bütün hayvan ve bitki hücrelerinde bulunur).
Çekirdek; çekirdek zarı, çekirdek öz suyu, çekirdekçik ve kromatin iplik olmak üzere 4 kısımdan oluşmuştur.

a) Çekirdek Zarı :
Çekirdeği sitoplâzmadan ayıran ve hücre zarına benzeyen çift katlı zardır. Üzerinde madde giriş çıkışını sağlayan delikler (porlar) bulunur.

b) Çekirdek Öz Suyu :
Çekirdeğin içini dolduran ve sitoplâzmaya benzeyen sıvıdır. (İçinde organik ve inorganik maddeler ile nükleik asitler bulunur).

c) Çekirdekçik :
Çekirdek öz suyu içinde bulunan, bir veya birkaç tane olan yapıdır. RNA (denilen nükleik asit) ve protein üretiminde (sentezinde) görevlidir.

d) Kromatin İplik :
Çekirdek öz suyu içine dağılmış olan uzun, ince ve iplik şeklindeki yapılardır. Bir hücrenin sahip olduğu özellikler ile ilgili bilgiler kromatin ipliklerde saklıdır. (Diskete benzet).
Hücre bölünmesi sırasında kromatin iplikler kısalıp kalınlaşarak kromozomları oluştururlar. Kromozomlar bir canlıya ait bütün özellikleri taşıyan yapılardır. Canlıya ait bütün özellikler, kromozomların üzerinde bulunan genlerde saklıdır. Genler birleşerek DNA (Deoksiribo Nükleik Asit) molekülünü oluştururlar. DNA molekülü bir canlıya ait bütün özellikleri (saç rengi, saç şekli, göz rengi, kulak yapısı, boy uzunluğu, yaprak genişliği, tüy rengi gibi) belirleyen yapıdır.
İnsandaki vücut hücrelerinde 46 kromozom bulunur.
(Hücrenin kontrolü, büyüme ve gelişimi DNA tarafından yürütülür. DNA, organik baz, şeker ve fosfattan oluşmuş çift zincirli büyük bir moleküldür. Çekirdekli hücrelerde, DNA’lar çekirdekte, kloroplâstta ve mitokondrilerde bulunur).

Organeller ve Görevleri

Ribozom: Hücre içinde protein sentezi yapar. Zarsızdır. Endoplâzmik retikulum üzerinde dizilmiş hâlde veya sitoplâzma içinde serbest olarak bulunur.
• Karaciğer gibi protein sentezinin çokça yapıldığı hücrelerde ribozom sayısı normalden daha fazla olur.

Endoplâzmik Retikulum: Sitoplâzma içinde madde iletimini sağlayan kanallar sistemidir. Ayrıca bazı maddeleri depo eder. Üzerinde ribozom bulunan endoplâzmik retikuluma granüllü endoplâzmik retikulum denir. Tek katlı zardan oluşur.

Golgi Cisimciği (Aygıtı): Üst üste dizilmiş yassı keseler şeklindedir. Endoplâzmik retikulumun yapısına benzer bir yapısı vardır, fakat üzerinde ribozom bulunmaz. Hücre içinde salgı üretimi ve madde paketlenmesinde görev alır. Tek katlı zardan oluşur.
• Tükürük, süt ve ter bezi gibi salgı maddelerinin üretildiği organlarda golgi aygıtı sayıca fazla olur.

Lizozom: Hücre içi sindiriminde görevlidir. Tek katlı zarla çevrilidir. Bakteriler, mavi-yeşil algler (su yosunu) ve alyuvarlar hariç bütün hücrelerde bulunur.

Koful: Hücre içinde atık madde, su ve besin depolayan kese şeklindeki yapılardır. Tek katlı zardan oluşur. Bitki hücrelerinde büyük, hayvan hücrelerinde ise küçüktür.  Yaşlanmış hücrelerde kofullar büyük ve az olur.

Sentrozom: Yalnızca hayvan hücrelerinde vardır. Hücre bölünmesinde görev alır.

Mitokondri: Hücre içinde oksijenli solunum yapar. Hücreye gerekli enerjiyi sağlar. Çift katlı zarla çevrilidir.
• Karaciğer, kas ve sinir hücreleri, fazla miktarda enerji kullandığından çok sayıda mitokondri içerir.

Plâstitler:  Plâstitler yalnızca bitki hücrelerinde bulunur. Üç çeşit plâstit vardır; kloroplâst, kromoplâst
ve lökoplâst.
Kloroplâstlar  Bitkiye yeşil renk verir. Yapısındaki klorofil sayesinde, fotosentez yaparak besin ve oksijen üretir. Yapraklarda ve otsu bitkilerin gövdelerinde bulunur.
Kromoplâstlar Bitkilere sarı, turuncu ve kırmızı renkleri verir. Kök, çiçek, meyve ve tohum gibi yapılarda bulunur.
Lökoplâstlar Renksiz plâstitlerdir. Bitkilerin ışık görmeyen kök, yumru ve tohum gibi kısımlarında
bulunur. Patates yumrularında, tahılların tohumlarında, nişasta, yağ ve protein depolar.

 

Hücre Çekirdeği

Hücre çekirdeği, bakteri, alyuvar ve mavi yeşil algler hariç, bütün hayvan ve bitki hücrelerinde vardır.
Sitoplâzma içindeki en büyük yapıdır. Hücrenin çoğalma, büyüme, onarım ve canlılık olaylarını yönetir.
Çekirdek, dört kısımdan meydana gelir.
Bunlar:
1-Çekirdek zarı,
2-   Çekirdek plazması (öz suyu),
3-  Çekirdekçik,
4-  Kromatin ipliklerdir.

Çekirdek Zarı: hücre zarının yapısına benzer. Üzerinde por denilen delikler bulunur. Bu delikler sayesinde çekirdekle sitoplâzma arasında madde geçişi sağlanır.
Çekirdek Plazması (Çekirdek Özsuyu): Çekirdeğin iç kısmını dolduran sıvıdır. içinde çekirdekçik ve kromatin iplikleri bulunur.
Çekirdekçik: Çekirdek sıvısında bulunan yoğun ve canlı yapıdır. Ribozom üretiminde görev alır.
Kromatin İplikler: Çekirdek sıvısı içinde ağ şeklinde bulunur. DNA (Deoksiribo Nükleik Asit) ve proteinlerden oluşmuş bir yapıdır. Hücre bölünmesi sırasında, kısalıp kalınlaşarak kromozomları oluşturur.

DNA Nedir?
Hücrenin kontrolü, büyüme ve gelişimi DNA tarafından yürütülür. DNA, organik baz, şeker ve fosfattan oluşmuş çift zincirli büyük bir moleküldür. Çekirdekli hücrelerde, DNA’lar çekirdekte, kloroplâstta ve mitokondrilerde bulunur.
• Hücre içindeki protein, karbonhidrat ve yağ gibi büyük ve karmaşık moleküller birleşerek organelleri oluşturur. Bu olaylara yapım olayları denir.
• Görev yapamaz hale gelmiş, eskimiş bir organel çeşitli yollarla parçalanarak daha küçük parçalara ayrılır. Bu olaylara yıkım denir.
• Hücrelerdeki yapım ve yıkım olaylarının tümüne birden metabolizma denir.

HÜCRE ORGANELLERİ ve ORGANELLERİN GÖREVLERİ

HÜCRENİN TEMEL KISIMLARININ YAPISI VE GÖREVLERİ
Hücre Organelleri

Biçim ve görev farklılıklarına rağmen tüm hücrelerde üç temel yapı vardır. Bu yapılar dıştan içe doğru hücre zarısitoplazma ve çekirdektir. Bitki hücrelerinde hücre zarının etrafında hücre duvarı bulunur. Bu üç temel yapının görevi; Hücrenin büyümesini, gelişmesini ve çoğalmasını sağlamaktır. Şimdi bu bölümleri inceleyelim.

HÜCRE ZARI
» Hücreyi çepe çevre sararak şekil kazandırır.
» Canlı, esnek ve saydamdır.
» Hücre sitoplazmasının dağılmasını önler.
» Seçici geçirgendir.
» Kendisine gerekli olan maddelerin (besin ve oksijen) girişine, atık maddelerin (karbondioksit vb.) atılmasına izin verir.
» Hem hayvan hem de bitki hücresinde bulunur.

HÜCRE DUVARI (ÇEPERİ)
Hücre duvarı yalnız bitki hücrelerinde bulunur; hayvan hücrelerinde bulunmaz. Hücre zarını çevreleyen cansız bir yapıdır. Yapısında selüloz bulunur. Görevi: Hücreye dayanıklılık sağlamak, hücreyi dış etkilere karşı korumak ve hücrenin sınırını korumaktır.

ÇEKİRDEK
Çekirdek, hücrenin beyni gibi düşünülebilir. Çekirdek hücrenin büyüme, gelişme, bölünme, onarım ve denetim merkezidir. Genellikle hücrenin ortasında yer alır. Çekirdek içerisinde canlının kalıtsal özelliklerini taşıyan ve kromozom adı verilen yapılar bulunur. Çekirdekteki kalıtsal bilgiler hücre bölünmesi ile yeni hücrelere aktarılır. Hücrenin yaşamını sürdürebilmesi için mutlaka gerekli olan bir yapıdır. Çekirdeği çıkarılan hücre yaşayamaz, bir süre sonra ölür. Birden fazla çekirdeği olan hücreler olduğu gibi çekirdeği olmayan hücreler de vardır.

SİTOPLAZMA
Sitoplazma hücre zarı ile çekirdek arasını dolduran, içinde yaşamsal olayların gerçekleştiği yumurta akı kıvamında ve yarı saydam bir sıvıdır. Sitoplazmanın ağırlığının yüzde 80 – 95 ini su oluşturur. Canlı, renksiz ve yarı geçirgen yapıya sahiptir.

Sitoplazmada bulunan ve hücrenin solunumu, beslenmesi ve boşaltımı gibi yaşamsal olaylarının gerçekleştiği yapılara organel denir. Hücre organelleri mitokondri, kloroplast, koful, lizozom, ribozom, sentrozom, endoplazmik retikulum, golgi aygıtı ve plastitlerdir. Hücre organelleri ve görevleri aşağıda detaylı olarak anlatılmıştır.

Hücre Organelleri
Mitokondri
Mitokondrinin hücredeki görevi, bulunduğu hücre için enerji üretmektir. Oksijeni kullanarak besinlerden enerji elde ederler. Sayıları hücre tipine göre değişir. Örneğin, enerji ihtiyacının fazla olduğu kas ve karaciğer hücrelerinde mitokondri sayısı diğer hücrelere göre daha fazladır. Bölünüp çoğalabilirler.

Hücre Organelleri
Kloroplast
Kloroplast bitkilerin yeşil kısımlarında bulunan, doğadaki tüm canlılar açısından çok önemli görevleri vardır. Kloroplastlar güneş enerjisi, karbon dioksit ve suyu kullanarak kendisinin ve tüm canlıların kullanacağı besin maddesi ve oksijeni üretirler. Bu olaya fotosentez denir. Kloroplastlar fotosentezle yeryüzünde yaşamın devamlılığını sağlar. Hayvan hücrelerinde bulunmaz.

Hücre Organelleri
Koful
Kofulun görevi hücre için fazla olan maddeleri depo etmektir. Daha çok bitki hücrelerinde ve bir hücreli canlılarda bulunur. Hayvan hücrelerinde zaman zaman oluşan ancak kısa sürede kaybolan küçük kofullar görülür. Hayvan hücrelerindekiler küçük, bitki hücrelerindekiler ise büyüktür.

Hücre Organelleri
Lizozom
Lizozomlar büyük tanecikleri, yaşlanmış organelleri taşıdıkları enzimlerle parçalarlar. Genellikle hayvansal hücrelerde bulunur.

Hücre Organelleri
Ribozom
Ribozomlar protein sentezi yapan organellerdir. Endoplazrnik retikulumların üzerinde, çekirdek zarında veya sitoplazmada serbest olarak bulunurlar.

Hücre Organelleri
Sentrozom
Sentrozomlar hücre bölünmesinde görev alan orgenellerdir. Hayvansal hücrelerde bulunur, bitki hücrelerinde bulunmazlar.

Hücre Organelleri
Endoplazmik Retikulum
Endoplazrnik Retikulum hücre içini ağ gibi saran bir yoldur. Görevi madde iletiminigerçekleştirmektir. Ayrıca bazı maddeler depo edilir.

Hücre Organelleri
Golgi aygıtı
Golgi aygıtının görevi salgı üretilmesinde ve depo edilmesini sağlamaktır.

Hücre Organelleri
Plastitler
Bitki hücrelerinde bulunan plastitler üç çeşittir:
1. Kloroplastlar (Açıklamasına yukarıdan ulaşabilirsiniz)
2. Kromoplastlar: Çiçek ve meyvelere sarı, kırmızı ve turuncu renk verir.
3. Lökoplastlar: Renksizdirler. Işık alırlarsa kloroplastlara dönüşürler. Bitkinin besin depo etmesini sağlarlar.

Hücre ve Organellerin Özellikleri  

HÜCRE
VARLIK: Duyu organlarımızla algılayabildiğimiz her şeye varlık denir.

CANLI VARLIK CANSIZ VARLIK
1- Tek Hücreliler(Ör: bakteri) Ör: madde
2- Çok Hücreliler(Ör: bitki- hayvan ve insan)

Canlıların, canlılık özelliği gösteren en küçük parçasına hücre denir. Hücreler yaşayan organizmaların yapısal ve fonksiyonel en küçük birimidir.
Hücreler gelişmişlik düzeyine göre ikiye ayrılır:
1-Prokaryot Hücreler: Bu hücrelerin zarlı organelleri ve belirgin bir zarla çevrili çekirdeği yoktur. Yalnızca hücre zarı, sitoplazma ve zarsız organel olan ribozom taşırlar. Kalıtım maddeleri (DNA) sitoplazmada bulunur. Örneğin bakteri, mavi- yeşil alg prokaryot hücrelidir.
2- Ökaryot Hücreler: Bu tip hücrelerin zarla çevrili çekirdeği, zarla çevrili organelleri, hücre zarı ve sitoplazması vardır. Örneğin protistler, mantarlar, hayvanlar, bitkiler ökaryot hücrelidir.
Ökaryot bir hücre dıştan içe doğru üç kısımdan oluşur:
I- Hücre zarı II- Sitoplazma III- Çekirdek
I-HÜCRE ZARI: Hücrenin en dışında yer alan ve hücreye şekil veren kısımdır. Hem bitkisel, hem hayvansal hücrelerde bulunur. Çift katlı, ince bir zar olan hücre zarı üzerinde madde alış verişini sağlayan delikler (porlar ) vardır. Hücre zarı canlı, saydam, esnek, seçici ve geçirgendir.
Zarın kimyasal yapısını, yağlar, karbonhidratlar ve proteinler oluşturur. Zarın yapısı hakkında iki model geliştirilmiştir: 1- Sandviç (birim zar ) modeli 2- Akıcı mozaik modeli.
Sandviç modeli zarın yapısını açıklar ancak madde alış verişini açıklayamadığı için kabul görmemiştir.
Akıcı mozaik modeline göre hücre zarı iki sıra yağ molekülü arasında serbest olarak bulunan protein ve glikoproteinlerden oluşur. Madde alış verişi zar yüzeyindeki porlarla sağlanır.

Hücre zarından geçebilen maddeler: Küçük moleküller ( glikoz, aminoasit, su, madensel tuzlar), yağda eriyen A, D, E, K vitaminleri, nötr moleküller (oksijen ve karbondioksit )’tir.

Hücre zarının görevleri:
1- Hücreyi dış etkenlerden korumak
2- Hücreye şekil vermek
3- Madde alış verişini kontrol etmektir.

Hücre Çeperi: Bitkisel hücrelerde hücre zarının dışında bulunur. Selüloz adı verilen ölü bir maddeden yapılmıştır. Hücre duvarının selülozdan yapılmış olması, hücrenin madde alış verişini engellemez. Çünkü hücre duvarında da porlar vardır. Hücre çeperi cansız, kalın dayanıklı, esnek olmayan, tam geçirgen ve selüloz yapıdadır.

II- SİTOPLAZMA: Hücre zarı ile çekirdek arasını dolduran, renksiz, yarı saydam, yumurta akı kıvamında (kolloid) bir sıvıdır. Sitoplazma canlıdır ve hücrenin bütün hayatsal faaliyetleri burada oluşur.
Büyük bir çoğunluğu sudan oluşan sitoplazmada, sudan başka, organik, inorganik maddeler, organeller, madensel tuzlar, hormonlar ve vitaminler de bulunur.
Organik Madde: Sadece canlıların yapısında bulunan yağlar, karbonhidratlar ve proteinler bu grubu oluşturur.
İnorganik Madde: hem canlıların, hem de cansızların yapısında bulunabilen su ve madensel tuzlar bu grubu oluşturur.
Organeller: Sitoplazmanın içinde yapıları ve görevleri birbirinden farklı küçük parçacıklar vardır. Bunlara organel denir.

ORGANELLER

ZARSIZ ORGANELLER

* ribozom

*sentrozom

TEK KAT ZARLI ORGANELLER

* endoplazmik redikulum

* golgi cisimciği

* lizozom
* koful

ÇİFT KAT ZARLI  ORGANELLER
* plastitler
* mitokondri

1- Ribozom: Protein sentezinin yapıldığı yerdir. Endoplazmik redikulumun çekirdek zarının üzerinde olabildiği gibi sitoplazma içinde serbest de olabilir. Aminoasit ve RNA bulundurur. Virüs hariç tüm canlılarda ribozom bulunur.
2- Sentrozom: Yalnızca hayvan hücresinde bulunur. Sentriol denilen birbirine dik iki silindirik yapıdan oluşur. Görevi, hücre bölünmesi sırasında iğ ipliklerini oluşturmaktır.
3- Endoplazmik Redikulum: Hücre zarı ile çekirdek arasında bulunur ve bunlar arasındaki ilişkiyi sağlar. Kıvrımlı bir yapısı olup, kanallar sistemidir. Hücre içi taşıma ve depolama sistemi olarak görev görür. İki çeşittir; ribozom taşıyanlar (granüllü e.r), ribozom taşımayanlar (granülsüz e.r). Granüllü endoplazmik redikulum, ribozom sayesinde protein sentezine yardımcı olur. Granülsüz endoplazmik redikulum ise yağ sentezine yardımcı olur.
4- Golgi Cisimciği: Yapı olarak endoplazmik redikuluma benzer. Endoplazmik redikulumun kıvrılıp, üst üste yassı kesecikler oluşturmasıyla meydana gelir.
Başlıca görevleri şunlardır: Salgı maddelerinin üretilmesini sağlar.( vücudumuzun tükürük, ter, süt bezlerinde çok bulunur.) Depo görevi görür. ( hücrede yağ ve protein sentezi arttığında şişerek, hacmi büyür.) Lizozom ve koful oluşumunda etkilidir. Sindirim enzimi üretir. Yağların sentezinden, hücre zarının yapım ve onarımından sorumludur.
Sperm ve alyuvar hücrelerinde golgi bulunmaz.
5-Lizozom: Yalnızca hayvansal hücrelerde bulunur. Bitki hücrelerinde benzeri yapılar vardır. Burada sindirim enzimleri bulunur. Görevi hücre içi sindirimidir. Hücre yaşlandığı zaman patlar ve hücrenin kendi kendini sindirmesini sağlar (intihar kesecikleri). Bu olaya otoliz denir. Ayrıca hücreye giren yabancı proteinleri ve protein yapısındaki maddeleri parçalarlar.
Karaciğer, dalak ve akyuvarlarda çok sayıda bulunur.
6-Koful: Daha çok bitki hücrelerinde görülür. Bitki hücrelerinde az sayıda ve büyük, hayvan hücrelerinde çok sayıda ve küçüktür. Bulunduğu hücrenin çeşidine göre depolama, sindirim, boşaltım gibi görevler üstlenir. Madde taşımacılığında etkilidir.
Tek hücrelilerde besin ve boşaltım kofulları gibi çeşitleri vardır.
7- Plastitler: Sadece bitki hücrelerinde bulunur. Hücre ile gelişerek, bulundukları ortama göre, farklı renk pigment taneciklerini oluştururlar ve renklere göre farklı görevler üstlenirler. Plastitler ışık etkisiyle birbirlerine dönüşebilirler.
Pigmentleri ve görevleri farklı plastitler üç çeşittir:
a) Kloroplast: Yeşil renk pigmenti olan klorofil taşırlar. Bitkilerin yapraklarında, ham meyve ve sebzelerinde, genç dallarında, otsu gövdelerinde bulunur. Kloroplastlar fotosentez olayını gerçekleştirir. Fotosentez sonucu besin ve oksijen üretilir.
b)Kromoplast: Sarı, kırmızı ve turuncu renk pigmentlerini taşırlar. Böylece bitki ve meyvelere renk verirler, vitamin üretip depolarlar. Kloroplastın değişimi ile oluşurlar.
c)Lökoplast: Renksiz plastitlerdir. Işık aldığında yeşil renkli kloroplastlara dönüşebilirler. Bitkinin tohumlarında, kök ve toprak altı gövdesi gibi depo organlarında bulunur. Lökoplastlarda protein, yağ ve nişasta gibi besinler depolanır.

III- ÇEKİRDEK: Hücrenin bölünme ve büyüme faaliyetlerini yöneten kısımdır. Ökaryot hücrelerde bulunur. Genellikle hücrelerde tek çekirdek bulunur. Görevleri; hücreyi yönetmek, kalıtım bilgisini taşımak ve hücre bölünmesini sağlamaktır.
Çekirdeğin yapısını dört kısımda inceleyebiliriz:
1-Çekirdek Zarı:
• Çekirdek içi ile sitoplazmayı birbirinden ayıran kısımdır.
• İki katlı olup, yapısı hücre zarına benzer.
• Üzerinde porlar bulunur ve tam geçirgendir (RNA ve ATP’yi geçirebilir.)
• Çekirdek ile sitoplazma arasında madde alış verişi sağlar.
2- Çekirdek Öz Suyu: :Çekirdeğin içini dolduran, yapı olarak sitoplazmaya benzeyen kısımdır. İçinde su, organik, inorganik maddeler, nükleik asitler (DNA, RNA) bulunur.
3- Çekirdekçik:
• Çekirdek öz suyunun yoğunlaşması ile oluşan kısımdır. Sayısı birden çok olabilir.
• Yapısında RNA ve proteinler bulunur.
• Protein sentezinde rol aldığı sanılmaktadır.
• Hücre bölünmesi esnasında kaybolur, sonra tekrar ortaya çıkar.
4- Kromatin İplikler: Çekirdek öz suyu içerisine dağılmış olan ağ ve yumak şeklindeki yapılardır. Hücrenin bölünmesi esnasında kısalıp kalınlaşarak kromozom haline dönüşürler. Kromozomlar protein ile genetik şifremiz olan DNA molekülleri taşırlar

Eski ölçü birimlerinin ticaret ve insan ilişkilerine olumsuz etkileri nelerdir? kısaca özet

$
0
0

terazi.jpg (322×390)

Eskiden kullanılan ölçü birimlerinin (aletleri) ticarete zararları  ve insanlar arasındaki ilişkilere olumsuz etkisi nedir? kısa konu anlatımı olarak burada sizlerle paylaşıyoruz. Eğer eksik veya hatalı bilgi varsa lütfen yorum yazarak bize bildiriniz ve bu sayfayı daha faydalı bir hale getirmemiz için bize yardımcı olunuz.

Eski Ölçü Birimlerinin İnsan İlişkileri ve Ticaret Açısından Olumsuz Yanları Nelerdir

Eskiden evrensel bir ölçü birimi yoktu ve her ülkede farklı olan ölçü birimleri devletler arası ekonomik ilişkileri vealışverişleri olumsuz yönde etkilemekteydi. Ölçü birimindeki farklılıklar alınıp satılan ürünlerin miktarları açısından da sorunlar ortaya çıkarmaktaydı.

Örneğin A şehrinden B şehrine portakal almak için giden bir kişi, A şehrinde Okka ölçü birimi kullanıldığı için B şehrinde Dirhem ölçü birimini kullanan satıcıyla portakalın miktarı konusunda anlaşamıyordu. Bunun yanında alıcı ve satıcı para birimleri de farklı olduğu için portakalın fiyatı konusunda da sorun yaşıyordu. Bu nedenle ticari faaliyetler büyük bir çekimserlikle yürütülmekteydi ve tam bir gelişme gösteremiyordu.

Tüm bu nedenlerle zaman içinde ortak bir birim sistemine geçilmesi ihtiyacı oluşmuş ve bazı birimler kabul görmüştür.

Eski Ölçü Birimlerinin İnsan İlişkileri ve Ticaret Açısından Olumsuz Yanları

ölçüm-jpg.4794 (500×320)

Eski zamanlarda kullanılan ölçü birimleri insan ilişkileri ve ticareti kötü etkilemekteydi. Çünkü bu birimler şehirden şehre değişen birimlerdi. Yani şehirler arası ticarette uzlaşmak imkansızdı. Çünkü ürünün miktarı bir türlü eşleşmiyordu.

Örneğin; Ankara’dan Kocaeli’ne demir satın almak için giden kişi ölçü birimlerine uyum sağlayamamaktaydı. Çünkü birinde ölçübirimi okka birinde dirhemdi.

Ayrıca bir diğer uyuşmazlık fiyat üzerindeydi. Çünkü farklı bir şehirden gelen alıcı hiç bilmediği bir ölçümiktarıyla ölçülen ürüne para vermekten çekiniyordu. Bu durum ticari işleri oldukça kötü etkiliyordu. Ayrıca insanlar arası güvensizlik bireysel ilişkileri de yıpratmaktaydı.

Tüm bu nedenler ele alınınca yeni ölçü birimleri ele alındı ve tüm yurtta ortak kullanıldı.

Eski ölçü birimlerinin insan ilişkileri ve ticaret açısından olumsuz yanları nelerdir 

Geçmişte kullanılan eski ölçü birimleri insan ilişkileri ve ticaret açısından olumsuz etkileri olmaktaydı. Öyle ki geçmişte kullanılan ölçü birimleri her ülkede, hatta her şehirde bile farklılık gösteriyordu. Bu nedenle alış veriş yapmak isteyen insanlar ürünün miktarı konusunda anlaşmakta zorlanıyordu.

Mesela Bursadan İstanbula giden bir kişi Bursada kullanılan okka ağırlık ölçü birimine göre demir almak istiyor. Ancak İstanbulda Okka kullanılmayıp Dirhem kullanıldığı için iki kişi ilk olarak ürünün miktarı konusunda sıkıntı yaşıyorlar.

İkincisi ise bu kişiler ürünün fiyatında anlaşmakta zorlanıyorlar. Çünkü Bursadan gelen adam hiç görmediği bilmediği bir ölçü birimi ile alış veriş yaptığı için ödeme yapmakta çekiniyor. Bu şekilde birçok örnek sorun yaratmıştır. Bu sebeple insanların ticaret yapmak istediklerinde insan ilişkileri bozuluyor, ticari faaliyetler neredeyse yok gibi oluyordu.

Bu sebeplerden dolayı yeni ölçü birimlerine geçiş gereksinimlerini ortaya çıkmıştır.

Eski Ölçü Birimlerinin İnsan İlişkileri ve Ticaret Açısından Olumsuz Yönleri Nelerdir

eski ölçü birimleri ile yeni ölçü birimleri arasındaki farkla

Eski ölçü birimleri neden ticaret ve sosyal hayatta zorluk yaratıyordu? Merak edilen bu sorulara yazımızda cevap buluyoruz.

Eski zamanlarda kullanılan ölçü birimleri insanlar arasında özellikle ticaret yapan kişiler arasında sık sık sorun yaratırdı. Çünkü bu ölçü birimleri bir maddeyi tam ve hassas bir şekilde tartamazdı. Bu yüzden alışveriş yapan insanlar arasında sorunlar çıkabilirdi.

Ayrıca kullanılan ölçü birimleri bölgeden bölgeye farklılık gösterirdi. İstanbul’da kullanılan okka ile İzmir’de kullanılan okka aynı ağırlığı tartmazdı. Bu nedenle bölgeler arasında da ticari anlaşmazlıklar çıkardı. Bununla birlikte ağırlığı veya uzunluğu ölçen birden fazla ölçü birimi olduğu için yine ticarette karışıklık baş gösterirdi.

Tartıda sıkıntı olunca ödeme ve fiyat biçme konularında da sıkıntılar yaşanırdı. Mesela bir bölgedeki ölçü birimine göre malın fiyatı başka bir yerde ölçü birimi farklı olduğu için değişebilir, bu da mal alıp satanlar arasında sorun çıkarırdı. Bu nedenle zamanla ölçü birimleri tek tipleştirildi. Her yerde aynı ölçünün kullanılması sağlandı. Böylece ticaretteki karışıklıklar önlendi.

 

1.Dünya savaşında hangi ülkelerle savaştık? Savaştığımız ülkelerin (devletlerin) isimleri listesi

$
0
0

osmanlinin-savastigi-cepheler.gif (572×322)

Osmanlı Devleti birinci dünya savaşı sırasında kimlerle savaşmıştır?

Osmanlının 1.dünya savaşında savaştığı ülke adları nelerdir? kısaca maddeler halinde özet konu anlatımı…

1914 yılında başlayıp 1918 yılına kadar yani tam 4 yıl süren 1. Dünya Savaşında kimlerle savaştık, birinci dünya savaşında savaştığımız ülkeler hangileridir kısaca bilgi vereceğiz.

1. Dünya Savaşında Kimlerle Savaştık 

Güney cephesi: Fransa, Ermeniler

Doğu cephesi: Rus , Ermeni ve Gürcülerle

Batı Cephesi: Yunanlılar ve destekçileri olan İngilizlerle

1. Dünya savaşında Osmanlı, Almanya ve Avusturya-Macaristandan oluşan ittifak devletleri; İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya, Abd , Japonya, Yunanistan, Portekiz, Belçika ve daha bir çok sömürge konumundaki devlet arasında olan savaşta itilaf devletleri ezici bir üstünlükle galip ayrıldı.

1.Dünya Savaşı?
1.Dünya Savaşında Türk Cepheleri Kimlerle Savaştı?
1.Dünya Savaşında Hangi Cephelerde Kimlerle Savaştık?

Güney Cephesinde Fransa ( Fransızlar) Ermenistan (Ermeniler) ile savaştık.

Doğu cephesinde : Ermenistan Ruslar, Gürcistan (Gürcüler) (Ermeniler)ile savaştık

Batı cephesinde : Yunanistan ve Yunanlıları destekleyen İngilizler ile savaştık

1. Dünya Savaşında 1914-1918 yılları arasında yapılan ve dünya tarihinin en kanlı savaşlarından biri olan I. Dünya Savaşı’nda V. Mehmet Reşat yönetimindeki Osmanlı İmparatorluğu İttifak Devletleri denilen Almanya (Wilhelm II) ve Avusturya-Macaristan’ın (Franz Joseph) yanında yer alarak, İtilaf Devletleri’ne; İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya’ya karşı savaştı. Savaşın ilk yıllarında Karadağ,Romanya,Sırbistan, daha sonraki yıllarında da ABD, Japonya, Yunanistan, , Portekiz,Belçika İtilaf Devletleri’nin yanında savaşa katıldı. Sömürge durumundaki birçok devlet de dolaylı olarak savaşta görev aldı.

Osmanlı devleti 1.dünya savaşında hangi cephelerde kimlerle savaşmıştır?

kurtulusavacepheleri.jpg (700×700)

Kafkasya Cephesi (1914-1918), Rusya’ya karşı.
* Sina ve Filistin Cephesi (1914-1918), İngiltere’ye karşı.
* Irak Cephesi (1914-1918), İngiltere’ye karşı.
* Hicaz-Yemen Cephesi, İngiltere ve Araplara karşı.
* Çanakkale Cephesi (1915), İngiltere, Fransa ve Commonwealth (İngiliz Milletler Topluluğu) güçlerine karşı.

İkinci Dereceden Cepheler;

* İran Cephesi (1914-1918), Rusya ve İngiltere’ye karşı.
* Galiçya Cephesi (1916-1917), bir Osmanlı kolordusu 1916-17′de Berezhany kasabası çevresinde Rusya’ya karşı Avusturya-Macaristan safında savaşmıştır.
* Makedonya Cephesi (1916-1918), 10. ve 20. Osmanlı Kolordusu Alman ve Bulgar birliklerinin yanında İngilizlere, Fransızlara ve Sırplara karşı savaşmıştır.

1. Dünya Savaşı’nda savaşan devletler hangileridir?

İtilaf Devletleri:
22px-Flag_of_the_United_Kingdom.svg Britanya İmparatorluğu
22px-Flag_of_France.svg Fransa
20px-Flag_of_Italy_%281861-1946%29.svg İtalya
20px-Russian_Empire_1914_17.svg Rusya Çarlığı
Sırp Krallığı
20px-US_flag_48_stars.svgBirleşik Devletler
20px-Flag_of_Belgium.svgBelçika Krallığı
20px-Flag_of_Australia.svgAvustralya
20px-Flag_of_New_Zealand.svgYeni Zelanda

İttifak Devletleri:
20px-Flag_of_the_German_Empire.svg Alman İmparatorluğu
20px-Flag_of_Austria-Hungary_1869-1918.svg Avusturya-Macaristan
20px-Naval_Ensign_of_Bulgaria_%281878-1944%29.svg Bulgaristan Krallığı
20px-Late_Ottoman_Flag_1844-1922 Osmanlı İmparatorluğu

1.Dünya Savaşında Hangi Cephelerde Kimlerle Savaştık?  

1.Dünya Savaşında Kimlerle Savaştık
1.Dünya Savaşında Türk Cepheleri Kimlerle Savaştı?
1.Dünya Savaşında Hangi Cephelerde Kimlerle Savaştık?

Sevgili öğrencilerim 1.Dünya Savaşında Kimlerle Savaştığımızı bu dersimizde sizlere aktaracağım.

1. Dünya Savaşında 1914-1918 yılları arasında yapılan ve dünya tarihinin en kanlı savaşlarından biri olan I. Dünya Savaşı’nda V. Mehmet Reşat yönetimindeki Osmanlı İmparatorluğu İttifak Devletleri denilen Almanya (Wilhelm II) ve Avusturya-Macaristan’ın (Franz Joseph) yanında yer alarak, İtilaf Devletleri’ne; İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya’ya karşı savaştı. Savaşın ilk yıllarında Karadağ,Romanya,Sırbistan, daha sonraki yıllarında da ABD, Japonya, Yunanistan, , Portekiz,Belçika İtilaf Devletleri’nin yanında savaşa katıldı. Sömürge durumundaki birçok devlet de dolaylı olarak savaşta görev aldı.

Birinci Dünya Savaşı’nda hangi devletlerle yada ülkelerle savaşıldı

. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti İttifak kuvvetleri adı verilen grubun yada birliğin arasında yer almıştır. Bu birliğin arasında Osmanlı Devleti bu günkü adıyla Türkiye’nin dışında; Almanya, Avusturya-Macaristan İmp. ve Macaristan yer alıyordu. Bu dörtlü birliğin yani İttifak kuvvetlerinin karşısında ise İtilaf kuvvetleri adı verilen bir başka taraf bulunuyordu. Bu tarafın içerisinde ise en önemlileri başta olmak üzere; İngiltere (Britanya Krallığı ve sömürgeleri), Fransa, Rusya, İtalya, Japonya ve bir çok devlet bulunmaktadır. 1. Dünya savaşı bu iki kuvvetin yani İtilaf ve İttifag kuvvetleri arasında geçmiştir. Türkiye yani Osmanlı Devleti ise daha çok; İngiliz ve sömürgeleri, Rusya, Yunanlılar, Bulgarlar, Sırplar, Ermeniler, Araplar, Fransızlar ile cephelerde çarpışmışlardır.

 

Kısaca 1.Dünya Savaşında İngiltere’nin Durumu Özet Konu Anlatımı

$
0
0

1-9.jpg (605×403)

Dünya ülkeleri birinci dünya savaşıyla birlikte tek tek savaşa girerken ingiltere ne durumdaydı? Britanya da hakim olan durum nasıldı? İngiliz hükümetinin diğer devletlerle olan ilişkileri ne alemdeydi? İngiltere savaşa neden girdi ve savaştan ne bekliyordu?

İşte tüm bunlar ve daha fazlası için 1.Dünya savaşında ingilterenin durumu hakkında kısa bilgi sunduğumuz bu makaleyi okuyunuz…

Gelin hep birlikte Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere nasıl bir politika izledi? sorusuna yanıt arayalım…

Uzun ve başarılı bir hakimiyete sahip olan I.Elizabeth döneminde İskoçya ve İngiltere arasında etkileşimler başladı. İngiltere’deki Tudor hanedanı ve İskoçya’daki Stuart hanedanı arasında evlenmeler nedeniyle bazı iletişimler başladı ve geçmişte düşman olan hanedanların birbirine yakınlaşmasına neden oldu. İskoçya kralı I.James’in İngiltere kralı olmasından sonra 1707 yılında ise iki krallık bir antlaşma ile birleşti. Bu birleşmeden sonra iki devlet Büyük Britanya adıyla anılmaya başlandı. Bu krallık İngiltere’de gerçekleşen iç savaş nedeni ile yıkıldı ve bu krallık yerine önce parlamento, sonra da Oliver Cromwell ‘in iktidarındakısa süreli bir cumhuriyet kuruldu. Cromwell’in hayatını kaybetmesinin ardından oluşabilecek iç karışıklıkları önlemek için parlamento sürgünde olan kral II.Charles’ı yeniden krallığı kurması için İngiltere’ye çağırdı.

Sanayi devrimi ile 18. ve 19. yy’da büyük bir güce sahip olan ve sömürü gücü elde eden İngiltere, Britanya Krallığı’nda öne çıkmış durumdaydı. 19.yy ile birlikte büyük bir sömürü imparatorluğu haline gelen İngiltere; Avustralya, Kanada, Afrika, Hindistan gibi sömürü alanlarına sahip olmuştur. En güçlü dönemini ise kraliçe Victoria zamanında (1837 – 1901) yaşamıştır.

19.yy’ın başlarında en güçlü devlet konumunda olan İngiltere, Alman İmparatorluğu’nu büyük bir tehdit olarak görmüştür. Rusya ile olan ittifaklarını da Almanya’nın Pan-Germenizm politikasına karşılık Rusya’nın Pan-Slavizm politikası olması üzerine oturtmuştur. Fransa ile yaptığı ittifakta, Fransa’nın yenilgi alması Almanya’nın tehdit olarak görülmesini güçlendirici bir neden olmuştur.

Hollanda ve Belçika’nın Almanya’ya karşı koyabilmesi bir ada ülkesi olan İngiltere için önem arz etmekteydi ve savunma stratejisi bunun üzerine kuruluydu. Almanya tehdidinin büyümesi İngiltere için zamanla bir savaş nedeni haline gelmiştir. Bunun yanında Almanya ile İngiltere’nin çıkarları da çatışmaktadır.

 

 

Kanuni Sultan Süleyman Hangi Savaşlara Katıldı? Kanuninin Yaptığı Savaşların İsimleri

$
0
0

Mohaç-Meydan-Muharebesi.jpg (600×371)

Osmanlı Devleti’nin en parlak dönemlerini yaşadığı devrin padişahı olan Muhteşem Süleyman lakaplı Kanuni Sultan Süleyman Han hazretleri zamanında hangi savaşlar yapıldı ve Kanuni bu savaşların hangilerine katılmıştır? Kısaca konu anlatımı özet bilgiler…

Kanuni Sultan Süleyman Yavuz’un devrinde Şam’da Beylerbeyi olan, Melik Eşref ünvanı ile padişahlığını ilan eden Canberd Gazali’yi katletti. Macaristan’a Behram Çavuş adlı askeri, II. Layoşa yolladı ama öldürülmesinden dolayı ilk seferini Belgrat’a düzenledi.

Belgrad Seferi Hümayunu
Rodos Seferi Hümayunu.
Mısır Valiliği Ayaklanması.
Mohaç Seferi Hümayunu.
Dördüncü Seferin Yapılmasına Sebeb Olan Vukuat.
Beşinci Seferi Hümayun.
Altıncı Seferi Hümayun Irak Seferi.
Kanüni’nin Yedinci Seferi Korku Seferi.
Kanuni’nin Sekizinci Seferi Boğdan Seferi.
Hindistan’ın İmdadına Gidiş.
Bazı Mühim Vak’alar.
Macaristan Seferi Dokuzuncu Sefer.
Avusturya Seferi Onuncu Sefer.
Iran Seferi Onbirinci Seferi Hümayun.
Onikinci Seferi Hümayun Nahcivan Seferi Veya Üçüncü İran Seferi.
Şehzade Bayezıd Sultan’ın İdamı.
Kanünı’nın Son Seferi.
Hazreti Barbaros Hayreddin Paşa’nın Preveze Zaferi.
Preveze Savaşı.

Kanuni Sultan Süleyman’ın seferleri[2]

I. Süleyman Batı Dünyası’nda “Muhteşem Süleyman” ve Doğu Dünyası’nda “Kanuni” ünvanıyla anıldı.(Sebebi yeni kanunlar hazırlatıp reformlkar yaptığı içindir) I. Süleyman 25 yaşında babası Yavuz Sultan Selim’in ölümü üzerine 1520′de padişah oldu. Döneminde askeri seferler çok oldu. [3]Vezirleri ve kaptanları ile 13 büyük sefer açtı.[4][5] At üzerinde seferleri 10 yıl 3 ay kadar süre bizzat yönetti.[6] İlk sekiz seferini batıya doğru yaptı.[4]diğer beş seferinde doğu ağırlıklıydı. Batı ağırlıklı seferlerinde [7]Macaristan ile 1521′de II. Mehmet’in alamadığıBelgrad’ı, ve 1526′da Mohaç Savaşı ile II. Layoş’u öldürdü.[7] Ama Macaristan 1541 yılında tamamen fethedildi. 1529 yılında Viyana’yı kuşattı ama alamadı. 1529′dan 1534′e kadar yaptığı birçok savaşta büyük zaferler elde etti.[8]1534 yılında Savefilere karşı Bağdat ve Tebriz’i fethetti. [6] Kendisinin başında bulunmadığı birlikler ve denizciler Kuzey Afrika’dan Akdeniz’e Cezayir2den Kızıl Deniz’e ve hatta Hindistan’a kadar sefer düzenlediler.[9] 1566 yılında I. Süleyman son büyük seferine çıktı.[10] 72 yaşında olmasına rağmen orduları bizzat kendisi yönetti.[10] 1 Mayıs 1566′da ordusu ile İstanbul’dan ayrıldı. [10] Viyana’yı ele geçirmek istemişsede Zigetvar Beyi’nin isyanı üzerine oraya gitti.[11] Osmanlı Devleti zaferi kazandı ama Sultan Süleyman bu zaferi göremeden öldü.[12]

Kanuni Sultan Süleyman zamanında olan savaşlar neler?

MACARİSTAN SEFERİ

NEDENLERİ

· Macaristan’ın Balkanlardaki milletleri Osmanlılara karşı kışkırtması 
· 
· 

· Kutsal Roma Germen İmparatoru Şarlken’e güvenen Macaristan’ın Osmanlılara vermesi gereken vergiyi yollamaması
· Osmanlıların gönderdiği elçinin Macarlar tarafından öldürülmesi
Kanuni önce Tuna yoluyla Belgrat üzerine bir donanma gönderdi. Arkasından,bir ordu ile Macaristan’a girdi.(1521)

Belgrat’ın alınmasından sonra dolaylarındaki bazı kaleler de (Karlofça, Salankamen,Ösek) alındı. Belgrat , bundan sonra Avrupa’ya yapılan seferlerin önemli bir üstü oldu.

MOHAÇ MEYDAN SAVAŞI (1526)
NEDENLERİ

· Macar Kralının Osmanlılara karşı Şarlken’den ve
Avusturya Arşidükası’ndan destek sağlayarak bir cephe oluşturması
· Şarlken’e esir düşen Fransa Kralı I.Fransuva’nın 
Kanuni’den yardım istemesi.
· Kanuni’nin Fransuva’yı yanına çekerek Avrupa 
Hristiyan birliğini parçalamak istemesi .

SONUÇLARI

· Kanuni Mohaç Ovası’nda Macar Ordusunun ağır bir 
yenilgiye uğratarak Macaristan’ın başkenti Budin’e (Budapeşte) girdi.
· Macaristanın bir bölümü doğrudan doğruya Osmanlı 
Devletine bağlandı.
· Bir kısmında ise Osmanlı Devleti’ne bağlı Erdel Beyliği
kuruldu.
(Böylece , Osmanlı Devleti ile Kutsal Roma Germen İmparatorluğu arasında tampon bir bölge oluştu)

I.VİYANA KUŞATMASI (1529)

· Osmanlı müttefiki Yanoş’un krallığını istemeyen Macar
soyluları, Avusturya Arşidükası Ferdinand’ın yardımını istediler.
· Bunun üzerine Ferdinand Yanoş’a savaş açarak 
Budin’e girdi.
· Kanuni tekrar Macaristan seferine çıkmak zorunda 
kaldı. Budin’i geri aldı. Yanoş’u tekrar Macar krallık tahtına oturttu.
· Kanuni, Ferdinant’la bir meydan savaşı yapmak
istiyordu. Bu nedenle Ferdinand’ı izlemeye karar verdi.
· Viyana önlerine geldi. Kenti derhal kuşattıysa da çok iyi 
korunmuş olan Viyana’yı almadı.

ALMAN SEFERİ
Viyana seferinden sonra Ferdinand bir yandan İstanbul’a elçiler göndererek Macar Kralı olarak 

tanınmasını istedi, isteği kabul edilmeyince Budin’i kuşattı.
Bunun üzerine Kanuni tekrar sefere çıktı. Budin’i kurtardı.
Ferdinand, Andrea Dorya aracılıyla Akdeniz’de bazı girişimlerde bulunduysa da bir sonuç elde edemedi ve Osmanlıdan barış istemek zorunda kaldı. 

İSTANBUL ANTLAŞMASI (1533)
· Ferdinand, Kanuni’nin üstünlüğünü kabul
etti. Avusturya Arşidükası protokol bakımından Osmanlı sadrazamına eşit sayılacaktı.
· Ferdinand, Macar topraklarından elinde kalan yerler 
için yıllık vergi vermeyi kabul etti.
· Ferdinand, Yanoş’un Macar krallığını tanıdı.
· Barış süresi Avusturya’nın arzusuna bırakıldı.

Kanuni; Ferdinand, barışı bozmadıkça bu antlaşmanın yürürlükte kalacağını bildirdi.

Macarista’nın Osmanlı Ülkesine Katılması 
Macar Kralı Yanoş öldükten sonra Ferdinand antlaşmayı bozup Macaristan’ı işgal etti.
Bunun üzerine Kanuni Macaristan’a yeni bir sefer yapmak zorunda kaldı.
Sonuçta Macaristan üç parçaya bölündü.
1. Bir kısmı doğrudan doğruya Budin Beylerbeyliği adıyla Osmanlı Devletine bağlandı.
2. Bir kısmı Yanoş’un oğluna Erdel Beyliği olarak bırakıldı.
3. Kuzey Macaristan ise Avusturulya’nın elinde kaldı.

1551’de Ferdinand’ın Erdel işlerine karışması üzerine Osmanlı-Avusturya savaşları yeniden başladı. Bu savaşlar Kanuni’nin ölümüne kadar sürdü. 

OSMANLI-FRANSIZ İLİŞKİLERİ
Osmanlı-Fransız ilişkileri Fransa kralının Kanuni’den yardım istemesiyle başladı.
Kanuni, Fransızları Avrupa birliğinden uzaklaştırmak 
amacıyla onlarla 1535’te bir dostluk ve ticaret antlaşması imzaladı.
Bu antlaşma ile Fransızlara kapitülasyonlar diye bilinen birçok ticari imtiyazlar verildi.
Kapitülasyonlarla Fransız tüccarlarına gümrük indirimleri vergi ayrıcalıkları ve hukuksal güvenler sağlamıştı.

KAPİTÜLASYONLAR NİÇİN VERİLDİ
Daha önce de I.Murat’tan itibaren yabancı tüccarlara bu tür ayrıcalıklar verilmiş. Fatihte de Venediklilere bazı ticari haklar tanınmıştı.

O dönemde,yabancı tüccarlara bu tür ayrıcalıkların verilmesi son derece olağandı .
Kanuni, bu kapitülasyonları vermekle ,
· Sönmeye başlayan Doğu Akdeniz ticaretini canlandırmayı 
· Yabancı tüccarlara ayrıcalıklar tanıyarak onlara Doğu Akdenize çekmeyi amaçlıyordu.

Kapitülasyonlar Nasıl Zararlı Hale Geldi?
Kanuni,Fransızlara bu ayrıcalıkları verirken bu ayrıcalıkların,(anlaşmayı imzalayan hükümdar sağ kaldığı 
sürece geçerli olacağım)belitmiştir. Nitekim Fransızlar, her padişah değiştikçe,yeni padişaha ve önemli devlet adamlarına hediyeler vererek bu imtiyazları yeniden aldılar.
(1740)’ta kapitülasyonlar birçok devlete daha verildi ve sürekli hale getirildi.
Osmanlı Devleti’nin ekonomik yapının ve dönemin gereği olarak Avrupalılara kapitülâsyonlar vermesinde hiçbir sakınca yoktu. Tersine birçok yarar vardı. Ekonomik yapı değişip ayrıcalık verme politikası artık geçerliliğini kaybedince bu tür uygulamalara baş vuran Avrupa ülkeleri, verdikleri ayrıcalıkları kaldırdılar.
Osmanlılarda ise gelişmeler bunun tersine oldu. Giderek güçlenen Avrupa ülkeleri Osmanlı Devleti üzerindeki siyasal ve ekonomik baskınlarını artırdılar. 
Sonuçta Osmanlı ülkesi Avrupa devletlerine bir açık pazarı haline geldi ve yarı sömürge durumuna düştü. 

B-DOĞUDA GELİŞMELER

Şah İsmail’in ölümünden sonra yerine geçen oğlu,Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki en büyük düşmanları olan 

· Alman İmparatoru Şarlken ve
· Avusturya Arşidükü Ferdinand 
İle ittifak kurdu.

Bunun üzerine Kanuni,İran üzerine üç sefer düzenledi.
· Birinci seferde Bağdat alındı.(1534)
· İkinci seferde Kanuni’nin Avusturya seferinden yararlanarak Safevilerin ele geçirdiği yerler(Tebris,Nahcivan,Van)geri alındı.
· Üçüncü seferde meydan savaşı yapılacak bir kuvvetle karşılaşılmadı. Erivan,Nahcivan,Karabağ feth edildi.
Bu savaş her iki taraf içinde zararlı oluyordu.
Bunun üzerine İran Şahı elçi göndererek barış istedi.

Amasya Antlaşması (1555)
İranlılarla yapılmış olan bu ilk resmi antlaşmaya göre;
Bağdat,Tebris ve Doğu Anadolu Osmanlılarda kalacaktı.

C-DENİZLERDE GELİŞME 
Rodos’un Alınamsı (1522)
Rodos Adası,Akdeniz’in deniz yolları üzerinde önemli bir üs durumundaydı. Burada örgütlenmiş olan Sen Jan Şovalyeleri ticaret gemilerine saldırmaktaydılar.Şarlken ve Ferdinand’ın desteklediği bu korsanlar birilği Osmanlıların Akdeniz’deki ticari çıkarlarını her fırsatta zedeliyorlardı.
Kanuni, Rodos üzerine büyük bir donanma gönderdikten başka kendiside büyük bir ordu ile adya geçti.
Karada ve denizde çok şiddetli çarpışmalardan sonra şovalyeler adayı boşaltmak zorunda kaldılar.(1522)
Şarlken bu şovelyelere Malta Adası’nı vererek onların dağılmalarını önledi.

Akdeniz’de EgemenMücadeleri
Kanuni’nin Avrupa içlerine kadar nüfuz etmesi üzerine Şarlken, Osmanlıları Akdeniz’den vurmak istedi.
Osmanlılar o dönemde karada çok kuvvetliydiler.Bu nedenle Şarlken, Kanuni doğrudan doğruya karşı karşıya gelmekten kaçınıtordu.
Ancak, Osmanlılar denizde henüz karadaki kadar kuvvetli değildiler.
Şarlken; Venediklileri, Papa’nın güçlerini, İspanya ve Malta şovalyelelerini bir araya getirdi.Bu birlik bir yandan Mora kıyılarına saldırırken öte yandan Osmanlı ticaret gemilerini vuruyordu.
Bu durum karşısında Kanuni, Akdeniz’in ünlü denizcilerden Barboros’u Kaptan-ı Derya’lığa getirdi.Ayrıca kendisine Cezair Beylerbeyliği verdi.
Barboros, Adalar Denizi’ndeki hemen hemen bütün adları ele geçirdi. İtalya ve İspanya kıyılarını vurdu, bazı adları aldı.

Preveze Deniz Savaşı(1538)
Akdeniz’deki bu egemenlik mücadelesi kaçınılmaz olarak, büyük bir hesaplaşmaya yol açtı.
Venedik, Ceneviz, Malta, İspanya ve Portekiz’in birleşik donanması Preveze Körfezi önlerinde Osmanlı Donanması ile karşı karşıya geldi.
Barboros kendisinden üstün olan bu birleşik güce karşı büyük bir zafer kazandı. Zaferin kazanılmasından Turgur,Murat ve Salih reislerin de büyük katkıları oldu. Birleşik Donanmaya da Andrea Dorya komuta ediyordu.
Şiddetli bir deniz savaşından sonra Osmanlılar üstün geldiler.
Sonuçları
1. Venedikliler, Akdeniz’deki ticari çıkarlarını sürdürebilmek için Osmanlılarla anlaşma yolunu seçtiler.
2. Venedikliler ağır bir savaş zarar ödentisi vermeyi kabul ettiler.
3. Bu büyük zafer, Osmanlılar’a Orta Akdeniz’de üstünlük sağladı. Bu üstünlük İnebahtı Savaşı’na (1571) kadar devam etti.

Trablusgarp’ın Fethi Ve Cerbe Savaşı
1. Trablusgarp, Malta Şovalyaleri’nin elindeydi. Turgut Reis, burayı kuşatarak ele geçirdi (1551) ve buraya beylerbeyi olarak atandı.
2. Malta Şovalyeleri’nin hazırladığı Haçlı donanması bu sefer ,Cerbe adası önlerinde Turgut Reis’in komutasındaki donanmayla çatıştı ve büyük kayıplar verdi. Cerbe Savaşı, Preveze’den sonra kazanılmış en önemli deniz zaferidir.
3. Bu savaştan sonra Batı Akdeniz ve Kuzey Afrika’da Osmanlı üstünlüğü tartışılmaz hale geldi.

Malta Adası’nın Kuşatılması (1565)
Rodos’un alınmasından sonra şovalyeler Malta Adası’na yerleşmişlerdi. Burası hem Osmanlı ticareti hem de Osmanlıların Kuzey Afrika’daki toprakları için bir saldırı üssü haline getirilmişti.
Bunun üzerine Kanuni, adanın alınmasına karar verdi.
Kale kuşatıldı. Ancak çarpışmalar esnasında Turgut Reis’in şehit düşmesi ve adanın alınamayacağının anlaşılması üzerine kuşatmaya son verildi.

HİNT SEFERLERİ
Portekizliler, Ümit Burnu yoluyla Hindistan’a varmışlardı.Daha sonra bu yolu geliştirip tekellerine aldılar ve Müslüman tüccarların ticaretini engellemeye başladılar.
Bunun sonucunda Süveyş, İskenderiye, Basra ,Halep, Tripoli ve İran Körfezi’ndeki tıcaret merkezlerinin yolu kapandı.Buralarda büyük bir ticari bunalım başladı.
Osmanlılar buna seyirci kalamazlardı.
Kanuni, saltanatının ilk yıllarında genelde Avrupa’yla ve Akdeniz’e yöneldi.Portekizlilerin Hint Okyanusu’ndaki varlığı fazla önemsemedi.Ancak bölgeden günden güne sesler yükselince buraya da yönelmek zorunda kaldı.
Kanuni; Batı Hindistan’daki Gücerat hükümdarından yardım istediği de alınca Hint Seferleri başlatıldı.
Hint seferleri 1538’de başladı ve 15 yıl devam etti.
Hadım Süleyman Paşa (Mısır Valisi), Piri Reis, Murat Reis, Seydi Ali Reis gibi ünlü komutanlar Hindistan’a sırasıyla dört büyük sefer yaptılar.

SONUÇLARI
Bu seferden beklenen sonuç elde edilemedi.Bunun en önemli sebebi Osmanlıların; Hint Okyanus’unda,
Portekizlilere karşı güçlü bir donanma oluşturamamaları ve Portekizlilere üstün gelememeleridir.
Yardım isteyen Müslümanların Osmanlılara yardım

etmemesi de başarısızlıkta etkili olmuştur.

Bu başarısızlığa rağmen;
1. Yemen ve Aden alındı.
2. Basra Körfezi ve Kızıldeniz nispeten denetim altına alındı.
3. Arap Yarımadası ve Habeşistan Osmanlı denetimine girdi.

KANUNİ’NİN ÖLÜMÜ (1566)
Kanuni,son seferini Avusturya üzerine yaptı. Zigetvar Kalesi kuşatıldı. Kuşatma devam ederken Kanuni öldü.Kanuni’nin ölümü Kale alındıktan sonra açıklandı. 


Kısaca Derinin Görevleri Nelerdir Madde Madde Özet

$
0
0

Derinin-Görevleri-2.jpg (391×359)

Mükemmel bir şekilde yaratılan insan vücudunda her organın ve yapının ayrı bir görevi, işlevi ve faydası vardır.  İnsanın bedenindeki hiçbir şey boş yere yaratılmamıştır. Nitekim deri de bunlardan biridir. İnsan derisinin birçok farklı görevi, yararı  ve fonksiyonu vardır. İşte bu yazıda kısa maddeler halinde derinin görevi nedir sorusunun cevabı hakkında bilgiler paylaşıyoruz…

Derinin başlıca görevleri şunlardır:
• Vücudu dış etkenlerden korur, vücut ısısını ayarlar, artık maddeleri ter yoluyla dışarı boşaltır, solunum yapar, D vitamini yapar, yağ salgılayarak ultraviole ışınlardan vücudu korur ve destek dokusu ile travmalardan iç organları, damar ve sinirleri korur.
Sağlıkla ilgili yukarıdaki önemli görevleri yapan derinin, temizlenmesi ve sağlıklı kalması sürekli sağlanmalıdır.

Deri vücudumuzu kaplayan bir yapıya sahiptir. Çok fazla işlevi bulunan derinin görevleri aşağıda yer almaktadır:

Derinin Görevleri Nelerdir?

1-Koruma: Vücudu dıştan gelen travmalara ve mikroorganizmalara karşı korur
2-Vücut ısısını ayarlama: Hipotalamus da bulunan ısı merkezi esas ısıyı ayarlayan bölümdür. Vücudumuz soğukta kaldığında dermisde yer alan erektör kaslar yardımıyla kıllarımız dik bir hal alır ve ter atımına yarayan gözeneklerimiz kapanarak ısı kaybı önlenir.
3-Duyu işlevi: Dermis tabakasında yer alan reseptörler; soğuk,acı,sıcak,basınç,dokunma gibi duyuların alınmasını sağlar
4-Salgı ve boşaltım: Toksik maddeler ter ve yağ bezleri aracılığıyla deriden dışarı atılabilmektedir.
5- D vitamin sentezine yardımcı: Güneş ışını D vitamini üretiminde temel içeriktir deri de güneş ışınlarını alır.
6- Destek : Vücudun pozisyon olmasında destekleyici bir roldedir

Deri Değerlendirmesi Nasıl Yapılır
Değerlendirmesi:
Renk
Tonus,turgor basıncı
Islaklık
Kalınlık
Sıcaklık
Bütünlük yönünden yapılır

Derimizle nasıl hissederiz? 
Alt derideki duyu almaçları sıcak, soğuk, basınç, sertlik, yumuşaklık gibi duyuları algılar. Duyu almaçları ile alınan duyular, sinirler yoluyla beyne iletilir ve burada değerlendirilip algılanır. Derinin her yerinde aynı oranda duyu almacı yoktur. Bu yüzden de algılama duyusu derimizin her bölgesinde aynı değildir. Parmak uçları, dudaklar gibi bölgelerde algılama daha fazladır. 

Önemli NOT:

  • Derinin vücudun dışını tamamen kaplayan en büyük duyu organımızdır.
  • Derinin görevi vücut ısısını ayarlamak, solunuma ve boşaltıma yardımcı olmak, vücudu dış etkilerden korumaktır.
  • Derinin üzerinde dokunmayı, basıncı, ağrıyı, sıcağı vb. duyuları algılayan almaçların verdır

Derinin belli başlı görevleri nelerdir 

Deri dokunma duyusu organıdır. Bütün vücudumuzu bir örtü gibi kaplar. Bu nedenle en büyük duyu organımızdır.

Bir maddenin sertliği, yumuşaklığı, pürüzlü olup olmadığı, sıcak ya da soğuk olduğu dokunma duyusu organımız olan deri ile anlaşılır. Çünkü derinin üzerinde basıncı, ağrıyı, sıcağı, soğuğu vb. duyuları algılayan almaçlar vardır.

Derinin görevleri nelerdir

Derimiz, Vücuda şekil ve bütünlük kazandırmada etkilidir,

Derimiz, Mikropların vücuda girmesini önler,

Derimiz, altındaki vücut yapılarını dış etkilerden korur,

Derimizdeki, özel renk hücreleri vücudu güneşin zararlı etkilerinden korur,

Derimiz, vücudun aşırı su kaybetmesini önler,

Derimiz, ter bezleri yardımıyla boşaltıma yardımcı olur,

Yağ bezleri, ter bezleri ve kan damarları aracılığıyla vücut sıcaklığının sabit kalmasına yardımcı olur.

Derinin Görevleri Nelerdir 

Deri vücudumuzun her yerini kaplayan muazzam bir yapıdır. Derinin görevleri oldukça fazladır ve normalde aklımıza gelmez ama incelediğimizde bam başka bir dünya ve fabrika düzeniyle karşılaşırız. Derinin görevleri nelerdir maddeler halinde açıklayarak işleyelim;

1-Derinin koruma görevi: Deri, vücudu dışarıdan gelen her türlü travmaya karşı korur ve mikroorganizmaların içeri girmesini engeller.

2- Derinin vücut ısısını düzenleme görevi
: Vücut ısısını düzenleyen yer beyindeki ısı merkezidir. Ancak soğuk ortamda derrmis tabakasında bulunan erektör kaslar yardımıyla kıllar dikleşerek gözenekleri kapatır. Dışarı ter atımını durdurduğu için vücut ısısını sabit tutar.. Ayrıca deri altı yağ tabakası da ısı kaybını önlemede önemli yere sahiptir.

3- Derinin duyu görevi: Dermis tabakasında bulunan sinir uçları yardımıyla sıcak; soğuk, acı, basınç, dokunma hissedilebilir. Duyu deriyi dış ortamdaki tehlikelerden korur.

4- Salgılama ve vücut atıklarının atılması görevi: Vücutta bulunan toksik maddeler ter ve yağ bezleri kanalı ve buradan da deri yoluyla dışarı atılmaktadır.

5- D vitamini üretmeye yardım etme görevi: Deri güneş ışınları alması ile D vitamini üretmeye yardım etmektedir.

6- Derinin destek görevi: Vücudun korunmasına destek görevine sahiptir.

DERİ NASIL DEĞERLENDİRİLİR ? 

Derinin değerlendirilmesi
Derinin değerlendirilmesinde aşağıdaki özelliklere dikkat etmek gerekir;

Rengi
Tonüsü, tungoru,
Nem derecesi
Kalınlığı
Isısı
Deri bütünlüğünün bozulup bozulmadığı

Abbasiler ve Emevilerin halka yaklaşımının Türklere etkisi nasıl oldu?

$
0
0

İslam’da dört halife döneminden sonra önce Emeviler dönemi ardından da Abbasiler dönemi yaşandı. Bu iki hanedanın halka karşı olan farklı tutum ve davranışları müslüman olmayan diğer milletleri de etkilemiştir. Bazıları Emeviler döneminde Emevilerin kötü davranışları ve baskısı yüzünden İslam’a soğuk kalmış, Abbasiler dönemindeki hoşgörü ve güven ortamı ise İslam’a katılımı hızlandırmıştır. Özellikle Abbasilerin Türklere güvenmesi ve Türklere ordu ve devlette önemli görevler vermesi, Türklerin müslümanlığa geçişini teşvik etmiş ve İslamiyet Türkler arasında iyice yayılmıştır.

Peki Kısaca Özet Şeklinde Bahsedecek Olursak, Emeviler ve Abbasilerin Kalka Karşı Yaklaşımı Türkleri Nasıl Etkilemiştir

29-12-2013 18-20-20

Emeviler ile Abbasilerin halka karşı yaklaşımı Türkleri nasıl etkilemiştir?

Emeviler; Arap kökenli bir kabiledir. Ayrıca kendi milletinden insanlara kötü davranan ve hoşgörülü olmayan bir kabileydi. Tarihte kendi milletlerinden olmayan kişilere hep zulüm içinde bulunmuştur. Kendilerini her milletten üstün saymışlardır. Bundan dolayı Emeviler zamanında Arap olmayan diğer milletler ile çokça savaşlar görülmüştür. Bu milletler genelde Türkler ve İranlılar olmuştur. Bu anlamda İslama girişler yavaşlamış, ancak grup grup İslam’a girenler olmuştur. Emevilerin bu davranışları Türklerin İslamiyetten uzaklaşmasına neden olmuştur.

Ardından Abbasilerin siyaseti daha hoşgörülü ve ılımlı olmuştur. Hatta Abbasi ordusunda Türk komutanlara hizmet vermiştir. Abbasiler ile Türk devletleri karşılıklı askeri uzlaşmalar sağlamış ve dostluk ilişkileri kurmuştur. Bu sayede iki millet birbirine güven sağlamıştır. Abbasilerin bu siyasetleri Türkler oldukça olumlu etkilemiş ve beraberinde Türkler akın akın İslamiyet’i kabul etmiştir.

29-12-2013 18-23-14

Kısaca Osmanlı Devleti Divan Teşkilatı İle İlgili Bilgi Özet

$
0
0

350px-Divan_Çavuşları.jpg (350×277)

Merhaba arkadaşlar, Tarih köşemizde bu haftaki yazımızda sizlerden gelen sıkça sorular ve bu sorulara verilen bazı hatalı cevaplardan yola çıkarak Osmanlı Devletinde Divan Teşkilatı konusu hakkındaki bilgilerin yetersiz ve eksik ya da hatalı olduğunu anlamış bulunmaktayım. Bu nedenle bu yazıda sizlere çok kısa özet konu anlatımı şeklinde Osmanlı Devleti divan teşkilatıyla ilgili bilgiler paylaşacağım.

PADİŞAH :

1- Devlet idaresinin başındadır. Devlet işlerinin son kararını vermek, orduyu yönetmek, yüksek rütbeli devlet adamlarını göreve getirmek, savaş ve barış durumunun kararını vermek, vatandaşın huzur ve refahını sağlamak padişahın vazifelerindendir.

2- Verdiği talimatlara “ferman” denilirdi.

3- Fatih Sultan Mehmet’ten itibaren Divan toplantılarına Sadrazamlar (Vezir-i Azam) başkanlık etmişlerdir.

VEZİR-İ AZAM (SADRAZAM) : → BAŞBAKAN

1- Padişahtan sonra en rütbeli ve en yetkili devlet görevlisidir.

2- Devletin çalışanlarını göreve atama ve görevden alma sadrazamın işidir.

3- Padişahın mührünü sadrazam, özel bir kese içinde taşır.

4- Padişah seferde olmadığı zamanlarda Serdar-ı Ekrem rütbesiyle ordunun yönetimini üstlenirdi.

VEZİRLER : → DEVLET BAKANLARI

1- Devlet işlerinin yapılmasında sadrazamdan sonraki yetkili kişilerdir ve sadrazama yardım ederler. Ülke topraklarının genişlemesiyle vezirler de sayıca arttırılmıştır.

KAZASKERLER : → ADALET BAKANI

1- Divan-ı Hümayunda büyük davalardan sorumlulardı.

2- Kadıların ve Müderrislerin göreve atanmaları ve görevden alınmaları ile ilgilenirlerdi.

DEFTERDARLAR : → MALİYE BAKANI

1- Devletin maliyesi ile ilgilenirlerdi, gelirlerini ve giderlerini tespit ederek senelik bütçeyi düzenlenlerdi.

NİŞANCI :

1- Devletin yasalarını çok fazla bilirlerdi

2- Yabancı ülkelere ulaştırılacak mektuplara ve Divandan çıkan karalara padişahın tuğrasını basmakla görevlilerdi.

3- Yeni kazanılan toprakları deftere işlerler ve gelirlerine göre devlet yetkililerine pay ederlerdi.

ŞEYHÜLİSLAM ( MÜFTÜ )

1- Yönetimle ilgili işlerin İslam dininin kurallarına uygun yapılmasını sağlarlar ve yapılacak işler için fetva verirlerdi. Divan’a Kanuni zamanında dahil edilmiş ve Sadrazama denk sayılmıştır.

KAPTAN-I DERYA → DONANMA KOMUTANI ( AMİRAL)

1- Deniz savunmasının başındadır ve yükselme döneminde Divan’a dahil edilmiştir.

Ads%C4%B1z.png (1205×610)

OSMANLI DEVLETİNDE DİVAN TEŞKİLÂTI
OSMANLI DEVLETİNDE “DEVLET YÖNETİMİ”
OSMANLI MERKEZ TEŞKİLÂTI 

Kuruluş dönemi Osmanlı Devleti’nde yönetim, eski Türk töresindeki aşiret usûllerine göre uygulanıyordu. Bu mânâda memleket, ailenin müşterek(ortak) malı sayılıyordu. Bununla beraber hükümdar, önemli konularda tek başına karar vermeyerek bir kısım devlet adamının fikrine de müracaat ediyordu. Bu fonksiyon, daha sonra adına “Divan” denecek meclis (bir çeşit bakanlar kurulu) tarafından yerine getiriliyordu. Başlangıçta vezir-i âzam ve vezirler, hükümdarın birinci derecede yardımcıları idi. Her şey belli kanun ve nizamlar çerçevesinde yürütülüyordu. Fâtih dönemine kadar örfe(yazılı olmayan kanun, töre) dayalı olan bu sistem, Fâtih’le birlikte yazılı kanun haline getirilmiştir. Bununla beraber, devletin genel kanunları dışında, her kaza ve sancağın ekonomik ve sosyal durumuna göre özel kanunları vardı.
Îdarede bütün yetki padişahın ve onu temsilen divanın elinde toplanmıştı. Bu durum, mutlak bir merkezî otoriteyi ön plâna çıkarmış oluyordu. Bu da devlete merkeziyetçi bir karakter kazandırıyordu. Çünkü, daha kuruluştan itibaren hükümdarlar, merkeziyetçiliğe giden bir yol tutmuşlardı. Bu bakımdan bütün tayin ve aziller(görevden alma), merkezin bilgisi altında yapılıyordu. Merkezin en önemli karar organı da “Divân-i Hümâyun” denilen müessese idi.
Divân-ı Hümâyun padişahın divânıdır. Divân-ı Hümâyun geniş anlamıyla bir kuruldan daha öteye uzanır. Osmanlı yönetim dilinde, Divân-ı Hümâyun aynı zamanda bu kurula bağlı olan kalemleriyle yani bürokratik örgütüyle devletin en büyük organını belirtiyordu. Dar anlamıyla Divân-ı Hümâyun, çeşitli devlet işlerinin görüşülüp karara bağlandığı bir kuruldur .

DİVÂN-I HÜMÂYUN

İslâm dünyasında, Hz. Ömer ile başlayan divân teşkilatı, daha sonra değişik şekil ve isimlerle gelişip devam etti. Osmanlı döneminde bizzat padişahın başkanlığında önemli devlet işlerini görüşmek üzere toplanan divâna; “Divân-ı Hümâyun” denirdi.Bugünkü Bakanlar Kurulu gibi çalışan Divân-ı Hümâyun önceleri Divanhane’de toplanırken, Fatih zamanında Topkapı’da; Kanûnî zamanında ise, Kubbealtı denilen yerde toplanmaya başlamıştır. Bu müessesenin, devletin ilk yıllarında nasıl geliştiğine dair kesin bir bilgiye sahip değiliz. Ancak araştırmacılar bu müessesenin daha Osman Gazi zamanında ortaya çıktığını kaydederler. Herhalde bu, Anadolu beyliklerinde ortaya çıkan divanın bir benzeri olmalıdır ki, pek fazla bir gelişme göstermemiştir. Babasının yerine geçip Bey ünvanını alan Orhan döneminde, divanın varlığı artık kesinlik kazanmış görünmektedir. Hatta Âşık Paşazâde’nin, Orhan Bey zamanında, divana gelmek zorunda olan devlet adamlarının (divan üyeleri) burmalı tülbent, yani bir çeşit sarık sarmalarını emrettiğini söylemesi, onun divan erkânı için bir kıyafet tespit ettiğini göstermektedir. Osmanlı divanı, daha sonra gelen hükümdarlar vâsıtasıyla bir hayli geliştirilerek devletin en önemli organları arasında yer alacaktır.
Divân-ı Hümâyun deyimi Fatih döneminde kullanılmaya başlanmıştır.
XV. yy sonlarından itibaren Divân-ı Hümâyun bürokrasisi daha da gelişmiş, XVI. yüzyıldan itibaren klâsik yapısına kavuşmuştur. Divân-ı Hümâyun II. Bayezid ve I. Selim dönemlerinde gelişimini sürdürmüş, Kânûnî Sultan Süleyman döneminde tam kurumsal yapısına kavuşmuştur . Bu dönemden sonra bir müddet durumunu korumuş olan Divan-ı Hümayun XVII. yy ortalarından itibaren fonksiyonları azalmaya başlamış XVII. yy sonlarına doğru devlet işleri vezir-i âzam divanında görüşülmeye başlanmıştır.Sultan II. Mahmut döneminde ve 1826 yılında Yeniçeri ocağının kaldırılması üzerine “Divân-ı Hümâyun” tabiri de kaldırılarak yerine “Meclis-i Vükelâ” veya “Meclis-i Has” denmeye başlamıştır. İşlevlerini kaybeden Divân-ı Hümâyun sembolik olarak da olsa devletin yıkılışına kadar devam etmiştir. 
İlk dönem Osmanlı divanının çok sade ve basit olduğu tahmin edilebilir. Öyle anlaşılıyor ki bu ilk divan, uç beyliği zamanındaki şeklini az çok muhafaza etmişti. Divan heyetinde, Osmanlı beyinin kendisinden başka bir veziri, muhtemelen hükümet merkezi olan şehrin kadısı, beyliğin malî işlerini idare eden nâib veya defterdar gibi az sayıda üye vardı. Zaman zaman, bey yerine icâbında orduyu kumanda eden şahıs olarak sahnede Osmanlı beyinin oğlu görülmektedir ki, bu vaziyet, divan kuruluşunun uç beyliği divanının modeline göre olduğu hakkında bir kanaat vermektedir. Fakat Selçuklu Devleti tamamen yıkılıp Moğol nüfuzu da sarsılmaya başlayınca müstakil bir devlet olma yolunu tutan Osmanlı Beyliği’nde, divanın gittikçe Selçuklu divanı modeline benzer bir mâhiyet kazandığı görülür.
Orhan Bey zamanında müesseseleştiği görülen divanın üyeleri için, artık resmî bir kıyafetin tespit edildiği görülür. Divan toplantıları, Sultan I. Murat, Yıldırım Bayezid, Çelebi Sultan Mehmet ve II. Murat devirlerinde de devam etmişti. Yıldırım Bayezid, halkın şikâyetlerini dinlemek üzere her sabah yüksek bir yere çıkardı. Herhangi bir derdi ve sıkıntısı olanlar orada kendisine şikayette bulunurlardı. O da bunların problemlerini derhal çözerdi.
Divan, Orhan Bey zamanından, Fâtih’in ilk devirlerine kadar her gün toplanırdı. Toplantılar sabah namazından sonra başlar ve öğleye kadar devam ederdi. XV. asrın ortalarından sonra (Fâtih dönemi) toplantılar haftada dört güne (Cumartesi, Pazar, Pazartesi, Salı) inmiş, Pazar ve Salı günleri de arz günleri olarak tespit edilmişti.
Divan, hangi din ve millete mensup olursa olsun, hangi sınıf ve tabakadan bulunursa bulunsun, kadın erkek herkese açıktı. İdarî, siyasî ve örfî işler re’sen(başlı başına, müstakil), diğerleri de müracaat, şikâyet veya görülen lüzum üzerine veya itiraz sebebiyle temyiz suretiyle incelenir ve değerlendirilirdi. Memleketin herhangi bir yerinde haksızlığa uğrayan, zulüm gören veya mahallî kadılarca haklarında yanlış hüküm verilmiş olanlar, vali ve askerî sınıftan şikâyeti bulunanlar, vakıf mütevellilerinin haksız muamelelerine uğrayanlar vs. gibi davacılar için divan kapısı daima açıktı. Divanda önce halkın dilek ve şikâyetleri dinlenir, ondan sonra devlet işleri görüşülüp karara bağlanırdı. Divân-ı Hümâyundan çıkan kararlara “hüküm” adı verilirdi. Hükümler, ahkâm defterlerine sıra ile yazılırlardı.
Divanda idarî, askerî ve örfî işler vezir-i âzam, şer’î ve hukûkî işler kadıasker, malî işler defterdar, arazi işleri de nişancı tarafından görülürdü. Divan müzakereleri o günkü rûznâmeye (gündeme) göre yapılırdı. Toplantı bittikten ve Maliye hazinesi ile Defterhane, vezir-i âzamın mührü ile mühürlenip kapandıktan sonra çavuşbaşı, elindeki asasını yere vurarak divanın sona erdiğini bildirirdi. Divandan sonra Yeniçeri ağası padişah tarafından kabul olunarak ocak hakkında bilgi alınırdı. Ondan sonra kadı askerler huzura girip kendileri ile ilgili işleri arz ederlerdi. Bundan sonra da vezir-i azam ile vezirler ve defterdar kabul olunurdu. Bütün bunlardan sonra da padişahlar, vezir-i âzam ve vezirlerle beraber yemek yerlerdi. Ancak bu usûl, Fâtih Sultan Mehmet döneminde kaldırılmıştı. Divan erkânından(üyeleri) başka o gün işleri için divana gelmiş bulunan halka da din ve milliyet farkı gözetilmeksizin yemek verilirdi.
Öyle anlaşılıyor ki, Osmanlı Devletinde Divân-ı Hümâyun, devletin en yüksek organı özelliğini taşımaktaydı. Devlet başkanı olarak hükümdar, sık sık divan üyelerinin fikirlerini almak ihtiyacını hissediyordu. Bu durum, devlet idaresinin bir kişinin değil, bir kurulu teşkil eden üyelerinin fikirlerinden yararlanılarak en mükemmel şekilde yapılabileceğinin açık bir göstergesidir. Divanda, halk ile devletin bütün problemleri, özellikle tımar işleri ve önemli mevkilere yapılacak atamalar da görüşülmekteydi. Bu, yüksek memuriyetlere, hükümeti teşkil eden üyelerin fikirlerinin alınarak atamalar yapıldığına işarettir. Bir kurulun yapacağı atamaların ise bir tek kişinin yapacağı atamalardan daha isabetli olacağı bir gerçektir. Divanda son söz şüphesiz ki sultanındır. Ancak gördüğümüz gibi hükümdarın, vezirlerin mütalaalarını ve görüşlerini alması, daha doğrusu böyle bir ihtiyacı hissetmesi, devlet idaresinde iş birliği ve koordinasyonun ön planda tutulduğunu göstermektedir.

DİVÂN-I HÜMÂYUNUN ÜYELERI
PADİŞAH VEZİR-İ ÂZAM (SADRAZAM)1-Kubbealtı 2-Kadıaskerler 3-Defterdarlar 4-Nişancı Vezirleri Rumeli Anadolu Rumeli Anadolu Kadıaskeri Kadıaskeri Defterdarı Defterdarı (baş defterdar)Kuruluş dönemi Osmanlı divanı, her gün sabah namazından sonra padişahın huzurunda toplanarak görevinin gerektirdiği işleri yapardı. Divan toplantılarında üyelerden her birinin kendisini ilgilendiren vazifeleri vardı. Her üye kendini ilgilendiren vazifeleri ile meşgul olurdu. Padişahı bir tarafa bırakacak olursak kuruluş döneminde divanda vezir-i âzam, kadıasker, defterdar ve nişancı gibi asil üyeler bulunuyordu.Bunların yanında vezir rütbesinde bulunmak şartıyla kaptan-ı derya ve yeniçeri ağası, yine merkezde bulundukları taktirde vezir rütbesi olan Rumeli Beylerbeyi de divan üyeleri arasında yer alabilmekteydiler. Şeyhülislam Divân-ı Hümâyun üyesi değildi; ancak kendisinden bilgi alınmak üzere divana çağrılabilirdi. Şimdi Divân-ı Hümâyun üyelerini kısaca tanıtalım. 
VEZIR-I ÂZAM VE VEZIRLER(Kubbealtı Vezirleri)
Osmanlıların ilk dönemlerinde divanda sadece bir vezir bulunuyordu. O da ilmiye sınıfına mensuptu. Daha sonra vezir sayısı artınca birinci vezire “Vezir-i Âzam” denildi. Vezir-i âzam (bugünkü başbakan konumunda), padişahtan sonra devletin en büyük reisi ve hükümdarın mutlak vekili olduğundan, sözü ve yazısı padişahın iradesi ve fermanı demekti. Ayrıca bütün işlerde birinci merci vezir-i âzamdı. 
Vezir-i âzam, padişah fermanıyla atanır ve hükümdarın mutlak vekilidir. İcabında padişah adına Divân-ı Hümâyuna başkanlık ederdi.. O gelmeden divan toplantısı yapılamazdı. Herhangi bir sebeple divan toplantısına katılamayacaksa veya serdar-ı ekrem olarak ordunun başında bulunuyorsa, vekili olan “sadaret kaymakamı” Divân-ı Hümâyun toplantısına başkanlık ederdi.Pâdişahın elips şeklindeki altın bir mührü, vezir-i âzamlığın alameti olarak yanlarında bulunurdu. Vezir, devlet işlerinde bütün salahiyet ve mesûliyetlere sahip olduğu gibi bütün azil ve tayin işleri de onun isteği ve yetkisi ile olurdu. Bu dönemlerde, hükümdarlarca hiç bir taleplerinin reddedilmemesi âdet haline gelmişti.
Kanunnâme metinleri incelendiğinde vezir-i âzamlar, padişahın vekili olarak büyük ve geniş yetkilere sahip olan kimselerdi. Herkes onun emirlerine itaat etmekle yükümlü görünmektedir. Çünkü o, padişahı temsil etmekteydi. Vezir-i âzam (Kanunî döneminden itibaren) sadrazamlar, padişahın yüzük şeklindeki tuğralı altın mührünü taşırlardı. Vezir-i âzamların, diğer vezirlerden farkları “mühr-i hümâyun” denilen bu mühür ile olup hükümdarlık salâhiyetinin icrasına ve padişahın kendisini vekil ettiğine dâir bir delil olduğu için onlar bu mührü örülmüş bir kese içinde koyunlarında taşırlardı. Vezir-i âzamın görevden alınması veya ölümü halinde “mühr-i hümâyun” ikinci veya üçüncü vezire verilirdi. Mühr-i hümâyun ya divana gönderilmek veya vezir-i âzam olacak kimsenin huzura kabul edilmesi sûretiyle verilirdi.
Osmanlı Devleti’nde XVIII. asrın ilk yarılarına kadar yalnız devlet merkezinde bulunup divân-ı hümâyuna katılmakla görevli (bugünkü devlet bakanları konumunda)”kubbealtı veziri” veya “kubbenişîn” denilen vezirler vardı. Bunların sayıları(en fazla 7) pek fazla değildi. Kubbealtı vezirleri divanda kıdem sırasına göre otururlardı.
Fâtih Sultan Mehmet’ten itibaren hükümdarlar Divân-ı Hümâyun toplantılarına katılmayı terk edip, divan başkanlığını sadrazama bıraktıktan ve XVI. asrın ikinci yarısında bu toplantılar haftada dört güne düşürüldükten sonra hükümdarlar, kafesli bir pencerenin ardından divanı izler; arz odasında sadrazamın verdiği bilgi ve açıklamaları dinleyerek görüşmelerden haberdar olurdu. 

KADIASKER (Kazasker)
Osmanlı Devleti’nde askerî ve hukukî işlerden sorumlu olan(bugünkü adalet bağanlığı gibi) kadıaskerlik teşkilâtı, gerek kelime gerekse meslek olarak uzun bir geçmişe sahiptir. Hz. Ömer tarafından ordugâh şehirlerine tayin edilen kadılar, sivil olmaktan ziyade askerî bir hüviyet taşıyorlardı. Bu sebeple, kadıaskerliğin Hz. Ömer tarafından kurulduğu belirtilmektedir. Abbasîlerde de görülen bu mansıb (makam, rütbe) Harzemşahlarda, Anadolu Selçukluları’ nda Eyyûbîler’de, Memlûklülerde ve hatta Karamanlılarda da vardı.
Kadıaskerlik, Osmanlı ilmiye teşkilâtı içinde önemli bir mevki idi. Kadıasker terkibindeki “asker” kelimesi, müessesenin özelliği açısından önem taşır. Zira, Şeyhülislâmlıktan takriben bir asır kadar önce (80 sene) kurulmuş olan müessesenin kuruluşunda devletin, asker ve onların ihtiyaçlarını karşılamada titizlikle hareket ettiğini göstermektedir. Bununla beraber, Divân-ı Hümâyun âzâsı olan kadıaskerin vazifeleri sadece askerî saha ile sınırlı değildi. Kadıaskerler aynı zamanda bütün sivil ve adlî işlere de bakıyorlardı. Onlar, belli seviyedeki bazı kadı ve nâiblerin tayinlerini de yapıyorlardı. Divan toplantılarında vezir-i âzamın sağında vezirler, solunda da kadıaskerler yer alırdı.
Fâtih Sultan Mehmet’in son senelerine kadar yalnız bir kadıaskerlik vardı. Hududların genişlemesi ve işlerin çoğalması yüzünden 1481 yılında biri Rumeli, diğeri Anadolu olmak üzere ikiye ayrıldı ve Osmanlı saltanatının sonuna kadar devam etti.
Protokole göre daha üstün addedilen Rumeli kadıaskerleri ile daha aşağı bir mevkide bulunan Anadolu kadıaskerinin vazifeleri kanunnâmelerle belirlenmişti. Buna göre Anadolu’da bulunan müderris ve kadıların tayini, Anadolu kadıaskerinin, Rumeli’de bulunan müderris ve kadıların tayini de Rumeli kadıaskeri tarafından yapılmaktaydı. Görüldüğü gibi müessesenin görevleri, eğitim ve yargı teşkilatının idaresi, ordu ve askerî zümrenin gerek barış, gerekse savaş sırasında hukûkî ihtilaflarının (ayrılık) giderilmesi ve davalarının görülmesi şeklinde iki ana grupta toplanabilir.
Divân’daki davaları dinleyen kadıaskerler, Salı ve Çarşamba hariç olmak üzere her gün kendi konaklarında divân kurup kendilerini ilgilendiren şer’î ve hukukî işlere bakarlardı. Kadıaskerlerden her birinin tezkireci, rûznamçeci, matlabçi, tatbikçi, mektupçu ve kethüda olmak üzere yardımcıları bulunurdu. Ayrıca her birinin davalı ve davacıyı divâna getiren yirmişer yardımcısı bulunmaktaydı.
Padişah, sefere çıktığı zaman kadıaskerler de onunla birlikte giderlerdi. Padişah sefere gitmediği takdirde onlar da gitmezlerdi. Bu durumda şer’î muameleleri görmek üzere onların yerine “ordu kadısı” tayin edilip gönderilirdi. Aynı şekilde padişahlar Edirne’ye gittikleri zaman onlar da padişahla birlikte gider ve akdedilen divân oturumlarına iştirak ederlerdi.
Bu müessese, Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar devam etmiş, Osmanlı hükümeti ile birlikte o da tarihe mâl olmuştur.

DEFTERDÂR
Defter ile dâr kelimelerinin birleşmesiyle oluşan “defterdâr” “defter tutan” demektir. Doğudaki Müslüman devletlerin “müstevfi” dedikleri görevliye Osmanlılar, defterdâr diyorlardı.Defterdâr, Divan-ı Hümayun’un aslî üyelerinden birisiydi ve Osmanlı Devleti’nin malî işleriyle ilgilenirdi. Defterdârlık bir bakıma günümüzdeki Maliye bakanlığı mânâsını gelir. Osmanlılar, XIV. asrın son yarısında ve Sultan I. Murat zamanında maliye teşkilâtının
temelini atıp onu tedricen(aşama aşama) geliştirmişlerdir. Buna bakarak Osmanlıların daha kuruluş yıllarından itibaren maliye işleri üzerinde önemle durdukları söylenebilir. 
Fâtih Sultan Mehmet tarafından ilan ettirilmiş olan Kanunnâme-i Âl-i Osman ile diğer kanunnâmelere göre defterdâr, padişah malının (Devlet hazinesi) vekili olarak gösterilmektedir. Dış hazine ile maliye kayıtlarını ihtiva eden devlet hazinesinin açılıp kapanması defterdârın huzurunda olurdu. Başka bir ifade ile hazinenin açılmasında hazır bulunmak, defterdârın vazifeleri arasında bulunuyordu. Divân’ın aslî üyelerinden olan defterdâr, sadece salı günkü divan sonunda arza girer ve kendi dairesi ile ilgili bilgiler verirdi. Bununla beraber, padişahın huzurunda okuyacağı telhîs(özet) hakkında daha önce vezir-i âzamla görüşür ve onun görüşünü ve onayını alırdı. Bayram tebriklerinde padişah vezirlere olduğu gibi defterdarlara da ayağa kalkardı.
Genel olarak devlet gelirlerini çoğaltmak, gerekli yerlere harcamak ve fazla olanı da muhafaza altında bulundurmak vazifesi ile yükümlü bulunan defterdâr, Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında bu görevleri yerine getiriyordu. Devletin kuruluş yıllarında bir defterdâr varken, daha sonra, yeni yeni yerlerin fethedilmesi ve ihtiyaçların çoğalması sebebiyle sayıları artırıldı. Bunlar, II. Bayezid dönemine kadar Rumeli’de hazineye ait işlere bakan Rumeli defterdârı veya baş defterdâr ile Anadolu’nun malî işlerine bakan Anadolu defterdârı olmak üzere iki kişi idi. Sefer esnasında baş defterdâr(Rumeli Defterdârı) ordu ile gittiği zaman, Anadolu defterdârı onun yerine vekâleten bakardı.
Defterdârlar, kendilerini ilgilendiren malî işlerdeki şikâyetleri, Defterdâr Kapısı’nda kurulan divanda dinler ve gerek görülürse “tuğralı ahkâm” verirlerdi. Zaten kanunnâmeye göre kendilerine bu salahiyet verilmiştir. Her defterdâr, kendi dairesinden çıkan evrakın arkasını imzalardı. On yedinci asrın ortalarından itibaren bütün maliye hükümlerinin (tuğralı ahkâm) arkalarına kuyruklu imza koyma hakkı, baş defterdâra verildi. Bundan başka baş defterdâr, divan kararı ile malî tayinlere ait kuyruklu imzası ile “buyruldu” yazmakla birlikte bunun üst kenarı sadrazamın buyruldusuyla tasdik olunurdu. Defterdâr, sadrazama müstakil olarak yazdığı veya havale edilmiş bir muameleli kağıt üzerine cevap verdiği zaman, kuyruklu imza koymaz, topluca bir imza koyardı.
Baş defterdâr rütbe ve itibarda “nişancı” gibidir.Padişahın malının vekili odur. Vezir-i âzam ise onun denetleyicisidir.Maliyeye ait davaları dinler. Maliye tarafından hüküm verirdi. Kanunnâmede belirtildiği üzere devlet gelir ve giderleri ile ilgilenen defterdârların vazifeleri, sadece devlet hazinesini zenginleştirmek değildir. Onlar, devlet hazinesine haram malın girmesine engel olmak zorunda oldukları gibi yetim malı dahi sokmayacaklardır.
İcraat ve tahsilatta defterdârın icra memuru olarak emri altında farklı vazifeleri bulunan beş görevli bulunurdu. Bunlardan ilki, başbakıkulu denilen devlet gelirlerinin birinci tahsil memurudur. Defterdârlıkta bunun bir dairesi olup emri altında bakıkulu ismiyle altmış kadar mübaşir vardır. Bunlar, hazineye borcu olup vermeyenleri hapis ve sıkıştırma ile tahsilat yaparlardı. Bu yüzden maliyeye borcu olanlar başbakıkulu hapishanesinde tutuklanırlardı.
İkinci icra memuru, cizye başbakıkuludur. Bu da cizye sebebiyle hazineye borcu olanları takip eder. İltizama verilen cizyelerin, mültezimlerinden henüz borcunu ödememiş veya yatırmamış olanları takip ederdi. Defterdârın üçüncü icra memuru, tahsilat ve ödemelere ilgilenen veznedar başıdır. Bunun da maiyetinde dört veznedar vardı. Baş defterdârın icra memurlarından dördüncüsü sergi nâzırı, beşincisi de sergi halifesi olup her ikisi de hazine ile ilgili işlerin defterini tutuyorlardı.
Defterdâr tabiri, 1838 senesinde ilân edilen Hatt-ı Hümâyun gereğince terk edilerek yerine “Mâliye Nezâreti” tabiri kullanılmıştır.

NİŞANCI
Osmanlı devlet teşkilâtında Divan-ı Hümâyunun önemli vazifelerinden birini yerine getiren görevli için kullanılan bir tabirdir. Nişan kelimesinden türetilmiş olan “Nişancı”, ferman, berat, mensûr, nâme, mektup, ahidnâme(sözleşme), hüküm gibi devletin resmî evrakının baş tarafına padişahın imzası demek olan nişanı koyardı. Bu görevliye nişancı, muvakkî, tevkiî ve tuğraî gibi isimler de verilirdi.Nişancı ayrıca yardımcıları vasıtasıyla:Divanda yapılan görüşmelerin kayıtlarını tutarak Mühimme Defteri’ne(Divan Defteri) kaydetmek, Ferman, berat gibi belgeleri hazırlamak, Sadrazam ve padişah arasındaki ve dış ülkelerle olan yazışmaları hazırlamak, Tapu kayıt defterlerini tutmak gibi görevleri de üstlenmişti.
Osmanlı devlet teşkilâtında XVIII. yy. başlarına kadar önemli bir makam olan nişancılık, daha önceki Müslüman ve Müslüman Türk devletlerinde de vardı. 
Bunun için Osmanlı Devleti’nin merkez teşkilâtı içinde önemli bir yeri bulunan divanın azalarından biri de “Nişancı” adını taşıyan görevli idi. Divan-ı Hümayun çalışmalarının hazırlanması ve yürütülmesi ile ilgili çok önemli bir görevi yerine getiren nişancı bizzat padişah tarafından atanırdı. Önemli hizmeti bulunmasına rağmen, nişancılığın Osmanlılar’da hangi tarihlerde kurulduğu kesin olarak tespit edilebilmiş değildir. Bununla beraber, bazı araştırıcılar bu kuruluşu Osmanlı Devleti’nin ikinci hükümdarı olan Orhan Gazi dönemine kadar çıkarırlar. Çünkü, bu döneme ait fermanlarda tuğra bulunmaktadır. Kısaca nişancılığın Fâtih’ten önce mevcut olduğu, fakat Fatih zamanında tam anlamıyla geliştiği bilinmektedir.
Divan-ı Hümâyunda vezir-i âzamın sağında ve vezirlerin alt tarafında oturan nişancı, önemli bir hizmeti yerine getiriyordu. Nişancılar, görevleri icabı bazı özellikleri taşıyan kimseler arasından seçiliyorlardı. Nişancı olacak kimselerin inşa(güzel yazı yazma) konusunda maharetli olmaları gerekirdi. Görevleri icabı olarak inşa konusunda maharetli olmaları, devlet kanunlarını iyi bilerek yeni kanunlar ile eskiler arasında bağ kurup onları telif etme kabiliyetine sahip bulunmaları gereken nişancıların, ilmiye sınıfına dahil ve sahn-ı semân(üniversite) müderrisleri(hocaları)nden seçilmesi kanundu.
Nişancılar, XVI. asrın başlarından itibaren Divân-ı Hümâyunun kalem heyeti arasında, bu vazifeyi yerine getirebilecek olan reisü’l-küttâblardan seçilmeye başlanmıştır. Fâtih döneminde müesseseleşerek kurulduğunu gördüğümüz nişancılık, Osmanlı Divân-ı Hümâyunun dört temel rüknünden(gereğinden) birini oluşturuyordu. Fâtih kanunnâmesinde de belirtildiği gibi bu dönemde vezirlik, kadıaskerlik ve defterdarlıktan sonra en önemli vazife nişancılıktı. 
Nişancı, Divân-ı Hümâyun üyesi olmasına rağmen, vezir rütbesine sahip ve hâiz değilse kanun gereği arz günlerinde padişahın huzuruna kabul edilmezdi. Sadece nişancılığa tayin edildiği zaman bir defa padişahın huzuruna girip tayinlerinden dolayı teşekkür ederdi.
Nişancılık, XVI. asrin sonlarından itibaren yavaş yavaş önemini kaybetmeye başladı. XVII. asrın ortalarında nişancılık adeta kuru bir ünvan haline geldi. XIX. yüzyılın başlarına kadar ismen de olsa varlıklarını devam ettiren nişancılar, eski önemlerini tamamen kaybettiler. Bu sebeple nişancılık 1836 yılında tamamen kaldırılarak vazifeleri “Defter eminine” verilmiştir. Bu tarihten sonra önemli işlere dair fermanların üzerlerine Bâbıâlî, diğerlerine de defter eminleri tarafından tayin edilen ve tuğranüvis denilen memurlar tarafından tuğra çekilirdi. 1838′de tuğra-nüvislik görevi de kaldırılıp Bâbıâlî ile defter eminliği tuğracılığı birleştirildi. Böylece bu hizmetin Bâbıâlî’de görülmesi kararlaştırıldı.
Divân-ı Hümâyunda yukarıdaki asil üyelerin dışında şunlar da zaman zaman divan üyeliği yapmışlar divan toplantılarına katılmışlardır:

Rumeli Beylerbeyi 
Beylerbeyi, hem askeri hem de idarî amir olarak bulunduğu eyalette padişahın temsilcisidir.
İlk beylerbeylik Orhan Bey zamanında ortaya çıkmış, Anadolu ve Rumeli Beylerbeyi olarak ikiye ayrılışının Çelebi Mehmet zamanında gerçekleştiği tahmin edilmekle beraber kesin tarihi bilinmemektedir . Rumeli Beylerbeyi daha kıdemlidir. Rütbeleri yükselince kubbealtı vezirliğine atanıyorlar ve Divan-ı Hümayun’un üyesi oluyorlardı. 1536 tarihinden itibaren vezirlik rütbesi olan Rumeli Beylerbeyi, Divan-ı Hümayun üyesi olarak merkezde bulunduğu zamanlarda divan toplantılarına katılmıştır. Bu tarihten önce Rumeli Beylerbeyi, Divan-ı Hümayun üyesi değildi . 

Kaptan-ı Derya 
Osmanlı Devleti’nde bahriye(deniz Kuvvetleri) teşkilatının en büyük amiri ve donanmanın başkumandanıdır. Denizciliğin gelişmesi ile vezirlik verilen kaptan-ı derya, Divan-ı Hümayun üyesi olarak, merkezde bulunduğu zamanlarda divan toplantılarına katılmıştır. Divan-ı Hümayun’da, kendisine havale olunan bahriye teşkilatı ile ilgili meselelerle ilgilenirdi.Bahriye teşkilatındaki tayinler, kaptan-ı derya tarafından yapılırdı. Önemli işleri vezir-i âzama arz ederdi. Bahriye ile ilgili işler için hüküm yazmaya ve tuğra çekmeye yetkisi vardı. 

Yeniçeri Ağası 
Yeniçeri ağası, yeniçeri ocağı ve acemi ocaklarından sorumlu tek kişidir. Yine divanda görevli olan rikâb-ı hümayun ve özengi ağaları denen ağaların reisidir. Böylece Divan-ı Hümayun toplantılarının teşrifatında çok önemli bir rolleri vardır. Yeniçeri ağası vezirlik rütbesi olursa Divan-ı Hümayun üyesi olarak toplantılara katılabilmekteydi. Yeniçeri ağasının arza çıkma yetkisi vardı. Eğer vezirlik rütbesi varsa divan üyeleri arasında arza iki kez çıkma imkanına sahip tek kişi oluyordu. Divan toplantılarında, ocağa ait işlerle ve İstanbul’un asayişi ile ilgili konularla ilgilenirdi. 

DİVÂN-I HÜMÂYUNUN İŞLEVİ

Divân-ı Hümâyun, devlete ait siyasî, idarî, malî ve zamanla askerî işlerin görüşüldüğü, incelenerek karara bağlandığı devletin en yüksek mercidir. 
Divân-ı Hümâyunda yetkiler şu şekilde temsil edilmektedir: Vezir-i âzamın, padişahın vekili olarak devletin egemenlik hakkını, kadıaskerlerin yargıyı, defterdarların maliyeyi, nişancının ise örfî hukuku temsil ettiğini görmekteyiz. Yine yürütme gücünün diğer temsilcileri kubbealtı vezirleri, Rumeli beylerbeyi, kaptan-ı derya ve yeniçeri ağasıdır. Devletin merkez örgütündeki ana bölümleri temsil eden en yetkili kişilerin toplandığı bir kurul olarak Divan-ı Hümayun, padişahın bütün yetkilerinin bir arada bulunduğu üstün bir organdır. Böyle bir gücü bünyesinde bulunduran Divan-ı Hümayun, devletin iç ve dış siyasetinin belirlendiği bir kuruldur. 
Osmanlı tebaasının emniyet ve asayişini, yöneten ve yönetilen kesim arasında işlerin dengeli bir şekilde yürütülmesini , merkez ile taşra arasındaki ilişkilerde dengeleri bozmadan çalışmayı sağlamak Divan-ı Hümayun’un görevidir. 
Devletin dış siyasetinin belirlenmesi ve dış ilişkilerin takibi; savaş ve barış şartlarının belirlenmesi divanın işidir. 
Divân-ı Hümâyun aynı zamanda adlî ve idarî yüksek bir mahkemedir. Fertlerin divana yapılan müracaatlarını inceleme, hukukî anlaşmazlıkları çözüme kavuşturma, yargılamalar sonucu cezaların uygulanması ve infazı divanın görevleri arasındadır. 
İktisadî-malî alanda oldukça geniş görevleri vardır. Devletin vergi politikasının belirlenmesi, mirî, vakıf ve mülk toprakların statülerinin belirlenip korunması, para politikasının belirlenmesi vb. birçok görev Divân-ı Hümâyunun işlevleri ve görevleri arasındadır..


DİVÂN-I HÜMÂYUNUN BÜROKRATİK YAPISI

Divân-ı Hümâyun’un bürokratik işlerini yürüten idarî bir teşkilatı vardı. Devletin merkez bürokrasisinin en üst kademesini oluşturan-nişancıdan başka- ve divan kalemleri de denen bu teşkilatın başında Reisü’l-Küttab (Katiplerin reisi) bulunmaktadır. 
Reisü’l-küttab, Divan-ı Hümayun’da verilen kararları uygulamaya hazırlar. Bütün tevcih ve tayin beratları, hükümler, idari emirler katipler tarafından yazıldıktan sonra reisü’l-küttaba gösterilmektedir. Divan hükümlerinin ve beratların yazılmasında ilgililer onun dediğine itiraz edemezler. 
Nişancıya bağlı olan reisü’l-küttab, çok önemli bir konumda bulunmasına rağmen Divan-ı Hümayun üyesi olamamıştır. Divan-ı Hümayun’un önemini kaybetmesi ve devlet işlerinin XVII. yy sonlarına doğru vezir-i âzam divanında görüşülmeye başlaması ile reisü’l-küttab ön plana çıkmış ve vezir-i âzamın baş yardımcısı durumuna gelmiştir. Reisü’l-küttab bundan sonra vezir-i âzam ile saray arasında yazışmaları düzenleyen kişi olmuştur. 
Reisü’l-küttab görevlerini yerine getirmek için emrinde kalemler çalıştırırdı. Devlet işlerinin vezir-i âzam konağına taşınmadan önce beylikçi(divan), tahvil(kese veya nişan) ve ruus kalemi vardı, daha sonra ise bunlara âmedî kalemi de eklenmiştir. 
Beylikçi Kalemi 
Reisü’l-küttabın baş yardımcısı sayılır. Divan-ı Hümayun’daki diğer kalem katiplerinin üstünde bir konumdadır. 
Divan kararlarını tutarlar ve divanda müzakere edilen evrakı gereken yerlere havale edip mühimme defterlerinin hem müsveddelerini hem de temizlerini hazırlarlar. Beylikçi kaleminde belgelerin yazdırılması ve işlemlerin takibinden sorumlu bir kisedâr bulunurdu. Bundan başka, katiplerin yazdıklarını kontrol edip düzeltmeler yapan mümeyyiz, yazılan emirlerin hukuka uygunluğunu inceleyen kanuncu ve herhangi bir konuda rapor hazırlayan ilâmcı adında üç şube müdürü vardı. Bu şubelerde de ihtiyaç oranlarında kâtipler çalışırdı. 
Tahvil Kalemi 
Yüksek rütbeli devlet memurlukları ile ilgili beratlar yazan kalemdir. Katiplerin başında tahvil kisedârı ve mümeyyiz bulunurdu. 
Ruus Kalemi 
Yüksek rütbeli olmayan devlet memurlarının tevcih beratlarını hazırlayan kalemdir. 
Bunların dışında reisü’l-küttabın özel kalem müdürü olan Amedi Kalemi , devlet tarafından tutulması istenen vesikaları kaydeden Vak’anüvis , resmi toplantıların hazırlanmasıyla görevli protokol âmiri Teşrifatçı divandaki önemli meseleleri takip eden Divan Hocaları ve Tercümanlar da divan kalemleri arasında yer alırlar. 

Sonuç olarak; Divan-ı Hümayun, başta kuruluş ve yükselme dönemlerinde olmak üzere bütün târihî seyri içinde, Osmanlı Devleti’nde merkezi bürokrasinin en yetkili kurumu olup Osmanlı idarî başarısının sembolü olmuştur. Ve devletin bütün kurumlarında Divan-ı Hümayunun yapısı örnek alınmıştır. 

Osmanlı Devletinin devlet yönetiminde çok önemli bir yere sahip olan Divân-ı Hümâyunun dışında başka divanlar da vardı. Bunlar:
Divân-ı Asefî: Sadrazam başkanlığında toplandığı için bu adı alan divan, XVII. asırdan sonra önem kazandı. Sadrazam konağında ikindi namazından sonra toplandığı için “İkindi Divanı” diye de adlandırıldı. XVIII. asırda pazartesi ve perşembe günleri dışında hemen her gün toplanırdı.
Ayak Divânı: Çok önemli, acil veya olağanüstü hâller dolayısıyla, ya da padişahın huzurunda kurulan divandır. Meclis demek olan divanda padişahtan başka kimsenin oturmayıp ayakta durarak işin çabucak bir karara bağlanması bu adın verilmesine sebep olmuştur. Saraydaki ayak divanlarında padişahın oturmasına mahsus taht, Topkapı Sarayı’nın Bâbu’s-Saâde adı verilen kapısının ön kısmında mermer sütunlara dayalı olarak revnak ve ayvanın altında kurulurdu. Padişahların yapmaya mecbur oldukları ayak divanı, mühim saydıkları bir iş veya şüphe ettikleri bir yolsuzluk sebebi ile ya da askerin isyanı veya halkın şikâyeti üzerine kurulurdu. Bundan başka, padişahların gittikleri bir yerde herhangi bir meselenin araştırılması için ayak divanı yaptıkları da görülür. Kanunî Sultan Süleyman’ın, bir Rum mimarı ile baş gösteren su ihtiyacını görüşmek için yaptığı ayak divanı ve IV. Sultan Murat’ın Kapıkulu askerlerinin isyanı üzerine yapılan divanlar, burada örnek olarak zikredilebilir. Sadrazamlar da ayak divanı oluşturulardı.. Fakat bu genellikle savaş zamanında ordugahta olurdu. Ordu erkânı ile Ocak zabitlerinin iştirak ettikleri divanda, ayak üzerinde görüşmeler yapılır ve süratle karara bağlanırdı.
Galebe Divânı: Yabancı devlet elçilerinin kabulü dolayısıyla yapılan divanlara “Galebe Divanı” adı verilir. Galebe divanı, özellikle yabancı elçilere karşı bir gösteri mahiyeti taşıdığından, ötekilerden farklı ve biraz daha debdebeli ve gösterişli olurdu.
Sefer Divânı: Vezir-i âzam sefere çıkarken toplanan divandır.
Ulûfe Divânı: Yeniçeri maaşları(ulûfe) için toplanan divandır.
At Divânı: Sefer sırasında at üzerinde yapılan toplantılardır.

Görüldüğü gibi, İslâm devlet teşkilâtları içinde, Hz. Ömer’den başlamak sûretiyle önemli ve faal bir rol oynayan divanlar, zamana ve ihtiyaca göre değişik şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Sonuç olarak; divan teşkilatının başarılı bir şekilde uygulanması Osmanlı Devletinin her yönden gelişmesine büyük katkılar sağlamıştır.

Osmanlıda Divan Teşkilatı

Padişahın huzurunda davaların görüldüğü meclis. (Divanı Hümayun da denir.) Resmî kayıtların tutulduğu devlet daireleri: Divanı Beytülmal. |j Halifeler devrinde vergi ve maliye kurumlarına verilen genel ad. Osmanlı devletinde bir kısım köylerden kurulu küçük bir İdarî ve malî birim. Osmanlı imparatorluğunda devlet büyüklerinin toplantısı ve toplantı yeri.

Gördüğü işlerin önem ve özelliklerine göre çeşitli adlar alan divan’ın kuruluşu ile ilgili görüşler değişiktir. Sümer veya Asur kaynaklı olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi, İran hükümdarı Anuşirvan veya halife Ömer zamanında kurulduğunu, sonradan Abbasîlere ve başka İslâm ülkelerine geçtiğini ileri sürenler de vardır.

Abbasîlerden başlayarak Ortaçağ İslâm devletlerinde ve Büyük Selçuklu devletinde divan kelimesi, daha çok vergi ve maliye kurumlarını belirtirken, İslâm ortaçağı boyunca gelişerek devletin bütün yönetim kurumlarını kapsayan bir nitelik kazandı. İlk olarak halife Ömer Divan-ül-Cünd (Ordu divanı) adı altında asker maaşlarını düzenleyen bir divan kurdu. Iranlı Hurmuyan’ın tavsiyesine uyularak daha sonra Şam, İran ve Mısır’da da divanlar kuruldu. Divan defterleri İran’da pehlevî, Şam’da yunan, Mısır’da kopt dilinde yazıldı. Bu yüzden, divanların yabancılarca yönetildiğini gören ömer, defterlerin müslümanlar tarafından kendi dillerinde tutulmasını istedi. İslâm fütuhatının gelişmesi sonucu Basra ve Küfe illerinde de divanlar kuruldu. Daha sonra Sasanîlerde, Romalılarda görülenlere benzer haraç divanları kurulmaya başlandı. Muaviye zamanında üçüncü bir divan olarak Divan-ül-Hatem (Hilâfet mührünün bulunduğu özel kalem) ve gene Muaviye çağında Divan-ül-Berid (Posta divanı) adı verilen divanlar kuruldu. Emevî halifesi Abdülmelik zamanında Irak ve Şam’da bulunan bütün divan defterleri Arapçaya çevrildi. Abbasîler zamanında yönetim işlerini birarada yürüten Divanı İnşa ve Divanı Resail’in yanı sıra Sultaniyat adıyla yalnız halifenin özel mektuplarını yazan, gerekli yere gönderen bir divan daha kuruldu. Divan-ül-Âm (Genel İşler divanı), Divan-ül-Adl (Adalet divanı) adı verilen ve kaad*-il-kuzat, divittar, hacib, na-kîb gibi memurların katıldığı divanlar kuruldu. Bu divanlardan sonra halifenin uygun gördüğü işlere bakan Divan-üz-Ziya, saray memurlarının işlerini gören Divan-ül-Ahşam, denetim görevini yapan Divan-üz-Zaman, halkın devlet memurlarından olan şikâyetlerini dinleyen Divan-ül-Mezalim, valilerin hesaplarına bakan Divan-üt-Tevki, vakıf işlerini yürüten Divan-ül-Ber gibi kuruluşlar meydana getirildi.

Sasanîler devrinde ise, bir vezirin veya büyük hâcenin denetimi altında yönetilen, Divânı İnşat ve Divanı İstifa (vergi işleri), Divanı İsraf (giderlere bakan divan), Divanı Kaza (şeriat hükümlerini yerine getiren divan) gibi çeşitli görevleri yürüten divanlar kuruldu. Sasanîlerden sonra Gazneliler, Selçuklular, Harizmşahlar çağında da bu kuruluşlar yaşadı. Moğollarda Sahibi Divan adı ile görevlendirilen bir devlet adamı, bütün divanların yetkilerini elinde tutardı. Timur çağında divan sözünün anlamı değişti; yerini Danışma meclisi aldı. Daha sonraki yıllarda Divanhane adı resmî işlere, davalara bakan genel yönetim kurulu yerine geçti.

Osmanlılarda Divan

Osmanlı imparatorluğunda devlet işlerini yürütmek ve gerekli kararları almak için yetkili kimselerin toplandığı yüksek kurul anlamına gelen divan, devletin kuruluş yıllarında (1299-1326) ortaya çıktı. Kısa bir süre içinde görevleri, görev sınırları, üzerinde duracağı konular belirli hale gelen divan, bütün devlet kuruluşlarının üstünde ve onlardan ayrı özel bir nitelik kazanarak özel bir adla da anılmaya başlandı: Divanı Hümayun. Bu kuruluş devletin en yüksek rütbeli askerî ve sivil yöneticilerinin toplanmasıyla çalışmaya başladı. Fatih Sultan Mehmed bir kanunname ile Divanı Hümayun’un yetkilerini, görevlerini, kimlerden kurulacağını yeniden düzenledi. Günün en önemli siyasî, askerî, dinî, malî ve idarî konularının görüşüldüğü bu kurula Fatih Sultan Mehmed’e kadar hükümdar başkanlık ederdi. Sonradan bu gelenek bırakıldı. Hükümdar, Divanı Hümayun müzakerelerini perde veya kafes arkasından dinlemeye başladı. Yavuz Sultan Selim ve Kanunî Sultan Süleyman, Divanı Hümayuna bir süre perde arkasına geçme gereği duymadan başkanlık ettilerse de, sonunda onlar da vaz geçtiler.

Veziriazamın başkanlık etmeye başladığı Divanı Hümayuna kubbe vezirleri, kaptanıderya, Anadolu ve Rumeli kazaskerleri, defterdarlar, nişancı ve yeniçeri ağası katılabilirdi. Reisülküttap, çavuşbaşı, kapucular kethüdası ve tezkireciler ayakta hizmet etmekle görevliydiler. Çavuşbaşı ile ona bağlı divan çavuşlarının görevleri divana başvuran kimselere yol göstermekti. Kapucular kethüdası ise hükümdarla sadrazam arasında teması sağlardı. Zabıta işlerini yürüten muhzir ağa, bostancılarbaşı, subaşı, asesbaşı ise tutuklama, idam gibi işlemlerle ilgili kararları uygulamak için Divanı Hümayunun çalışma süresince dışarıda beklerlerdi.

İdarî, siyasî, örf ve âdetle ilgili, memleketin herhangi bir tarafında haksızlığa uğrayan, zulüm gören veya mahallî kadılarca haklarında yanlış hüküm verilmiş olanlar, idare adamlarından ve askerî ümeradan şikâyeti bulunanlar, vakıf mütevellilerinin haksız muamelelerine uğrayanlar Divanı Hümayuna başvururlardı. Divan’da görüşülen İdarî, örfî işleri veziriazam, arazi işlerini nişancı, şer’î ve hukukî işleri kazaskerler, malî işleri de defterdarlar görürlerdi. Padişah nerede bulunursa divan orada kurulur, sadrazam seferde ise divan padişahın başkanlığı altında toplanırdı. Divan müzakereleri sabah namazından öğleye kadar devam eder, yemekten sonra kapanırdı. Fatih Sultan Mehmed devrine kadar padişahlar divandan sonra veziriazam ve vezirlerle birlikte yemek yerlerken, Fatih geleneğe uymadı ve bunu kanunnamesinde özellikle belirtti. Divanı Hümayunda müzakereler başlamadan önce divittar tarafından sadrazamın yanına konulan paradan islâmiyeti kabul edenlere, sünnet ve merhem parası olarak 50 akçe ve Müslümanlık alâmeti olarak da tülbent, sarık ve bir mintan verilirdi.

Divan toplantıları başlangıçta her gün yapılırken Fatih’ten sonra haftada dört güne (cumartesi, pazar, pazartesi, salı) indirildi.

Divanı Hümayun çalışmaları ile ilgili dört ayrı kuruluşun (Beylik, Tahvil, Rüus ve Amedî) özel görevleri vardı. Sonradan Divanı Hümayun ile bunlar da ortadan kalktı. Bütün görevler Babıâli adı verilen yeni teşkilâta bırakıldı.

Osmanlı imparatorluğu devrinde köylüler dağınık evlerde yaşadığından, 50-100 hane bir köy birimi sayılır, bunlara divan denir ve vergileri bir divan pusulası gereğince toplanırdı. Meselâ Bolu’da bir kaza bölgesi dört “divan, Akova bölgesi beş divan, Devrekâni bölgesi sekiz divan, Bartın bölgesi on iki divandı.

Divanı Asafi

Sadrazamın başkanlığında toplandığı için bu adı alan divan, XVII. yy.dan sonra önem kazandı. Sadrazam konağında ikindi zamanında toplandığı için «ikindi divanı» diye de anıldı, önceleri salı, XVII. yy.da salı ve perşembe, XVIII. yy.da pazartesi, perşembe günleri dışında her gün toplanırdı. Mehterin bazı parçaları çalmasından sonra görüşmeler başlar; divanda, çavuşbaşı, kazaskerler, vezirler ve tezkireciler, türkçe bilmeyenlerin işleri için tercümanlar bulunurdu. Cuma günleri sabah namazından sonra toplanan divana Huzur murafaası denir, hukukî işler Rumeli kazaskerince, bazı davalar da Anadolu kazaskerince görülürdü. Yine sadrazamın başkanlığında toplanan çarşamba divanına ise, İstanbul ve Bilâd-ı selâse denen Üsküdar, Galata, Eyüp kadıları katılır, başlıca şehir işleri görüşülürdü.

Divanı Hâs

Fâtımîler ve daha sonra Memlûklar devletinde rastlanan bu divanın reisine nâzır-ı hâs denirdi. Sultanın hâzinesi bu divana bağlıydı. Saray ve saltanat makamı giderleri bu divan tarafından karşılanır ve sultanın hâzinesine ait sayılan gelirler bu divan tarafından toplanırdı. Bu divanın en önemli görevlerinden biri Müstevfîi Hâs olarak denetleme ve yazışma işlerini yönetmekti. Divanı Hâs’a bağlı olan ikinci derecede bazı daireler de vardı.

Divanı Hümayun Çavuşları

Divanı Hümayunda çeşitli hizmetlerle mübaşirlik ve icra kuvvetlerine yardımcılık eden, ulûfeli, tımarlı veya zeametli sınıfa verilen ad. Ulûfeli olan Gedikli çavuşlar önemli fermanları eyaletlere ulaştırırlar ve devlet memurlarının idam, sürgün gibi cezalarını uygularlardı. Divanı Hümayun çavuşlarından elçilik görevi verilen ve yabancı devletlerle müzakereye gönderilenler de olurdu. Seferde hükümdarla savaşa giderlerdi. Sayıları Fatih Sultan Mehmed zamanında 200 kadar iken, XVIII. yy.da 1 000’e yükseldi. Hepsi çavuşbaşı kumandasında İS bölük olarak sayılırdı. Bunlara Dergâhı Âli çavuşları ve daha sonraları Deavi çavuşları adı verildi.

Divanı Hümayun Kâtipleri

Bir kısmı ulûfeli, bir kısmı tımar ve zeametli olurdu. Ulûfeliler daha muteber sayılırdı; bunlardan boşalan yerlere zeametlilerden biri geçerdi. îşe yeni başlayanlar tımarlı olur, zamanla «gedik» (belli sayıda, değişmez) zeamete yükselirlerdi. Sefer halinde tımar ve zeametli kâtipler hükümdar ve sadrazamın yanlarında bulunur, ulûfeliler emre göre hareket ederlerdi. Divanı Hümayun kâtipleri terfi edince halife ve hacegân olur; yaşlananalar 50-60 akçe ile, zeametliler zeametleriyle emekliye ayrılırlardı. Sayıları XVI. yy.da 15’ten 30’a yükselmiş, XVIII. yy.da 70’e varmıştır.

Divanı Hümayun Sakaları

Divanı Hümayun ocağı mensuplarıydı. Görevleri genellikle su taşımaktı. Suyu gümüş kaplar içinde taşıdıklarından kendilerine Sakayanı Simi Hassa (hassa gümüş sakaları) denildiği de olurdu. Bunlar XV. yy.da 12, XVI. yy. sonlarıyla XVII. yy. başlarında 26, XVII. yy. sonlarında ise 35 kişi kadardı. Başlarındaki görevliye bölükbaşı denirdi. Belirli gündelikleri ve her yıl ayrılan elbise bedelleri vardı. Bâbüssaade ağası denilen kapı ağasının genel yönetimi altında çalışırlardı. Divanın toplantı günlerinde sakabaşı, sadrazama, vezirlere ve diğer divan erkânına hizmet ederdi.

Padişahın yazlığa gidişinde sakaların bazılarına görev verilirdi. Sakabaşılar önceleri baltacılar arasından seçilirken Mahmud I’den sonra güvenilir hasekiler arasından ayrılmaya başlandı.

Divanı Hümayun Sicilleri

1649’dan sonra mühimme defterlerine yalnız devlet işleri yazılmış, şahsî davalara ait kayıtlar da şikâyet defterlerine işlenmiştir. 1742’dgn itibaren şikâyetler her eyaletin ayrı defterine yazıldı ve bunlara ahkâmı şikâyet veya ahkâm defterleri dendi. Memuriyetlere ve vakıflara ait yazılar rüus defterlerinde, ticaret ve zeamet tevcihatının kayıtları tahvil defterlerinde, anlaşmalar ve yabancı elçilerle yapılan müzakereler nâme defterlerinde bulunurdu ve bunlara da divan sicilleri denirdi. Tanzimatın ilânından sonra çıkan nizamlar için nizamat defterleri tutulmaya başlandı. Daha sonra mukavelât, imtiyaz ve muktaza defterleri divan sicillerine eklendi.

Divanı Sadakat

Bütün İslâm il ve ilçelerinde şubesi  bulunan Divanı Sadakat her ilde zenginlerden zekât toplayarak fakirlere dağıtmakta yetkiliydi, ancak imamın gerekli gördüğü durumlarda buyruğa uyar, aksi halde topladığı zekâtı hiç bir izin almaksızın fakirlere dağıtırdı.

 

Orman yangınları neden Akdeniz bölgesinde Karadeniz bölgesinden daha çok?

$
0
0

ormanyanginlari13.jpg (600×213)

Ormanlar dünyanın akciğerleridir ve ormanlara sahip çıkmak her ülkenin namusudur insanlık görevidir. Fakat bununla birlikte son yıllarda hem dünyada hem de ülkemizde yani Türkiye’de orman yangınlarının görülme sıklığı artmıştır. Özellikle Akdeniz bölgesinde görülen orman yangınlarının sayısı Karadeniz’de çıkan orman yangını sayısından daha çoktur? Peki bunun nedeni nedir? Kısaca açıklayacak olursak;

Akdeniz Bölgesinde Orman Yangınının Karadeniz Bölgesine Oranla Çok Daha Fazla Olmasının Sebebi Nedir?

Orman yangını, kontrolsüz bir şekilde yayılma potansiyeline sahip, canlı ve cansız varlıkları kül etmek suretiyle yok eden ateşe verilen isimdir.

Eğer bir kıvılcım yanmaya yetecek ısı anlamına gelen tutuşma ısısını sağlarsa orman yangını oluşur. Bu genelde 260 – 400 derece arasına denk düşmektedir. Orman yangınlarının çıkmasının sebepleri arasında, yani bu kıvılcımı yaratan sebepler arasında %95′lik büyük bir oranla insan bulunmaktadır. Yangının çıkabilmesi için gereken koşullardan biri de oksijenin yeterli varlığıdır. Oksijen oranı %15 ve üzerindeyse yanma gerçekleşebilir. Aksi halde mümkün değildir. Yanıcı madde faktörü de yangının çıkmasını desteklemektedir.

türkiye haritası

Örtü yangını, toprak yangını, tepe yangını ve ziraat ve tarım alanı yangınları yangının türleri olarak sayılabilir. Yani yangının 4 çeşidi mevcuttur.

Akdeniz bölgesinde sıcaklığın karadeniz bölgesinden daha fazla olması bu bölgede yangın çıkmasını kolaylaştırmaktadır. Buna ek olarak karadeniz bölgesindeki yıllık yağış miktarı daha fazla olduğundan yangın çıkma ihtimali daha düşüktür. Ayrıca ormanların yerleşim yerlerine mesafesi de yangın oluşma riskini ve oluştuğunda vereceği zararı değiştirmektedir.

Akdeniz bölgesinde orman yangınının karadeniz bölgesine oranla çok daha fazla olmasının sebebi nedir

Öncelikle orman yangının tanımını yapacak olursak. Serbest yayılma eğilimi olan canlı yada cansız varlıkları yakıp yok olmasını sağlayan ateşe orman yangını adı verilir.

Orman yangınlarının çıkmasının ilk sebebi olarak kıvılcımın oluşturduğu tutuşma ısısıdır diyebiliriz. 260 – 400 dereceler arasında tutuşma meydana gelmektedir. Genel olarak bu tutuşmayı sağlayan en büyük faktör %95 lik bir oranla insandır. Yani görüldüğü gibi orman yangınlarının başlıca sebeplerinden biri insanlardır. Orman yangınlarında önemi olan bir diğer faktör oksijendir. Yanma ortamının oluşmaması için oksijen oranı % 15 altına düşürülmesi halinde yanma olmaz. Orman yangınlarındaki bir diğer önemli faktör de yanıcı maddelerdir.

 

Orman yangınlarını 4 gruba ayırabiliriz. Bunlar Örtü yangını, tepe yangını, toprak yangını, ziraat ve tarım alanı yangınlarıdır.
Şimdi bu yaptığımız açıklamalardan sonra ana başlığımız olan sorunun cevabına.

Akdeniz bölgesindeki yangın oranının Karadeniz bölgesinden fazla olmasının başlıca nedenleri olarak; İlk neden olarak sıcaklığın Akdeniz bölgesinde karadeniz bölgesine oranla daha fazla olması. Ayrıca akdeniz bölgesinin yıllık yağış oranı karadenize göre daha düşüktür. Ayrıca ormanların yerleşim yerlerine olan uzaklığı da bu durumu etkileyen faktörler arasında yer alır.

Kısaca Anadolu Selçuklu Mimari Eserleri Özet Konu Anlatımı

$
0
0

anadoluseluklumimarisi.jpg

Merhaba arkadaşlar, yeni bir hizmetle daha karşınızdayız. Bu kez Türklerin Anadolu’ya yerleşmesinin ardından bir devlet hayali kuran Türk milletinin bu hayali Anadolu Selçuklu Devleti’yle gerçeğe dönüştürmesi konusunu derinlemesine inceliyor ve en çok da Anadolu Selçuklularından bugüne yani günümüze kalan mimari eserler (camiler köprüler çeşmeler külliyeler medreseler vs) hakkında bilgiler paylaşıyoruz. Bu sayfadaki bilgilerin hepsini birden başka hiçbir yerde bulamazsınız. Tamamen araştırmanın ve özenli bir çalışmanın sonucunu görmektesiniz. Makaleleri videolar ve görseller ile zenginleştirdik. Umarım beğenirsiniz…

Anadolu Selçukluları devlet topraklarının bir çok yerinde cami, han, kervansaray, imaret, köprü, çeşme ve medreseler inşa ettirdiler. Beyşehir’de bulunan Eşrefoğlu Camisi (1296), Anadolu Selçuklu mimarisine ait izler barındıran en mühim yaptılardandır. Ağaçtan direklerin üstüne inşa edilen, içi çini mozaik ve ağaç oyma motiflerle düzenlenen camilerin başka örnekleri de bulunur.

Anadolu Selçuklu hükümdarları şerefine inşa edilen kervansaraylar “Sultan Han” veya “Han” adıyla bilinirdi. Bu devirdeki dini oluşumlar çoğunlukla ufak büyüklüklerde olmasına rağmen, hanlar çok kocaman ve görkemli yapılardı. Bir yandan hükümdarın da görkemini yansıtırlardı.
Sultanların Mirası Belgeseli

Anadolu Selçuklu Devleti’nin mimari yapıtları nelerdir?
Anadolu Selçuklu mimarisinin şimdiki zamana kalan en temek eserleri arasında, Konya’da Alâeddin Camii, Karatay Medresesi, İnce Minareli Medrese, Niğde’de Alaeddin Camii, Ankara  Aslanhane Camisi, Kayseri’de Huand Hatun Camii ve Külliyesi, Afyonkarahisar Ulucami, Erzurum’da bulunan Çifte Minareli Medrese, Sivas’da Gök Medrese, Buruciye Medresesi ve Çifte Minareli Medrese, Kırşehir Melik Gazi Kümbeti,Tercan’da Mama Hatun Türbesi, Ahlat’da Ulu Kümbet ve Çifte Kümbetler ile Nevşehir’de (Tuzköy camii, Kızılkaya camii) ve diğer eserler (Nevşehir Kalesi v.b.) sayılabilir ve bu eserler gibi daha bir çok örnek bulunur.

23301333436_selcuklukitap.jpg (450×325)

Anadolu Selçuklular dönemine ait mimari eserler

anadolu selçuklular dönemine ait mimari eserler

ANADOLU SELÇUKLU CAMİİLERİ
Konya Alâeddin Camii – 1155-1219
Niğde Alâeddin Camii – 1223
Malatya Ulu Camii – 1224
Sivas Ulu Camii
Konya, Sahip Ata Camii
Afyon Ulu Camii – Ağaç direklidir.
Sivrihisar Ulu Camii – Ağaç direklidir
Kayseri Huand Hatun Camii – 1238
Amasya Burmalı Minare Camii – 1237 – 1247
Sinop Ulu Camii (Alâeddin Camii) – 1267
Amasya, Gökmedrese Camii – 1266 – 1267
Ayaş Ulu Camii
Kayseri Develi Ulu Camii – 1281- Anadolu Selçukluları’nın son camisidir.

BEYLİKLER DÖNEMİ CAMİİLERİ
Manisa Ulu Camii
Antalya Yivli Minare Camii
Aksaray Ulu Camii
Niğde Sungur Bey Camii
Kütahya Kurşunlu Camii
Kütahya Hisarbey Camii
Birgi Ulu Camii
Selçuk İsa Bey Camii
Milas Hacı İlyas Camii
Milas Ulu Camii
Beyşehir Ulu Camii

ANADOLU SELÇUKLU MESCİTLERİ- Minberi olmayan küçük camilerdir.Tek kubbeli veya düz çatılıdır.
Konya, Taş Mescit – 1215
Konya, Sırçalı Mescit
Konya, Karatay Mescidi – 1248
Konya, Hoca Hasan Mescidi
Konya Erdemşah Mescidi
Çankırı Taş Mescid
Akşehir, Küçük Ayasofya Mescidi
Akşehir, Güdük Minare Mescidi – 1226
Harput, Alaca Mescit (Arap Baba Mescidi) – 1279

MEDRESELER

Türk İslam devletlerinde bilim ve düşünce hayatının merkezidir.Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminin en önemli eğitim ve öğretim kurumlarıdır.
Danişmendli’lerin yaptırdığı Tokat ve Niksar’daki Yağıbasan Medreseleri .Anadolu’da ilk medrese ve ilk beylikler dönemindedir.
1193′de Kayseri Koca Hasan Medresesi Anadolu Selçuklularında ilk medresedir.

ANADOLU SELÇUKLU MEDRESELERİ
Kayseri Koca Hasan Medresesi ( 1193 ) – A.Sel. ilk medrese
Kayseri Hunat Hatun Medresesi
Konya Karatay Medresesi ( 1251 )- Çini ve hat sanatı ile ünlüdür
Konya Sırçalı Medrese ( 1242 ) Çini ve hat sanatı ile ünlüdür.
Konya Altun Aba Medresesi
Konya İnce Minareli Medrese( 1260 ) – A.Sel. Veziri Sahip Ata yaptırmıştır.
Sivas Gök Medrese – A. Sel. Veziri Sahip Ata tarafından yaptırılmıştır.Kapısının kenarında yaprak motifi vardır.Bunun üst kısmında Orta Asya hayvan takvimi yerleştirilmiştir.
Sivas Burûciye Medresesi
Sivas Şifaiye Medresesi
Kırşehir Cacabey Medresesi ( 1272 – 1273 )
Akşehir Taş Medrese
Amasya Gökmedrese.
Erzurum Çifte Minareli Medrese – Anadolu’nun en büyük medresesidir.

Beylikler Dönemi Medreseleri
Eğirdir Dündar Bey Medresesi
Niğde Ak Medrese
Karaman Hatuniye Medresesi
Kastamonu Köşk Medrese
Korkuteli, Emir Sinaneddin Medresesi

K Ü M B E T V E T Ü R B E L E R
KÜMBET VE TÜRBELER – mezar anıtlardır.
Türbe : Dört duvarının üzeri kubbe ile örtülü olanlarına denir.
Kümbet : Silindirik, çokgen gövdeli, konik veya piramit çatılı olanlarına denir.Esasını Türkmen çadırlarından almıştır.

Anadolu Selçukluları Dönemi
Konya II. Kılıçarslan Kümbeti
Kayseri Döner Kümbet
Kırşehir Cacabey Kümbeti
Ahlat Ulu Kümbet
Niğde Hüdavent Hatun Kümbeti

K Ü L L İ Y E L E R
KÜLLİYELER – Camiyle birlikte kurulan medrese, kütüphane, imaret, hastahane ve hamam gibi yapıların bütünüdür.
Anadolu’nun en eski külliyesi Mengücekliler dönemine ait Divriği Külliyesi’dir.( İlk beylikler dönemi )
İlk Selçuklu külliyesi Kayseri Huant Hatun Külliyesi’dir.
Kayseri Hacı Kılıç Külliyesi
Konya Sahip Ata Külliyesi

Sivil mimari eserleri ; köşkler ve saraylar, evler, hanlar, kervansaraylar, darüşşifalar, çarşılar, hamamlar ve köprüler..

ANADOLU SELÇUKLU DÖNEMİ SİVİL MİMARİ ESERLERİ
Kubadiye ve Kubadabat Sarayı, Alaiye Sarayı, Haydar Bey Köşkü, Hızır İlyas Köşkü.

KERVANSARAYLAR - Küçüklerine han, sultanlar tarafından yaptırılanına Sultan Hanı denir.
Anadolu’da yapılan ilk kervansaray II. Kılıçarslan zamanında tamamlanan Aksaray – Kayseri yolu üzerindeki Alay Han’dır.
Konya – Aksaray yolu üzerindeki Sultan Hanı ile Kayseri – Sivas yolu üzerindeki Sultan Hanı dönemin en büyük iki kervansarayıdır.
Antalya – Alanya arasında Alara Han, Antalya – Isparta arasında İncir ve Kıkgöz Hanları, Antalya – Alanya arasında Şarapsa Han, Akşehir – Çay yolunda İshaklı Han, Sivas – Malatya arasında Hekim Han, Afyon – Denizli arasında Ak Han, Antalya – Isparta yolu üzerindeki Evdir Han önemli örneklerdir.

DARÜŞŞİFALAR - Günümüzün hastahaneleridir.Darüşşifa veya bimarhane de denilmiştir.

Anadolu Selçuklu Dönemi Kayseri Gevher Nesibe Hatun darüşşifası – Anadolu’nun en ünlü ve en eski darüşşifasıdır. ( Anadolu Selçuklu Dönemi )Konya’da I. İzzeddin Keykavus darüşşifası ( Anadolu Selçuklu Dönemi )Aksaray’da Alaeddin Keykubat, Divriği’de Turan Melik, Amasya’da Torumtay, Tokat’ta Müineddin Pervane dönemin önemli hastahaneleridir.( Anadolu Selçuklu )

Anadolu Selçuklu mimari eserleri nelerdir?

Anadolu Selçukluları ülkenin pek çok yerinde cami, han, kervansaray, imaret, köprü, çeşme ve medreseler yaptırdılar. Beyşehir’deki Eşrefoğlu Camisi (1296), Anadolu Selçuklu mimarisinin özelliklerini taşıyan en önemli örneklerden biridir. Ağaç direkler üzerine kurulan, içi çini mozaik ve ağaç oyma işleriyle süslenen tip camilerin başka örnekleri de vardır.
Anadolu Selçuklu sultanları adına yapılan kervansaraylar “Sultan Han” ya da “Han” olarak adlandırılırdı. Bu dönemdeki dinsel yapılar genellikle küçük boyutlarda olmasına karşın, hanlar çok büyük boyutlu yapılardır. Bir bakıma sultanın ihtişamını yansıtırlar.
Anadolu Selçuklu mimarisinin günümüze kalan en önemli örnekleri arasında, Konya’da Alâeddin Camii, Karatay Medresesi, İnce Minareli Medrese, Niğde’de Alaeddin Camii, Ankara’da Aslanhane Camisi, Kayseri’de Huand Hatun Camii ve Külliyesi, Afyonkarahisar’da Ulucami, Erzurum’da Çifte Minareli Medrese, Sivas’da Gök Medrese, Buruciye Medresesi ve Çifte Minareli Medrese, Kırşehir’de Melik Gazi Kümbeti,Tercan’da Mama Hatun Türbesi, Ahlat’da Ulu Kümbet ve Çifte Kümbetler ile Nevşehir’de (Tuzköy camii, Kızılkaya camii) ve diğer yapılar (Nevşehir Kalesi v.b.) gösterilebilir.ve daha birçok yapı vardır.AYKUT ANAPA
Mimari

Anadolu Selçukluları ülkenin pek çok yerinde cami, han, kervansaray, imaret, köprü, çeşme ve medreseler yaptırdılar. Beyşehir’deki Eşrefoğlu Camisi (1296), Anadolu Selçuklu mimarisinin özelliklerini taşıyan en önemli örneklerden biridir. Ağaç direkler üzerine kurulan, içi çini mozaik ve ağaç oyma işleriyle süslenen tip camilerin başka örnekleri de vardır.
Anadolu Selçuklu sultanları adına yapılan kervansaraylar “Sultan Han” ya da “Han” olarak adlandırılırdı. Bu dönemdeki dinsel yapılar genellikle küçük boyutlarda olmasına karşın, hanlar çok büyük boyutlu yapılardır. Bir bakıma sultanın ihtişamını yansıtırlar.
Anadolu Selçuklu mimarisinin günümüze kalan en önemli örnekleri arasında, Konya’da Alâeddin Camii, Karatay Medresesi, İnce Minareli Medrese, Niğde’de Alaeddin Camii, Ankara’da Aslanhane Camisi, Kayseri’de Huand Hatun Camii ve Külliyesi, Afyonkarahisar’da Ulucami, Erzurum’da Çifte Minareli Medrese, Sivas’da Gök Medrese, Buruciye Medresesi ve Çifte Minareli Medrese, Kırşehir’de Melik Gazi Kümbeti,Tercan’da Mama Hatun Türbesi, Ahlat’da Ulu Kümbet ve Çifte Kümbetler ile Nevşehir’de (Tuzköy camii, Kızılkaya camii) ve diğer yapılar (Nevşehir Kalesi v.b.) gösterilebilir.ve daha birçok yapı vardır.AYKUT ANAPA

AFYON
1. Afyon Kalesi
2. Afyon Ulu Camii (1272)
3. Afyon, Hisarardı Medresesi (13. yy’ın ikinci yarısı)
4. Afyon, Kuyulu Camii
5. Afyon, Altıgöz Köprüsü
6. Afyon, Kale Mescidi
7. Afyon, Kırkgöz Kümbeti
8. Afyon, Sırçalı Kümbet
9. Afyon, Kadınana Köprüsü
10. Akviran Köyü Saya Baba Türbesi
11. Bolvadin Alaca Camii
12. Bolvadin Alaca Çeşme
13. Bolvadin Kırkgöz Koprüsü
14. Boyalıköyü Eyvan Türbe
15. Boyalıköyü Kureyş Baba Türbesi
16. Boyalıköyü Kureyş Baba Medresesi (1210 civarı)
17. Boyalıköy Hanikâhı
18. Çay Yusuf bin Yakub Türbesi
19. Çay Taş Medresesi Çeşmesi
20. Çay Taş Camii
21. Çay Medresesi (1278/79)
22. Çay Han (1278/79)
23. Emirdağ Eğret Han
24. Eber Köyü Esirüddin Ebheri Türbesi
25. Herdena Bahar Baba Türbesi
26. Sultandağ, İshaklı Han (1249/50), Konya-Çay Yolu
27. Bardakçı Hanı (13. yy), Çay-Seyyitgazi Yolu
AKSARAY
1. Aksaray, Akköprü
2. Aksaray, Kılıç Arslan Türbesi
3. Aksaray, Zinciriye Medresesi
4. Aksaray, Taciye Medresesi
5. Bekar Köyü Bekâr Sultan Türbesi
6. Selime Köyü Selime Sultan Türbesi
7. Ağzıkarahan
8. Ağzıkarahan Hamamı
9. Kılıç Arslan Hanı (13. yy)
10. Alay Hanı (1219-1236), Kayseri-Aksaray Yolu
11. Ağzıkarahan Han Köprüsü
12. Akbaş Hanı (13. yy), Aksaray-Konya Yolu
AMASYA
1. Amasya Kalesi
2. Amasya, Hundi Hatun (Kuş) Köprüsü
3. Amasya, İltekin Gazi Köprüsü
4. Amasya, Sultan Mesud (Ziyare) Köprüsü
5. Amasya, Alçak Köprü
6. Amasya, Çağlayan (Çalak, İltekin) Köprüsü
7. Amasya, Burmalı Minare Camii (1237-1247)
8. Amasya, Gök Medrese Camii (13. yy. ortası)
9. Amasya, Gök Medrese
10. Amasya Darrüşifası
11. Amasya Burmalı Minare Camii Türbesi
12. Amasya Gök Medrese Camii Türbesi
13. Amasya Halifet Gâzî Türbesi
14. Amasya Torumtay Türbesi
15. Amasya, Sultan Mesut Türbesi
16. Amasya, Kadılar Türbesi
17. Amasya, Şadgeldi Paşa Türbesi
18. Amasya, Halifet Gazi Medresesi
19. Çakallı Hanı (13. yy), Samsun-Amasya Yolu
20. Ezinepazar Hanı (1238-1246), Amasya-Tokat Yolu
ANKARA
1. Ankara Kalesi
2. Ankara, Akköprü
3. Ankara, Alâaddin Camii
4. Ankara, Ahi Elvan Camii
5. Ankara, Eyüp Mescidi
6. Ankara, Geneği Mescidi
7. Ankara, Çeşnigir Köprüsü (Köprüköyü Köprüsü)
8. Ankara, Arslanhane Camii (1289-90)
9. Ankara, Saraç Sinan Mescidi
10. Ankara, Hacı İvaz (Helvai) Mescidi
11. Ankara, Kulderviş (Kurtuluş) Mescidi
12. Ankara, Molla Büyük Mescidi
13. Ankara, Örtmeli (Hoca Hundi) Mescidi
14. Ankara, Karanlık Mescid
15. Ankara, Ahi Yakup Mescid
16. Ankara, Şeyh İzzettin Mescidi
17. Ankara, Hacı Musa Camii
18. Ankara, Poyracı Mescidi
19. Ankara, Sabuni (Karanlık) Mescit
20. Ankara, Yeşil Ahi Mescidi
21. Ankara, Ahi Şerafeddin Türbesi
22. Ankara, Yörükdede Türbesi
23. Ankara, Kesikbaş Türbesi
24. Beypazarı, Sultan Alaeddin Camii
25. Kalecik, (Ankara İli) Kızılırmak Köprüsü
ANTALYA
1. Antalya Kalesi
2. Antalya, Düdençayı Köprüsü
3. Antalya, Dim Çayı Köprüsü
4. Antalya, Belkıs (Köprü Pazarı) Köprüsü
5. Antalya, (Serik) Sultan Alaeddin Köprüsü
6. Antalya, Yivli Minare Camii (Minare 1236; Camii 1373)
7. Antalya, Ali Yusuf Camii (1249)
8. Antalya, Alaaddin Camii
9. Antalya, Ahi Yusuf Türbesi
10. Antalya, Şeyh Şücaeddin Türbesi
11. Antalya, İmâret Medresesi (13. yy’ın ilk yarısı)
12. Antalya, Karatay Medresesi (1250/51)
13. Antalya, Alâeddin Medresesi (1239-40)
14. Antalya, Atabey Armağan Medresesi
15. Alanya Kalesi
16. Alanya Tersanesi
17. Alanya Kızıl Kule
18. Alanya, Kızıl Köşk
19. Alanya İç Kalesi Hamamı
20. Alanya Sarayı
21. Alanya, Akçebe Sultan Mescidi
22. Alanya, Akçebe Sultan Türbesi
23. Alanya, Oba Köy Medresesi
24. Korkuteli, Emir Sinaneddin Medresesi
25. Alara Kalesi
26. Alara Kalesi Hamamı
27. Alara Han (1231/32), Antalya-Alanya Yolu
28. Gazi Paşa
29. Sedre köşkü
30. Kemer Köşkü
31. Hasbahçe Köşkü
32. Pazar Hamamı
33. Kırkgöz Hanı (1236-1246), Antalya-Isparta Yolu
34. Evdir Hanı (1210-1219), Antalya-Isparta Yolu
35. Kargı Hanı (13. yy), Seydişehir-Alanya Yolu
36. Şarapsa Hanı (1236-1246), Antalya-Alanya Yolu
37. Susuz Han (1246), Antalya-Burdur Yolu
38. Burma Han
ARTVİN
1. Zeytinlik Yukarı (Uçurum Kenarı) Türbesi
BAYBURT
1. Bayburt Ulu Camii
2. Bayburt Kalesi
3. Şeyh Osman Türbesi
4. Nolu Türbe
5. Nolu Türbe
6. Kümbet
BİNGÖL
1. Kığı Kalesi

BİTLİS
1. Bitlis Kalesi
2. Bitlis, Alemdar Camii
3. Bitlis Ulu Camii
4. Bitlis, Meydan Camii
5. Bitlis, Güneyden Camii
6. Bitlis, Güroymak Künbedi
7. Bitlis, Alimoğlu Künbeti
8. Bitlis, Erzen Hatun Kümbeti
9. Bitlis, İhlasiye Medresesi
10. Bitlis, Selçuklu Hamamı
11. Ahlat Kalesi
12. Ahlat, Ulu Camii (Ahlat şehir dışında)
13. Ahlat Mezarlığı
14. Ahlat Buğatay Aka Türbesi
15. Ahlat Hasan Padişah Türbesi
16. Ahlat Hasan Padişah Türbesinin Kuzeyindeki Türbe
17. Ahlat Hüseyin Timur Türbesi
18. Ahlat Şeyh Necmeddin Türbesi
19. Ahlat Usta Şagird Türbesi
20. Ahlat Yarım Künbed
BURDUR
1. İncir Hanı (1238/39), Antalya-Isparta Yolu
2. Susuz Han
3. Ağlasun Hanı (13. yy), Antalya-Isparta Yolu (?)
ÇANKIRI
1. Çankırı Kalesi
2. Çankırı Taş Mescid
3. Çankırı, Cemaleddin Ferruh Türbesi
4. Çankırı, Cemaleddin Ferruh Şifahanesi (1235)
5. Çankırı, Kurşunlu’da Cami
ÇORUM
1. Çorum, Ulu Camii
2. Çorum, Kale hisar Medresesi (13. yy’ın ilk yarısı), Mahmudiye (Alaca)
3. Çorum, Mecitözü Elvan Çelebi Zaviyesi
DENİZLİ
1. Denizli, Akköprü
2. Denizli, Kale içi Çarşı
3. Çardak Hanı (1230), Eğirdir-Denizli Yolu
4. Ak Han (1253-54), Eğirdir-Denizli Yolunda Goncalı’da
DİYARBAKIR
1. Diyarbakır Kalesi
2. Diyarbakır, Kale Camii
3. Diyarbakır, Ulu Camii, (1091)
4. Diyarbakır, Sarı Saltık Türbesi
5. Diyarbakır, Karadeniz Türbesi
6. Diyarbakır, Sultan Şücaeddin Türbesi
7. Diyarbakır, Zinciriye Medresesi
8. Diyarbakır, Mesudiye Medresesi
9. Diyarbakır, Hatuniye Medresesi
10. Diyarbakır, Şücaiyye Medresesi
11. Diyarbakır, Seyfüddin Medresesi
12. Diyarbakır Artuklu Sarayı
13. Diyarbakır, Anbarçayı Köprüsü
14. Diyarbakır, Çermik (Haburman) Köprüsü
15. Diyarbakır, Devegeçidi Köprüsü
16. Diyarbakır, Dicle (Silvan) Köprüsü
17. Diyarbakır, Halilviran (Artuklu, Devegeçidi suyu) Köprüsü
18. Diyarbakır, Hazro Köprüsü
19. Diyarbakır, Kemhûk Köprüsü
20. Diyarbakır, Malabadi Köprüsü
21. Diyarbakır, Pileken Köprüsü
22. Cizre, Ulu Camii
23. Silvan, Ulu Camii
ELAZIĞ
1. Elazığ Kalesi
2. Harput Ulu Camii, (1157)
3. Harput Arab Baba Türbesi
4. Harput Fatih Ahmed Türbesi
5. Hekim Hanı (1218-1236), Eski Malatya-Sivas Yolu
ERZİNCAN
1. Erzincan Kalesi
2. Kemah Kalesi
3. Kemah Mengücek Gazi Zaviyesi (13. yy)
4. Kemah Behramşah Türbesi
5. Kemah Gözcü Baba Türbesi
6. Kemah Mengücek Gâzî Türbesi
7. Kemah Sancaktar Türbesi
8. Tercan Mama Hatun Türbesi
9. Tercan Mama Hatun Kervansarayı
10. Tercan Mama Hatun Hamamı
11. Tercan, Kötür Köprüsü (Kemah yolunda)
ERZURUM
1. Erzurum Kalesi
2. Erzurum, Ulu Camii
3. Erzurum, Altın Halkalı Köprüsü
4. Erzurum (Pasinler) Çoban Köprüsü
5. Erzurum, Kale Mescidi
6. Erzurum, Anonim Türbe
7. Erzurum, Emir Saltuk Türbesi
8. Erzurum, Gümüşlü Künbed
9. Erzurum, II. Anonim Türbe
10. Erzurum, Padişah Hatun Türbesi
11. Erzurum, Yakutiye Medresesi
12. Erzurum, Ahmediye Medresesi
13. Erzurum, Çifte Minareli Medrese (1277’den önce)
14. Erzurum, Tepsi Minare
15. Erzurum, Karanlık Kümbet
16. İspir Kalesi
17. İspir Kale Mescidi
18. İspir Çarşı Camii
19. Köprü Köyü Hanı (13. yy), Erzurum’un doğusunda
ESKİŞEHİR
1. Eskişehir, Melikgazi Türbesi
2. Eskişehir, Melekgazi Çeşmesi
3. Eskişehir, Seyyid Gazi Tekkesi
4. Sivrihisar Kalesi
5. Sivrihisar, Ulu Camii (1274)
6. Sivrihisar, Hamamkarahisar Camii
7. Sivrihisar, Hazinedar Mescidi
8. Sivrihisar, Hoşkadem Camii
9. Sivrihisar, Mülk Köyü Doğan Aslan Mescidi
10. Sivrihisar, Kılıç Mescid Minaresi
11. Sivrihisar, Yunus Hoca Kümbedi
12. Sivrihisar, Mahmud Suzani Türbesi
13. Sivrihisar, Alemşah Kümbeti (Mescidi)
14. Sivrihisar, Seydiler Hamamı
15. Seyitgazi Kümbet Köyü Anonim Türbe
16. Seyitgazi Ümmühan Hatun Türbesi
17. Seyitgazi, Battal Gazi Medresesi/Tekke (1207/8’den sonra)
18. Seyitgazi, Deve Hanı (En erken 1207-1208)
GAZİANTEP
1. Gaziantep Debağhane Köprüsü
GİRESUN
1. Şebinkarahisar Kalesi
2. Şebinkarahisar, Taş Mescid
GÜMÜŞHANE
1. Akça Kale
2. Canca Kalesi
3. Gümüşhane Korgan Köprüsü
4. Zigana Kervansarayı (13. yy)
ISPARTA
1. Atabey Mübarizüddin Ertokuş Mescidi
2. Atabey Mübarizeddin Ertokuş Medresesi (1224)
3. Eğridir, Taş Medrese (1301/2)
4. Eğridir Hanı (13. yy), Eğridir’de
5. Pınarbaşı Hanı (1220), Eğridir-Denizli Yolu
6. Ertokuş Hanı (1223), Konya-Ereğli Yolu
KAHRAMANMARAŞ
1. Kahramanmaraş, Taş Medrese
2. Hurman Kalesi
3. Zilli Han (Elbistan)
4. Elbistan Ulu Camii
5. Afşin Hanı (1215/16, 1222 veya 1232/33), Besni-Kayseri Yolu
6. Kuru Han 1
7. Kuru han 2
8. Nurhak Hanı
KARAMAN
1. Karaman, Hacıbeyler Camii
2. Karaman, Arapzade Camii
3. Karaman, Ebulfeth Mescidi
4. Karaman, Sadeddin Ali Türbesi
5. Karaman, Emir Musa Medresesi
KARS
1. Kars Kalesi
2. Ani Menucehr Camii, (12.yy)
3. Ani Kalesi
4. Ani Hamamı
KASTAMONU
1. Kastamonu Kalesi
2. Kastamonu Aşıklı Sultan Türbesi
3. Kastamonu Karanlık Evliya Türbesi
4. Kastamonu, Pervaneoğlu Ali Şifahanesi,
5. Kastamonu, Vakıf Hamamı
6. Kastamonu, Frenkşah Hamamı
7. Kastamonu, İbn-i Neccar Hamamı
KAYSERİ
1. Kayseri Kalesi
2. Kayseri Kölük Hamamı
3. Kayseri Hunad Hamamı
4. Kayseri Sultan Hamamı
5. Kayseri, Birlik Hamamı
6. Kayseri, Tek Göz Kaplıcası
7. Kayseri, Eski Develi Kalesi’ndeki Sanıç
8. Kayseri, Şeyh Turesan Zaviyesi
9. Kayseri, Ahi Evren Zaviyesi
10. Kayseri, Doğu-Kuzeyi, Sarıoğlan civarı, Kızılırmak Köprüsü
11. Kayseri, Boğazlayan Yolu Çokgöz Köprüsü
12. Kayseri, Tekgöz Köprüsü
13. Kayseri, Hacı Kılıç Camii (1249)
14. Kayseri, Hunad Hatun Camii (1238)
15. Kayseri, Hatıroğlu Camii
16. Kayseri, Kölük Camii (13. yy’ın ilk yarısı)
17. Kayseri, Lala Müslihiddin Camii
18. Kayseri, Battal Camii
19. Kayseri, Han Camii
20. Kayseri, Alaca Künbet
21. Kayseri, Anonim Türbe
22. Kayseri, Avgunlu Medrese Türbe
23. Kayseri, Battal Gazi Camii Türbesi
24. Kayseri, Çifte Künbet
25. Kayseri, Döner Künbet
26. Kayseri, Gevher Nesibe Hatun Türbesi
27. Kayseri, Han Camii Türbesi
28. Kayseri, Hacip Çavlı Kümbeti
29. Kayseri, Hasbek Türbesi
30. Kayseri, Hunad Hâtun Türbesi
31. Kayseri, Beşparmak Kümbeti
32. Kayseri, II. Anonim Türbe
33. Kayseri, Sahibiye Medresesi Çeşmesi
34. Kayseri, Çifte Medrese (Gıyasiye) (1205-1206)
35. Kayseri, Çifte Medrese (Şifaiye) (1205-1206)
36. Kayseri, Huand Hatun Medresesi (1237/38)
37. Kayseri, Seraceddin Medresesi (1238/39)
38. Kayseri, Avgunu Medresesi (13. yy’ın ilk yarısı)
39. Kayseri, Pervane Medresesi
40. Kayseri, Hacı Kılıç Medresesi (1249-50)
41. Kayseri, Külük Medrese
42. Kayseri, Sahibiye Medresesi (1267/68)
43. Kayseri, Keykubadiye Sarayı
44. Kayseri, Erkilet (Hızır İlyas) Köşkü
45. Kızıl Köşk
46. Kayseri, Haydarbey Köşkü
47. Kayseri, Devlethane
48. Bünyan, Ulu Camii (1256)
49. Develi Turasan Zaviyesi
50. Develi, Ulu Camii (1281)
51. Develi, Dev Ali Türbesi
52. Develi, Seyyid Şerif Türbesi
53. Develi Kalesi
54. Develi Sarnıç
55. Erkilet Selçuklu Mescidi
56. Pınarbaşı, Melik Gâzi Türbesi
57. Pınarbaşı, Sancaktar Türbesi
58. Zamantı, Kalesi
59. Kuruçay Hanı
60. Karatay Hanı (1230-1240), Eski Malatya-Kayseri Yolu
61. Sultan Hanı (1232-1236), Kayseri-Sivas Yolu
62. Latif Hanı
63. Kargı Hanı (13. yy), Sivas-Kayseri Yolu
64. Sarı Han (13. yy), Kayseri-Malatya Yolu
65. Şahruh Köprüsü Hanı (13. yy), Sivas-Kayseri Yolu
66. Melikgazi Kalesi
KIRŞEHİR
1. Kırşehir, Ahi Evran Zaviyesi
2. Kırşehir, Kesikköprü ve Hanı
3. Kırşehir, Alaaddin Camii
4. Kırşehir, Caca Bey Türbesi
5. Kırşehir, Fatma Hatun Türbesi
6. Kırşehir, Melik Gazi Türbesi
7. Kırşehir, Caca Bey Medresesi (1272/73)
8. Karakurt Kervansarayı
9. Çeşniğir Köprüsü Hanı (13. yy), Kırşehir-Ankara Yolu
10. Kırşehir Aşık Paşa Medrese
KONYA
1. Konya, Alâeddin Camii (1155-1220)
2. Konya, Beşare Bey Mescidi (1216)
3. Konya, Beyhekim Mescidi (13. yy’ın ikinci yarısı)
4. Konya, Hacı Ferruh Mescidi (1215)
5. Konya, Hoca Hasan Mescidi (13. yy.)
6. Konya, İnce Minareli Medrese Mescidi (1260-65)
7. Konya, Kızılören Mescidi (13. yy. başı)
8. Konya, Taş Mescid-Akça Gizlemez
9. Konya, Abdülmümin Mescidi
10. Konya, Abdülaziz Mescidi
11. Konya, Tercüman Mescidi
12. Konya, Hatuniye Camii Minaresi
13. Konya, Halka Beğüş Türbesi
14. Konya, Şems-i Tebrizi Türbesi
15. Konya, Pir Esad Türbesi
16. Konya; Sadır Sultan Türbesi
17. Konya, Küçük Karatay Mescidi (13. yy.)
18. Konya, Sahip Ata Camii (1258)
19. Konya, Sırçalı Mescid (13. yy’ın ikinci yarısı)
20. Konya, Şekerfürûş Mescidi
21. Konya Zenburi Mescidi
22. Konya Ateş-Baz-ı Veli Türbesi
23. Konya Bedreddin Gevhertaşı Türbesi
24. Konya Beyhekim Türbesi
25. Konya Emir Nureddin Türbesi
26. Konya Evhadüddin Kirmâni Türbesi
27. Konya Gömeç Hatun Türbesi
28. Konya Hoca Cihan Türbesi
29. Konya Hoca Fakih Türbesi
30. Konya I. İzzeddin Keykâvus Türbesi
31. Konya II. Kılıç Arslan Türbesi
32. Konya Kalender Baba Türbesi
33. Konya Kara Arslan Türbesi
34. Konya Kara Arslan Mescidi
35. Konya Kesikbaş Türbesi
36. Konya Mevlana Dergahı Arkasındaki Anonim Türbe
37. Konya Mevlana Türbesi
38. Konya Sahib Ata Türbesi
39. Konya Seyfeddin Kara-Sungur Türbesi
40. Konya Şeyh Alaman Türbesi
41. Konya Şeyh Osman-ı Rûmi Türbesi
42. Konya Tâcü’l-Vezir Türbesi
43. Konya Tahir ile Zühre Türbesi
44. Konya Tavus Baba Türbesi
45. Konya, Hoca Fakih Türbesi
46. Konya- Sarnıçlar Divler-Hoca Fakıh- Ana Sultan-Ak- Şerafettin
47. Konya Ulaş Baba Türbesi
48. Konya, Sırçalı Medrese (1242)
49. Konya, Kemaliye Medresesi (Küçük Karatay) (1248)
50. Konya, Sırçalı Medrese
51. Konya, İplikci Camii
52. Konya, Bulgur Tekke Mescidi
53. Konya, Cemel Ali Dede Zaviyesi
54. Konya, Şifahane Mescidi
55. Konya, Musalla-Gömeçhane
56. Konya, Hoca Cihan Türbesi
57. Konya, Musalla Namazgahı
58. Konya Zelve Sultan Mescidi
59. Konya ,Şeyh Sadrettin Konevi Camii ve Türbesi
60. Konya, Ali Gav Medresesi
61. Konya, Karatay Medresesi (1251/52)
62. Konya, İnce Minareli Medrese (1260-65)
63. Konya, Kılıçarslan (Alaaddin) Köşkü
64. Konya Sahip Ata Hamamı
65. Konya Mevlâna Dergâhı
66. Konya, Sahip Ata Hankâhı
67. Akşehir Sultan Alaadin Camii-Ulu Camii
68. Akşehir Altın Kalem Mescidi
69. Akşehir Güdük Minare Mescidi
70. Akşehir Hacı Hamza Mescidi
71. Akşehir Hızırlık Mescidi
72. Akşehir Ferruh Şah Mescidi
73. Akşehir Kızılca Mescid
74. Akşehir Kalaycı Mescidi
75. Akşehir Kileci Mescidi
76. Akşehir Küçük Ayasofya Mescidi
77. Taş Medrese Camii
78. Akşehir Emir yavtaş Türbesi- Reis Kasabası
79. Akşehir Taş Medrese
80. Akşehir Seyyid Mahmut Hayrani Türbesi
81. Akşehir Eyüp Dede Türbesi
82. Beyşehir, Eşrefoğlu Camii (1299)
83. Beyşehir, Kandemir Mescidi
84. Kızılören Han
85. Beyşehir, İsmail Aka Medresesi
86. Beyşehir, Kubad Abad Sarayı
87. Beyşehir Eşrefoğlu Süleyman Bey Hamamı
88. Ilgın Şeyh Bedreddin Türbesi
89. Konya Ilgın Kuru Çeşme
90. Ilgın Kaplıcası
91. Dediği Sultan Türbesi
92. Ilgın Sungur Bey Türbesi
93. Kuruçeşme Hanı (1207/8-1210), Konya-Beyşehir Yolu
94. Okla Hanı (1156-1192), Aksaray-Konya Yolu
95. Altınapa Hanı (1201/1202), Konya-Beyşehir Yolu
96. Argıt Hanı (1201/1202), Konya-Çay Yolu
97. Kıreli Hanı (13. yy), Konya-Eğridir Yolu
98. Kızılören Hanı (1204-1210), Konya-Beyşehir Yolu
99. Kadınhanı (1223), Konya-Çay Yolu
100. Dokuzun Derbent Han (1210),
101. Obruk Hanı (1243-50), Aksaray-Konya Yolu
102. Derebucak -Ortapayam Hanı (13. yy), Seydişehir-Alanya Yolu
103. Derebucak-Tol Han Seydişehir-Alanya Yolu
104. Horozlu Han (1246-49), Konya-Çay Yolu
105. Sâdeddin Hanı (Zazadin Hanı) (1235/36-1237), Konya-Aksaray Yolu
106. Eli Kesik Hanı (13. yy), Konya- (Konya-Derbent)
MALATYA
1. Malatya Kalesi
2. Eski Malatya Ulu Camii (1220-1224), Malatya
3. Arapkir Ulu Camii
4. Medrese Kalıntısı (13. yy’ın üçüncü çeyreği), Eski Malatya
5. Şahabiyye-i Kübrâ Medresesi, Eski Malatya
MARDİN
1. Mardin Cizre Köprüsü
2. Mardin Dunaysır Köprüsü
3. Mardin Hasankeyf Köprüsü
4. Mardin Ulu Camii, (1176)
5. Mardin Savurkapı Camii
6. Dunaysır Kızıltepe Ulu Camii, (1204)
7. Şah Sultan Medresesi, Mardin
8. Savurkapı Medresesi, Mardin
9. Eminüddin Medresesi, Mardin
10. Necmeddin Medresesi, Mardin
11. Melik Mansur Medresesi, Mardin
12. Hatuniye Medresesi, Mardin
13. Altunboğa Medresesi, Mardin
14. Şehidiye Medresesi, Mardin
15. Marulfiye Medresesi, Mardin
16. Mardin Kalesi
17. Mardin Radviye Hamamı
MERSİN
1. Mersin Hocantı Köprüsü
2. Mersin Lamas Köprüsü
3. Mersin Taşköprü (Özsuyu, Anamur)
4. Mersin Taşköprü
5. Hocaenti Medresesi (14. yy. başı), Mut
6. Sertavul Hanı
7. Sertavul Köprüsü
MUŞ
1. Muş Abdurrahman Paşa Köprüsü
2. Muş Murat Köprüsü
NEVŞEHİR
1. Nevşehir Hacı Bektaşı Veli Dergâhı
2. Sarı Han
3. Dolay hanı
4. Doğala Hanı
5. Öresin Hanı (13. yy)
NİĞDE
1. Niğde Kalesi
2. Niğde, Alâeddin Camii (1223)
3. Niğde Sungur Bey Camii
4. Niğde Hüdavend Hâtun Türbesi
5. Bor Hanı (13. yy), Bor İlçesinde
6. Misli Hanı (13. yy)
ORDU
1. Eski Ordu Cami
2. Hamam I
3. Hamam II
SAMSUN
1. Samsun Kurt Köprüsü
2. Çarşamba Gökçeli Camii
SİİRT
1. Siirt Kalesi
2. Siirt Ulu Camii (13. yy)
3. Çarşı
4. Kavvam Hamamı
SİNOP
1. Sinop Ulu Camii (1267)
2. Alâeddin Medresesi (1262/63)
3. Pervane Hamamı
4. Pervane Hanı
5. Sinop Kalesi
6. Tersane
7. Durak Hanı (1266), Boyabat-Vezirköprü Yolu
8. Atabey Hanı (13. yy), Sinop-Ankara Yolu
SİVAS
1. Sivas Doğusu Boğaz Köprüsü
2. Sivas Batı-Güneyi Kesik Köprü
3. Sivas Güneyi Eğriköprü
4. Sivas Yıldızeli (Yenihan) Yıldızırmak Köprüsü
5. Sivas Ulu Camii, (1197)
6. Sivas Abdü’l-Vahhâb Gazi Türbesi
7. Sivas I. İzzeddin Keykavus Türbesi
8. Sivas Gök Medrese Çeşmesi
9. Sivas, Keykâvus Tıp Medresesi (1217)
10. Sivas, I. Keykâvus Şifahanesi (1217)
11. Sivas, Gök Medrese (1271)
12. Sivas, Buruciye Medresesi (1271/72)
13. Sivas, Çifte Minareli Medrese (1271/72)
14. Divriği Kalesi
15. Divriği Ulu Camii (1228)
16. Divriği Kale Mescidi, (1181)
17. Divriği Ahmed Şah Türbesi
18. Divriği Kamerüddin Türbesi
19. Divriği Kemankeş Türbesi
20. Divriği Site Melik Türbesi
21. Divriği Melike Turhan Şifahanesi (1228/29)
22. Divriği Bekir Çavuş Hamamı
23. Gedik Hanı (13. yy), Sivas-Kayseri Yolu
24. Paşa Hanı (13. yy), Tokat-Sivas Yolu
25. Divriği Burma Han
TOKAT
1. Tokat Kalesi
2. Tokat İli Kelkit Çayı üzeri, Talazan Köprüsü
3. Tokat Yeşilırmak Köprüsü
4. Tokat Pontus Köprüsü
5. Tokat Anonim Türbesi
6. Tokat Ebü’l-Kasım Türbesi
7. Tokat Murad Sevdakâr Türbesi
8. Tokat Nureddin İbni Sentimur Türbesi
9. Tokat Sefer Paşa Türbesi
10. Tokat Sünbül Baba
11. Tokat Şeyh Meknun Türbesi
12. Tokat, Pazar Hatun Hanı Çeşmesi
13. Tokat, Nizameddin Yağıbasan Medresesi
14. Tokat, Gök Medrese (1265’den sonra)
15. Tokat Pervane Hamamı
16. Tokat, Çöreği Büyük Köyü Zaviyesi
17. Tokat Ebu’s Şems Hankâhı
18. Tokat Sümbül Baba Zaviyesi
19. Niksar Kalesi
20. Niksar Köşkü
21. Niksar Hacı Çıkık Türbesi
22. Niksar Kırkkızlar Türbesi
23. Niksar Kulak Türbesi
24. Niksar Sunguriye Türbesi
25. Niksar, Nizameddin Yağıbasan Medresesi
26. Niksar Argosti Hamamı
27. Niksar, Çöreği Büyük Tekkesi
28. Turhal Mehmed Dede Türbesi
29. Zile Kalesi
30. Pazar Hatun Hanı (1238/39), Amasya-Tokat Yolu
31. Tahtoba Hanı (1238-1246), Tokat-Sivas Yolu
32. Çekereksu Hanı (1239/40, 13. yy’ın ortaları), Zile-Kırşehir Yolu
33. Çınçınlı Sultan Hanı (1239/40), Zile-Kırşehir Yolu
34. Çiftlik Hanı (13. yy), Tokat-Sivas Yolu
35. Dazya Hanı (13. yy), Amasya-Tokat Yolu
36. İbibsa Hanı (13. yy), Tokat-Sivas Yolu
TUNCELİ
1. Tunceli Sivdin Köprüsü
2. Tunceli-Mazgirt Elti Hâtun Türbesi
3. Harzem Medresesi
URFA
1. Urfa Ulu Camii, (1170)
2. Urfa, Eyyübi Medresesi
3. Harran Ulu Camii Şadırvanı
UŞAK
1. Uşak Çanlı Köprüsü
2. Uşak Çatal (Yenişehir) Köprüsü
3. Yeniceköy Hanı (13. yy), Çay-Kütahya Yolu
YOZGAT
1. Çayıralan, Çandır Şah Sultan Hatun Türbesi

Anadolu Selçuklu Devleti Mimari Eserleri

 

 

 

* Anadolu Selçukluları’nda mimari eserler genellikle Konya ve çevresinde bulunmaktadır,

* Mimaride ahşap, çini ve taş süslemede ise geometrik ve bitkisel motifler kullanılmıştır

* Türkler’in Anadolu’daki ilk mimari eseri camilerdir

Camiler

- Konya

   *Alaaddin

* Sahip Ata

* Eşrefoğlu (ahşap camilerin en büyüğü ve ilk şeklini

koruyan cami)

- Amasya

* Burmalı Minare

* Gökmedrese

- Kayseri

* Lale

* Huant Hatun (ilk külliye)

* Develi Ulu

- Ankara

* Arslanhane (alçı, çini, mozaik ilk kez birlikte kullanıldı)

Medreseler

Konya

*İnce Minare

* Karatay

* Hacı Kılıç

* Çifte Minare

* Koca Hasan

- Kayseri

* Çifte Minare

- Sivas

* Keykavus

* Buruciye

* Gökmedrese

* Şifaiye

- Erzurum

* Çifte Minareli

- Kırşehir

* Caca Bey

Anıt Mezarlar

- Kayseri

*Döner Kümbet

* Mahperi Hatun

* Sırçalı Hatun

* Çifte Kümbet

- Kırşehir

* Melik Gazi Kümbeti

Kervansaray

- Alayhan (Aksaray-Anadolu’daki ilk kervansaray)

- Alara Han (Antalya)

Saray

- Beyşehir

* Kubadabad

- Kayseri

* Keykubadiye

Darüşşifa (Hastahane)

- Kayseri

*Gevher Nesibe

* Çifte Medrese

- Konya

* Keykavus

- Amasya

* Torumtay

Anadolu Selçuklu Uygarlığı” ve “Büyük Selçuklu Mirası” Projeleri

“Tarihten günümüze kalan eserlerin korunması, envanterinin çıkarılması ve tanıtılması yolunda her türlü gayret şükranla anılmaya layıktır” sözleriyle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından himaye edilen ‘Anadolu Selçuklu Uygarlığı Projesi’ tamamlandı.

Proje kapsamında, Anadolu Selçuklu döneminden günümüze kadar ulaşan ve dönemin ekonomik, sosyal, kültürel ve mimari özelliklerini yansıtan eserlerin tanıtılması amaçlandı. Selçuklu döneminde kurulan şehirlerdeki (bugün 49 il ve 110 ilçe merkezinde) hanlar, kervansaraylar, hastaneler, medreseler, camiler, kümbet ve türbeler, saray ve köşklerin bugünkü durumları tespit edildi. Bu tespitler ise fotoğraf albümü ve tanıtım filmi olarak yayımlandı.

Anadolu Selçuklu Eserleri Fotoğraf Albümü

Prof. Dr. Haşim Karpuz editörlüğünde Ahmet Kuş, Feyzi Şimşek ve İbrahim Dıvarcı tarafından hazırlanan eser, toplam 1000 sayfalık 2 ciltten oluşmaktadır. Önsözü Cumhurbaşkanı Gül tarafından kaleme alınan eser; Selçuklu döneminden günümüze kalan tüm eserleri kapsaması itibariyle de bir ilk olma özelliğini taşıyor. Türkçe ve İngilizce dillerinde yayımlanan albüm, Selçuklu Belediyesi Kültür Yayınları olarak basıldı.

 

Sultanların Mirası

Proje kapsamında hazırlanan ‘Sultanların Mirası’ isimli filmde ise Anadolu Selçuklu Devleti döneminde inşa edilen ve özellikle şehircilik ve mimari anlayışı yansıtan önemli eserlerin görsel tanıtımını izlemek mümkün.

Anadolu Selçuklu Şehirleri ve Uygarlığı Sempozyumu

Proje kapsamında düzenlenen önemli etkinliklerden birisi de ‘Anadolu Selçuklu Şehirleri ve Uygarlığı Sempozyumu’ oldu. Selçuklu Belediyesi tarafından 7-8 Ekim 2008 tarihlerinde Konya’da düzenlenen sempozyumla Anadolu Selçukluları ile ilgili tüm taraflar bir araya getirildi. Dönemin Selçuklu Belediye Başkanı Prof. Dr. Adem Esen sempozyumun amacını şu sözlerle özetledi: “Selçuklu şehirlerinin bugünkü yöneticileri olarak şehirlerimizin zengin mirasından, ruhundan haberdar olmamız ve şehirlerimizin bu birikimini geleceğe aksettirmemiz gerekmektedir. Bu kapsamda Selçuklular dönemi şehirlerinin yöneticilerini, bu konuda çalışması olan bilim adamlarını biraraya getirerek şehirlerin dünü, bugünü ve geleceği için ortak kararlar almayı hedefliyoruz.”

Sempozyuma Tarihi Kentler Birliği, Türkiye Belediyeler Birliği, Konya Valiliği, Konya Büyükşehir Belediyesi ve Selçuk Üniversitesi katkı verirken; şehirlerinde Selçuklu eserleri bulunan günümüz belediye başkanları da konuşmalarında kentlerindeki restorasyon çalışmaları hakkında bilgi verdi.

Sempozyum hakkında ayrıntılı bilgi için

Büyük Selçuklu Mirası Projesi

‘Anadolu Selçuklu Uygarlığı Projesi’nin başarıyla tamamlanmasının ardından, devamı niteliğinde başlatılan (Kasım 2009) ‘Büyük Selçuklu Mirası Projesi’; Anadolu topraklarıyla sınırlı kalmayıp, yurtdışındaki müzelerde bulunan eserleri de kapsayan bir envanter çalışması olacak.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün himayelerinde başlatılan ve 30 ay sürmesi planlanan projeyi, TİKA (Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı) denetiminde Konya Aydınlar Ocağı Derneği yürütüyor.

Kısa vadede Büyük Selçuklu Devletine ait eserlerin toplu bir envanterini çıkarmak amaçlansa da, uzun vadede Türkiye dışındaki kültürel mirasımız tespiti, dolayısıyla bu eserlere sahip çıkılması amaçlanıyor. Bu sayede gerek restorasyon çalışmalarına gerekse bilimsel çalışmalara ciddi bir zemin hazırlanmış olacak. Proje kapsamında daha önce hiçbir çalışmanın bulunmaması, bu projeye olan ilgiyi de artırdı.

Tespit edilen 12 ülkedeki 400’den fazla Büyük Selçuklu eseri fotoğraflanarak kayıt altına alınacak. Ayrıca bu ülkeler dışında Amerika, Almanya, İngiltere, Fransa, Suriye, İran’daki Selçuklu koleksiyonuna sahip müzelerde bulunan mermer, ahşap, çini, sikke, kilim, halı, yazma eserler ile madeni ve taş eserler fotoğraflanacak ve kısa bilgilerle tanıtılacak. Mimari eserler ayrıca çekimleri yapılarak bir belgesel haline getirilecek. Fotoğraflanan eserlerin 3 ciltlik bir albüm halinde yayımlanması ve tüm çalışmaların 120 dakikalık bir belgesel haline getirilmesi de proje kapsamında.

Projede Mart 2011 itibariyle gelinen aşama:

Türkiye, Suriye, İsrail (Filistin-Doğu Kudüs), Mısır, Azerbaycan, Ermenistan, Yemen, Türkmenistan, Nahcivan Özerk Cumhuriyeti’nde saha çekimleri bitirilmiş; ayrıca Rusya Federasyonu’nda bulunan Sen Petersburg Harmitage Müzesi ile Moskova Tarih Müzesi’nde çekimler yapılmıştır.

Önümüzdeki altı aylık periyotta ise Özbekistan, İran, Afganistan, Irak’ta saha çekimleri ile İngiltere, Almanya, Fransa ve ABD’de müze çekimleri planlanmaktadır.

II. Uluslararası Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Bilim ve Düşünce Sempozyumu

Büyük Selçuklu Mirası Projesi kapsamında yürütülen diğer bir etkinlik ise II. Uluslararası Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Bilim ve Düşünce Sempozyumu.

Selçuklu Belediyesi ve Selçuk Üniversitesi tarafından düzenlenen ve IRCICA, TTK, TKB ve TİKA’nın katkılarıyla gerçekleştirilecek sempozyum, 20-21 Ekim 2011 tarihlerinde Konya’da yapılacak.

 

Selçuklu Devleti Kültür ve Medeniyeti

selçuklu devleti kpssSelçuklu Devleti Kpss Tarih konuları içinde önemli bir yere sahiptir. Genelde şimdi işleyeceğimiz Büyük Selçuklu Devleti, Anadolu Selçuklu Devleti ile karıştırılmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki Anadolu Selçuklu Devleti, Büyük Selçuklu Devleti yıkıldıktan sonra ortaya çıkan Selçuklu Devletleri içinde yer alır.

Büyük Selçuklulardan bir önceki konuda bahsetmiştik. Kpss tarih dersinin bu bölümünde de Büyük Selçukluların Kültür ve Medeniyet konusunu irdeleyeceğiz.

Büyük Selçuklu Kültür ve Medeniyeti

1) Devlet Yönetimi: Oğuz geleneklerine göre yönetilen Selçuklularda, ülke hükümdar ve ailesinin ortak malı sayılırdı. Ülkeyi yönetme yetkisinin Tanrı tarafından verildiğine inanılır ve buna Kut Anlayışı denilirdi.

Selçuklu devletinden ülkenin hükümdarın ve ailesinin ortak malı sayılması sık sık taht kavgalarına yol açardı. Bu bilgikpss sorularında ve kpss deneme sınavlarında bolca karşımıza çıkmaktadır

Halife tarafından onaylanan Hükümdarlar adına hutbe okunurdu. Hükümdarlar sınırsız yetkiye sahip değillerdi. Törelere ve İslamiyet’e uygun hareket etmek zorunda olan hükümdarların çocukları da vilayetlere yönetici olarak gönderilmekteydi.

Buradaki amaç hükümdar çocuklarının yönetim tecrübesi kazanmasıdır.

Selçuklu Devletinde devlet işleri Divan-ı Saltanatta (Büyük Divan) görüşülürdü. Eğer divanda herhangi bir karar alınacaksa bu kararlar sadece Sultan onaylarsa geçerli olurdu. Sultan olmadığı zaman Büyük Divana vezir başkanlık etmekteydi.

Divan-ı Saltanat bu yönüyle danışma kuruluna ya da bakanlar kuruluna benzetilebilir.

Selçuklu devletinde Sultan ve vezirin dışında Müşrif, Müstevfi ve Ariz denilen görevliler de bulunurdu. Bu görevlilerin ayrıca kendi divanları bulunur ve toplantılarını gerçekleştirmekteydiler. Bunlara bir göz atalım.

  • Divan-ı İstifa: Maliye ve ekonomi işleri ile ilgilenen birimdir.Müstevfi başkanlığında toplanır.
  • Divan-ı İşraf: Askeri ve hukuk işleri dışında kalan diğer işleri denetlemekle görevi olan birimdir. Müşrif başkanlığında toplanır.
  • Divan-ı Arz: Ülkenin asker ve ordu işlerini yürütmekle görevli olan birimdir. Ariz başkanlığında toplanır.
  • Divan-ı Tuğra: Devletin iç ve dış yazı işlerini yürütmekle görevli olan birimdir.

 

Kpss genel kültür tarih dersine ait Büyük Selçuklu Devletinde ülke, eyaletlere ayrılarak yönetilmiştir. Bu bilgilerle beraber Selçuklu Devleti ile ilgili aşağıdaki terim ve unvanları unutmayalım.

Menşur: Hükümdar adına hutbe okunması.

Alem: Bayrak

Hilat: Hükümdar giysisi.

Çetr: Saltanat şemsiyesi.

Nevbet: Büyük davul.

Sikke: Para.

Melik: Eyalet başlarına atanan aile mensupları.

Atabey: Meliklerle beraber tayin edilen ve onları eğiten bilgili ve tecrübeli devlet adamları.

Şıhne: Askeri vali.

Amid: Sivil vali.

Amil: Bulunduğu şehrin maliyecisi.

Muhtesip: Belediye işlerinden sorumlu.

Subaşı: Şehrin güvenlik ve asayişinden sorumlu.

 

 

Atabeyin Osmanlılarda karşılığı Lala’dır.
Büyük Selçuklu Devletinde hükümdarlık alametleri hutbe okutmak, para bastırmak, taht, bayrak, çetr, asa, hilat, nevbet, tuğ ve tuğradır.

2) Ordu Yönetimi: Selçuklu Devletinde ordu onluk sisteme dayanmaktadır. Ayrıca ordu 3 ana bölümden oluşmaktaydı.

a) Guleman-ı Saray (Guleman-ı Hassa) Ordusu: Çeşitli milletlerden küçük yaşlarda esir edilerek ya da satın alınan çocukların eğitilmeleri ile meydana gelen ordudur. Guleman-ı Hassa ordusu Sultana bağlıdır ve Sultanın güvenliğinden sorumlu ordudur. Kelime anlamı köle olan Gulam kökünden, Guleman-ı Saray askerleri aklımıza gelmelidir. Bu askerlerinin 3 ayda bir aldığı maaşa Bistegani adı verilirdi.

Guleman-ı Saray askerleri Osmanlıdaki Kapıkulu Askerlerine örnek teşkil edecektir.

b) İkta Ordusu (Eyalet ordusu – Sipahi ): Toprak sistemine dayalı olan bu ordu, ikta sahipleri tarafından yetiştirilen en kalabalık orduyu oluşturmaktadır.

İkta ordusu Osmanlıdaki Tımarlı Sipahi ordusunun oluşmasına temel hazırlamıştır.
İkta sistemi ilk olarak Hz Ömer zamanında uygulanan bir sistemdir.

c) Yardımcı Kuvvetler: Bağlı devlet beyliklerinin askerleri, bazı devlet adamlarına bağlı askerler ve gönüllülerden oluşan yardımcı kuvvetler savaş zamanı orduya katılan kuvvetlerdir.

3) Toprak Yönetimi: Büyük Selçuklu Devletinde toprak devletin mülkiyeti ve kontrolü altındaydı. Bu topraklar dörde ayrılmaktadır.

  • Has Arazi: Bu toprakların geliri Sultan, Sultanın ailesi ve yakınlarına aittir.
  • İkta Arazi: Maaş karşılığı asker beslemek şartıyla geliri devlet adamları ve memurlara verilen arazilerden oluşmaktadır. Bu sistemde ikta sahipleri, elde ettikleri gelirle hem kendi geçimlerini sağlamakta hem de elde bulunan askerlerin masraflarını karşılamaktaydılar.
İkta sistemi Osmanlıdaki Tımar sistemi yani dirlik sistemine öncülük edecektir.
  • Mülk Arazi: Devlete uzun süre hizmet etmiş ya da üstün hizmetlerinden ötürü şahıslara verilen özel mülk arazilerinden oluşmaktadır.
  • Vakıf Arazi: Sosyal tesisler ve hayır işlerine geliri aktarılan topraklardır.
Vakıf arazi olarak belirlenen toprak başka türlü hiçbir şekilde artık kullanılamazdı.

4) Hukuk Sistemi: Kpss genel kültür tarih konusunda İlk Türk İslam Devletleri içinde yer alan Selçuklularda hukuk sistemi örfi ve şer’i olarak ikiye ayrılmaktaydı. Şer’i Hukuk işlerine yani dine dayalı olan hukuk işlerine Kadı’l Kudad başkanlığındaki kadılar bakmaktaydı. Örfi hukuk yani geleneklere dayalı hukuk işlerine de Emir-i Dadbaşkanlığındaki mahkemeler bakmaktaydı. Ordu içinde çıkabilecek her türlü anlaşmazlıklara ise Kazasker yani Kadıasker bakardı.

Büyük Selçuklu Devletinde halkın dilek ve şikayetlerinin dinlendiği ve hukuk işlerine bakıldığı  sultan başkanlığında toplanan divana Divan-ı Mezalim adı verilmekteydi.

5) Yazı, Dil ve Edebiyat: İlk Türk İslam devletleri içinde yer alan Selçuklu Devleti İslamiye’ti kabul ettiğinden dolayı diğer ilk Türk İslam devletleri gibi İslamiyet’ten etkilenmiş ve yazı dili olarak Arap alfabesi kullanılmıştır. Halkın yüksek çoğunluğu Araplar ve Farslardan oluştuğu için edebiyatta da doğal olarak Arap ve Fars etkisi görülmeye başlamıştır.

Selçuklu Devletinde bilim dili Arapça, resmi yazışmalar Farsça, günlük konuşma dili ise Türkçe olmuştur.

Dildeki bu çeşitlilik, Türk dilindeki gelişmelerin yavaşlamasına sebep olmuştur.

6) Bilim ve Sanat: Kpss tarih konuları içinde Büyük Selçukluda yer alan en önemli bilim kurumlarını medreseler oluşturmaktaydı. İlk olarak Tuğrul Bey zamanın açılan medreselerin en önemlisi Vezir Nizamülmülk tarafından Bağdat’ta açılan Nizamiye Medresesidir.

Nizamiye Medresesi Dünyanın ilk Üniversitesi sayılmaktadır ve sonraki devletlere örnek teşkil etmiştir.

Ayrıca Vezir Nizamülmülk tarafından oluşturulan Siyasetname adlı eser de hükümdarlara devlet yönetimi ve düzeni hakkında bilgi veren bir eser niteliği taşımaktadır.

Selçuklu Devletinde bilim alanında Astronomi dalında da önemli çalışmalar mevcuttur. Ömer Hayyam tarafından oluşturulan bir kurul, Takvim-i Celali ve Takvim-i Melikşah adında bir takvim meydana getirmiştir.

Türkler tarih boyunca 12 Hayvanlı Türk Takvimi, Takvim-i Celali, Hicri Takvim, Rumi Takvim ve Miladi Takvim kullanmışlardır.

Bunların dışında ilk Türk İslam devletleri ve Selçuklu Devletinde en fazla gelişme göseren sanat dalı mimari olmuştur.

İlk Türk İslam mimarilerine türbe, cami ve kervansaray şeklinde Karahanlılarda rastlanmaktadır.

Süsleme sanatı, halıcılık, çinicilik, minyatür, hat sanatı ve seramik yapımı da bu dönemlerde yaygınlaşmıştır.

Resim ve heykel sanatları İslamiyet’e geçişle birlikte bu dallardaki gelişme durmuş, bu dallara verilen önem minyatür ve hat sanatları alanına yoğunlaşmıştır. Minyatür İslamiyet öncesinden beri süre gelirken, Hat sanatı yani İslami yazı yazma sanatı bu dönemden itibaren yoğunlaşmış ve bu alanlarda önemli eserler meydana gelmiştir.

* İlk Türk İslam Devletleri ve Selçuklu Devletinde yer alan mimar eserler:

 

  • Tolunoğulları: Tolunoğlu Camii.
  • Karahanlılar: Kara Ayşe Bibi Türbesi
  • Gazneliler: Mahmut Bendi ve Zafer Kuleleri.
  • Büyük Selçuklu Devleti: Zavere Camii, Mescid-i Cuma, Diyarbakır Ulu Camii, Kazinde yer alan Mescid-i Camii, Gülpayegan Camii, Nizamiye Medresesi, Cihil Dühteran, Herrekan Kümbetleri, Kümbet-i Ali, Kümbet-i Surh, Sultan Sencer Türbesi, Tuğrul Bey Türbesi, Hoca Ahmet Yesevi Türbesi ve İmam-ı Gazali Türbesi Büyük Selçuklu Devletinde yer alan önemli mimari eserler olarak göze çarpmaktadır.

 

 

* İlk Türk İslam Devletleri ve Selçuklu Devletinde yer alan bilim adamları:

  • Farabi: 870-950 yılları arasında yaşamış olan Farabi Pozitif bilimlerin başlangıcını oluşturmuştur. Matematik, fizik, astronomi, mantık, psikoloji ve siyaset alanlarında eserler vererek bilimleri ilk kez sınıflandırmıştır.
Farabi Batıda Alfarabius adı ile ünlenmiş ve eserleri Latin diline çevrilmiştir. Ayrıca Aristo mantığını en iyi yorumlayan bir bilim adamı olduğundan Muallim-i Sani yani İkinci Öğretmen adını almıştır.
  • İbni Sina: Özellikle Tıp ve felsefe alnında eserler vermiş ve 982-1037 yılları arasında yaşamış olan İbni Sina, Batıda Avicenna adı ile tanınmıştır. El Kanun-u Fit-Tıp adlı kitabı Batı dillerine tercüme edilerek ünivesitelerinde okutulmuştur.
Tıbbın Hükümdarı diye anılan İbni Sina, Hipokrat’tan sonra tıbbın ikinci babası olarak kabul edilmiştir.
  • Biruni: Kpss tarih dersinde yer alan bir diğer önemli bilim adamı olan Biruni, Gazneliler döneminde 973-1051 yılları arasında yaşamış, astronomi, matematik, coğrafya ve felsefe alanlarında eserler vermiştir. Özellikle Coğrafyanın Türk İslam Dünyasından bir bilim dalı haline gelmesinde önemli bir payı vardır.
  • Harezmi: 788-850 yılları arasında yaşamış olan Harezmi, matematik, astronomi ve coğrafya alanlarındaki çalışmalarıyla meşhurdur.
Harezmi, matematikte sıfır rakamını kullanan ilk bilim adamıdır.
  • İbni Rüşt: 1126 – 1198 yılları arasında yaşamış olan İbni Rüşt, Felsefe , tıp ve astronomi üzerinde çalışmalar yapmıştır. Skolastik düşünceye darbe vuran bu bilim adamı Rönesans’ın doğmasında etkili olmuştur.
  • Er Razi: 1149 – 1210 yılları arasında yaşamış olan Er Razi özellikle Kimya alanında uzmandır ve bir kimyagerdir. Sülfürik asidi bulan bilim adamıdır kendisi.

7) Sosyal ve Ekonomik Hayat: Selçuklu Devleti ve ilk Türk İslam devletlerinde halk yönetenler ve yönetilenler olmak üzere ikiye ayrılmaktaydı. Yönetenler askeri ve yüksek derecedeki memurlardan oluşmaktayken, yönetilenler göçebeler, köylüler, şehirliler ya da kasabalılardan oluşmaktaydı.

Sınıfsal farklılıklar yoktur. Dikkat edelim bu noktaya.

Eşitlik, anlayış ve hoşgörünün mevcut olduğu sosyal hayatta memurluklar babadan oğula geçmekteydi.

Her ne kadar sınıf ayrılığı olmasa da memurluğun babadan oğula geçmesi bürokraside egemen bir sınıfın ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.

Ticarete çok önem veren Selçuklu Devleti bir çok kervansaray yaptırmıştır ve ticareti canlı tutmaya çalışılmıştır.

Kervansaray, Türk İslam devletlerinde ticaret yolları üzerine güvenli ticaretin yapılabilmesi sebebiyle inşa edilen konaklamam merkezleridir.
Ribat kervansarayların ilk örneklerini oluşturan ve ilk olarak Karahanlılarda görülen sınır boylarına yaptırılan kalelerdir. Bu kaleler ilk olarak kervanlara barınma olanağı sağlamış ve zamanla kervansaraylara dönmüştür.

Kpss genel kültür tarih dersine ait Büyük Selçuklu Kültür ve Medeniyeti konusu tamamlanmıştır. Bir sonraki kpss tarih konusu Orta Asya’da Kurulan Diğer Devletler olacaktır.

Anadolu Selçuklu Mimari Eserleri Nelerdir?
Anadolu Selçuklu Mimari Eserleri 
Anadolu Selçuklu Devleti​  

Anadolu Selçukluları ülkenin pek çok yerinde cami, han, kervansaray, imaret, köprü, çeşme ve medreseler yaptırdılar. Beyşehir’deki Eşrefoğlu Camisi (1296), Anadolu Selçuklu mimarisinin özelliklerini taşıyan en önemli örneklerden biridir. Ağaç direkler üzerine kurulan, içi çini mozaik ve ağaç oyma işleriyle süslenen tip camilerin başka örnekleri de vardır.
Anadolu Selçuklu sultanları adına yapılan kervansaraylar “Sultan Han” ya da “Han” olarak adlandırılırdı. Bu dönemdeki dinsel yapılar genellikle küçük boyutlarda olmasına karşın, hanlar çok büyük boyutlu yapılardır. Bir bakıma sultanın ihtişamını yansıtırlar.

Anadolu Selçuklu mimari eserleri nelerdir?
Anadolu Selçuklu mimarisinin günümüze kalan en önemli örnekleri arasında, Konya’da Alâeddin Camii, Karatay Medresesi, İnce Minareli Medrese, Niğde’de Alaeddin Camii, Ankara’da Aslanhane Camisi, Kayseri’de Huand Hatun Camii ve Külliyesi, Afyonkarahisar’da Ulucami, Erzurum’da Çifte Minareli Medrese, Sivas’da Gök Medrese, Buruciye Medresesi ve Çifte Minareli Medrese, Kırşehir’de Melik Gazi Kümbeti,Tercan’da Mama Hatun Türbesi, Ahlat’da Ulu Kümbet ve Çifte Kümbetler ile Nevşehir’de (Tuzköy camii, Kızılkaya camii) ve diğer yapılar (Nevşehir Kalesi v.b.) gösterilebilir.ve daha birçok yapı vardır. 

Türkiye’de buğdaydan elde edilen ürünler nelerdir?

$
0
0

Arkadaşlar sitemize tekrar hoş geldiniz, bildiğiniz gibi buğday tüm insanlık tarihini kökünden etkilemiştir. Buğdayın bugün dünyada en çok yetiştirilen bitki olmasının çeşitli nedenleri vardır. Buğday her şartta her toprakta fazla zahmet vermeden kolayca yetiştirilebildiği gibi diğer bitkilere oranla verdiği enerji daha yüksektir. Buğday medeniyetleri beslemiş ve insanların toplu halde bir arada yaşamalarını kolaylaştırmıştır. 

Peki buğday bunun dışında ülkemizde yani Türkiye’de ne gibi ürünleri elde etmek için nasıl kullanılır? Buğdayın kullanıldığı yerler, iş alanları, meslekler ve buğdaydan oluşan ürünler nelerdir? Gelin birlikte kısaca göz atalım…

Ülkemizde Buğdaydan Hangi Ürünler Elde Edilmektedir Kısaca Bilgi

Ülkemize pek çok alanda kullanılan buğday, bol miktarda yetiştirilmektedir. Buğday genellikle öğütülerek un haline getirilir ve o şekilde kullanılır. Un bilindiği gibi en çok ekmek yapımında kullanılır.

Buğdayın türüne göre, ekmeğin unu ve dolayısıyla çeşidi farklılık göstermektedir. Bunun yanında pasta, kek, hamur işleri ve çeşitli yemeklerde kullanılan malzemeler arasındadır. İrmik, erişte, şehriye, makarna gibi gıda ürünlerinin yapımında da buğday kullanılmaktadır. Yani tükettiğimiz pek çok gıdanın içeriğinde buğday vardır. Tüm bunlardan anlaşılabileceği gibi neredeyse yiyecek sektörünün her alanında kullanılan buğdayın üretiminde, Türkiye dünyada ilk sıralarda yer almaktadır.

Ülkemizde buğdaydan hangi ürünler elde edilmektedir

Buğday çeşitli ürünlerin elde edildiği önemli bir tarım ürünüdür. Peki ülkemizde buğdaydan hangi tarım ürünleri elde edilmektedir gelin birlikte öğrenelim. Genel olarak buğday öğütülerek un haline getirilir ve pek çok alanda kullanılır. Özellikle günümüzde en yoğun olarak buğday ekmek yapımında kullanılır.

Ekmek buğdayın türüne göre çeşitli türlerde yapılır. Buğday unu sayesinde çeşitli kek ve yiyeceklerde yapılmaktadır. Ayrıca buğdaydan irmik, erişte, şehriye ve makarna gibi ürünler yapılmaktadır. Hatta marketlerde yer alan her on yiyeceğin dokuzunda buğday bulunmaktadır. Çünkü satılan yiyeceklerin neredeyse tümünde bisküvi ve çeşitleri bulunmaktadır. Bu nedenle buğday her alanda kullanılmaktadır.

Son olarak buğday en çok un yapımında kullanılmaktadır. Un ise ekmek, kek, bisküvü, makarna, erişte gibi birçok alanda kullanılır. Ülkemiz buğday üretim yönünden dünya liderleri arasında yer almaktadır.

Buğdaydan neler yapılır? 

buğday

Neredeyse her iklim türünde yetişebilen ve en çetin şartlara dahi dayanıklı olan buğday, bilinen insanlık tarihinin ilk dönemlerinden bu yana insanoğlu tarafından yetiştirilmekte ve daha da önemlisi tarım faaliyetlerinde ekilen ilk ürünlerden biri olma özelliğine sahiptir. İnsanoğlunun farklı kan gruplarına sahip olmasında dahi etkili olan buğday, daha sıcak iklimlerde yaşan toplumların buğday yetiştirmesi yani “buğday toplumu” olması ile birlikte tüketilen unlu gıdaların kan gruplarını değişime uğratmasına neden olmuştur. İnsanoğlunun en temel besin maddelerinden biri olan buğday, yalnızca un olarak dahi yaşamsal faaliyetlerin devamlılığı açısından kritik bir görev üstlenir. Tek yıllık bir bitki olan buğday birçok farklı türe sahiptir ve dünyanın dört bir yerinde çok çeşitli türleri yetiştirilmektedir. Ülkemizde olduğu gibidünya genelinde de en fazla yetiştirilen tarım ürünü buğdaydır.

Makarnadan bisküvilere, hamurdan pastalara, “elyaftan” hayvan yemine oldukça farklı amaçla kullanılan ürünün hammaddesi olan buğday, insanoğlu için kritik öneme sahip olan alanlarda kullanılmaktadır. Et ve et ürünlerinin insanların beslenmesi için ne kadar önemli olduğu artık herkes tarafından bilinmektedir. Buğday hayvan yemi olma özelliğiyle dahi insanoğlunun yaşamına oldukça büyük bir yarar sağlamaktadır. Dış katmanından yapılan kepek günümüzde tüm diyetisyenlerin kilo vermek isteyenlere ve tüm hekimlerin de sağlıklı beslenmek isteyenlere tavsiye ettiği bir üründür. Yumuşak buğday türleri düşük protein içerirken, buğdayın sertleşmesi içerisindeki protein miktarının da artması manasına gelir. Nitekim yumuşak buğday türlerinden elde edilen unlar kek ve kurabiye yapımında kullanılırken, daha sert buğdaylardan elde edilen unlar ile ekmek yapılmaktadır. “Durum buğdayı” olarak isimlendirilen ve bilinen en sert buğday türü olan çeşidinden elde edilen un ise makarna yapımında kullanılır ki, en kaliteli makarna çeşitleri de bu buğdaydan yapılanlar olarak kabul edilir.

Her iklimde yetiştirilebilir olmasına rağmen buğday karasal iklimlerde optimum verimle üretilir. Çiftlik hayvanlarının temel yem kaynaklarından biri olan buğday, besin değeri yüksek olduğu için gerek et üretimi gerekse de hayvansal ürünlerin kalitesi açısından gereklidir. Saman olarak bilinen buğday hasadı sonrası kalan ürün, balyalar haline getirilerek çiftlik hayvanlarına yem olarak verilir. Tüm bunların dışında son yıllarda tüm dünyada ilgi gören doğal bitki yağlarının en şifalılarından biri olan buğday yağı, cilt bakımı için tercih edilebilecek en ideal doğal bakım ürünlerinden biridir. Egzama tedavisinde yüzlerce yıl öncesinde dahi kullanılan buğday gerek kaynatılarak gerekse de yağı çıkarılarak haricen de çok farklı amaçlar için kullanılmaktadır.

Kısaca Saltanatın Kaldırılması Özet Konu Anlatımı

$
0
0

halifelikresimleri.jpg (550×277)

Merhaba, Tarih köşemize hoş geldiniz. Osmanlı Devleti’nin vaktinin sona ermesi ve yüce Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından tarihin ilerleyişinde sıra saltanatın kaldırılmasına gelmiştir. Bu konu hakkında birçok farklı kitap ve spekülasyonlar yapılmaktadır. Ben bu yazıda sizlere çok kısa bir şekilde saltanatın kaldırılması ile ilgili bilgiler paylaşacağım. Daha çok ders notları tarzında olacak saltanatın kaldırılması hakkındaki bu bilgileri kısaca özetliyorum.

Padişahlığın Kaldırılması vya da Saltanatın Kaldırılması Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 1 Kasım 1922 tarihinde onayladığı “Osmanlı İmparatorluğunun münkariz olduğuna dair” 308 numaralı kararname ile uygulanmıştır.

Kararnamenin ilan edilmesinin ardından vezir-i azam Tevfik Paşa’nın yöneticiliğinde 4 Kasım tarihinde son kez toplantı yapan Osmanlı hükümeti istifa ederek bunu padişaha iletmiştir. 5 Kasım tarihinde Ankara hükümetinin İstanbul’daki delegesi Refet Paşa (Bele) bütün bakanlığa bağlı müsteşarları Divanyolu’ndaki Şark Mahfili’e çağırarak bütün etkinliklerine son vermelerini talep etmiştir. 7 Kasım tarihinde Babıali’deki başbakanlık dairesi resmi olarak boşalttırılmış ve Osmanlı Devleti’nin resmi gazetesi Takvim-i Vekayi’nin yayınlaması iptal edilmiştir.

Halen “halife” makamını sürdüren VI. Mehmet Vahdettin 10 Kasım tarihinde son Cuma namazında bulunmuş, fakat hayatına ve hürlüğüne yönelik tehditlerden yorulup bunu bahane ederek 17 Kasım gününün sabahında Boğaziçi’nde demir atmış halde bekleyen İngiliz zırhlısı Malaya’ya sığınmıştır. Bunun ardından 19 Kasım tarihinde  TBMM, veliaht Abdülmecit Efendi’yi halife olarak duyurmuştur. 3 Mart 1924 tarihinde yürürlüğe giren bir yasa sonucu halifelik de tamamen kaldırılmış ve bütün Osmanlı hanedanındaki insanlar ülke dışına kaçmışlardır.

Bazı arkadaşlar ısrarla bu konuyla ilgili ayrıntılı uzun bilgiler isteyince ben de ister istemez biraz detaylı bilgi eklemek zorunda kaldım. 

SALTANATIN KALDIRILMASI
(1 KASIM 1922)
Mudanya ateşkes antlaşmasından sonra barış konferansı hazırlıkları başladığında İstanbul hükümeti TBMM Hükümetinin yanında görüşmelere katılmak istediğini belirtmiştir.İtilaf devletleri de bunu destekleyerek iki hükümet arasında görüş ayrılıklarının çıkmasını sağlayıp bundan yararlanmak istemişlerdir.
Mustafa Kemal Paşa buna çok sert bir şekilde cevap vererek İstanbul Hükümetinin bağlı olduğu saltanat makamının kaldırılması için TBMM’degörüşmeler başlatmıştır.
1 Kasım 1922’de alınan bir kararla önce saltanat makamı halifelikmakamından ayrılarak dini ve siyasi yetkilerinin ayrılması sağlandı.Bu makamın zaten 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgaliyle kalkmış olduğu belirtildi.Halifelik makamının ise devam etmesi ve Osmanlı hanedanından da bir kişinin TBMM tarafından bu göreve getirilmesi kararlaştırıldı.
Saltanatın Kaldırılmasının Nedenleri:
• Kurtuluş savaşını TBMM kazandığı halde Lozan Konferansına saltanatı temsilen İstanbul Hükümetinin de çağırılması
• İstanbul Hükümeti ve Padişahın Kurtuluş savaşı sırasında ulusal direnişe karşı olması
• Ülke yönetiminde ve barış görüşmelerinde iki ayrı hükümetin bulunmasını uygun olmaması ve bu ikiliğe son verilmek istenmesi
• Saltanat siteminin ulusal egemenlik anlayışıyla bağdaşmaması
• TBMM’nin açılışından itibaren zaten saltanat olmaksızın ulusal egemenliğin uygulanıyor olması

Saltanatın Kaldırılmasını Sonuçları
• Ülkede iki ayrı yönetimin bulunmasına son verildi.
• Altı yüz yıllık Osmanlı saltanatı sona erdi.
• Ulusal egemenliğin tam olarak sağlanması için önemli bir adım atıldı.
• TBMM Türkiye’de tek yasal güç haline geldi.
• Din ve devlet işlerinin tek bir makamın elinde bulunmasına son verildi.Böylece laiklik alanında da ilk önemli adım atılmış oldu.
• Son Osmanlı Sultanı VI.Mehmet Vahdettin 17 Kasım 1922’de ülkeyi terk etti.
• TBMM Halifeliğin İngiltere tarafından kullanılmasını engellemek amacıyla Osmanlı Hanedanından Abdülmecid Efendiyi halife seçtiğini ilan etti.
• Halifelik Osmanlı Devletindeki siyasi gücünü kaybederek sembolik bir makam haline geldi.
• Yapılacak İnkılaplara zemin hazırlandı.
• Lozan Barış görüşmelerinde Türkiye’nin tek bir heyet tarafından temsil edilmesi sağlandı.Böylece İtilaf devletlerinin ikilik çıkarma planı sonuçsuz kaldı.
• Saltanatın kaldırılması nedeniyle TBMM’de tartışmalar daha da artarak Meclisin çalışmaları olumsuz yönde etkilendi.Bunun da etkisiyle TBMM’nin seçimlere gitmesi hızlandı.
Mustafa kemal Paşa Nutuk’ta saltanatın kaldırılması ile ilgili görüşmelerin uzaması ve bu kurumun devam etmesini isteyenlerin faaliyetleri karşısında şunları söylediğini belirtmiştir:
“Efendiler hakimiyet ve saltanat kimse tarafından hiç kimseye ilim icabıdır diye görüşmeyle tartışmayla verilmez.Hakimiyet ve saltanat kuvvetle kudretle zorla alınır.Osman oğulları Türk milletinin hakimiyet ve saltanatını zorla el koymuşlardır.Bu haksız durumu altı yüzyıldan beri sürdürmüşlerdir.Şimdi de Türk milleti bunlara hadlerini bildirerek hakimiyet ve saltanata isyan ederek kendi eline almış bulunuyor.Bu bir oldu bittidir.Konumuz millete saltanatı bırakmak yada bırakmamak değildir.Mesele zaten olup bitmiş bir gerçeği ifade etmekten ibarettir.Bu derhal olacaktır.Burada toplananlar meclis ve herkes meseleyi olduğu gibi görürse doğru olur.Aksi takdirde gerçek yine gerektiği şekilde belirtilecektir.Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.”
Mustafa Kemal ATATÜRK

SALTANATIN KALDIRILMASI

Mudanya Mütarekesi’nden sonra, Lozan Barış Konferansı için hazırlıklar başlayınca, Osmanlı Hükümeti, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti yanında konferansa katılmak arzusunda olduğunu bildirdi. İtilaf Devletleri’nin, hala İstanbul’da bir hükümet tanımak ve onu da Türkiye ile birlikte konferansa çağırmak istemeleri ve bu hükümetin de, delegeleri beraberce seçmek için Büyük Millet Meclisi’ne başvurması, Mustafa Kemal Paşa’yı harekete geçirdi.

Sadrazamı Tevfik Paşa’nın barış konferansında görüş ve sözbirliği, Büyük Millet Meclisi Başkanlığına çektiği telgraf, Mecliste tepkiyle karşılandı. Gerek Mustafa Kemal Paşa’nın, 24 Nisan 1920 tarihli önergesinde ve gerekse 20 Ocak 1921 tarihli Anayasada egemenliğin millette olduğu ilan edilmişti.

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ve pek çok milletvekilinin ortak teklifi 30 Ekim 1922 günü TBMM’de görüşülmeye başlandı. Önergede Saltanatın kaldırıldığı belirtiliyordu. Saltanatla birleşmiş olan “halifelik” ise ondan ayrılacaktı. Ateşli görüşmeler sırasında şu düşüncelerin Meclis Genel Kuruluna hakim olduğu görüldü: Saltanat, Halifelikten ayrılsın ve kaldırılsın. Halifeyi biz seçelim; -Saltanat ve Halifelik birbirinden ayrılamaz. Bu nedenle, eğer Saltanat kaldırılırsa Halifelik de kalkmış olur ki, böyle bir durum düşünülemez. Görülen şuydu: Başta Hüseyin Rauf (Orbay) Bey ve Refet (Bele) Paşa gibi, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın yakın arkadaşlarının bulunduğu bir grup, Halifeliğin Saltanattan ayrılamayacağını ileri sürüyorlardı. Saltanatın kaldırılması hakkında kanun tasarısı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Karma Komisyonunda görüşülürken, hilafetle saltanatın ayrılamayacağı düşüncesi ileri sürüldü. İlk grubun içinde bulunanlar ise böyle bir ayrımın mümkün olduğunu belirtiyorlardı. Mustafa Kemal Paşa söz alarak, tarihsel ve bilimsel açıklamalarda bulunarak, yüksek sesle şunları söyledi: “Hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye müzakereyle, münakaşa ile verilemez. Hakimiyet, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları zorla Türk Milletinin hakimiyet ve saltanatına vaziülyed olmuşlardı (zorla el koymuşlardı). Bu tasallutlarını altı asırdan beri idame eylemişlerdir. Şimdi de, Türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hakimiyet ve saltanatını isyan ederek kendi eline bilfiil almış bulunuyor. Bu bir emrivakidir. Mevzubahis olan, millete saltanatını, hakimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir. Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu behemehal olacaktır. Burada içtima edenler (toplananlar) Meclis ve herkes meseleyi tabii görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.”

Mustafa Kemal Paşa’nın bu çok önemli ve tarihi konuşması sonunda, Karma Komisyon’da, görüşülen teklif hemen kabul edilmiş ve ivedilikle Genel Kurulda görüşülerek, 1 Kasım 1922′de 308 Numaralı karar olarak benimsenmiştir. Yeni Türkiye’nin yeni temellerinin de bir ifadesi olan bu karar ile, hilafet ve saltanat birbirinden ayrılmış, saltanat kaldırılmıştır. Ertesi gün, TBMM, Osmanlı veliahdı Abdülmecid Efendi’yi halife seçmiştir. Böylece, çok önemli bir gelişme sağlanmıştır. TBMM’nin Saltanatı kaldırma kararı, İstanbul Hükümeti tarafından da benimsenmiştir. Hükümet istifa etmiştir. Devir ve teslim işlerine derhal başlanmıştır. Bu tutum, Saltanatın kaldırılmasının beklendiğini de gösterir. Saltanatın kaldırılma kararı üzerine, 17 Kasım 1922′de Sultan Vahidettin, İngiltere himayesine sığınarak Malaya zırhlısı ile yurdu terketmiş ve Malta’ya gitmiştir. Oysa Osmanlı tarihinde hiçbir padişahın düşmana sığınmak gibi bir tutum içine girdiği görülmemiştir.

SALTANATIN KALDIRILMASI

Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılması ile birlikte Türk tarihinde yeni bir dönem başlamıştı. 20 Ocak 1921′de kabul edilmiş olan anayasada, egemenliğin millete ait olduğu belirtilmişti. Ancak bu tarihlerde Kurtuluş Savaşı devam ettiğinden, saltanatın kaldırılması için şartlar uygun değildi.

İtilâf Devletleri, Lozan Barış Konferansına, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile birlikte İstanbul Hükümeti’ni de davet ettiler. Osmanlı Hükümeti bu daveti kabul etti. Galip devletler bu davranışlarıyla, Türkler arasında ikilik çıkararak, menfaatlerini daha iyi savunacaklarını düşünüyorlardı. Osmanlı Hükümeti’nin konferansa katılma arzusu, millî mücadelenin ruhuna ve anayasaya aykırı idi.

Bu durum, Mustafa Kemal Paşa’nın saltanatın kaldırılmasıyla ilgili düşüncelerinin haklılığını bir defa daha ortaya koydu. Aynı zamanda saltanatın kaldırılması için haklı bir gerekçe oldu. Konu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde tartışıldı. Mustafa Kemal Paşa bir konuşma yapıp, milletin kendi gayretiyle hakimiyeti ele aldığını ve saltanatın kaldırılmasının gerekliliğini belirtti.

1 Kasım 1922′de kabul edilen bir kanunla, halifelik ve saltanat birbirinden ayrılıp, saltanat kaldırıldı. Böylece, Osmanlı Devleti hukukî olarak sona ermiş ve Türk inkılâplarının en önemlilerinden biri gerçekleştirilmiştir.

Saltanatın kaldırılması ile, İstanbul’daki Osmanlı Hükümeti istifa etti. Son padişah Vahdettin, 17 Kasım 1922′de İngilizlere sığınıp İstanbul’u terk etti. Bunun üzerine Osmanlı sülâlesinden Abdülmecit Efendi, Büyük Millet Meclisi’nin kararı ile halife seçildi.

Saltanatın Kaldırılması

Osmanlı Devleti’nin her döneminde hüküm süren saltanata artık bir son verilmeliydi.

TBMM’nin açılması ile başlayan yeni dönemde, bu konu değerlendirilmiş ve 1 Kasım 1922 tarihinde kabul edilen kanunla Saltanat kaldırılmış, halifelikte tamamen saltanattan ayrılmıştır.

Atılan bu önemli adım, Osmanlı Devleti’nin hukuki olarak sona erdiği manasına gelmekteydi. Yapılan bu büyük inkılap sayesinde uluslar arası yapılacak antlaşmalarda artık Osmanlı Devleti olmayacaktı.

20 Ocak 1921’de kabul edilen anayasa ile egemenliğin artık millete ait olduğu belirtilmişse de, o dönemde Kurtuluş Savaşı’nın devam etmesi nedeni ile saltanatın kaldırılabilmesi için şartlar henüz olgunlaşmamıştı.

Atatürk, Türk milletinin geleceği için yaptığı çalışmalarda istediği hedeflere bir bir ulaşıyordu. Mecliste yapmış olduğu konuşmada milletin kendi gayretleriyle bağımsızlığını kazandığını, bu yüzden saltanatın kaldırılması gerektiğini savunuyordu. Zaten Osmanlı devletinden kalma saltanatın devamı milli mücadelenin de ruhuna ters bir hal teşkil ediyordu.

1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılmış ancak halifelik makamı halen devam etmekteydi. Bu makama TBMM kararı ile Osmanlı sülalesinden Abdülmecit Efendi getirildi.


Kısaca Osmanlı Devletinin Ordu Yapısı Özet Konu Anlatımı Tablo Şema Pano Şeklinde

$
0
0

Osmanlı+ordu+teşkilatı11.jpg (500×334)

Bizler dünyaya hükmetmiş ve yedi cihanı titretmiş bir imparatorluğun mirasıyız. Dedelerimiz tarihe geçen şanlı zaferler kazanmış, Anadolu’yu yurt edinmekle kalmamış ve bugüne kadar tarihin tanıklık ettiği en büyük imparatorluklardan birini kurarak üç kıtada çok büyük topraklara erişmişlerdir. Peki atalarımız bunu nasıl başarmıştır? Bunun sırrı tabiki devlet ve ordu düzeninde yatmaktadır. Bizans’a ve tüm Avrupa’ya karşı koymak için ordumuzun onlardan daha gelişmiş daha düzenli ve daha güçlü olması gerekiyordu ve zaten öyleydi. İşte bu yazıda Osmanlı’nın ordu düzeninden hem çok kısa özet şeklinde konu anlatımı olarak, hem de isteyen için yazının devamında daha ayrıntılı ve detaylı uzun makaleler şeklinde bilgiler sunuyoruz. Umarım beğenirsiniz…

Osmanlı Devleti’nin ordusu yada resmi ismiyle Ordu-yi Hümâyûn Osmanlı Devleti’nin ordusudur. Osmanlı İmparatorluğu Ordusu’nun geçmişinde iki temel devri vardır. Klasik Devir, Osmanlı Devleti’nin kuruluş yılı 1299 ile 19. yüzyılın başlarındaki askeri devrimler arasındaki zamanı içermektedir. Modern Devir ordu; Kara Ordusu, Deniz Ordusu ve Hava Ordusu olarak üç bölümde incelenir.

Osmanlı Devleti’nin ordu düzeni:

Kapıkulu Ocağı Kapıkulu Piyadeleri : Acemi Ocağı | Yeniçeri Ocağı | Cebeci Ocağı | Topçu Ocağı | Humbaracı Ocağı | Lağımcılar | Sakalar| Solaklar

Kapıkulu Süvarileri : Silahtar | Sipahi | Sağ Ulufeciler | Sol Ulufeciler | Sağ Gureba bölüğü | Sol Gureba bölüğü

Kara Okulları : Mühendishane-i Berr-i Hümayun | Kara Harp Okulu (Harbiye)

Eyalet Askerleri Yerli Kulu:Azab | Sekban | Tüfenkçi | İcareli | Lağımcılar | Müsellem

Serhat Kulu: Deliler | Gönüllü | Besli

Topraklı Süvarisi:Tımarlı Sipahiler | Akıncılar

Osmanlı Donanması Kaptan-ı Derya | Haliç Tersaneleri | Forsa (kürekçi) | Mühendishane-i Bahr-i Hümayun

Osmanlı Hava Kuvvetleri Tayyare Mektebi

osmanldevletininorduyap.jpg (640×451)

osmanl-devletinin-askeri-te-kilat-tablosu.jpg (839×582)

osmanlı devleti’nin ordu yapısı

Osmanlı İmparatorluğu Ordusu veya resmi adıyla Ordu-yi Hümâyûn Osmanlı İmparatorluğu’nun ordusudur. Osmanlı İmparatorluğu Ordusu’nun tarihi iki ana döneme ayrılabilir. Klasik Dönem, Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşu olan 1299 yılı ile 19. yüzyılın başlarındaki askeri reformlar arasındaki dönemi kapsamaktadır. Modern Dönemde ordu; Kara Ordusu, Deniz Ordusu ve Hava Ordusu olmak üzere üçe ayrılmıştır.

Osmanlı ordu yapısı

Kapıkulu Ocağı Kapıkulu Piyadeleri : Acemi Ocağı | Yeniçeri Ocağı | Cebeci Ocağı | Topçu Ocağı | Humbaracı Ocağı | Lağımcılar | Sakalar| Solaklar

Kapıkulu Süvarileri : Silahtar | Sipahi | Sağ Ulufeciler | Sol Ulufeciler | Sağ Gureba bölüğü | Sol Gureba bölüğü

Kara Okulları : Mühendishane-i Berr-i Hümayun | Kara Harp Okulu (Harbiye)

Eyalet Askerleri Yerli Kulu:Azab | Sekban | Tüfenkçi | İcareli | Lağımcılar | Müsellem

Serhat Kulu: Deliler | Gönüllü | Besli

Topraklı Süvarisi:Tımarlı Sipahiler | Akıncılar

Osmanlı Donanması Kaptan-ı Derya | Haliç Tersaneleri | Forsa (kürekçi) | Mühendishane-i Bahr-i Hümayun

Osmanlı Hava Kuvvetleri Tayyare Mektebi

Osmanlı Devletinin Askeri Yapısı ve Teşkilatlanması Kısaca

Osmanlı asker teşkilatı , Osmanlı İmparatorluğu Ordusu ya da resmi adıyla Asker – yi Hümâyûn

Osmanlı İmparatorluğu Ordusu’nun tarihi 2 ana döneme ayrılabilir .

osmanliamlemi

Klasik Dönem , Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşu kalan 1299 yılıyla 19 . yüzyılın başlarındaki askeri reformlar arasındaki çağı kapsamaktadır .

Modern Dönemde ordu; Kara Ordusu , Deniz Ordusu ve Gökyüzü Ordusu olmak üzere üçe ayrılmıştır .

Osmanlı İmparatorluğu Ordusu Klasik Dönem

Osmanlı asker teşkilatı , Anadolu Selçukluları , İlhanlılar ve Memlüklüler devletlerinin uygulamış olduğu askeri teşkilat yapılarından esinlenilerek kendine özgü yapılanması kurulmuştur .

Osmanlı İmparatorluğu Ordusu’nun Başkomutanlık görevini Hakanlar yerine getirmiştir.

Yaya ve atlılardan ortaya konulan kısma ” yaya ” , süvarileri ise ” müsellem ”  diye adlandırılmıştı . Kapıkulu Ocakları’nın kuruluşuna dönemlerine kadar savaşlarda fiili olarak hizmet gördüler .

Kapıkulu Ocağı

Kapıkulu Piyadeleri; Acemi Ocağı , Yeniçeri Ocağı , Cebeci Ocağı , Topçu Ocağı , Top Arabacılar Ocağı , Humbaracı Ocağı , Lağımcılar , Sakalar , Solaklar dan oluşmaktadır.

Kapıkulu Süvarileri: Silahtar , Sipahi , Sağ Ulufeciler , Sol Ulufeciler , Sağ Garipler , Sol Garipler’den oluşmaktaydı .

Eyalet Askerleri

Yerli Kulu; Azab , Sekban , Tüfenkçi , İcareli

Serhat Kulu: Deliler ( Deli ) , Gönüllüler , Besliler , Topraklı Süvari , Tımarlı Sipahiler ve Akıncılar

Modern Osmanlı Ordusu

Osmanlı kara Kuvvetlerinin tekrardan ve yeni şekilde teşkilatlanması , Balkan Savaşları yenilgisinin hemen sonrasında başlanarak , I . Dünya Savaşı daha önce tamamlanmıştır . Bu teşkilatlanmaya yönelik Kara Kuvvetleri , Harbiye Nezaretine bağımlı 4 asker müfettişliği durumunda , biri özgür 13 kolordu ve bunlara bağımlı 38 piyade tümeni ( ikisi özgür ) ve 4 süvari tümeninden oluşmaktaydı . Ek Olarak Çanakkale ve İstanbul Boğazlarıyla; Çatalca , Edirne , Erzurum , İzmir Müstahkem Mevkileri de Kara Kuvvetleri Teşkilatında yerlerini koruyorlardı .

Osmanlı Ordusunda Rütbeler

  • Müşir ( Mareşal )
  • 1 . Ferik ( Orgeneral )
  • Ferik ( Tümgeneral ile Korgeneral arası )
  • Mirliva ( Tuğgeneral ile Tümgeneral arası )
  • Miralay ( Albay )
  • Kaymakam ( Yarbay )
  • Binbaşı
  • Kolağası ( Kıdemli Yüzbaşı )
  • Yüzbaşı
  • Mülâzımı sâni ( Üstteğmen )
  • Mülâzımı önce ( Teğmen )
  • Çavuş
  • Onbaşı
  • Nefer

Osmanlı Ordusu’nda kullanılan silahlar Hangileridir

Osmanlı ordusunda; alemkılıç , ok , sapan , bozdoğan , topuz da denilen gürz , kamçı , döğen , balta , meç , şimşir , gaddara , yatağan , hançer , kama , mızrak , cirit , kantariye , kastaniçe , süngü , zıpkın , tırpan , çatal , halbart , mancınık , müteharrik kule , şayka , zarbazen , miyane zarbazen , şahî zarbazen , şakloz , drankı , bedoluşka , marten , ejderhan , kolonborna , miyane , balyemez adlarındaki toplar şişhaneli karabina , çakmaklı , fitilli çeşitleriyle tüfek , tabanca , zırh , karakal , miğfer , dizçek , kolçak , kalkan da düşman silâhından korunmak için kulanılan silahlardan bazılarıydı.

Kuruluş Dönemi Osmanlı Kültür ve Uygarlığı Ordu Yapısı

OSMANLI ORDUSU

Kuruluş yıllarında Osmanlı Beyliği’nin düzenli askerî birlikleri yoktu. Gerektiğinde, gazilerden oluşan ve tamamı atlı olan aşiret kuvvetleri, alperenler ve gazi akıncıların tellallar vasıtasıyla bir yerde toplanması sağlanır ve sefere çıkılırdı. Savaş bitince bu kuvvetler dağılır, herkes işinin başına dönerdi. İlk fetihleri yapanlar bu uç kuvvetleridir. Sınırların genişlemesiyle birlikte bu kuvvetlerin yetersiz olduğu görüldü ve devamlı savaşa hazır, yaya ve atlı bir kuvvetin kurulmasına karar verildi.

OSMANLI ORDUSU

KARA KUVVETLERİ

DENİZ KUVVETLERİ (DONANMA)

KAPIKULU ASKERLERİ

EYALET ASKERLERİ

Tımarlı Sipahiler Yayalar ve Müsellemler Azaplar Akıncılar

KAPIKULU                               KAPIKULU

PİYADELERİ                            SÜVARİLERİ

* Acemi Ocağı                      •   Silahtarlar
* Yeniçeriler                          •   Süvariler
* Cebeciler
* Topçular

a. Kara Ordusu

■ Yaya ve Müsellemler:

Orhan Bey zamanında ilk düzenli yaya birlikleri ve atlı birlikler kuruldu. Bu birliklerin piyade askerlerine yayalar, atlı askerlerine de müsellemler dendi. Orhan Bey ile I. Murat dönemlerinde büyük başarılar sağlayan Yaya ve Müsellem kuvvetleriyle aşiret kuvvetleri olmuştur. Yaya ve Müsellemlere savaş zamanlarında gündelik iki akçe verilir, diğer zamanlarda ise kendilerine verilen çiftlikleri ekip biçerlerdi.

■ Kapıkulu Ocakları:

Rumeli’ye geçildikten sonra Yaya ve Müsellemler de ihtiyaca yetmedi. Bunun üzerine I. Murat döneminde Çandarlı Halil Hayrettin Paşa’nın teşvikiyle devşirme usulüne dayalı olan Kapıkulu Ocakları kuruldu. Kapıkulu Ocakları piyadeler ve süvariler olmak üzere iki bölümden oluşmaktaydı.

Kapıkulu Piyadeleri: Acemi Ocağı:

Yeniçeri Ocağı’na asker yetiştirmek için kurulmuş olan Acemi Ocağı ilk defa I. Murat döneminde Kazasker Çandarlı Kara Halil ile Karamanlı Molla Rüstem’in çalışmaları sonucu Gelibolu’da kuruldu.

Osmanlı Devleti’nin Rumeli’ye geçişinden sonra fetihlerin artmasıyla askere olan ihtiyaç daha da arttı. Bunun için 1363′te Pençik Kanunu çıkarılarak savaş esirlerinden yararlanılma yoluna gidildi. Kanuna göre, savaşlarda alınan esirlerden beşte biri vergi karşılığı

devletin olacaktı. Bu esirler kısa bir eğitimden sonra Yeniçeri Ocağı’na alınırlardı. Bunun sakıncaları görülünce savaş esiri gençlerin Anadolu’daki Türk ailelerin yanına verilmesi kararlaştırıldı.

Özellikle Ankara Savaşı’ndan sonra iç karışıklıklar ve fetihlerin durması sonucu esir elde edilememesi üzerine, Devşirme Kanunu çıkarılarak daha önce Türk-islam devletlerindeki uygulamalara benzer şekilde, Hristiyan halkın erkek çocuklarından sadece bir tanesinin alınması kararlaştırıldı. Tek çocuklu ailenin çocuğu alınmazdı. Bu kanun çerçevesinde lüzum ve ihtiyaca göre üç-beş senede ve bazen daha uzunca bir müddette Hristiyanlardan sekiz ila duruma göre on sekiz yaş arasında sağlıklı ve kuvvetlilerinden acemi oğlanı alınmaya başlandı. İlk önceleri Rumeli tarafından çocuk toplandı.

Devşirme yapılacak bölgede, öncelikle gönüllü olarak devşirilmek isteyenlerin çocukları alınırdı. Çünkü bu devirde yeniçeri olmak veya devlet kademelerinde önemli mevkilere gelebilmek için devşirme sistemi önemli bir fırsattı. Devşirme işlerinden birinci derecede yeniçeri ağası sorum­luydu. Acemi Ocağı’ndan Yeniçeri Ocağı’na geçiş yandaki bilgi notunda ifade edildiği gibi yapılırdı.

Yeniçeri Ocağı

Yeniçeriler, Kapıkulu Ocaklarının en temel ve en kalabalık grubuydu. I. Murat zamanında ilk önce Edirne’de kuruldu. Yeniçeriler, padişahın merkezî otoritesinin temelini oluşturmuştur. Yeniçeriler sayesinde padişah, uç beylerinin nüfuz ve otoritesini dengelemiştir. Yeniçeriler sıkı bir eğitim görürler; ok, yay, kılıç, balta ve gürz gibi çağın silahlarını en iyi şekilde kullanırlardı. Yeniçeriler, yaya olarak savaşırlar ve savaş sırasında merkezde, padişahın yanında bulunurlardı. Yeniçeri Ocağı’nın komutanına Yeniçeri Ağası denirdi. Yılda bir elbise ve üç ayda bir

ulufe denen maaş alan yeniçeriler, Kapıkulu ordusunun en itibarlı birlikleri arasındaydı. Merkezde ya da yakın kışlalarda yaşarlar, askerlik dışında başka işlerle ilgilenmezler ve emekli olana kadar da evlenmezlerdi.

Cebeci Ocağı Yeniçeri askerlerinin silahlarının yapımını, bakımını ve onarımını sağlayan teknik sınıftır. Topçu Ocağı

Top dökmek, top mermisi yapmak ve top atmak için kuruldu. Osmanlı ordusunda ilk top, I. Murat zamanında 1389′da I. Kosova Savaşı’nda kullanılmıştır. Yıldırım Bayezit tarafından da gerek İstanbul muhasaralarında gerekse Niğbolu kuşatmasında top kullanılmıştır.

Kapıkulu Süvarileri:

Süvari (atlı asker) olan bu bölükler, Kapıkulu ordusunun itibarlı birliklerindendi. I. Murat zamanında, sipahi ve silahtar adıyla iki bölük olarak kurulmuştur. Seferde padişahın yanında bulunur, onun tuğ ve silahlarını taşır, güvenliğini sağlarlardı. Derece olarak yeniçerilerden daha yüksektiler ve maaşları daha fazlaydı.

■ Eyalet Askerleri

Tımarlı Sipahiler

Tımar Sistemi: Osmanlı Devleti, Türkiye Selçuklularında ikta olarak bilinen bu sistemi alarak geliştirmiş ve tımar sistemi adıyla uygulamıştır. I. Murat zamanından itibaren uygulanan tımar sistemi, devletin sınırlarının genişlemesiyle yaygınlaşmış ve gelişmiştir. Bu sistemle Osmanlı Devleti bazı topraklarının gelirlerini, hizmet karşılığı olarak askerlerine ve memurlarına vermiştir.

Bu sisteme göre, tahrir sonucunda belirlenen devlete ait vergi gelirlerinin bir bölümü, padişah hasları adıyla merkeze ayrılır, geri kalanı ise dirlik denen çeşitli birimlere ayrılırdı. Dirlikler, gelirlerine göre has, zeamet ve tımar olmak üzere üçe ayrılıyordu.

HAS:

Geliri yüz bin akçeden fazla dirliklerdir. Padişaha, hanedan üyelerine, veziriazama, beylerbeyine, sancak beyleri ve üst düzey devlet görevlilerine verilirdi.

ZEAMET:

Gelirleri yirmi bin ila yüz bin akçe arasında olan dirliklerdir. Eyalet merkezlerinde oturan üst düzey yöneticilere (hazine ve tımar defterdarlarına, sancaklardaki alay beylerine, kale dizdarlarına, divan kâtiplerine vs.) verilirdi.

TIMAR

Senelik gelirleri üç bin ila yirmi bin akçe arasında olan dirliklerdir. Osmanlı Devleti’ne hizmeti olan bir bölüm asker ve memurlara verilirdi.

Tımar sahipleri her üç bin akçe için, zeamet ve has sahipleri ise her beş bin akçe için cebelü adı verilen atlı asker beslerlerdi. Tımarlı sipahiler denen eyaletlerdeki bu atlı birlikler, Osmanlı ordusunun en büyük bölümünü oluşturuyordu. Tımarlı sipahiler kanunlara uyduğu sürece tımarı elinden alınmazdı. Ancak sefere gitmeyen sipahinin dirliği elinden alınır, başkasına verilirdi. Bütün dirlik sahipleri kullanım hakkına sahip oldukları toprakları korumak ve yönetmekle görevliydiler. Bu işleri kadıların denetiminde yaparlardı.

Bu toprakları ekip biçenler, devlete ödemeleri gereken vergiyi, devletin göstereceği memurlara ve sipahilere öderlerdi. Üç yıl üst üste mazeretsiz

Üç yıl üst üste toprağını ekmeyenlerin dirliklerinin alınmasının nedeni neler olabilir?

olarak üretim yapmayanların toprakları işletme hakkı elinden alınırdı. Dirlik toprağının vergisini alan kişiler bu topraklar üzerinde yaşarlar ve devlet adına buraları yönetirlerdi.

Tımar sistemi sayesinde devlet, hazineden para harcamadan, her an savaşa hazır büyük bir atlı askerî birlik yetiştiriyordu. Toprağın boş kalması engellenerek üretimin artırılması ve devamlılığı sağlanıyordu. Aynı toprak üzerinden köylü, tımar sahibi ve yetiştirdiği askerlerin ihtiyaçları karşılanıyordu. Tımarlı sipahiler bölgelerinde huzur ve güveni sağlayarak jandarma görevini üstleniyorlardı. Böylece devletin merkezî otoritesi, ülkenin en uç noktalarına kadar gücünü ulaştırabiliyordu.

Azaplar

Azap, bekâr anlamına gelir. Bunlar, Anadolu’dan toplanan, savaşa yararlı, dinç ve kuvvetli bekâr Türk gençlerinden oluşuyordu. Azaplar, Osmanlı ordusunun hafif yaya askerleridirler.

Akıncılar

Sınırların güvenliğini sağlamak için kurulmuş olan atlı askerî birliklerdir. Çok hızlı hareket ettiklerinden dolayı bu:adı almışlardı. Bunların görevi düşman ülkelerine akınlar düzenleyerek bilgi toplamak, askerî ve ekonomik kaynaklarına zarar vermek, orduya yol açmak ve pusu kurulmasını önlemekti. Akıncı beyleri Avrupa dillerinden pek çoğunu bilirler, şehir ve kasabalarını tanırlardı. Doğrudan padişaha bağlı olan ve Türklerden seçilen akıncılar, babadan oğula geçmek üzere bir ocak meydana getirmişlerdi.

ilk Osmanlı donanması Karesi Beyliği’nden geçen küçük çaptaki bir deniz kuvveti idi. Bununla birlikte Osmanlılar, ilk zamanlarda küçük de olsa Karamürsel, Edincik ve izmit’te daha sonra da Gelibolu’da tersane kurmuştu. Ayrıca denizde kıyısı olup donanması bulunan ve Osmanlı idaresine alınan Saruhan, Aydın, Menteşe Beyliklerinin tersanelerinden faydalanılmıştır. özellikle Yıldırım Bayezit zamanında Osmanlı donanması büyük bir gelişme göstermiş ve Sakız, Eğriboz Adalarıyla Yunanistan’ın doğusuna akınlardüzenlemiştir.

Osmanlı donanmasının ilk ciddi çatışması Mehmet Çelebi zamanında oldu. Çalı Bey kumandasındaki Osmanlı donanması 1415′te Venediklilere yenildi. Bu mağlubiyetler Osmanlı denizciliğinin gelişmesini yavaşlatsa da donanmaya olan ihtiyacı göstermiş ve bu husustaki çalışmalar hızlanmıştır. Nitekim donanma, II. Murat zamanında Karadeniz’de Trabzon imparatorluğunu tehdit edecek bir duruma ulaşmıştır.

4. OSMANLI EKONOMİSİ

a. İnsan

Osmanlılarda reaya diye adlandırılan insanlar, yaptıkları işlerin özelliğine göre şehirlerde, kasabalarda ve köylerde yaşarlardı. Bu insanlar akıl ve beceriyle ekonominin temel amacı olan üretimi gerçekleştirir, karşılığında da kendisine imkân sağlayan devlete vergilerini vererek görevlerini yaparlardı.

Osmanlı ülkesinde yaşayan insanların oluşturdukları ekonomik güç, nüfusa orantılı olarak artmıştır. Osmanlı Devleti’nde nüfus sayımı yapılmamıştı; ancak ülke topraklarının ve üzerinde yaşayan insanların kaydedildiği tahrir defterlerinden, Osmanlı nüfusu hakkında birtakım bilgiler edinmek mümkün oluyordu. Bu defterlere fethedilen yerlerin ve burada yaşayan insanların yazımı yapılırdı.Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında kıtlık, salgın hastalık ve savaşlar yüzünden Anadolu’daki genel nüftıs azdı. Osmanlı Devleti güç kazandıkça ve yeni yerler fethettikçe nüfus arttı. Bunun nedeni ekonomik durumun iyileşmesi ve güvenli ortamın oluşturulmasıydı.

Osmanlı Devletinin Ordusu, Osmanlı Devleti Ordu Yapısı Nasıldı?

Kapıkulu Ocağı Kapıkulu Piyadeleri : Acemi Ocağı | Yeniçeri Ocağı | Cebeci Ocağı | Topçu Ocağı | Humbaracı Ocağı | Lağımcılar | Sakalar| Solaklar

Kapıkulu Süvarileri : Silahtar | Sipahi | Sağ Ulufeciler | Sol Ulufeciler | Sağ Gureba bölüğü | Sol Gureba bölüğü


Kara Okulları :
 Mühendishane-i Berr-i Hümayun | Kara Harp Okulu (Harbiye)

Eyalet Askerleri

Yerli Kulu:Azab | Sekban | Tüfenkçi | İcareli | Lağımcılar | Müsellem

Serhat Kulu:
 Deliler | Gönüllü | Besli

Topraklı Süvarisi:
Tımarlı Sipahiler | Akıncılar
Osmanlı Donanması Kaptan-ı Derya | Haliç Tersaneleri | Forsa (kürekçi) | Mühendishane-i Bahr-i Hümayun
Osmanlı Hava Kuvvetleri Tayyare Mektebi
Osmanli ordusu
kurulusundan 20. yüzyilin basina kadar kara ve deniz kuvvetleri olmak üzere teskilâtlanmisti. 1909-1910 yillarinda Avrupa ordu teskilâtina giren Hava kuvvetleri, 1912′de de Osmanli Devletinde kuruldu.
Osmanlilarin kurulusunda ordu, asiret kuvvetlerinden meydana geliyordu. Fetihlerin genislemesiyle, gönüllülerin, feth edilen yerlere iskânla da Türkmen bey ve kuvvetlerinin katilmasiyla asker miktari artip, teskilâtlanmaya gidildi. Beylik, akinci ve gönüllü kuvvetlerine ilâveten 1361 yilinda yaya (piyâde) ve müsellem (süvâri) olmak üzere muntazam ve dâimî ordu teskilâti kuruldu. Osmanli kara kuvvetleri piyâde, süvâri eyâlet askerleri, teknik ve yardimci siniflardan meydana gelirdi. Piyâdeler; acemi, yeniçeri, cebeci, topçu, top arabacilari, lagimci, humbaraci ocaklari olmak üzere yedi ocaga ayrilirdi. Süvâriler de; sipâhi, silâhtar, sag ulûfeciler, sol ulûfeciler, sag garipler, sol garipler bölükleri olmak üzere alti bölüge ayrilirdi. Eyâlet askerleri timarli sipâhiler ve yerli kulu teskilâti olmak üzere ikiye ayrilirdi. Timarli sipâhiler, Osmanli ordusunun en önemli kismi olup; timar sâhipleriyle, bunlarin beslemek ve yetistirmekle yükümlü olduklari cebelülerden meydana gelirdi. Yerli kulu teskilâti; yurtiçi, geri hizmet, kale kuvvetleri teskilâti olmak üzere üç bölümdü. Yurtiçi teskilâti; belderanlar, cerahorlar, derbendciler, martalozlar, menzilciler, voynuklar gruplarindan; geri hizmet teskilâti, yaya ve müsellemler ile yörüklerden; kale kuvvetleri teskilâti, azaplar, gönüllü ve beslilerden meydana gelirdi. Akincilar, Osmanli ordusunun öncü kuvvetleri olup, kurulusuna, gelismesine ve genislemesine çok hizmetleri geçti. Akincilar onlu sisteme göre teskilâtlanmislardi.
Deniz kuvvetleri (Donanma): Osmanli Deniz Kuvvetleri, Karesi, Mentese, Aydin gibi denizci beyliklerin hâkimiyet altina alinmasiyla sâhip olunan gemi ve personeliyle kuruldu. Ilk zamanlarda Karamürsel, Edincik ve Izmit’teki gemi insâ tezgâhlari, Sultan Birinci Bâyezîd Han (1386-1402) zamâninda Gelibolu, Sultan Birinci Selim Han (1512-1520) zamaninda Haliç, Sultan Birinci Süleyman Han (1520-1566) zamâninda Süveys ve zamanla Ruscuk, Birecik tersâneleri kuruldu. Bu tersânelerde kürekli ve yelkenli gemiler îmâl ediliyordu. Buharli gemilerin kesfiyle 1827′de donanma, Bugu denilen bu gemilerle de donatildi. Kürekli gemi çesitleri olarak; uçurma, karamürsel, aktarma, üstüaçik, çete kayigi, brolik, celiyye, çamlica, sayka, firkate, mavna, kalite, girab, sahtur, çekelve, kirlangiç, bastarde ve kadirga kullanildi. Yelkenli gemi çesitlerinden de; ates, agripar, barça, brik, uskuna, korvet, kalyon, firkateyn, kapak ve üç ambarli kullanildi. Donanma-i Hümâyûnun basi 1867 yilina kadar kaptan-i derya, bu târihten sonra da bahriye nâziri ünvânini tasidi. Osmanli donanmasi, muazzam teskilâti, kuvvetli harp filosu, cesur, üstün kâbiliyetli kaptan ve leventleriyle Karadeniz, Ege Denizi, Akdeniz ve Kizildeniz’e hâkim olup, Hind ve Atlas Okyanuslarinda Osmanli sancagi ile armasini dalgalandirip temsil ediyorlardi. Osmanli donanmasinin 27 Eylül 1538 târihinde müttefik Avrupa devlet ve kavimlerinden meydana gelen Haçli donanmasina karsi kazandigi Preveze Deniz Zaferi, bugün de Deniz Kuvvetleri günü olarak kabul edilmektedir.
Osmanli ordusunda atessiz, atesli, koruyucu silâhlar kullanilmaktaydi. Atessiz silâhlar; kiliç, ok, sapan, bozdogan, topuz da denilen gürz, kamçi, dögen, balta, meç, simsir, gaddara, yatagan, hançer, kama, mizrak, cirit, kantariye, kastaniçe, süngü, zipkin, tirpan, çatal, halbart, mancinik, müteharrik kule; Atesli Silâhlar; sayka, zarbazen, miyane zarbazen, sahî zarbazen, sakloz, dranki, bedoluska, marten, ejderhan, kolonborna, miyane, balyemez adlarindaki toplar sishaneli karabina, çakmakli, fitilli çesitleriyle tüfek, tabanca kullanilirdi. Zirh, karakal, migfer, kalkan da düsman silâhindan muhâfaza için kullanilirdi.
1839 Tanzimat ilânina kadar ordu-yu hümâyûnda mülkî vazifeleri de olan askerî rütbeler sunlardir: Sadâret, vezir, beylerbeyi, ülâ, sancak beyi, alaybeyi, kaymakam, binbasi, sagkolagasi, yüzbasi, mülâzim-i evvel, mülâzim-i sânî, zâbit vekili, basçavus, onbasi, nefer. Son devir askerî rütbeler ve Ikinci Abdülhamîd Han (1876-1909) zamâninda, 1900′de subay maaslari: müsîr (maresal) iki yüz elli altin, ferik (korgeneneral) yüz altin, mirliva (tümgeneral) altmis altin, miralay (albay) yirmi bes altin, kaymakam (yarbay) on sekiz altin, binbasi on iki altin, kolagasi (kidemli yüzbasi) on altin, yüzbasi bes altin, mülâzim-i evvel (üstegmen) iki buçuk altin, mülâzim-i sâni (tegmen) iki altin, nefer (er) bir mecidiye (bir altinin beste biri). Bu maaslar net ve kesintisiz olup, her ay da ihsân-i sahâne (pâdisâh hediyesi) alan pekçok subay vardi.

OSMANLI ASKERİ TEŞKİLATI  

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN ORDUSU 
İLE MUHAREBE MEYDANINDA

Osmanlı beyliğinin ilk kuruluş yılarında ordu gönüllülerden meydana geliyordu. Toprakların genişlemesi üzerine daimi ordu oluşturma ihtiyacı doğdu. Orhan bey Vezir Alaaddin paşanın tavsiyesi ile Yaya ve Müsellem denilen ilk daimi orduyu oluşturdu. Orhan bey zamanında, Karesi oğulları beyliğinin Osmanlılara katılması ile bu beyliğin donanması Osmanlı hizmetine girdi. Böylece Osmanlı deniz gücünün temelleri atıldı. I.Murat zamanında savaş esiri Gayri Müslim çocuklarından Yeniçeriler adı ile yeni bir ordu kuruldu. Osmanlı devletinin askeri teşkilatı oluşturulurken, Türkiye Selçukluları örnek alındı. Osmanlı ordusu klasik düzenini 15. yy da aldı. İhtiyaçlara göre ordu düzeninde sürekli değişiklikler yaşandı.

Osmanlı ordusunu iki bölüme ayırarak incelemek mümkündür. Bunlar, Kara ordusu ve Donanma olmak üzeredir.

KARA ORDUSU:

Osmanlı kara ordusu klasik dönemde üç ana bölümden oluşurdu. Bunlar;

A-Eyalet ordusu.

B-Kapıkulu ordusu.

C-Yardımcı Kuvvetler.

A-Eyalet Ordusu:

Eyalet ordusunun genel özellikleri şunlardır:

*Tamamı Türklerden oluşurdu.

*Tamamı atlı idi.

*Eyalet ordusu hazineden maaş almaz, Toprak geliri ile geçinirlerdi.

*Eyalet ordusu köylerde ve sınır boylarında yaşardı.

Eyalet Ordusunun Bölümleri:

1-Tımarlı Sipahiler. 5-Bozancılar.


2-Akıncılar.            6-Meşaleciler.


3-Azaplar               7-Menzilciler.


4-Martaloslar.         8-Derbentçiler.

1-Tımarlı Sipahiler:

Eyalet ordusu ve Osmanlı ordusunun klasik dönemde en kalabalık bölümünü oluşturur. Tımarlı sipahilerin tamamı atlıdır. Tamamı Türk’tür. Tımarlı sipahiler hazineden maaş almazlar, kendilerine verilen Tımar topraklarının geliri ile geçinirler. Sipahiler barış döneminde köylerin güvenliğini sağlarlar. Yılda bir defa, mülkiyeti devlete ait olan toprakların, tımar denilen bölümünün kendilerine tahsis edilen vergi gelirini toplarlardı.

Osmanlı devleti toprak sistemi ile askeri sistemini birleştirmişti. Mülkiyeti devlete ait olan toprakların vergi geliri hizmet karşılığı askerlere ve devlet adamlarına verilirdi. Bu topraklara vergi gelirinden dolayı “Dirlik” toprakları denirdi. Dirlik toprakları vergi gelirine göre üç bölüme ayrılırdı. Bunlar; Has, Zeamet ve Tımardı. Has ve Zeamet sahipleri gelirlerinin beş bin akçesi ile kendileri geçinir, geriye kalan her beş bin akçe için bir atlı asker beslerlerdi. Tımar sahipleri ise , üç bin akçe ile kendileri geçinir, geriye kalan her üç bin akçe için bir atlı asker beslerlerdi. Tımarlı sipahilere Tımarları ömür boyu verilirdi. Kendileri ölürse bu hak çocuklarına geçerdi.

Tımarlı sipahilerin Taşradaki komutanları rütbe sırasına göre beylerbeyi, sancakbeyi, subaşı ve alaybeyleriydi. Sefer çağrısı yapıldığı zaman beylerbeyinin emrine girerlerdi. Anadolu’daki sipahiler Anadolu ordusunu, Rumeli’deki sipahiler Rumeli ordusunu oluştururdu. Sipahiler hızlı hareket eden hafif silahlar kullanan askerlerdi.

2-Akıncılar:

Akıncılar, sınır boylarında yaşayan göçebe Türkmen çocuklarından oluşan birliklerdi. Akıncılara, Serhat kulu veya Evladı Fatihan adları da verilirdi. Akıncılar sınır boylarını korurlardı. Düşman ülkesine akınlar yaparak düşmanı zayıflatırlar ve istihbarat toplarlardı. Seferlerde ordunun önünden giderek yol açarlar, köprü yaparlar ve ordunun güvenliğini sağlarlardı. Savaşta da en ön safta yer alırlardı. Akıncılar günümüz dünya ordularındaki komandolara benzerlerdi. Akıncıların iyi yetiştirilenleri birkaç dil bilirlerdi. Rumeli de Malkoç oğulları, Evrenoz oğulları ve Turhan oğulları gibi nüfuzlu akıncı aileleri vardı. Akıncıların en vurucu bölümlerini “Deliler ve Beşliler” oluştururdu. Deliler düşmana korkusuzca saldırdıkları için bu adı almışlardı. Beşliler ise sınır boyunda yaşayan beş aileden bir askerin katılması ile oluştukları için bu adı almışlardı.

3-Azaplar:

Azap kelime olarak Bekar, Erkek manasına gelir. Osmanlı devleti düzenlediği kanunlarla her köyü ve mahalleyi belirli sayıda Azap askeri çıkartmakla görevlendirmişti. Köy halkı kanunlarda belirtilen sayıda azap askerini; güçlü ,kuvvetli, gözü pek ve sağlıklı gençler arasından seçerdi. Bu askerlerin her türlü ihtiyacı, köy halkı tarafından karşılanırdı. Azaplar yaya savaşan piyadelerdi. Ordunun ön safında yer alırlardı. Kara Azap’ı olduğu gibi deniz Azap’ı da vardı.

Ayrıca Martaloslar kalelerin güvenliğini sağlamakla görevli Hıristiyan kökenli askerlerdi. Meşaleciler seferlerde aydınlatma hizmetlerini yürütürlerdi. Genellikle Suriyeli Araplardan meydana gelmişlerdi. Bozancılar savaşlarda düşmanın maneviyatını bozacak naralar atarlar. Düşmanı gece uyutmamak için gürültü çıkartırlar ve orduyu galeyana getirecek marşlar söylerlerdi. Menzilciler ticaret yollarının güvenliğini sağlarlardı. Derbentçiler önemli geçitleri korurlardı.

Ayrıca bunların dışında Yayalar, Müsellemler, Yörükler ve Tatarlar gibi askeri birliklerde eyalet ordusu içinde yer alırdı.

B-Kapıkulu Ordusu:

Osmanlı devletinde Orta çağ Türk-İslam devletlerinde görülen “Gulam” sistemi örnek alınarak Kapıkulu ordusu oluşturulmuştur. Kapıkulu ordusunun temellerini atan padişah I.Murat’tır. İslam hukukuna göre her beş savaş esirinden birini hükümdar kendi hizmetine ayırma hakkına sahipti. I.Murat zamanında “Pençik Oğlanları” denilen savaş esirlerinden yeniçeriler adıyla bir ordu oluşturuldu. Bu ordu zamanla genişledi.

Savaş esirleri yetersiz hale gelince “Devşirme Kanunu” çıkartıldı. Buna göre her yıl Turnacı başı adlı görevliler Rumeli’deki Hıristiyan ailelerden küçük yaşlardaki erkek çocukları toplarlardı. Devşirme işlemi sırasında çok sayıda erkek çocuğu olan ailelerin çocuklarından birisi alınırdı. Bu çocukların soylu ailelerden olmasına özen gösterilirdi. Toplanan çocuklar önce Anadolu’daki köklü Türk ailelerinin yanına gönderilirdi. Bu çocuklar Türk ailelerin yanında yaklaşık sekiz yıl kalırlardı. Bu süre içerisinde ailenin diğer çocukları gibi ekonomik faaliyetlere katılırlardı. Türk dilini, kültürünü ve İslam dinini öğrenirlerdi. Bu uygulamanın amacı bu çocukları Türkleştirip, Müslümanlaştırmaktı. Daha sonra bu çocuklar Gelibolu’daki acemi oğlanlar ocağına alınırdı. Burada genel askeri ve kültürel eğitimden geçirilirlerdi. Acemi oğlanlar ocağında eğitimini tamamlayanlar kapıkulu ordusunun değişik bölümlerine dağıtılırlardı. Acemi oğlanlar ocağını bitirenlerin yakışıklı ve yetenekli olanları önce saray okullarına daha sonra ise Enderun adlı üniversiteye gönderilirlerdi. Enderun’u bitirenler devletin yüksek makamlarına ulaşırlardı. Bu olay Rumeli’deki Hıristiyan ailelerin çocuklarını devlete gönüllü vermelerine sebep olmuştur. Sokullu Mehmet paşa ve İbrahim paşa gibi Sadrazamlar devşirme kökenliler içerisinden çıkmıştır. Kapıkulu ordusunun genel özellikleri şunlardır:

*Bu ordu Devşirme kökenlidir.

*Kapıkulu ordusu devlet hazinesinden üç ayda bir “Ulufe” adı verilen maaş alırdı.

*Hükümdarın şahsına bağlı askerlerdi. Genellikle İstanbul, Edirne ve Bursa gibi kentlerde yaşarlardı.

*Ömür boyu askerlik yaparlardı. Evlenmeleri ve ticaretle uğraşmaları yasaktı. Askeri kışlalarda yaşarlardı.

Kapıkulu ordusu iki ana bölümden oluşurdu. Bunlar:

1-Kapıkulu Süvarileri.
2-Kapıkulu Piyadeleri.

1-Kapıkulu Süvarileri:

Kapıkulu ordusunun atlı bölümüdür. Bunlara altı bölükten oluştukları için “Altı Bölük Halkı” adı verilir. Bu altı bölük; Silahtar, Si pah, Sağ garipler, Sol garipler, Sağ ulufeciler ve Sol ulufeciler olmak üzeredir. Kapıkulu süvarileri rütbece yeniçerilerden öndedir. Maaşları piyadelerden daha yüksektir. Bu birlikler hazineyi, Padişahı, devletin sancak ve bayraklarını korumaktan sorumludur. Seferlerde padişahın otağını taşırlar ve kurarlardı. Savaşta padişahı korumakla görevliydiler.

2-Kapıkulu Piyadeleri:

Kapıkulu piyadeleri yaya askerlerdir. Yeniçeriler ve Teknik sınıflar olarak iki ana bölümden oluşurlar. Yeniçeriler Kapıkulu ordusunun en kalabalık bölümüdür. “Orta” denilen bölüklere ayrılmışlardır. Her ortanın çorbacı başı denilen komutanları vardır. Yeniçerilerin en yüksek rütbeli komutanları “Yeniçeri ağası” dır. Teknik sınıflar ise şunlardır:

Cebeciler: Yeniçerilerin silahlarını imal eden ve savaşta tahrip olan silahları tamir eden birliklerdir.

Topçular: Görevleri top denilen silahları yapmak ve bu silahları kullanmaktır.

Top Arabacıları: Ağır topların imali üzerine oluşturulmuşlardır. Görevleri insan gücü ile taşınamayan topları hayvanlar aracılığı ile taşımaktı.

Lağımcılar: Görevleri Kale fetihlerinde, Cephaneliklerin tahribinde gerekli olan tünelleri kazmak ve patlayıcı yerleştirerek havaya uçurmaktı.

Humbaracılar: El bombalarını, el mayınlarını, havan toplarını ve patlayıcıları yaparlar ve kullanırlardı.

C-Yardımcı Kuvvetler:

Osmanlı nüfuzuna giren bağlı devlet ve hükümetler Seferlere belirli sayıda asker göndermekle yükümlüydüler. Kuruluş ve Yükselme döneminde Anadolu beylikleri askerleri ile Osmanlı seferlerine katılmışlardır. Yükselme döneminde İç işlerinde bağımsız dış işlerinde Osmanlıya bağlı Kırım, Eflak, Boğdan ve Erdel beylikleri Seferlere ordularıyla katılırlardı. Kırım kuvvetleri Osmanlı ordusu içerisinde özel bir yere sahipti.

DONANMA:

Osmanlı devleti Karesi oğulları beyliğini topraklarına katınca donanmaya sahip oldu. Osmanlı donanmasının ilk üssü Marmara denizinde Edincik’ti. Donanma Rumeli’ye asker ve göçmen taşınmasında önemli rol oynadı. İlk Osmanlı tersanesini Gelibolu da Yıldırım Bayezid inşa ettirdi. İlk deniz savaşı Venediklilerle yaşandı (1416). Osmanlı donanmasını büyük bir güç haline getiren Fatih oldu. Fatih İstanbul’u fethetmek için 400 parçalık bir donanma oluşturdu. Gemilerin Kasım Paşa sırtlarından Haliç’e indirilmesi, İstanbul’un fethinde önemli rol oynadı. Fatih zamanında Osmanlı donanması Ege adaları ve Kırım’ın fethini gerçekleştirdi. Dünyanın en büyük deniz gücü olan Venedik yenilgiye uğratıldı. İtalya da Otranto fethedildi. Osmanlı denizciliğinin yükselmesinde Anadolu beyliklerinin Osmanlılara katılması önemli rol oynadı. Kanuni zamanında Osmanlı donanması dünyanın bütün devletlerinin donanmalarından daha güçlü hale geldi.

Osmanlı donanma komutanına “Kaptan-ı Derya” denirdi. Deniz askerlerine ”Levent” adı verilirdi. Osmanlı donanmasında bulunan gemilere ; Baştarda, Kalyon, Kadırga, Mavna, Atmaca, Serçe gibi adlar verilirdi. Osmanlı gemileri hem kürekli hem de yelkenli özellikteydi. Bir donanmada 47 gemi bulunurdu.

Osmanlı devletinin iki türlü donanması vardı. Bunlar Deniz donanması ve Nehir donanması idi. Osmanlı devletinin Nehir donanmasına İnce donanma denirdi. Nil, Fırat ve Tuna ırmaklarında büyük nehir donanması bulunurdu. Orta Avrupa’ya yapılan seferlerde ordunun ihtiyacı olan malzemeler Tuna nehri donanması ile taşınırdı. İran seferlerinde Fırat donanması taşıma yapardı. Doğu Afrika seferlerinde Nil donanması önemli hizmetler yapardı. Osmanlı devletinin Deniz donanmalarının önemli üsleri ; Süveyş, Basra, Kuzey Afrika, Gelibolu, Haliç, Kırım, Hazar, bölgelerindeki Liman ve tersanelerdi. Osmanlı devletinin en büyük tersanesi Haliç de bulunuyordu. 16.yy da Haliç tersanesinde 40. bin kişi çalışıyordu.

Donanmada görev yapan askerler hazineden maaş almazlardı. Geçimlerini ganimet ve kendilerine tahsis edilen toprak geliri ile sağlarlardı. Donanma personeli yaz aylarında sefere çıkar sonbahar da evlerine dönerlerdi. Kışın donanmada Nöbetçi personel görev yapardı.

Klasik dönemde yetişen ünlü Osmanlı denizcileri ;Kemal Reis, Salman reis, Burak reis, Barbaros Hayrettin paşa, Turgut Reis, Piri Reis, Piyale paşa, Seydi Ali Reis v.s dir.

16.yy ın sonlarından itibaren Osmanlı merkez donanması zayıflamaya başlamıştır. Ancak “Garb Ocakları” (Cezayir, Tunus ve Trablusgarb) donanması gücünü korumuştur. Cezayir beylerbeyine bağlı bu donanma Atlas okyanusundan Amerika’ya kadar seferler yapmıştır. 1795 tarihinde ABD bu donanmanın baskısı sonucu, Cezayir’e yıllık vergi vermeyi öngören anlaşmayı imzalamıştır.

Osmanlı Ordusunda Değişmeler:

17. yüzyılda Değişmeler:

Osmanlı kara ordusunda 16.yy ın ikinci yarısından itibaren değişmeler görüldü. Padişah III.Murat oğlu Mehmet’in düğününde hokkabazlık, Taklitçilik yapan kişiler Kapıkulu ordusuna alındı. Devşirme kanununa uyulmadı. Kapıkulu ordusuna Türkler alınmaya başlandı. Kapıkulu ordusunun disiplini bozuldu, sayısı arttı. Kanuni döneminde Kapıkulu ordusu 15 bin dolaylarındaydı. 17.yy da sayıları 100 bini aştı.Merkez ordusu denilen Kapıkulu ordusunun sayısının artırılması Eyalet ordusunun Avrupa’daki savaşlarda başarılı olmamasından kaynaklandı.Tımarlı sipahiler ve akıncılar atlı süvari birlikleriydi.Silah olarak ok,Yay ve mızrak gibi geleneksel silahları kullanıyorlardı. Genellikle ilkbaharda savaşa giderler sonbaharda köylerine dönerlerdi. 16.yy da Avrupa’da daimi ordular kuruldu. Bu ordular tamamen ateşli silahlarla donatıldı. Avrupa ordularında sürekli eğitim yapan , ateşli silahlar kullanan piyade ordusu karşısında Osmanlı eyalet ordusu başarılı olamadı. Bu gelişme, Osmanlı devletini Kapıkulu ve ateşli silah kullanan birliklerin sayısını artırmak zorunda bıraktı. Tımarlı sipahiler dağılmaya başladı. Sipahilerin tımarları ellerinden alındı. İşsiz kalan tımarlı sipahiler Celali isyanlarına katıldı. Akıncı birlikleri 1595 tarihinden sonra dağıldı.

Kapıkulu ordusunun sayısının artması mali sorunlara sebep oldu. Hazinenin yükü arttı.Kapıkulu ordusuna yeterli maaş verilemedi. Kapıkulu ordusu padişah ve diğer devlet yöneticilerine karşı isyanlar çıkardı.1622 tarihinde isyan eden yeniçeriler padişah II.Osman’ı öldürdüler. Yeniçerilerin disiplini gittikçe bozuldu. Torpille yeniçeri ocağına kaydolanlar görev yerine gitmediler. Bazıları da yerlerine vekil gönderip ulufe denilen maaşı paylaşmaya başladılar. Yükselme döneminde evlenmesi yasak olan yeniçeriler evlenmeye başladılar. Ticaretle uğraştılar. İstanbul da esnafı haraca bağladılar. Bu hareketler padişah IV.Murat ve Sadrazam Köprülü Mehmet paşa gibi liderleri sert önlemler almaya zorladı. Ordunun disiplininin bozulmasında devlet adamlarının iktidar hırsı ile askeri isyana teşvik etmeleri de etkili oldu.

Yükselme döneminde “Ocak devlet içindir” felsefesi geçerli iken duraklama ve gerileme dönemlerinde “Devlet Ocak içindir” felsefesi geçerli oldu.

“17.yy da Tımarlı sipahilerin dağılması taşrada güvenlik sorununu ortaya çıkardı. Beylerbeyleri Sekban, Saruca ve Levend adı verilen birlikler oluşturdular. Bu birlikler için halktan yeni vergiler alındı. Bu olay halkın toprağını terk etmesinde etkili oldu. Eyalet valileri topladıkları askerlerin maaşlarını ödeyemeyince işlerine son verdiler. Bazen de savaş döneminde orduya alınan askerler savaştan sonra dağıtıldı. Bu uygulama iç isyanlara sebep oldu.

18. ve 19. Yüzyıllarda Değişmeler:

1703 tarihinden itibaren devşirme uygulaması terk edildi. Bu tarihten sonra yeniçeri ocağına girenler tamamen Türk’tü.

Osmanlı devleti, 18.y da Avrupa’yı örnek alan askeri ıslahatlar yaptı. İlk olarak I.Mahmut Fransa’dan Kont Dö Boneval’i (Humbaracı Ahmet paşa) getirerek, humbaracı ocağında ıslahat yaptırdı. 1734 tarihinde “Hendeshane” adlı subay okulu açıldı. III.Mustafa Baron Dö Tot adlı uzmana Sürat topçuları ocağını açtırdı.I.Abdülhamit, İstihkam okulunu açtı. Avrupa’dan gelen uzmanların Müslüman olma zorunluluğu kaldırıldı. III.Selim “Nizam-ı Cedit” adı ile Avrupa tarzında modern bir ordu kurdu. Avrupa tarzında eğitim veren Kara Mühendislik okulunu (Mühendishane-i Berri Hümayun) açtı. Ancak 1807 tarihinde yeniçerilerin çıkardığı Kabakçı Mustafa isyanından sonra Nizam-ı Cedit ordusu dağıtıldı.

II.Mahmut Avrupa tarzında “Sekban-ı Cedit” ordusunu oluşturdu. Yeniçeriler bir yıl sonra isyan ederek bu orduyu da kaldırttılar (1809). II.Mahmut bir süre sonra Avrupa tarzında “Eşkinci Ocağı” adlı yeni bir ordu kurdu. Yunan isyanını bastıramayan yeniçeriler 1826 tarihinde yeniden isyan ettiler. Bu defa II.Mahmut hazırlıklıydı. İlmiye sınıfının, halkın ve topçu birliklerinin desteğini almıştı. Padişah devletin ve milletin baş belası olan yeniçerilere karşı halkı savaşa çağırdı. Peygamberin sancağını Sultan Ahmet meydanına diktirdi. Bu meydanda yaklaşık 100 bin kişi toplandı. Topçu birlikleri yeniçeri kışlalarını bombaladı. Ardından halk ve askerler yeniçeri kışlalarına hücum etti.Yeniçeriler, halk ihtilali ile yok edildi. Bu olay tarihe “Vakay-ı hayriye” (Hayırlı Olay) olarak geçti.

NOT:Yeniçeriler I.Murat tarafından kurulmuş, II.Mahmut tarafından kaldırılmıştır. Yeniçeriler yenilik hareketlerine karşı çıkarak ıslahatların başarılı olmasını engellemişlerdir. Devletin çöküş dönemine girmesinde etkili olmuşlardır. Yeniçeriler kendilerinin işlerine son verileceği endişesi ile Avrupa tarzında kurulan birliklere karşı çıkmışlardır. Yeniçerilerin kaldırılması ile yapılacak yeniliklerin önü açılmıştır.

II.Mahmut Yeniçeri ordusu kaldırıldıktan sonra “Asakir-i Mansure-i Muhammedi’ye” adlı Avrupa tarzında yeni bir ordu kurdu.Bu orduya bir süre sonra “Nizamiye” ordusu adı verildi. II.Mahmut günümüz harp okulunun temeli olan “Mektebi harbiye” yi açtı. Böylece modern imparatorluk ordusu ortaya çıktı.

Tanzimat döneminde askerlik vatan görevi haline geldi. Kara ordusunun yönetimi için “Serasker” unvanlı komutan atandı. Askerliğin süresi kısaltıldı. 19.yy da askerlik vatandaşlar için zorunlu bir görev haline geldi.

Osmanlı deniz gücünde ilk yenileşme Rus donanmasının Osmanlı donanmasını 1770 yılında Çeşme de yakmasından sonra başladı. Donanmaya subay yetiştirmek üzere “Mühendis hane-i Bahri Hümayun” (Deniz Mühendislik okulu) açıldı. Donanma personeli askeri kışlalarda sürekli eğitim yapan daimi birliklere dönüştürüldü.

Osmanlı devleti, Avrupa da ortaya çıkan buharlı motorla çalışan gemileri II.Mahmut zamanında donanmasına kattı. Sultan Abdülaziz zırhlı gemilerden oluşan yeni bir donanma oluşturdu. Bu modern donanma 19.yy da dünyanın üçüncü büyük donanması idi. Bu dönemde Osmanlı tersaneleri de gemi üretecek şekilde yenilendi. Ancak 1877-1878 Osmanlı Rus savaşında uğranılan yenilgi ve iç harplerden sonra başlayan çöküş modern donanmanın limanlara terk edilmesine sebep oldu. Donanma geliştirilemedi.

Osmanlı devleti 1912 tarihinde hava kuvvetlerini oluşturdu.Osmanlılar, ilk defa I.Dünya savaşında uçak kullandılar.

Fiziksel ajanda defterinin önemi ve faydası nedir, nasıl kullanılır, ne yazılır, ne işe yarar?

$
0
0

Dijitallerini boşverin! Kağıt ve kalemden oluşan gerçek bir  ajandanın yararlarını biliyor musunuz?

Fiziksel bir ajanda defteri tutmanın ve her gün gününüzü planlayarak yazmanın önemini ve faydalarını anladığınızda hemen bu alışkanlığı kazanmak isteyeceksiniz…

Teknolojiyle gelişen telefonlar ve tabletler ne kadar işimizi görse de kağıt kalem ikilisinin yeri dolmaz.

Günlük hayatı düzene sokmaktan geçmiş günleri hatırlamaya kadar birçok konuda işimizi kolaylaştıran ajandalar yeni bir yılda alınması gereken ilk ihtiyaçlar listesinde ilk sırada yer alıyor. Tabii iş ajanda almakla bitmiyor. Önemli olan kullanışlı bir ajanda almak ve onu en aktif şekilde kullanabilmek.

Doğru ajandayı bulmak için öncelikle ajandanın tarihli olmasına dikkat edin

Sadece tasarımı güzel diye tarihlerin yer almadığı bir ajandayı seçmekten kaçının. İkinci olarak sayfanın çizgili ya da kareli olmasına özen gösterin bu sayede yazdığınız notlar birbirine karışmaz. Ajanda seçerken dikkat etmeniz gereken bir başka nokta da ajandanın ebatları; yanınızda taşıyabileceğiniz kadar küçük ancak yazdıklarınızı rahatça anlayabileceğiniz kadar büyük ajandalar en ideal olanlarıdır.

Ajandayı en verimli şekilde kullanarak hayatınızı düzene sokmak içinse birkaç püf noktaya dikkat etmek gerekiyor

Bunlardan biri ajandanızı mümkün olduğu sürece yanınızda taşımanız ve her detayı bile o anda çıkarıp not almanız. Ajanda kullanırken hem sayfada kalabalığı önlemek hem de daha kolay hatırlamak için kendinize özel kısaltmalardan yararlanın ya da çiziminize güveniyorsanız aldığınız notla ilgili küçük resimler çizin. Bu sayede ajandanızı unutmuş olsanız bile içerisine ne yazıp çizdiğinizi hatırlama şansınız olur. Ajanda kullanırken sadece yapılacak işleri düşünmeyin. İki gün önce gidip çok beğendiğiniz bir filmi ya da uzun zaman sonra yaptığınız değişik aktiviteleri de geçmiş günlerde işaretleyin. Bu sayede yapılacaklar kadar yapmış olduklarınızı da değerlendirme şansınız olur.

Kısaca Marmaray Projesinin Çevreye Etkileri Özet

$
0
0

Marmaray Projesi çevreyi nasıl etkiler? Marmaray Projesinin çevresine olan olumlu olumsuz ve iyi kötü etkileri nelerdir? kısa

İstanbul Boğazındaki deniz ortamının özelliklerinin anlaşılabilmesi için Üniversiteler tarafından birçok çalışma gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmalar çerçevesinde, yürütülecek olan yapım işleri, İlkbahar ve Sonbahar mevsimlerinde oluşan balık göçünü engellemeyecek şekilde düzenlenmiştir.
Marmaray Projesi gibi büyük altyapı projelerinin çevre üzerindeki etkileri değerlendirilirken, genel bir uygulama olarak iki farklı dönemde oluşan etkiler değerlendirilir; yapım süreci boyunca oluşan etkiler ve demiryolunun işletime açılmasından sonra oluşan etkiler.Marmaray Projesinin etkileri, Avrupa, Asya ve Amerika’daki ülkelerde son yıllarda gerçekleştirilmiş olan diğer modern projelerdeki etkilerele benzerlik göstermektedir. Genel olarak yapım sürecinde oluşan etkilerin olumsuz olduğu söylenebilir; fakat bu olumsuzluklar, sistemin işletime açılmasından kısa bir süre sonra tamamen etkisiz hale gelecektir. Buna karşılık projenin kullanım ömrünün geri kalan süresi boyunca oluşacak olan etkiler, içbir şeyin yapılmaması durumuyla, yani Marmaray Projesinin üstlenilmemesi halinde bugün içinde bulunacağımız durumla karşılaştırıldığında oldukça olumlu olacaktır.

Örneğin, Projeyi gerçekleştirmediğimiz takdirde ortaya çıkacak olan durumla gerçekleştirilmesi halinde oluşacak durumları karşılaştırdığımızda, Projenin bir sonucu olarak hava kirliliğinde oluşacak olan azalmanın yaklaşık olarak aşağıda belirtilen düzeylerde olacağı tahmin edilmektedir:

- Hava kirletici gazların miktarında (NHMC, CO, NOx, vb.), ilk 25 yıllık işletim dönemi boyunca, yıllık ortalama olarak yaklaşık 29,000 ton/yıl düzeyinde azalma olacaktır.
- Sera gazlarının miktarında (başta CO2 olmak üzere) ilk 25 yıllık işletim dönemi boyunca, yıllık ortalama olarak yaklaşık 115,000 ton/yıl düzeyinde azalma olacaktır.

Tüm bu hava kirliliği çeşitleri, küresel ve bölgesel çevre üzerinde olumsuz etkilere neden olmaktadır. Metan dışı hidrokarbonlar ve karbon-oksitler, genel küresel ısınmaya olumsuz katkı sağlamaktadır (sera etkisi yaratmaktadır ve ayrıca CO, çok zehirli bir gaz olma özelliğini taşımaktadır) ve nitrojen oksitler, alerjik reaksiyonları ve astım hastalıkları bulunan insanlar için çok rahatsız edicidir.

İşletime geçildiğinde Proje, kullanılacak olan modern ve etkin teknikler sayesinde, günümüz itibariyle İstanbul’u etkisi altına almış olan gürültü ve toz gibi olumsuz çevresel sorunları azaltacaktır. Ayrıca Proje, demiryolu taşımacılığını çok daha güvenilir, emniyetli ve rahat bir hale getirecektir. Buna karşılık, çevre açısından bu büyük avantajların elde edilebilmesi için, başlangıçta ödenmesi gereken bir karşılık bulunmaktadır; bu da Projenin yapımı sırasında karsılaşacağımız bir gerçeklik olan olumsuz etkilerdir.

Şehir ve şehrin içinde yasayan insanlar açısından yapım sırasında oluşacak olan olumsuz etkiler, aşağıda sunulmuştur:

Trafik Sıkışıklığı

Üç yeni derin istasyonun inşa edilebilmesi için, İstanbul’un kalbinde bulunan çok geniş yapım sahalarının işgal edilmesi gerekecektir. Trafik akışı, başka yönlere saptırılacaktır; fakat bazı zamanlarda trafik sıkışıklığı sorunlarıyla karşılaşılacaktır.

Üçüncü hattın yapımı ve mevcut hatların iyileştirilmesi sırasında, mevcut banliyö demiryolu hizmetlerinin belirli süreler boyunca sınırlandırılması ve hatta kesilmesi gerekecektir. Etkilenen bu alanlarda hizmet sunmak üzere, otobüs servisleri gibi alternatif ulaşım yöntemleri temin edilecektir. Bu hizmetler, etkilenen istasyon alanlarındaki trafik akısının başka yönlere saptırılmasıyla birlikte, bu süreler boyunca trafik sıkışıklığı sorunlarının ortaya çıkmasına yol açabilecektir.

Yükleniciler, gereç ve malzemelerin büyük kamyonlar içerisinde yapım sahalarına taşınması ve buralardan uzaklaştırılması için, derin istasyonların yakınında bulunan karayolu sistemlerini kullanmak zorunda kalacaklardır; ve bu faaliyetler, zaman zaman karayolu sistemlerinin kapasitesinde aşırı yüklenmeye neden olacaktır.

Kesintilerin tamamen önlenmesi mümkün olmayacaktır; fakat dikkatli planlama ve kamuoyuna geniş kapsamlı bilgilerin sunulması ve ilgili yetkililerden gerekli desteğin alınması yoluyla, oluşabilecek olumsuz etkiler sınırlandırılabilecektir.

Gürültü ve Titreşimler

Marmaray Projesi için yürütülmesi gereken yapım işleri, gürültülü faaliyetlerden oluşmaktadır. Özellikle derin istasyonların inşaası için yapılması gereken işler, yapım aşaması boyunca yüksek düzeyde ve kesintisiz günlük gürültü oluşumuna neden olacaktır.

Yeraltı işleri, normal koşullar altında şehirde gürültüye neden olmayacaktır. Buna karşılık tünel açma makineleri (TBM) kendi etrafındaki zeminde, düşük frekanslı titreşime neden olacaktır. Bu durum, çevredeki bina ve arazilerde, gümbürdeme tipi bir gürültüye yol açacaktır ve bu gürültü, 24 saat kesintisiz olarak devam edebilecektir fakat bu tür gürültüler, herhangi bir alanı birkaç haftadan daha uzun bir süre boyunca etkilemeyecektir.

Mevcut banliyö demiryolu hizmetlerinin uzun bir süre boyunca kapatılmasının engellenebilmesi için bazı işler gece saatlerinde yürütülecektir. Bu süreler içerisinde yapılacak olan faaliyetlerin oldukça gürültülü olması beklenebilir. Bu gürültü düzeyi zaman zaman bu tür işler için normal koşullar altında kabul edilebilir olan sınır düzeylerini de aşabilecektir.

Gürültünün yol açacağı rahatsızlıkların tamamen ortadan kaldırılması mümkün olmayacaktır fakat yapım faaliyetlerinden kaynaklanacak gürültü düzeyinin mümkün olduğu kadar sınırlandırılabilmesi için Yükleniciler tarafından alınması gereken tedbirlerle ilgili geniş kapsamlı şartnameler öngörülmüştür.

Toz ve Çamur

Yapım faaliyetleri, yapım sahalarının etrafındaki alanlarda havada tozlanmaya ve yollarda çamur ve toprak birikimine neden olur. Bu koşullar, Marmaray Projesinde de gözlenecektir.

Bu sorunların tamamen ortadan kaldırılmasının mümkün olmamasına rağmen, genel olarak etkilerin azaltılabilmesi için birçok şey yapılabilir ve yapılacaktır; örneğin, yolların ve kaplamalı alanların sulanması; araçların ve yolların temizlenmesi.

Hizmet Kesintileri

Yapım işlerine başlamadan önce, bilinen tüm altyapı şebekeleri belirlenecek ve gereken şekilde yerleri ve yönleri değiştirilecektir. Buna karşılık mevcut altyapı şebekelerinin birçoğu, olmaları gereken şekilde yerleştirilemeyecektir; ve bazı durumlarda kimsenin bilgisi dahilinde olmayan altyapı hatlarıyla da karşılaşılabilecektir. Bu nedenle güç beslemesi, su temini, kanalizasyon sistemleri ve telefon ve veri kabloları gibi iletişim sistemlerinde, zaman zaman oluşabilecek hizmet kesintilerinin tamamen önlenmesi mümkün olmayacaktır.

Bu tür kesintilerin tamamen önlenmesinin mümkün olmamasına rağmen, dikkatli planlama yapılarak ve kamuoyuna geniş kapsamlı bilgiler sunularak ve ilgili yetkili kurum ve mercilerden gerekli destek alınarak, olumsuz etkiler sınırlandırılabilecektir.

Deniz ortamı ve İstanbul Boğazındaki deniz yolunu kullanan insanlar açısından da yapım aşaması süresince bazı olumsuz etkiler gözlenecektir. Bu etkilerin en önemlileri aşağıda belirtilmiştir:

Kirlenmiş Gereçler

İstanbul Boğazı’nda gerçekleştirilmiş olan etüt ve incelemelerde, Haliç’in İstanbul Boğazıyla birleştiği yerde, deniz dibinde kirlenmiş gereçlerin bulunduğu belgelendirilmiştir. Sökülmesi ve uzaklaştırılması gereken kirlenmiş gereç miktarı, yaklaşık 125,000 m3 düzeyindedir.

AYGM tarafından Yüklenicilerden talep edildiği üzere, gereçlerin deniz dibinden çıkarılması ve Kapalı bir Atik Uzaklaştırma Tesisine (CDF) taşınması için etkisi kanıtlanmış ve uluslararası düzeyde kabul edilmiş tekniklerin kullanılması gereklidir. Bu tesisler, tipik koşullar altında karasal alan üzerinde bulunan sınırlandırılmış ve kontrol altına alınmış ve temiz gereçlerle yalıtımı sağlanmış bir alandan oluşacak veya deniz dibinde temiz koruyucu gereçlerle kaplanmış ve çevresi sınırlandırılmış bir çukurdan oluşacaktır.

İlgili iş ve faaliyetlerde doğru yöntemler ve ekipmanların kullanılması halinde, kirlilik sorunları tamamen ortadan kaldırılabilecektir. Bunlara ek olarak, deniz dibi alanının önemli bir bölümünün kirlenmiş gereçlerden arındırılması, deniz ortamı üzerinde olumlu bir etkiye neden olacaktır.

Bulanıklık

Açılan kanalın, batırma tüp tüneline uygun olarak hazırlanabilmesi için, İstanbul Boğazı’nın dibinden en az 1,000,000 m3 toprağın çıkarılması gereklidir. Bu iş ve faaliyetler, hiç şüphesiz ki suda doğal tortuların oluşmasına neden olacak ve buna bağlı olarak bulanıklığı arttıracaktır. Bu durum, İstanbul Boğazındaki balık göçü üzerinde olumsuz etkilere neden olacaktır.

İlkbahar döneminde balıklar, Karadeniz’e doğru akıntının oluştuğu İstanbul Boğazının derin bölümlerinde hareket ederek kuzeye doğru göç ederler ve Sonbahar döneminde, Marmara Denizine doğru akıntının oluştuğu üst tabakalarda güneye doğru göç ederler.

Buna karşılık, bu ters yönlü akıntılar nispeten kesintisiz bir şekilde ve aynı anda oluştuğu için, bulanıklık seviyesindeki artıştan kaynaklanan sudaki bulut şeridinin nispeten dar (büyük ihtimalle yaklaşık 100 ila 150 metre) olması beklenmektedir. Danimarka ve İsveç arasındaki Oeresund Batırma Tüp Tüneli örneğinde olduğu gibi, diğer benzer projelerde de bu durumla karşılaşılmıştır.

Oluşan bulanıklık şeridinin 200 metreden az olması halinde balık göçü üzerinde belirgin bir etkiye yol açması olası gözükmemektedir. Çünkü göç eden balıklar, İstanbul Boğazı’nda bulanıklığın artmadığı yolları bulup izleyebilme fırsatlarına sahip olacaklardır.

Balıklar üzerindeki bu olumsuz etkilerin neredeyse tamamen ortadan kaldırılabilmesi mümkündür. Bu amaçla uygulanabilecek olan azaltıcı tedbir, sadece Yüklenicilerin deniz dibini tarama işlerinin zamanlaması ile ilgili seçeneklerini sınırlandırmaktan ibaret olacaktır. Böylece yüklenicilerin İlkbahar göç döneminde İstanbul Boğazı’nın derin bölümlerinde sualtı kazısı ve deniz dibi tarama işlerini yapmalarına izin verilmeyecektir; yükleniciler sadece Sonbahar göç döneminde, İstanbul Boğazı’nın genişliğinin %50′sinin aşılmaması kaydıyla, tarama işlerini yapabileceklerdir.

Batırma tüp tünelin yapımıyla ilgili deniz işleri ve faaliyetlerinin büyük bir bölümünün İstanbul Boğazında gerçekleştirileceği yaklaşık üç yıllık bir dönem bulunmaktadır. Bu faaliyetlerin çoğu, İstanbul Boğazındaki normal deniz trafiğine paralel olarak gerçekleştirilebilecektir; fakat deniz trafiği üzerinde sınırlamaların uygulanacağı bazı dönemler ve hatta bazı durumlarda trafiğin tamamen durdurulacağı daha kısa süreli dönemler de olacaktır. Uygulanabilecek olan azaltıcı tedbir, Liman Başkanlığı ve diğer yetkili kuruluşlarla yakın işbirliği içerisinde hareket edilerek, denizde yapılan tüm iş ve faaliyetlerin dikkatli ve zamanlamaya uygun bir şekilde planlanmasını sağlamak olacaktır. Bunlara ek olarak, modern Gemi Trafik Kontrol ve İzleme Sistemlerinin (VTS) kullanılabilirliği ile ilgili tüm ihtimal araştırılacak ve uygulamaya geçirilecektir.

Kirlilik Denizde ağır ve yoğun iş ve faaliyetlerin sürdürüldüğü dönemlerde, her zaman için kirlilik sorunlarına yol açabilecek kaza riski olacaktır. Normal şartlar altında bu kazalar, İstanbul Boğazı’nın su yolunda veya Marmara Denizinde sınırlı miktarda petrol veya benzin döküntülerini kapsayacaktır.

Bu tür riskler tamamen ortadan kaldırılamaz; fakat Yüklenicilerin uluslararası düzeyde etkisi kanıtlanmış standartlara kesinlikle bağlı kalmaları ve bu tür durumların yaratacağı çevresel etkilerin sınırlandırılması veya etkisiz hale getirilebilmesi için ilgili sorunlarla başa çıkabilmeye hazır olmaları gerekecektir.

Marmaray Konut Fiyatlarını Nasıl Etkiler? 

Marmaray, Yenikapı-Sirkeci-Üsküdar hattında emlak piyasasını farklı yerlere taşıyacak
29 Ekim’de hizmete girecek olan Marmaray projesi, Avrupa ile Asya arasında ilk kez raylısistem geçişini gerçekleştirirken, geniş bir alanda emlak fiyatları
ve kiralarda da belirleyici bir faktör olacak. EVA Gayrimenkul Değerleme Genel Müdürü CanselTurgut Yazıcı, Marmaray projesiyle birlikte gayrimenkul piyasasında yaşanacak gelişmeleri mercek altına alıyor.
Değerleme sektörünün önde gelen kuruluşları arasında yer alan EVA Gayrimenkul Değerleme Danışmanlık A.Ş.’nin gerçekleştirdiği çalışmaya göre, gayrimenkul piyasası açısından Marmaray projesinin özellikle Kazlıçeşme-Yenikapı-Üsküdar-Sirkeci-İbrahimağa arasındaki ‘Boğaz geçişi’ özel bir nitelik taşıyor.
Bağlantı noktaları öne çıkıyor
Boğaz geçişinin, banliyö hatlarının da bağlandığı düşünüldüğünde İstanbul’un tarihi çekirdeğinin ‘merkez’ olma kimliğini daha da pekiştireceğini ifade eden Yazıcı, Yenikapı-Sirkeci-Üsküdar hattını raylı sistem ve denizyolu bağlantıları açısından düğüm noktaları olarak değerlendiriyor. Yazıcı, bu iki noktada özellikle emlak fiyatlarının çevrelerine kıyasla daha fazla hareketleneceğini, halihazırda Üsküdar merkez bölgesinde, istasyon çıkışına maksimum 10 ila 15 dakika uzaklıkta bulunan mahallelerde mülk sahiplerinin kiralık konutlarını beklettiğini belirtiyor.
Diğer yandan, şu an merkez bölgesinde kiralık olan birçok konutun Marmaray açılışının çok daetki etmeyeceği eski binalarda yer alan daireler olduğunu ifade eden Yazıcı, talep edilen dairelerin ise mülk sahiplerince Marmaray açılışı için bekletildiğini kaydediyor. Sirkeci-Yenikapı bölgesinin ise tarihi yarımada sınırları içerisinde kaldığı için zaten arsa arzının kısıtlı olduğu ve yeni konutların ya da markalı konutların az rastlandığı bir bölge olduğuna değinen Yazıcı, bu bölgeye en yakın markalı konutların Yedikule-Zeytinburnu-Bakırköy hattında yer aldığını, Kazlıçeşme istasyonuna yakınlığı sebebiyle bu bölgelerde de artış beklendiğine vurgu yapıyor.
Avrupa yakasında ticari mekanlar değerlenecek
29 Ekim 2013’te projenin ‘Boğaz geçiş’ etabı olarak bilinen Kazlıçeşme-İbrahimağa arasındaki istasyonlar devreye giriyor. Bu istasyonların diğer bölgelerle entegrasyonu da sağlanacak ve 2016 yılına kadar hedeflenen tüm bağlantılar tamamlanacak. Bundan dolayı Yazıcı’ya göre bölgelerin emlak hareketlenmesi de dönem dönem farklılık gösterecek.
İlk etapta boğaz geçiş bölgesinde belirtilen istasyonların çevresindeki bölgelerde birim  metrekarelerde artış bekleniyor. Halihazırda oldukça lüks markalı konutların yer aldığı Kazlıçeşme-Yedikule bölgesinde Yedikule Konakları, 16/9, Ottomare Suits, İstanbul Veliefendi,Sahil park, The İstanbul Residence, Bakırköy 46, Real İstanbul gibi markalı konutlarda birim metrekare değerlerindeki genel aralık 5.000 TL/m2 – 7.500 TL/m2 arasında değişiyor.
Yazıcı, bu bölgede yer alan markalı projelerle yapılan görüşmelerde Marmaray projesinin açılışına yönelik belirlenen bir fiyat politikası olmasa da periyodik dönemlerde yapılan fiyat değişikliklerinde mutlaka projenin hayata geçmesinin etkili olacağı, ancak ne kadarlık bir artış sağlayacağının şimdiden söylenmesinin zor olduğunu belirtiyor. Ayrıca projelerin çoğunda konut satışları tamamlanmak üzere olduğundan, yatırımcıların nasıl bir fiyat politikası izleyeceği bilinemiyor.
Bununla birlikte, Yazıcı’ya göre projenin direkt bağlantılı olduğu bölgelerden birisi olan Yenikapı-Sirkeci arası konut bölgeleri olmadıkları ve tarihi yarımadada kısıtlı yapılaşma şartları bulunduğu için bu bölgedeki konut piyasasının ilk etapta tepki vermesi beklenmiyor. Ancak Sirkeci ve çevresinde yer alan eski iş hanlarının, cadde üzerinde yer alan dükkanların kira fiyatlarında mutlak bir artış olacağı ileri sürülüyor. Sonuç olarak, birçok noktadan çok kolay erişilebilir bir bölge haline gelecek olan Sirkeci-Yenikapı bölgesinin birkaç yıl içerisinde İstanbul’un transfermerkezi konumunda çok önemli bir rol oynayacağını kaydeden Yazıcı, özellikle iki yaka arasında raylı sistemle yolculuk edecek olan bir kişinin, hangi noktadan yolculuğuna başlamış olursa olsun mutlaka Yenikapı, Sirkeci ya da Üsküdar istasyonuna uğramak durumunda olacağına dikkat çekiyor.
Anadolu yakasında kirada en az yüzde 10-15 artış
Projenin Anadolu Yakası’ndaki ilk durak noktası olan Üsküdar merkez bölgesi hâlihazırda eski yerleşimlerin olduğu bir bölge olarak öne çıkıyor. Yazıcı, nispeten kiralık konutların Avrupa Yakası’na oranla daha uygun olduğu için, üniversite öğrencilerinin tercih ettiği bir lokasyon olduğunu, markalı konutlara rastlanmasa da merkeze yürüme mesafesindeki tek proje olan Üsküdar Prestij Park’ta fiyatların 1 milyon 500 bin Euro’ya ulaştığını kaydediyor.
Marmaray projesinin Üsküdar’da etkileyeceği gayrimenkullerin daha çok kiralık konutlar olacağını ifade eden Yazıcı, şu anda merkez bölgesinde kiralık konut bulunmasında sıkıntılar yaşandığını, bunun nedenini mülk sahiplerinin projeyi beklemesi ve üniversitelerin açılmasıyla konut ihtiyacının ortaya çıkması olduğunu belirtiyor.
Üsküdar merkez bölgesinde 100 m2’lik bir dairenin kirası 900-1.500 TL arasında değişiyor. Manzara unsuru devreye girdiğinde kiralar 3.000 TL’yi bile geçebiliyor. Bununla birlikte, Marmaray projenin hizmete girmesini bekleyen mülk sahiplerinin bir süre talepleri biriktirmesi ve talepler doğrultusunda hareket etmesi bekleniyor. Ancak Yazıcı, uzun bir süre emlak piyasasının hareketlenmesini bekleyen mülk sahiplerinin kira fiyatlarını en az yüzde 10 ila yüzde 15 arasında yükseltmelerini öngörüyor. Diğer yandan, en çok bir yıl içinde bu oranın daha da artacağı tahmin ediliyor. Bu gelişmeyle ilgili olarak raylı sistem projelerinin etkisini zamanla daha net hissettirenulaşım araçları olduğunu ifade eden Yazıcı özellikle İstanbul’un daha yeni yeni raylı sistemlerle tanışıyor olduğu göz önünde bulundurulacak olursa, mülk sahiplerinin ve yatırımcıların projenin etkisini gözlemleyebilmesi, talepleri değerlendirip piyasanın oluşmasının belli bir süre alacağının altını çiziyor.
Anadolu yakası metroları emlak piyasasını etkiliyor
Çalışmayla bağlantılı olarak Yazıcı, 2012 Aralık ayında EVA Gayrimenkul Değerleme’nin yayınlamış olduğu “Markalı Konut Sektör Raporu” kapsamında yaptıkları değer artışı analizinde 2011  Nisan -2012 Aralık, yani 19 aylık süreçte Kartal-Maltepe bölgesinde markalı konutların birim metrekare değerinde yüzde 30 oranında artış tespit ettiklerini de hatırlatıyor.
Bu artışa etki eden faktörlerin Kartal-Kadıköy metrosu, dünyanın en büyük adalet sarayı olanKartal Adliyesi ve uzun süredir bekleyen dönüşüm projesinde çözüm aşamasına gelinmesi olarak belirtiliyor. Tüm bu etkenler neticesinde Kartal bölgesinde yatırımlar arttığını ifade eden Yazıcı, emlak piyasasının bu bölgede de  hız kazandığına vurgu yapıyor.
Marmaray ile İbrahimağa istasyonundan Kadıköy-Kartal metro bağlantısı sağlanacağını, bu sayede 2013 itibariyle Kartal’dan Kazlıçeşme’ye kadar raylı sistemlerle gidilebileceğini belirten Yazıcı, 2015 yılında ise Halkalı’ya kadar kesintisiz ulaşım sağlanabileceğini kaydediyor. Yazıcı, bu gelişmenin Kartal bölgesinin çekim gücünü oldukça artıracağının da altını çiziyor.
Yaklaşık iki senede yüzde 30 prim yapan bölgede markalı konutların halihazırda güncel birim metrekare değerlerinin 3.000-5.500 TL/m2 aralığında olduğunu kaydeden Yazıcı, ayrıca bölgedekentsel dönüşüm sorunlarının çözülerek sürecin başladığını, DKY İnşaat, Ege Yapı, İş GYO, Dap Yapı, Fer Yapı, Ağaoğlu gibi markalaşmış firmaların bölgeye yeni yatırımlar yapacaklarının kesinleşmiş olduğunu belirtiyor. Yazıcı, Adalet Sarayı’nın hizmete girmesiyle de ofis sektöründe önemli bir atılımın başladığını, Kartal’ın kısa bir sürede emlakta çok mesafe kateden bir bölge haline geldiğini, bu ivmeye Marmaray’ın projesi bağlantısının da büyük katkı sağlayacağına vurgu yapıyor.
Marmaray’ın Üsküdar istasyonunun ise Üsküdar-Ümraniye metrosuyla bağlantı kurarak Çekmeköy-Sancaktepe’ye kadar uzanacağını hatırlatan Yazıcı, projenin 2016 yılında devreye gireceğini, metro kaynaklı hareketliliğin daha çok Çekmeköy- Sancaktepe bölgesinde yaşanacağını belirtiyor.
Yeni yatırımlara arsa arzı daha kolay karşılanabildiği için projeler de daha çok Çekmeköy-Sancaktepe bölgesinde geliştiriliyor. Bu bölgedeki markalı konutların birim metrekare değerlerinin 2.750-4.000 TL/m2 aralığında değiştiğine değinen Yazıcı, son iki seneye oranla yaklaşık yüzde 15 ila 20 oranlarında artış görüldüğünü kaydediyor. Bu artışta Üsküdar merkeze bağlanan metronun da etkisi olduğunu ifade eden Yazıcı,  Marmaray’ın Halkalı etabının 2015, Çekmeköy-Üsküdar metrosunun ise 2016 yılında devreye girmesiyle Çekmeköy-Halkalı arası ulaşımın raylı sistemle 70 dakikadan az bir sürede gerçekleşeceğini belirtiyor. Yazıcı, kolay ulaşılır mekanların daha çok tercih edilmesi nedeniyle talepte artış görüleceğini, özellikle bugün yatırım yapanların birkaç yıl sonra kiralık olarak arz ettiklerinde yüksek talep göreceklerini kaydediyor. Kira değerlerinde mutlak artış yaşanacak olsa da bir yüzde söylemenin şu an için doğru olmadığını ifade eden Yazıcı, ulaşım projelerinin devreye girmesinden sonraki altı aylık süreçte, hem yatırımcıların hem de kullanıcıların hareketleri ve yönelişlerinin piyasayı belirleyeceğini, Marmaray gibi büyük çaplı projelerin etkisini anlamak ve getirdiği kolaylıkları görebilmek için açıldıktan sonra birkaç aylık süreç gerektiğine vurgu yapıyor.
Marmaray bölgedeki diğer yatırımlarla da bütünleşecek
Marmaray’ın tamamen biteceği 2015 senesi itibariyle Avrasya tüneli olarak bilinen IstanbulBoğazı Lastik Tekerlekli Tüneli (Kazlıçesme – Göztepe Kavşağı) projesi de tamamlanacak ve Kazlıçeşme ile Göztepe arasındaki araçla seyahat süresi oldukça kısalacak. Marmaray’ın da istasyonlarının bulunduğu bu bölgeler böylece hem araç hem de toplu taşıma bakımından avantajlı bölgeler olarak öne çıkacak. Bunun dışında Üsküdar Meydanı Marmaray Projesi ile büyük bir dönüşüm geçirecek ve Marmaray istasyonunun tamamlanmasıyla Üsküdar’ın ulaşım odağı kimliği çok daha güçlenecek.
Bağlantılı diğer projelerle birlikte değerlendirildiğinde Marmaray projesinin ne anlama geldiği hakkında Yazıcı şunları söylüyor: “İstanbul’da özellikle 1960 sonrasında banliyö hatları çevresinde plansız gelişen yerleşim alanları, Marmaray projesyle dönüşüm sürecine girmiş bulunuyor. Dönüşüm ve ulaşım planlarına bakınca Marmaray’ın üst ölçek bir ulaşım planı olduğu daha iyi anlaşılıyor. İstanbul’da karayolu merkezli gelişim politikası nedeniyle ’’cazibesini kaybeden banliyö hattı’ Marmaray projesiyle tekrar cazip haline geliyor. Hat üzerinde veya hat çevresinde yer alan yerleşim alanlarının emlak değerleri şimdiden arttı. Rant değeri artan yerleşimlerde belediye eliyle veya özel sektör girişimiyle planlanan ’’kentsel dönüşüm’’ projelerinin yoğunluğu dikkat çekiyor. Marmaray güzergahı boyunca Avrupa yakasında Halkalı,  Küçükçekmece,  Zeytinburnu,  Kazlıçeşme, Süleymaniye kentsel dönüşüm planları olan bölgelerdir, Galataport adıyla bilinen Kruvaziyer Liman projesinin ihalesi ise bu yıl yapıldı. Anadolu yakasında da Haydarpaşa, Kartal, Pendik ve belki de bu projeyle birlikte artık İstanbul iline daha yakın görünecek olan Gebze’de dönüşüm planları mevcut. Diğer yandan, Marmaray güzergahı üzerinde özellikle Kartal ve Küçükçekmece’nin merkezi iş alanı (MİA) olarak geliştirilmesi planlanıyor. Paris, Londra gibi raylı sistemleri gelişmiş metropollerde nüfusun yüzde kırkı toplu taşımayı kullanırken İstanbul’da bu rakam sadece yüzde onlarda. Marmaray bu açıdan, hem raylı sisteme dayalı ulaşım payının artmasını sağlayacak hem de gayrimenkul sektörünehareketlilik getirecek çok önemli bir projedir.”

Marmaray Projesi’nin yapımı sırasında doğal dengeyi bozan bazı durumlar saptanmıştır. Pek çok açıdan çevreye zararı bulunan projenin inşaat projesi olması dolayısıyla çevreye ve doğal dokuya herhangi bir katkısından bahsetmek mümkün değildir. İnşaat sırasında kötü görüntüler ve metal yığınları oluşacaktır. İstanbul ve Türkiye için tarihi olan gar ve istasyonlar inşaattan kötü yönde etkilenecek, bununla birlikte İstanbul’da çok fazla görülmeyen yeşil alan deforme olacaktır. Ayrıca proje için yenilenecek olan banliyölerin yenilerinin inşa edilmesi ile tren yolu çevresindeki doğa örtüsü de korunması gerekirken tahrip altında kalacaktır.

marmaray projesi

Asrın projesi olarak anılan Marmaray gibi büyük çaplı bir projenin etkileri, yapım sürecindeki etkileri ve kullanıma açılmasından sonra oluşacak etkiler olarak iki farklı dönem için gruplandırılabilir.

Avrupa, Asya ve Amerika’daki gelişmiş ülkelerde son teknoloji ürünü pek çok projede görüldüğü gibi yapım süreci boyunca negatif bir etkilenme söz konusudur. Ancak bu negatif etkiler, yapı kullanıma açıldıktan sonra nötr hale gelecektir. Ancak projenin yapılmaması halinde şu an içinde bulunduğumuz durumdan çok daha iyi bir durumda olunacağı açıktır.

Projenin hayata geçirilmediği varsayılacak olursa, projenin oluşturacağı hava kirliliği oranı da büyük miktarda azalacaktır. İlk çeyrek asırlık işletim döneminde havaya salınacak olan zararlı gaz miktarında 29.000 ton/yıl kadar bir azalış görülecektir. Sera gazlarının başında gelen CO2 miktarında da yine ilk 25 yıllık dönemde 115.000 ton/yıl bir azalış olacaktır. Hava kirliliğinin bilindiği üzere insan yaşamı için çok fazla zararı vardır. CO2, CO gibi son derece zararlı bu gazların yol açtığı kirlilik alerjik hastalıkları ve astımı olan insanlar için risk oluşturmaktadır.

Marmaray kullanıma açıldığında şüphesiz İstanbul’un trafik, gürültü ve toz gibi çevresel problemlerin azalmasında etkili olacaktır. Ayrıca güvenilir ve kolay bir taşıma yöntemi olacaktır. Ancak tüm bu avantajların elde edilmesi için yapım aşamasında ödenecek bedel İstanbul için büyük ölçüde olumsuz olacaktır.

Ayrıca şehirde yaşayan insan populasyonu açısından da olumsuz etkileri bulunmaktadır. Bunlara aşağıda değinilmiştir.

Gürültü ve Titreşimler

Her inşaat faaliyeti gibi Marmaray Projesi de yapım aşamasında yüksek miktarlarda gürültü çevreye rahatsızlık verecektir. Yapım aşamasının yeraltı bölümü herhangi bir gürültüye neden olmasa da yer altına girecek olan tünel açma makineleri (TBM) çevredeki araziyi düşük frekanslı titreşimlere maruz bırakacak, bu nedenle de çevredeki yapılarda gürüldeme tipinde aralıksız 24 saat sürebilen gürültüler duyulacaktır. Bu gürültüler 24 saat aralıksız olarak devam etse de bir bölgeyi birkaç haftadan fazla etkilemeyecektir.

İnşaat halinde olan proje yüzünden banliyölerin uzun süre kullanıma kapatılmasının önüne geçilmesi için çalışmalar yoğun olarak gece saatlerine kadar, hatta gece saatlerinde de sürdürülecektir. Bu da insanların uzun süre gürültüye maruz kalması demektir. Her ne kadar bu işler için normal sayılan ses düzeyleri söz konusu olsa da insanlar için ses sınırını aşmaktadır.

Tam olarak tüm gürültünün kaldırılması mümkün olmamakla birlikte, yetkili kurumlarca gürültülerin en az seviyeye düşürülmesi için gerekli tedbirler alınmış ve bazı şartnameler öngörülmüştür.

İnşaat alanında yapım faaliyetleri boyunca toz kalkacak ve çevre yollarda çamur, toprak ve toz birikimi olacaktır. Tüm bu olumsuzluklar tamamen ortadan kaldırılamamaktadır ancak daha önce de bahsedildiği gibi tüm olumsuzlukların ortadan kaldırılabilmesi için çeşitli çalışmalar yapılmaktadır ve yapılacaktır.

Hizmet Kesintileri

İnşaat başlangıcından önce altyapı şebekeleri tespit edilerek yer ve yönleri proje paralelinde değiştirilecektir. Buradaki sorunlar bazı altyapıların olması gereken şekilde yerleştirilemeyeceği ve kimsenin haberi olmayan altyapılarla karşılaşılabilme ihtimalidir. Bu sebeplerle güç aktarımı, su sağlanması, kanalizasyon akışı, telefon hatları ve veri kabloları gibi altyapılarda yeri geldikçe kesintiler olabilecektir.

Bu aksaklıklar sıfıra indirilemez fakat dikkatli bir planlama ile olumsuz sonuçları azaltılabilir. Ayrıca kamuoyu bilgilendirmesi e yetkili kurum destekleri ile gerekli haberler önceden halka sunulup tedbirler alınması sağlanabilir.

Deniz Ortamı ve Deniz Yolu Kullanan Halk İnşaat Sürecinde Şöyle Olumsuz Etkilerle Karşılaşabilecektir:

Kirlenmiş Gereçler

Yapılan etüt çalışmalarında İstanbul Boğazı’nın Haliç ile kesiştiği noktada yer altında kirlenmiş gereçler mevcut olduğu ortaya konmuştur. 125 bin metreküplük yaklaşık bir hacme sahip olan bu kirlenmiş gereçlerin deniz dibinden çıkarılması ve kapalı bir atik uzaklaştırma tesisine taşınması gerekmektedir. Bunlar AYGM tarafından yüklenicilerden talep edilmiştir ve bunların yapılması uluslararası standartlara uygun şekilde yapılmalıdır. Sözkonusu tesisler kara üzerinde veya deniz dibinde olabilmekle birlikte sırasıyla ya temiz gereçlerle yalıtımı sağlanmış bir alan ya da yine temiz gereçlerle kaplanmış bir çukur olabilecektir.

Doğru ekipman ve yöntemler kullanılırsa bu çalışma deniz ekosistemini ve deniz temizliğini büyük ölçüde rahatlatacaktır.

Bulanıklık

Batırma tüp tüneline uygun bir kanal açılabilmesi için boğaz dibinden 1 milyon metreküp toprak çıkartılacaktır. Suda doğal tortular oluşturacak ve bulanıklılığı arttıracak bu işlem boğaz üzerinden geçen ilkbaharda kuzeye sonbaharda güneye doğru olan balık göçlerini kötü yönde etkileyecektir.

Boğazdaki ters yönlü akıntılar eş zamanlı ve sürekli bir şekilde oluşmaktadır. Bu sebeple suda oluşacak bulut şeridi 100-150 metrelik dar bir şerit olacaktır. Buna benzer bir örnek Danimarka – İsveç arasında bulunan Oeresund Batırma Tüp Tünelinde de görülmüştür.

Bulut şeridinin 200 metreden az olması balıkların boğazda bulanık olmayan yollar bulabileceği anlamına gelir ve böylece proje balık göçlerinde bariz olumsuz etkiler yaratmayacaktır.

Deniz dibindeki tarama görevlerinin yüklenicilerin uygun zamanlanması sayesinde balıklarda oluşacak olumsuz etkiler neredeyse komple ortadan kalkabilecektir. Bu kapsamda yükleniciler ilkbahar göç döneminde derin kesimlerde su altı kazısı ve deniz dibi taraması yapmayacaktır. Yalnızca sonbahar döneminde yapılacak olan su altı kazısı ve deniz dibi taraması işlemleri de boğazın yarısını aşmama koşuluyla yapılacaktır.

Batırma tüp tüneli yapımı İstanbul Boğazı’nda üç senelik bir inşaat süreci alacaktır. Deniz trafiğine paralel olarak gerçekleştirilecek işlemler trafiği olumsuz etkilemeyecektir ancak zaman zaman trafikte kısıtlamalar ve tamamen durdurmalar söz konusu olabilecektir. Liman Başkanlığı ve diğer yetkili kuruluşlar ile ortak bir eksende  yürütülecek planlamalar zamanlamaları en iyi şekilde ayarlama olanağı sağlayacaktır. Modern Gemi Trafik Kontrol ve İzleme Sistemleri’nin uygulanabilmesi için tüm olasılıklar değerlendirilip uygulaması da yapılacaktır.

Süreç içerisinde yoğun ve ağır işler yapılacaktır ve bazı kazalar gerçekleşebilecektir. Bu kazalar bir miktar petrol veya benzin dökülmesini içerebilecektir.

Bu risklerin sıfırlanması olanaksızdır ancak yüklenicilerin uluslararası standartlar ile çalışmaları bu kazaların gerçekleşse de çevreye olan etkilerini sınırlı kılacaktır.

MARMARAY HAKINDA MERAK ETTIKLERINIZ

İstanbul Boğazı’nda denizin altında batırma tüp tünel içinden demiryolu ulaşımının sağlanması projesidir. Marmaray projesi ile Asya ve Avrupa kesintisiz demiryolu seferiyle birbirine bağlanacaktır.

marmaray_ 655832
Marmaray’ın tarihçesi nedir?

İstanbul Boğazından geçmesi öngörülen ilk demiryolu tüneli, 1860 yılında taslak halinde hazırlanmıştır.

İstanbul Boğazının altından geçecek bir demiryolu tüneli ile ilgili düşünce, ilk olarak 1860 yılında ortaya atılmıştır. Fakat Boğazın altından geçirilmesi planlanan tünelin Boğazın en derin bölümlerinden geçeceği yerlerde, eski teknikler kullanılarak, tünelin deniz dibinin üzerinde veya altında inşa edilmesi mümkün olmayacaktı; ve bu nedenle bu tünel, tasarım kapsamında deniz dibi üzerine inşa edilen sütunların üzerine yerleştirilen bir tünel olarak planlanmıştı.

Bu tür fikirler ve düşünceler, izleyen 20-30 yıllık dönem içerisinde daha ileri düzeyde değerlendirildi ve 1902 yılında benzer bir tasarım geliştirildi; bu tasarımda da İstanbul Boğazının altından geçen bir demiryolu tüneli öngörülmüştür; fakat bu tasarımda, deniz dibi üzerine yerleştirilen bir tünelden bahsedilmiştir. O zamandan bu yana, çok farklı fikir ve düşünceler denenmiş ve yeni teknolojiler, tasarıma daha çok özgürlük kazandırmıştır.

Marmaray’ın öncülü sayılabilecek projeler hangi ülkelerde var?

Marmaray Projesi çerçevesinde, İstanbul Boğazının geçilmesinde kullanılacak olan teknik (batırma tüp tünel tekniği) 19. yüzyılın sonlarından itibaren geliştirilmiştir. İnşa edilen ilk batırma tüp tünel, 1894 yılında kanalizasyon amaçları için Kuzey Amerika’da inşa edilmiştir. Trafik amaçları için bu teknik kullanılarak yapılan ilk tüneller de Birleşik Devletlerde inşa edilmiştir. Bunlardan ilki, 1906-1910 yıllarında inşa edilen Michigan Merkezi Demiryolları tünelidir.

Avrupa’da, bu tekniği ilk uygulayan ülke Hollanda olmuştur; ve Rotterdam’da inşa edilen Maas Tüneli 1942 yılında hizmete açılmıştır. Asya’da bu tekniği ilk uygulayan ülke Japonya olmuştur ve Osaka’da inşa edilen iki tüplü karayolu tüneli (Aji Nehri Tüneli) 1944 yılında hizmete açılmıştır. Buna karşılık bu tünellerin sayısı, 1950li yıllarda sağlam ve etkisi kanıtlanmış bir endüstriyel teknik geliştirilene kadar sınırlı düzeyde kalmıştır; bu tekniğin geliştirilmesinden sonra ise birçok ülkede geniş ölçekli projelerin yapımına başlanabilmiştir.

İstanbul için ilk rapor ne zaman hazırlandı?

İstanbul’da doğu ile batı arasında uzanan ve İstanbul Boğazının altından geçen bir demiryolu toplu ulaşım bağlantısının inşa edilmesine yönelik istek, 1980li yılların başlarında giderek artmış ve bunun sonucunda 1987 yılında ilk geniş kapsamlı fizibilite etüdü gerçekleştirilmiş ve raporlanmıştır. Bu çalışma sonucunda, bu tür bir bağlantının teknik olarak uygulanabilir ve maliyet açısından verimli olduğu belirlenmiş ve bugün projede gördüğümüz güzergah, bir dizi güzergah arasından en iyisi olarak seçilmiştir.
marmaray_ 591180
Yıl 1902… Sarayburnu – Üsküdar (Strom, Lindman ve Hilliker Tasarımı)

marmaray_ 670741
Yıl 2005… Sarayburnu – Üsküdar

1987 yılında ana hatlarıyla belirlenmiş olan proje, izleyen yıllar içerisinde tartışılmış ve yaklaşık 1995 yılında, daha detaylı etüt ve çalışmaların gerçekleştirilmesine ve 1987 yılındaki yolcu talebi tahminleri dahil olmak üzere fizibilite etütlerin güncellenmesine karar verilmiştir. Bu çalışmalar, 1998 yılında tamamlanmış ve elde edilen sonuçlar, daha önceden elde edilmiş olan sonuçların doğruluğunu göstermiş ve projenin İstanbul’da çalışan ve yaşayan insanlara birçok avantaj sunacağını ve şehirdeki trafik sıkışıklığıyla ilgili olarak hızla artan sorunları azaltacağını ortaya çıkarmıştır.

Marmaray’ın finansmanı nasıl sağlanıyor?

1999 yılında Türkiye ve Japon Uluslararası İşbirliği Bankası (JBIC) arasında bir finansman anlaşması imzalanmıştır. Bu kredi anlaşması, Projenin İstanbul Boğaz Geçişi bölümü için öngörülen finansmanın temelini oluştur.

BC1 ve Mühendislik ve Müşavirlik Hizmetleri Kredi Anlaşması

TK-P 15 nolu İkraz Anlaşması, Hazine Müsteşarlığı ile Japon Uluslararası İşbirliği Bankası (JBIC) arasında 17.09.1999 tarihinde imzalanarak 15.02.2000 tarih ve 23965 sayılı resmî gazetede yayınlanmıştır.

Bu kredi anlaşması ile 12,464 Milyar Japon Yeni kredi sağlanmış olup; 3,371 Milyar Japon Yeni Mühendislik ve Müşavirlik Hizmetleri için, 9,093 Milyar Japon Yeni Boğaz Tüp Geçiş İnşaatı için öngörülmüştür.

Bu kredinin ikinci dilimi ile ilgili Nota Teatisi ve Kredi Anlaşması, 18 Şubat 2005 tarihinde, Japon Hükümeti’nden Resmi Kalkınma Desteği (Official Development Assistance-ODA) kredisi sağlanması amacıyla Hazine Müsteşarlığı ile Japan Bank for International Cooperation (JBIC) arasında sürdürülen müzakereler tamamlanmış ve 98,7 milyar Japon Yeni (yaklaşık 950 milyon ABD Doları) tutarında uzun vadeli ve düşük faizli bir kredi sağlanması hususunda Japon Hükümeti ile mutabakata varılmıştır.

Her iki kredi de 7,5 faizli, 10 yılı geri ödemesiz olmak üzere toplam 40 yıl vadeli bir finansmandır.

TK-P15 nolu anlaşma aşağıda belirtilen önemli hususları içermektedir:

Mühendislik ve Müşavirlik Hizmetleri İşi ile Demiryolu Boğaz Tüp Geçişi İşinin ihaleleri, Japon kredi kuruluşu JBIC’in kurallarına göre yapılması karara bağlanmıştır. Kredi gelirleri ile finans edilecek ihalelere ancak uygun kaynak ülke olarak belirtilen ülkelerin firmaları katılabilmektedir.

Yapım ihalesi için uygun kaynak ülkeler Japonya ve Yardım Alımı Listesi Bölüm-1 ve Bölüm-2 diye belirtilen, genelde Amerika ve Avrupa Ülkeleri dışındaki ülkelerdir.

İhalenin tüm önemli aşamaları ile sözleşme şartnamelerinin, Japon Kredi Kuruluşu tarafından onaylanması mecburiyeti vardır.

İhalenin yapım ve tasarım aşamaları ile inşaatın tamamlanmasından sonra isletme ve bakım aşamalarının gerçekleşmesinden sorumlu olacak bir Proje Uygulama Biriminin (PIU) Ulaştırma Bakanlığı tarafından kurulması öngörülmektedir.

CR1 Kredi Anlaşmaları

22.693 TR nolu İkraz Anlaşması; Hazine Müsteşarlığı ile Avrupa Yatırım Bankası (EIB) arasında imzalanarak 650 Milyon Euro tutarındaki kredinin ilk dilimi olan, 200 Milyon Euro’luk kısmına ilişkin sözleşmenin yürürlüğe girmesi hakkında 22/10/2004 tarih ve 2004/8052 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı alınmıştır.

Bu kredi değişken faizli nitelikte olup, 15 Mart 2013 tarihine kadar geri ödemesiz olmak üzere toplam 22 yıl vadeli bir finansmandır.

23.306 TR nolu İkraz Anlaşması; Hazine Müsteşarlığı ile Avrupa Yatırım Bankası (EIB) arasında imzalanarak 650 Milyon Euro tutarındaki kredinin ikinci dilimi olan, 450 Milyon Euro’luk kısmına ilişkin sözleşmenin yürürlüğe girmesi hakkında 20/02/2006 tarih ve 2006/10099 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı alınmıştır.

Bu kredi değişken faizli nitelikte olup, kredi diliminin kullanımından 8 yıl sonra 6 aylık dönemler halinde geri ödemesi yapılacaktır.

CR1 işinin Finansmanının 650 Milyon Avroluk kısmı Avrupa Yatırım Bankası’dan temin edilmiştir.Geri kalan kısmı olan 217 Milyon Avro tutarındaki kredi 24.06.2008 tarihinde Avrupa Konseyi Kalkınma Bankası ile imzalanmıştır.Böylece CR1 İşi için gereken kredinin %100′ü temin edilmiştir.

CR2 Kredi Anlaşmaları

Yapılan çalışmalar Proje için 440 araca ihtiyaç bulunduğunu göstermiştir.

23.421 TR nolu İkraz Anlaşması; Hazine Müsteşarlığı ile Avrupa Yatırım Bankası (EIB) arasında imzalanarak, 400 Milyon Euro’luk kısmına ilişkin sözleşmenin yürürlüğe girmesi hakkında 14/06/2006 tarih ve 2006/10607 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı alınmıştır.

Bu kredi değişken faizli nitelikte olup, kredi diliminin kullanımından 8 yıl sonra 6 aylık dönemler halinde geri ödemesi yapılacaktır.

Marmaray Projesi’nin hedefleri nelerdir?

Bu proje ile, İstanbul’da 1984 yılından bu yana gerçekleştirilen kapsamlı bilimsel çalışmalar sonucunda kentteki mevcut yapımı devam eden ve planlanan raylı sistemlerle bütünleşecek bir “Boğaz Demiryolu Geçişi” nin projesi ile mevcut Banliyö Demiryolu hatlarını İstanbul Boğazı altında bir tüp tünelle birleştiren bir proje ortaya çıkmıştır.

Bu sayede;

İstanbul Metrosu ile Yenikapı’da entegrasyon sağlanarak, Yenikapı, Taksim, Şişli, Levent, Ayazağa’ya yolcuların güvenilir, hızlı ve konforlu bir toplu taşım sistemi ile seyahat etmesi sağlanacak,

Kadıköy-Kartal arasında inşa edilecek olan Hafif Raylı Sistemi ile entegrasyon sağlanarak yolcuların güvenilir, hızlı ve konforlu bir toplu taşım sistemi ile seyahat etmesi sağlanacak,

Kent ulaşımı içinde Raylı Sistemlerin payı artacak,

En Önemlisi Avrupa ile Asya’yı demiryolu ile birbirine bağlayarak Asya ve Avrupa yakaları arasında yüksek

kapasiteli toplu taşım imkanı sağlanacak,

Tarihi ve kültürel çevrenin korunmasına katkı sağlanacak,

Boğazın genel yapısında bir değişikliğe yol açılmayacak,deniz ekolojik yapısı korunacak,

Marmaray projesinin hizmete girmesi ile Gebze-Halkalı arasında 2-10 dakikada bir sefer yapılacak ve bir yönde saatte 75.000 yolcu taşıma kapasitesi sağlanacak,

Yolculuk süreleri kısalacak,

Mevcut Boğaz Köprülerinin yükü hafifletilecek,

İş ve kültür merkezlerine kolay, rahat ve çabuk ulaşım sağlayarak kentin değişik noktalarını birbirlerine

yaklaştıracak ve kentin ekonomik yaşamına da canlılık katacaktır.

Marmaray Projesi’nde depreme karşı nasıl hangi önlemler alındı?

İstanbul, doğudan Marmara Denizindeki Adaların güneybatısına doğru uzanan Kuzey Anadolu Fay Hattından yaklaşık 20 kilometre uzaklıktadır. Bu nedenle proje alanı, büyük bir deprem riskinin dikkate alınmasını gerektiren bir bölgede yer almaktadır.

Dünya genelinde benzer tipte birçok tünelin -bu bölgede beklenen büyüklüğe benzer büyüklükte- depremlere maruz kaldıkları ve bu depremleri büyük hasar görmeden atlattıkları bilinmektedir. Japonya’daki Kobe Tüneli ve ABD’nin San Francisco şehrindeki Bart Tüneli, bu tünellerin ne kadar sağlam inşa edilebildiklerini gösteren örneklerdir.

Marmaray Projesinde, mevcut verilere ek olarak, jeolojik, jeoteknik, jeofizik, hidrografik ve meteorolojik etüt ve araştırmalardan ek bilgi ve veriler toplanacaktır ve bu veriler, en yeni ve modern inşaat mühendisliği teknolojileri kullanılarak inşa edilecek olan tünellerin tasarımı ve yapımı için temel teşkil edecektir.

Buna bağlı olarak bu proje kapsamındaki tüneller, bölgede beklenebilecek olan en yüksek şiddetteki bir depreme karşı dayanıklı olacak şekilde tasarlanacaktır.

İzmit Bolu bölgesinde 1999 yılında yaşanan sismik olay sonucu elde edilen en son tecrübeler özümlenmiştir ve bu deneyimler, İstanbul Boğaz Geçişi Demiryolu Projesinin tasarımının dayandığı temellerin bir parçasını oluşturacaktır.

Yapılan çalışma ve değerlendirmelere en iyi ulusal ve uluslararası uzmanlardan bazıları katılmıştır. Japonya ve Amerika’daki deprem Bölgelerinde daha önceden birçok benzer tünel inşa edilmiştir ve bu nedenle özellikle Japon ve Amerikalı uzmanlar, tünellerin tasarımında karşılanması gereken şartnameler dizisinin geliştirilebilmesi için, Türkiye’deki bilim adamları ve uzmanlarla çok yakın bir işbirliği içerisinde çalışmaktadır.

Türk bilim adamları ve uzmanlar, potansiyel sismik olayların özelliklerinin tanımlanması üzerinde yoğun olarak çalışmaktadırlar; ve bugüne kadar Türkiye’de toplanan ve tarihsel verilere dayanan tüm bilgiler – İzmit Bolu Bölgesinde 1999 yılında yaşanan olaydan elde edilen en son veriler dahil olmak üzere – analiz edilmiş ve kullanılmıştır.

Japon ve Amerikalı uzmanlar, bu veri analizi çalışmasına yardım etmiş ve ilgili faaliyetleri desteklemişlerdir; bu uzmanlar, ayrıca tüneller ve diğer yapı ve istasyonlardaki sismik ve esnek derzlerin tasarımı ve yapımı ile ilgili geniş kapsamlı tüm bilgi ve tecrübelerinin Yükleniciler tarafından karşılanması öngörülen şartnamelerin kapsamına dahil edilmesini sağlamıştır.

Büyük depremler, tasarım kapsamında bu tür depremlerin etkilerinin yeterli düzeyde dikkate alınmaması durumunda, büyük altyapı projelerinde ciddi düzeyde zarara neden olabilmektedir. Bu nedenle Marmaray Projesinde en gelişmiş bilgisayar tabanlı modeller kullanılacak ve Amerika, Japonya ve Türkiye’den en iyi uzmanlar, tasarım sürecine katılacaklardır.

Böylece Avrasyaconsult organizasyonunun bir parçasını oluşturan uzmanlar ekibi, en kötü senaryo koşullarının (yani Marmaray bölgesinde çok büyük bir depremin) oluşması durumunda, bu olayın o sırada tünellerden geçen veya tünellerde çalışan insanlar için bir afete dönüşmesinin önlenebilmesini sağlamak amacıyla, Yüklenicilere bağlı tasarımcılar ve uzmanlardan oluşan ekiplere destek olabilecek ve bu konu ile ilgili tavsiyelerini sunabileceklerdir.

Bu haritanın üst mavi kısmı, Karadeniz ve orta kısmı İstanbul Boğazı ile birbirine bağlanan Marmara Denizidir. Kuzey Anadolu Fay Hattı, bölgede karşılaşılabilecek olan bir sonraki depremin merkezi olacaktır; bu fay hattı, doğu/batı doğrultusunda uzanmakta ve İstanbul’un yaklaşık olarak 20 kilometre güneyinden geçmektedir.

Bu haritadan görülebileceği üzere, Marmara Denizi ve İstanbul’un güney kısımları (üst sol köşe), Türkiye’nin en aktif deprem bölgelerinden birinde yer almaktadır. Bu nedenle tüneller, yapılar ve binaların herhangi bir deprem durumunda yıkıcı zarar ve hasar oluşmayacak şekilde inşa edilecektir.

Marmaray kültürel mirasa zarar verecek mi?

Göztepe İstasyonu, korunacak olan birçok eski bina örneklerinden biridir.

İstanbul’da, geçmişte yaşayan medeniyetlerin tarihi, yaklaşık 8.000 yıllık bir geçmişe dayandırılmaktadır.

Bu nedenle tarihi şehrin altında var olması beklenen antik kalıntılar ve yapılar, tüm dünya genelinde çok büyük bir arkeolojik öneme sahiptir.

Buna karşılık, Projenin yapımı süresince, bazı tarihi binaların etkilenmemesini sağlamak mümkün olmayacaktır; aynı şekilde yeni istasyonlar için bazı derin kazıların yapılmasını önlemek de mümkün değildir.

Bu nedenle Marmaray Projesi gibi büyük altyapı projelerine katılan farklı kuruluş ve organizasyonların, üstlendikleri bu özel yükümlülük çerçevesinde; bina ve yapılar, inşaat işleri ve mimari çözümler, mümkün olduğunca eski binalara ve yeraltındaki tarihi alanlara zarar vermeyecek şekilde planlanacak ve tasarlanacaktır. Bu açıdan Proje, birbirinden farklı iki ayrı bölüme ayrılmıştır.

Mevcut banliyö demiryollarının iyileştirilmesi bölümü (Projenin yerüstü bölümü) mevcut güzergah üzerinde yapılacak ve bu nedenle burada derin kazılara gereksinim duyulmayacaktır. Sadece mevcut demiryolu sisteminin bir parçasını oluşturan binaların yapım işlerinden etkilenmesi beklenmektedir; bu tür binaların (istasyonlar dahil olmak üzere), Tarihi Binalar olarak sınıflandırılmış oldukları yerlerde, bu binalar yerlerinde muhafaza edilecek, bir başka yere taşınacak veya replika kopyaları inşa edilecektir.

Potansiyel yer altı tarihi varlıkların üzerindeki etkilerin en aza indirgenebilmesi için, Marmaray Projesi planlama ekibi ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği içerisinde hareket ederek, demiryolu hattının güzergahını en uygun şekilde planlamışlardır; böylece etkilenecek olan alanlar en aza indirgenmiştir. Bunlara ek olarak, etkilenebilecek olan alanlar hakkındaki mevcut bilgilerle ilgili geniş kapsamlı çalışmalar yapılmıştır ve halen sürdürülmektedir.

İstanbul’da tarihi değeri olan birçok eski ev bulunmaktadır. Marmaray Projesi, yapım islerinden etkilenecek evlerin çok sınırlı sayıda tutulabilmesi için gereken şekilde planlanmıştır. Her durum için bir koruma planı hazırlanacak ve her ev, yerinde korunacak, veya bir başka yere taşınacak ya da replika bir kopyası inşa edilecektir.

Kültürel ve Doğal Varlıkları Koruma Kurulu, Projenin nihai planını gözden geçirildi ve görüş ve yorumlarını bildirdi.

Bunlara ek olarak DLH tarafından talep edildiği üzere, kazı işlerini gerçekleştiren Yüklenici, kazı işlerinin yapımı sırasında tüm faaliyetleri izlemek üzere iki tam-zamanlı tarih uzmanını görevlendirdi. Bu uzmanlardan biri Osmanlı tarihçisi diğeri ise bir Bizans tarihçisidir. Bu uzmanlar, planlama sürecine katılmış olan diğer uzmanlar tarafından da desteklenmiştir. Bu tarih uzmanları, üç yerel Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları ve Anıtlar ve Arkeolojik Kaynaklar Komisyonları ile ilişkilerin sürdürülmesini sağlamış ve bu kurullara raporlama yapmışlardır.

Kazı alanlarında İstanbul Arkeoloji Müzesi denetimi altında kurtarma kazıları 2004 yılından buyana sürmekte olup, Marmaray inşaat çalışmaları ancak Koruma Kurullarınca verilen izinler çerçevesinde yapılmaktadır.

Tarihi açıdan önemli eserler bulunmuş , bunlar İstanbul Arkeoloji Müzesine raporla bildirilmiş ve müze yetkilileri her durumda sahayı ziyaret etmişler ve buluntunun korunabilmesi için yapılması gereken işleri kararlaştırmışlardır.

Eski İstanbul şehrindeki önemli tarihi ve kültürel varlıkların korunabilmesi için makul koşullar çerçevesinde yapılabilecek olan her şey, bu şekilde gerçekleştirilmiş ve planlanmıştır. Yükleniciler için öngörülen şartnameler, Yüklenicilerin DLH, ilgili komisyonlar ve müzelerle birlikte çalışmasını teşvik etmiş ve böylece kültür mirası varlıklarının, Türkiye ve dünyanın tüm diğer bölgelerinde yaşayan insanların ve gelecek kuşakların yararına korunması sağlanmıştır.

İstanbul’da tarihi değeri olan birçok eski ev bulunmaktadır. Marmaray Projesi, yapım islerinden etkilenecek evlerin çok sınırlı sayıda tutulabilmesi için gereken şekilde planlanmıştır. Her durum için bir koruma planı hazırlanacak ve her ev, yerinde korunacak, veya bir başka yere taşınacak ya da bire bir kopyası inşa edilecektir.

Batırma tüp tünel nedir?

Bir Batırma Tünel, bir kuru dok veya bir tersanede üretilen birçok elemandan oluşur. Bu elemanlar, daha sonra sahaya çekilir, bir kanalın içine batırılır ve tünelin son halini oluşturacak şekilde bağlanır. Aşağıdaki resimde eleman, bir katamaran yerleştirme mavnası ile bir batırma yerine taşınmaktadır. (Japonya’daki Tama Nehri Tüneli)

Yukarıdaki resimde, bir tersanede üretilen dış çelik tüp zarfları gösterilmiştir. Daha sonra bu tüpler, bir gemi gibi çekilerek, betonun doldurulacağı ve tamamlanacağı bir sahaya taşınırlar (Yukarıdaki resimde) [Japonya'daki Güney Osaka Limanı (demiryolu ve karayolu beraber) Tüneli] (Japonya’daki Kobe Limani Minatojima Tüneli).

Yukarıda; Japonya’daki Kawasaki Limanı Tüneli. Sağda; Japonya’daki Güney Osaka Limanı Tüneli. Elemanlarin her iki ucu, bölme setlerle geçici olarak kapatılmıştır; böylece su salındığında ve elemanların yapımı için kullanılan havuz su ile dolduğunda bu elemanların suda yüzmesi sağlanacaktır. (Fotoğraflar, Japon Tarama ve Reklamasyon Mühendisleri Birliği tarafından yayınlanan bir kitaptan alınmıştır.)

İstanbul Boğazı’nın deniz tabanındaki batırma tünelin uzunluğu, batırma tünel ile delme tüneller arasındaki bağlantılar dahil olmak üzere, yaklaşık 1.4 kilometre olacaktır. Tünel, İstanbul Boğazı’nın altındaki iki hatlı demiryolu geçişinde hayati bir bağlantıyı oluşturacaktır; bu tünel, Istanbul’un Avrupa yakasında bulunan Eminönü ilçesi ile Asya yakasında bulunan Üsküdar ilçesi arasında yer alacaktır. Her iki demiryolu hattı, aynı binoküler tünel elemanları dahilinde uzanacak ve birbirinden merkezi bir ayırma duvarı ile ayrılacaktır.

Yirminci yüzyıl boyunca dünya genelinde karayolu veya demiryolu ulaşımı için yüzden fazla sayıda batırma tünel inşa edilmiştir. Batırma tüneller, yüzer yapılar olarak inşa edilmiş ve daha sonra önceden taranmış bir kanalın içine batırılmış ve üzerleri örtü tabakası ile kaplanmıştır (gömülmüş). Bu tünellerin, yerleştirme işleminden sonra tekrar yüzmelerinin engellenebilmesi için yeterli düzeyde etken ağırlığa sahip olmaları gereklidir.

Batırma tüneller, esasen kontrol edilebilir uzunluklarda prefabrike olarak üretilen bir dizi tünel elemanından oluşturulur; bu elemanların her biri, genellikle 100 m uzunluğundadır ve tüp tünel bitiminde bu elemanlar, tünelin son halini oluşturmak üzere, suyun altında bağlanıp birleştirilirler. Her elemanın uç kısımlarında geçici olarak yerleştirilen bölme setler bulunur; bu setler, elemanların içleri kuruyken yüzmelerini sağlar. Fabrikasyon işlemi, kuru bir dok içinde tamamlanır veya elemanlar, bir gemi gibi denize indirilir ve daha sonra son montaj yerine yakın bir yerde yüzer parça halinde üretimleri tamamlanır.

Bir kuru dok içerisinde veya bir tersanede üretilmiş ve tamamlanmiş olan batırma tüp elemanları, daha sonra sahaya çekilir; bir kanal içerisine batırılır ve tünelin son halini oluşturacak şekilde bağlanır. Solda: Eleman, işlek bir limanda batırma için son montaj işlemlerinin yapılacağı bir yere çekilmektedir. (Japonya’daki Osaka Güney Limanı Tüneli). (Fotograf, Japon Tarama ve Islah Mühendisleri Birliği tarafından yayınlanmış olan kitaptan alınmıştır.)

Tünel elemanları, büyük mesafeler üzerinde başarılı bir şekilde çekilebilir. Tuzla’da donatım işlemlerinin yapılmasından sonra bu elemanlar, deniz dibinde hazırlanmış bir kanala elemanların indirilmesini sağlayabilecek şekilde özel olarak inşa edilmiş mavnaların üzerindeki vinçlere tespit edilecektir. Daha sonra bu elemanlara, indirme ve batırma işlemi için gereken ağırlık verilerek batırılacaktır.

Bir elemanın batırılması, zaman alan ve kritik bir faaliyettir. Üstte ve sağdaki resimde, eleman aşağıya doğru batırılırken görülmektedir. Bu eleman, yatay olarak ankraj ve kablo sistemleri ile kontrol edilir ve batırma mavnaları üzerindeki vinçler, eleman aşağıya indirilene ve temel üzerine tam olarak yerleşene kadar dikey konumu kontrol ederler. Alttaki resimde ise batırma sırasında GPS ile elemanının pozisyonunun takip edilmesi görülmektedir. (Fotoğraflar, Japon Tarama ve Islah Mühendisleri Birliği tarafından yayınlanmış olan kitaptan alınmıştır.)

Batırılan elemanlar, bir önceki elemanlarla uç uca getirilip birleştirilecektir; bu işlemin ardından bağlanan elemanlar arasındaki bağlantı yerinde bulunan su boşaltılacaktır. Su boşaltma işleminin sonucunda, elemanın diğer ucundaki su basıncı, kauçuk contayı sıkıştıracak ve böylece contanın sugeçirmez olmasını sağlayacaktır. Elemanların altındaki temel tamamlanırken geçici destekler elemanları yerlerinde tutacaktır. Daha sonra kanal yeniden doldurulacak ve üzerine gerekli koruma tabakası ilave edilecektir. Tüp tünel bitim elemanı yerleştirildikten sonra, delme tünel ile tüp tünelin birleşim noktaları su geçirmezliği sağlayan dolgu malzemeleri ile doldurulacaktır. Tünel Açma Makineleri (TBM’ler) ile batırma tünellere doğru yapılan delme işlemleri batırma tünele erişilene kadar sürdürülecektir.

Tünelin üstü, stabilitenin ve korumanın sağlanması için geri dolgu ile kapatılacaktır. Her üç resimde, tremi yöntemi uygulanarak yapılan kendinden tahrikli bir çift çeneli mavnadan geri dolgu işlemi gösterilmiştir. (Fotograflar, Japon Tarama ve Islah Mühendisleri Birliği tarafından yayınlanmış olan kitaptan alınmıştır)

Boğazın altındaki batırma tünelde, her biri tek yönlü tren seyrüseferi için olmak üzere, iki tüp bulunacaktır.

Elemanlar, tamamen deniz dibine gömülecek ve böylece yapım işlerinden sonra deniz dibi profili, yapıma başlanmadan önceki deniz dibi profiliyle aynı olacaktır.

Batırma tüp tünel yönteminin avantajlarından biri, tünelin enkesitinin her tünelin kendine özgü ihtiyaçları çerçevesinde en uygun şekilde düzenlenebilmesidir. Bu şekilde, dünya genelinde kullanılan farklı enkesitleri sağdaki resimde görebilirsiniz.

Batırma tüneller, daha önceden standart bir şekilde diş çelik zarfları bulunan veya bulunmayan ve iç betonarme elemanlarla birlikte işlev gören betonarme elemanlar halinde yapılmışlardır. Buna karşılık, doksanlı yıllardan beri

Japonya’da, iç ve dış çelik zarflar arasında sandviç oluşturularak hazırlanan donatısız fakat nervürlü betonların kullanıldığı yenilikçi teknikler uygulanmaktadır; bu betonlar, yapısal olarak tamamen komposit olarak çalışmaktadır. Bu teknik, mükemmel kalitedeki akışkan ve sıkışan betonun geliştirilmesiyle birlikte uygulamaya geçirilebilmiştir. Bu yöntem, demir donatılar ve kalıpların islenmesi ve üretimi ile ilgili gereksinimleri ortadan kaldırabilecek ve uzun vadede çelik zarflar için yeterli katodik koruma sağlanarak, çarpışma sorunu giderilebilecektir.

Delme ve diğer tüp tünel nasıl kullanılacak?

İstanbul’un altındaki tüneller, farklı yöntemlerin bir karışımından oluşacaktır. Güzergahın kırmızı bölümü, batırma tünelden oluşacak, beyaz bölümleri ise çoğunlukla tünel açma makineleri (TBM) kullanılarak delme tünel olarak inşa edilecek, ve sarı bölümleri aç-kapa tekniği (C&C) ve Yeni Avusturya Tünel Açma Metodu (NATM) veya diğer geleneksel metotlar kullanılarak yapılacaktır. Şekilde 1,2,3,4 ve 5 numaraları ile Tünel Delme Makineleri (TBM) gösterilmiştir.

Tünel açma makineleri (TBM’ler) kullanılarak kayada açılan delme tüneller, batırma tünele bağlanacaktır. Her yönde bir tünel ve bu tünellerin her birinde bir demiryolu hattı bulunur. Tüneller, yapım aşamasında birbirlerini önemli düzeyde etkilemelerinin önlenebilmesi için aralarında yeterli mesafe bırakılarak projelendirilmiştir. Acil bir durumda paralel tünele kaçış imkanının sağlanabilmesi için, sık aralıklarla kısa bağlantı tünelleri yapılmıştır.

Şehrin altına açılan tüneller, her 200 metrede bir olmak üzere birbirine bağlanacak; böylece servis personelinin bir kanaldan diğerine kolaylıkla geçebilmesi sağlanacaktır. Ayrıca delme tünellerin herhangi birinde bir kaza olması durumunda, bu bağlantılar güvenli kurtarma yollarını oluşturacak ve kurtarma personeli için erişim imkanı sağlayacaktır.

Tünel açma makinelerinde (TBM), son 20-30 yıl içerisinde yaygın bir gelişme gözlenmektedir. Resimlerde, bu tür modern bir makine ile ilgili örnekler gösterilmiştir. Kalkanın çapı, bugünkü tekniklerle 15 metreyi aşabilmektedir.

Modern tünel açma makinelerinin işletim şekilleri oldukça karmaşık olabilmektedir. Resimde, oval şekilli bir tünelin açılabilmesini sağlayan ve Japonya’da kullanılmakta olan üç cepheli bir makine kullanılmıştır. Bu teknik, istasyon peronlarının inşa edilmesinin gerekli olduğu yerlerde kullanılabilecektir.

Tünel kesitinin değiştiği yerlerde, birçok uzmanlık prosedürü ile birlikte diğer yöntemler uygulanabilir (Yeni Avusturya Tünel Açma Metodu (NATM), delme-patlatma ve galeri açma makinesi). Yeraltında açılan büyük ve derin bir galeri içinde düzenlenecek olan Sirkeci İstasyonunun kazısı sırasında benzer prosedürler kullanılacaktır. Aç-kapa teknikleri kullanılarak yeraltında iki ayrı istasyon inşa edilecektir; bu istasyonlar, Yenikapı ve Üsküdar’da bulunacaktır. Aç-kapa tünellerin kullanıldığı yerlerde bu tüneller, iki hat arasında merkezi bir ayırıcı duvarın kullanılacağı tek bir kutu kesit seklinde inşaa edilecektir.

Tüm tüneller ve istasyonlarda, sızıntıların önlenebilmesi için su izolasyonu yapılacak ve havalandırma tesis edilecektir. Banliyö demiryolu istasyonları için yeraltı metro istasyonları için kullanılan ilkelere benzer tasarım ilkeleri kullanılacaktır.

Çapraz bağlantılı travers hatlar veya yan birleşme hatlarının gerekli olduğu yerlerde, farklı tünel açma metotları birleştirilerek uygulanabilecektir. Bu resimdeki tünelde TBM tekniği ve NATM tekniği kullanılmıştır.

Marmaray’da kazı işlemleri nasıl gerçekleştirilecek?

Tünel kanalı için sualtı kazı ve tarama işlerinin bir bölümünün yapılabilmesi için kapma kepçeli tarak gemileri kullanılacaktır.

Batırma Tüp Tünel, İstanbul Boğazının deniz tabanına yerleştirilecektir. Bu nedenle deniz tabanında yapı elemanlarını içine alabilecek kadar büyük bir kanalın açılması gerekecektir; ayrıca bu kanal, Tünelin üzerine bir örtü tabakası ve koruyucu tabakanın yerleştirilebilmesini sağlayacak şekilde inşa edilecektir.

Bu kanalın sualtı kazısı ve tarama işleri, ağır sualtı kazı ve tarama ekipmanları kullanılarak, yüzeyden aşağıya doğru yapılacaktır. Dışarı çıkarılması gereken yumuşak zemin, kum, çakıl ve kaya miktarının toplam olarak 1,000,000 m3′ü aşacağı hesaplanmıştır.

Güzergahın en derin noktası İstanbul Boğazında bulunmaktadır ve yaklaşık 44 metre derinliğe sahiptir. Batırma Tüp Tünelin üzerine en az 2 metrelik koruyucu tabaka konulacaktır ve tüplerin enkesiti, yaklaşık 9 metre olacaktır. Böylece tarak gemisinin, çalışma derinliği yaklaşık 58 metre olacaktır.

Bu işin gerçekleştirilmesini sağlayacak sınırlı sayıda farklı ekipman tipleri bulunmaktadır. Bu işlerde büyük bir olasılıkla Kapma Kepçeli Tarak Gemisi ve Çekme Kovalı Tarak Gemisi kullanılacaktır.

Kapma Kepçeli Tarak Gemisi, bir mavna üzerine yerleştirilmiş çok ağır bir araçtır. Bu aracın adından da anlaşılabileceği gibi iki veya daha çok kepçesi bulunur. Bu kepçeler, cihaz mavnadan aşağıya düşürüldüğünde açılan ve mavnadan aşağıya doğru sarkıtılıp askıda bırakılan kepçelerdir. Kepçeler çok ağır olduğu için, deniz dibine batar. Kepçe, deniz dibinden yukarıya doğru kaldırıldığında, otomatik olarak kapanır ve böylece gereçler, yüzeye kadar taşınır ve kepçeler aracılığıyla mavnalar üzerine boşaltma işlemi yapılır.

En güçlü kepçeli tarak gemileri, tek bir çalışma çevriminde yaklaşık 25 m3 kazı yapabilecek kapasiteye sahiptir. Kapma kepçeli tarakların kullanımı, en çok yumuşak ila orta sertlikteki gereçlerde yararlıdır ve bu taraklar, kumtaşı ve kaya gibi sert gereçlerde kullanılamaz. Kapma kepçeli taraklar, en eski tarak gemisi tiplerinden biridir; fakat bu tür sualtı kazısı ve tarama işleri için halen dünya genelinde yaygın bir şekilde kullanılmaktadırlar.

Kirlenmiş toprağın taranacak olması halinde, kepçelere bazı özel kauçuk contalar takılabilecektir. Bu contalar, kepçenin deniz dibinden yukarı çekilmesi sırasında artık tortuların ve ince parçacıkların su sütununa salınmasını engelleyecek veya salınan parçacık miktarının çok sınırlı düzeylerde tutulabilmesini sağlayacaktır.

Kepçenin avantajları, çok güvenilir olması ve yüksek derinliklerde kazı ve tarama işlerini yapabilmesidir.

Dezavantajları, derinlik arttıkça kazı oranının dramatik düzeyde azalması ve İstanbul Boğazındaki akıntının, doğruluk düzeyini ve genel olarak performansı etkileyecek olmasıdır. Ayrıca kepçelerle sert gereçlerde kazı ve tarama yapılamamaktadır.

Çekme Kovalı Tarak Gemisi, üzerinde bir emme borusu bulunan daldırmalı tip bir tarama ve kesme cihazıyla birlikte monte edilmiş özel bir gemidir. Gemi, güzergah üzerinde seyrederken, suyla karışan toprak, deniz dibinden geminin içerisine pompalanır. Tortuların geminin içinde çökelmesi gereklidir. Geminin maksimum kapasitede doldurulabilmesi için, gemi hareket ederken yüksek miktardaki artık suyun gemiden dışarıya akıtılabilmesi sağlanmalıdır. Gemi dolduğunda, atık boşaltma alanına gider ve atıkları boşaltır; bu işlemden sonra gemi diğer çalışma çevrimi için hazır olacaktır.

En güçlü Çekme Kovalı Tarak Gemileri, tek bir çalışma çevriminde yaklaşık 40,000 ton (yaklaşık 17,000 m3) gereç alabilmekte ve yaklaşık 70 metre derinliğe kadar kazı ve tarama yapabilmektedir. Çekme Kovalı Tarak Gemileri, yumuşak ila orta sertlikteki gereçlerin içinde kazı ve tarama yapabilmektedir.

Çekme Kovalı Tarak Gemisinin avantajları; yüksek kapasiteye sahip olması ve mobil sisteminin ankraj sistemlerine dayanmamasıdır. Dezavantajları ise; doğruluk düzeyinin fazla olmaması ve kıyıya yakın olan alanlarda bu gemilerle kazı ve tarama işlerinin yapılamamasıdır.

Batırma tünelinin terminal bağlantı derzlerinde, kıyıya yakın olan yerlerde bir miktar kayanın kazılması ve taranması gerekecektir. Bu işlemin gerçekleştirilebilmesi için iki farklı yol izlenebilir. Bu yollardan biri, standart yöntem olan sualtı delme ve patlatma yönteminin uygulanmasıdır; diğer yöntem ise patlatma uygulanmadan kayanın parçalanabilmesini sağlayan özel bir keskileme cihazının kullanılmasıdır. Her iki yöntem de yavaş ve masraflıdır. Delme ve patlatma yönteminin tercih edilmesi halinde, çevrenin ve etrafta bulunan bina ve yapıların korunabilmesi için bazı özel tedbirlerin alınması gerekecektir.

Marmaray projesi çevreye zarar verecek mi?

İstanbul Boğazındaki deniz ortamının özelliklerinin anlaşılabilmesi için Üniversiteler tarafından birçok çalışma gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmalar çerçevesinde, yürütülecek olan yapım işleri, İlkbahar ve Sonbahar mevsimlerinde oluşan balık göçünü engellemeyecek şekilde düzenlenecektir.

Marmaray Projesi gibi büyük altyapı projelerinin çevre üzerindeki etkileri değerlendirilirken, genel bir uygulama olarak iki farklı dönemde oluşan etkiler değerlendirilir; yapım süreci boyunca oluşan etkiler ve demiryolunun işletime açılmasından sonra oluşan etkiler.

Marmaray Projesinin etkileri, Avrupa, Asya ve Amerika’daki ülkelerde son yıllarda gerçekleştirilmiş olan diğer modern projelerdeki etkilerele benzerlik göstermektedir. Genel olarak yapım sürecinde oluşan etkilerin olumsuz olduğu söylenebilir; fakat bu olumsuzluklar, sistemin işletime açılmasından kısa bir süre sonra tamamen etkisiz hale gelecektir. Buna karşılık projenin kullanım ömrünün geri kalan süresi boyunca oluşacak olan etkiler, hiçbir şeyin yapılmaması durumuyla, yani Marmaray Projesinin üstlenilmemesi halinde bugün içinde bulunacağımız durumla

karşılaştırıldığında oldukça olumlu olacaktır.

Örneğin, Projeyi gerçekleştirmediğimiz takdirde ortaya çıkacak olan durumla gerçekleştirilmesi halinde oluşacak durumları karşılaştırdığımızda, Projenin bir sonucu olarak hava kirliliğinde oluşacak olan azalmanın yaklaşık olarak aşağıda belirtilen düzeylerde olacağı tahmin edilmektedir:

- Hava kirletici gazların miktarında (NHMC, CO, NOx, vb.), ilk 25 yıllık işletim dönemi boyunca, yıllık ortalama olarak yaklaşık 29,000 ton/yıl düzeyinde azalma olacaktır.

- Sera gazlarının miktarında (başta CO2 olmak üzere) ilk 25 yıllık işletim dönemi boyunca, yıllık ortalama olarak yaklaşık 115,000 ton/yıl düzeyinde azalma olacaktır.

Tüm bu hava kirliliği çeşitleri, küresel ve bölgesel çevre üzerinde olumsuz etkilere neden olmaktadır. Metan dışı hidrokarbonlar ve karbon-oksitler, genel küresel ısınmaya olumsuz katkı sağlamaktadır (sera etkisi yaratmaktadır ve ayrıca CO, çok zehirli bir gaz olma özelliğini taşımaktadır) ve nitrojen oksitler, alerjik reaksiyonları ve astım hastalıkları bulunan insanlar için çok rahatsız edicidir.

İşletime geçildiğinde Proje, kullanılacak olan modern ve etkin teknikler sayesinde, günümüz itibariyle İstanbul’u etkisi altına almış olan gürültü ve toz gibi olumsuz çevresel sorunları azaltacaktır. Ayrıca Proje, demiryolu taşımacılığını çok daha güvenilir, emniyetli ve rahat bir hale getirecektir. Buna karşılık, çevre açısından bu büyük avantajların elde edilebilmesi için, başlangıçta ödenmesi gereken bir karşılık bulunmaktadır; bu da Projenin yapımı sırasında karsılaşacağımız bir gerçeklik olan olumsuz etkilerdir.

Şehir ve şehrin içinde yasayan insanlar açısından yapım sırasında oluşacak olan olumsuz etkiler, aşağıda sunulmuştur:

Trafik Sıkışıklığı: Üç yeni derin istasyonun inşa edilebilmesi için, İstanbul’un kalbinde bulunan çok geniş yapım sahalarının işgal edilmesi gerekecektir. Trafik akışı, başka yönlere saptırılacaktır; fakat bazı zamanlarda trafik sıkışıklığı sorunlarıyla karşılaşılacaktır.

Üçüncü hattın yapımı ve mevcut hatların iyileştirilmesi sırasında, mevcut banliyö demiryolu hizmetlerinin belirli süreler boyunca sınırlandırılması ve hatta kesilmesi gerekecektir. Etkilenen bu alanlarda hizmet sunmak üzere, otobüs servisleri gibi alternatif ulaşım yöntemleri temin edilecektir. Bu hizmetler, etkilenen istasyon alanlarındaki trafik akısının başka yönlere saptırılmasıyla birlikte, bu süreler boyunca trafik sıkışıklığı sorunlarının ortaya çıkmasına yol açabilecektir.

Yükleniciler, gereç ve malzemelerin büyük kamyonlar içerisinde yapım sahalarına taşınması ve buralardan uzaklaştırılması için, derin istasyonların yakınında bulunan karayolu sistemlerini kullanmak zorunda kalacaklardır; ve bu faaliyetler, zaman zaman karayolu sistemlerinin kapasitesinde aşırı yüklenmeye neden olacaktır.

Kesintilerin tamamen önlenmesi mümkün olmayacaktır; fakat dikkatli planlama ve kamuoyuna geniş kapsamlı bilgilerin sunulması ve ilgili yetkililerden gerekli desteğin alınması yoluyla, oluşabilecek olumsuz etkiler sınırlandırılabilecektir.

Gürültü ve Titreşimler: Marmaray Projesi için yürütülmesi gereken yapım işleri, gürültülü faaliyetlerden oluşmaktadır. Özellikle derin istasyonların inşaası için yapılması gereken işler, yapım aşaması boyunca yüksek düzeyde ve kesintisiz günlük gürültü oluşumuna neden olacaktır.

Yeraltı işleri, normal koşullar altında şehirde gürültüye neden olmayacaktır. Buna karşılık tünel açma makineleri (TBM) kendi etrafındaki zeminde, düşük frekanslı titreşime neden olacaktır. Bu durum, çevredeki bina ve arazilerde, gümbürdeme tipi bir gürültüye yol açacaktır ve bu gürültü, 24 saat kesintisiz olarak devam edebilecektir fakat bu tür gürültüler, herhangi bir alanı birkaç haftadan daha uzun bir süre boyunca etkilemeyecektir.

Mevcut banliyö demiryolu hizmetlerinin uzun bir süre boyunca kapatılmasının engellenebilmesi için bazı işler gece saatlerinde yürütülecektir. Bu süreler içerisinde yapılacak olan faaliyetlerin oldukça gürültülü olması beklenebilir. Bu gürültü düzeyi zaman zaman bu tür işler için normal koşullar altında kabul edilebilir olan sınır düzeylerini de aşabilecektir.

Gürültünün yol açacağı rahatsızlıkların tamamen ortadan kaldırılması mümkün olmayacaktır fakat yapım faaliyetlerinden kaynaklanacak gürültü düzeyinin mümkün olduğu kadar sınırlandırılabilmesi için Yükleniciler tarafından alınması gereken tedbirlerle ilgili geniş kapsamlı şartnameler öngörülmüştür.

Toz ve Çamur: Yapım faaliyetleri, yapım sahalarının etrafındaki alanlarda havada tozlanmaya ve yollarda çamur ve toprak birikimine neden olur. Bu koşullar, Marmaray Projesinde de gözlenecektir.

Bu sorunların tamamen ortadan kaldırılmasının mümkün olmamasına rağmen, genel olarak etkilerin azaltılabilmesi için birçok şey yapılabilir ve yapılacaktır; örneğin, yolların ve kaplamalı alanların sulanması; araçların ve yolların temizlenmesi.

Hizmet Kesintileri: Yapım işlerine başlamadan önce, bilinen tüm altyapı şebekeleri belirlenecek ve gereken şekilde yerleri ve yönleri değiştirilecektir. Buna karşılık mevcut altyapı şebekelerinin birçoğu, olmaları gereken şekilde yerleştirilemeyecektir; ve bazı durumlarda kimsenin bilgisi dahilinde olmayan altyapı hatlarıyla da karşılaşılabilecektir. Bu nedenle güç beslemesi, su temini, kanalizasyon sistemleri ve telefon ve veri kabloları gibi iletişim sistemlerinde, zaman zaman oluşabilecek hizmet kesintilerinin tamamen önlenmesi mümkün olmayacaktır.

Bu tür kesintilerin tamamen önlenmesinin mümkün olmamasına rağmen, dikkatli planlama yapılarak ve kamuoyuna geniş kapsamlı bilgiler sunularak ve ilgili yetkili kurum ve mercilerden gerekli destek alınarak, olumsuz etkiler sınırlandırılabilecektir.

Deniz ortamı ve İstanbul Boğazındaki deniz yolunu kullanan insanlar açısından da yapım aşaması süresince bazı olumsuz etkiler gözlenecektir. Bu etkilerin en önemlileri aşağıda belirtilmiştir:

Kirlenmiş Gereçler: İstanbul Boğazı’nda gerçekleştirilmiş olan etüt ve incelemelerde, Haliç’in İstanbul Boğazıyla birleştiği yerde, deniz dibinde kirlenmiş gereçlerin bulunduğu belgelendirilmiştir. Sökülmesi ve uzaklaştırılması gereken kirlenmiş gereç miktarı, yaklaşık 125,000 m3 düzeyindedir.

DLH tarafından Yüklenicilerden talep edildiği üzere, gereçlerin deniz dibinden çıkarılması ve Kapalı bir Atik Uzaklaştırma Tesisine (CDF) taşınması için etkisi kanıtlanmış ve uluslararası düzeyde kabul edilmiş tekniklerin kullanılması gereklidir. Bu tesisler, tipik koşullar altında karasal alan üzerinde bulunan sınırlandırılmış ve kontrol altına alınmış ve temiz gereçlerle yalıtımı sağlanmış bir alandan oluşacak veya deniz dibinde temiz koruyucu gereçlerle kaplanmış ve çevresi sınırlandırılmış bir çukurdan oluşacaktır.

İlgili iş ve faaliyetlerde doğru yöntemler ve ekipmanların kullanılması halinde, kirlilik sorunları tamamen ortadan kaldırılabilecektir. Bunlara ek olarak, deniz dibi alanının önemli bir bölümünün kirlenmiş gereçlerden arındırılması, deniz ortamı üzerinde olumlu bir etkiye neden olacaktır.

Bulanıklık: Açılan kanalın, batırma tüp tüneline uygun olarak hazırlanabilmesi için, İstanbul Boğazı’nın dibinden en az 1,000,000 m3 toprağın çıkarılması gereklidir. Bu iş ve faaliyetler, hiç şüphesiz ki suda doğal tortuların oluşmasına neden olacak ve buna bağlı olarak bulanıklığı arttıracaktır. Bu durum, İstanbul Boğazındaki balık göçü üzerinde olumsuz etkilere neden olacaktır.

İlkbahar döneminde balıklar, Karadeniz’e doğru akıntının oluştuğu İstanbul Boğazının derin bölümlerinde hareket ederek kuzeye doğru göç ederler ve Sonbahar döneminde, Marmara Denizine doğru akıntının oluştuğu üst tabakalarda güneye doğru göç ederler.

Buna karşılık, bu ters yönlü akıntılar nispeten kesintisiz bir şekilde ve aynı anda oluştuğu için, bulanıklık seviyesindeki artıştan kaynaklanan sudaki bulut şeridinin nispeten dar (büyük ihtimalle yaklaşık 100 ila 150 metre) olması beklenmektedir. Danimarka ve İsveç arasındaki Oeresund Batırma Tüp Tüneli örneğinde olduğu gibi, diğer benzer projelerde de bu durumla karşılaşılmıştır.

Oluşan bulanıklık şeridinin 200 metreden az olması halinde balık göçü üzerinde belirgin bir etkiye yol açması olası gözükmemektedir. Çünkü göç eden balıklar, İstanbul Boğazı’nda bulanıklığın artmadığı yolları bulup izleyebilme fırsatlarına sahip olacaklardır.

Balıklar üzerindeki bu olumsuz etkilerin neredeyse tamamen ortadan kaldırılabilmesi mümkündür. Bu amaçla uygulanabilecek olan azaltıcı tedbir, sadece Yüklenicilerin deniz dibini tarama işlerinin zamanlaması ile ilgili seçeneklerini sınırlandırmaktan ibaret olacaktır. Böylece yüklenicilerin İlkbahar göç döneminde İstanbul Boğazı’nın derin bölümlerinde sualtı kazısı ve deniz dibi tarama işlerini yapmalarına izin verilmeyecektir; yükleniciler sadece Sonbahar göç döneminde, İstanbul Boğazı’nın genişliğinin %50′sinin aşılmaması kaydıyla, tarama işlerini yapabileceklerdir.

Batırma tüp tünelin yapımıyla ilgili deniz işleri ve faaliyetlerinin büyük bir bölümünün İstanbul Boğazında gerçekleştirileceği yaklaşık üç yıllık bir dönem bulunmaktadır. Bu faaliyetlerin çoğu, İstanbul Boğazındaki normal deniz trafiğine paralel olarak gerçekleştirilebilecektir; fakat deniz trafiği üzerinde sınırlamaların uygulanacağı bazı dönemler ve hatta bazı durumlarda trafiğin tamamen durdurulacağı daha kısa süreli dönemler de olacaktır. Uygulanabilecek olan azaltıcı tedbir, Liman Başkanlığı ve diğer yetkili kuruluşlarla yakın işbirliği içerisinde hareket edilerek, denizde yapılan tüm iş ve faaliyetlerin dikkatli ve zamanlamaya uygun bir şekilde planlanmasını sağlamak olacaktır. Bunlara ek olarak, modern Gemi Trafik Kontrol ve İzleme Sistemlerinin (VTS) kullanılabilirliği ile ilgili tüm ihtimal araştırılacak ve uygulamaya geçirilecektir.

Kirlilik Denizde ağır ve yoğun iş ve faaliyetlerin sürdürüldüğü dönemlerde, her zaman için kirlilik sorunlarına yol açabilecek kaza riski olacaktır. Normal şartlar altında bu kazalar, İstanbul Boğazı’nın su yolunda veya Marmara Denizinde sınırlı miktarda petrol veya benzin döküntülerini kapsayacaktır.

Bu tür riskler tamamen ortadan kaldırılamaz; fakat Yüklenicilerin uluslararası düzeyde etkisi kanıtlanmış standartlara kesinlikle bağlı kalmaları ve bu tür durumların yaratacağı çevresel etkilerin sınırlandırılması veya etkisiz hale getirilebilmesi için ilgili sorunlarla başa çıkabilmeye hazır olmaları gerekecektir.

Marmaray projesinde kaç istasyon olacak?

Projenin Boğaz Geçişi bölümündeki üç yeni istasyon, derin yeraltı istasyonları olarak inşa edilecektir. Bu istasyonlar DLH ve Belediyeler dahil olmak üzere ilgili Yetkili Kurumlarla çok sıkı işbirliği içerisine hareket edecek olan Yüklenici tarafından detaylı olarak tasarlanacaktır. Bu istasyonların üçünün de ana konkorsu yeraltında olacak ve sadece girişleri yüzeyden görülebilecektir. Yenikapı, Proje üzerindeki en büyük aktarma istasyonu olacaktır.

Asya Yakasında 43.4 km, Avrupa Yakasında ise 19.6 km mevcut banliyö hatlarının iyilestirilmesi ve yüzeysel metroya dönüstürülmesi isini kapsayan 2. kısımda toplam 36 istasyon yenilenerek modern istasyonlar haline getirilecektir. İstasyonlar arası ortalama mesafe 1 – 1,5 km olarak planlanmaktadır. Mevcutta iki olan hat sayısı üçe çıkarılacaktır ve sistem T1, T2 ve T3 olmak üzere 3 hattan oluşacaktır. T1 ve T2 hatlarında Banliyö (CR) Trenleri calışacak, T3 hatti ise, Şehirlerarası yük ve yolcu trenleri tarafından kullanılacaktır.

Kadıköy-Kartal Raylı Sistem Projesi ile Marmaray Projesi, İbrahimağa İstasyonunu da entegre olacak, böylece iki sistem arasında yolcu transferi gerçekleşebilecektir.

Hat üzerinde minimum kurp yarıçapi 300 metre, maksimum düsey hat eğimi anahat yolcu ve yük trenlerinin çalışmasına elverişli olacak şekilde % 1.8 olarak öngörülmüştür. Proje hızı 100 km/saat olarak planlanırken, işletmede ulaşılacak ortalama hızı ise 45 km/saat olarak tahmin edilmektedir. İstasyonların platform uzunluğu ise 10 araçtan oluşan metro dizisinin yolcu indirme ve bindirmesine uygun olacak şekilde 225 metre olarak projelendirilmektedir.

Marmaray projesi için iletişim bilgileri neler?

Telefon: (0312) 203 10 00 (Santral)

Fax: 0312 212 38 47

Adres: Ulaştırma Bakanlığı Sitesi 91 inci Sokak No: 4 D. Blok Kat:1 06510 Emek-Ankara/TÜRKİYE

Web Adresi: www.marmaray.com.tr

11_Marmaray

Akıl Zeka ve Önemi İle İlgili Kompozisyonlar

$
0
0

zeka.jpg (225×225)

Zekayla ilgili en güzel kompozisyon örnekleri, Akıl hakkında kısa kompozisyon örneği, Zekanın önemi değeri ile ilgili uzun kompozisyon yazı makale

İnsan zekası neden önemlidir? Akıllı bir insan olmanın faydaları ve hayatımıza katkıları nelerdir? Zekanın insan yaşamındaki yeri ve etkisi ne?

Zeka Kompozisyon

Zeka konusunda kısa bir kompozisyon bu yazıda mevcuttur. Bizlere bahşedilmiş en önemli hediyelerden biri olan zeka bir insan ile başka bir canlı arasındaki en önemli ayrımı da oluşturmaktadır. Yaşam kalitemizin diğer canlılardan daha iyi olmasını zekamıza borçluyuz.

İcat ve buluşlarımız zekamız sayesinde geliştirdiğimiz şeylerdir. Bunlar sayesinde hayat basitleşir ve daha iyi bir şekilde sürdürülebilir. Bir diğer kişi ile anlamlı ilişkiler kurabilmek ve birlikte yaşamamızı sağlayabilecek fikirler ancak zeka ile mümkündür. Zekamız olmasaydı yaşam bizler için katlanılmaz bir hal alırdı. Yaşamı sadece tamamlamak için değil aynı zamanda onu doyasıya yaşamak için zeka gereklidir ve eğer bu zeka bizde olmasaydı aynı birer hayvan veya bitki gibi amaçsız bir yaşam sürüp sadece vakit dolduracaktık.

Huzur, güven, mutluluk gibi kavramlar zeka ile yakından ilişkilidir. Daha güzel bir dünya ise ancak bu üçü ile mümkündür. Yani daha güzel bir dünya ancak zeka ile mümkündür. İnsanlara bahşedilmiş en anlamlı ve hoş yetenek olan düşünebilme yeteneği, ancak insanın bunu doğru kullanması ve hayatına güzel bir şekilde yansıtması ile iyi bir kavram olur. Yoksa kötülük amacıyla da kullanılabilmektedir.

Yani zekası olup kullanamayan veya zekası olup kötüye kullanan insanlar da mevcuttur ve böyle olmaktansa zekasız bir hayvan veya bitki olmak daha rasyoneldir.

Akıl İle İlgili Kompozisyon Yazı 

Aklın yaşla ilgisi yoktur Yaş ilerledikçe, insanın zekâ seviyesi artmaz Yaş ilerledikçe bir takım tecrübeler oluşur, ama sadece tecrübe de yeterli değildir

Bir problem karşısında, zeki bir genç sadece mantığını kullanarak çözüm yolunu ararken; yetişkin bir insan ise sahip olduğu tecrübeler doğrultusunda çözüm üretmeye çalışır Ama; her yaşlı insan da tecrübeli olamaz Aptal bir insan ne kadar yaşlanırsa yaşlansın tecrübe sahibi olamadığı için (zaten akılsız) mantıklı, sağlıklı kararlar veremez İnsan her ne kadar tecrübeli olursa olsun üstün zekâlı bir çocuktan daha sağlıklı kararlar veremez Çünkü çocukta doğuştan gelen bir ayrıcalık var, normal bir insan sorunu tek yöntemle çözerken, zeki çocuk olaya farklı açılardan da bakabildiği için hem daha sağlıklı kararlar verir; hem de verdiği kararlar daha doğru olur
Genelde yaşlı insanların küçük çocuklara ‘sen ne bilirsin daha küçük boyunla’ şeklinde hitaplarda bulunması çok yanlıştır Toplumumuzda yaş her zaman bir üstünlük göstergesi olduğu için, yapılan bu tür konuşmalar cehaletin göstergesidir Oysa ki gençleri daha fazla ciddiye almaları gerek, çünkü vatan gelecek nesillere emanet eğer gençlere böyle yanlış davranışlar olursa onlarda yaşlı olanın daha akıllı olduklarını sanarak gelecek nesillere böyle aktaracaklar

Yaş sadece belirli avantajlar getirir, bunların en önemlisi tecrübedir Fakat tecrübeli olmak her konuda doğru yolu bulmak anlamına gelmez Doğru yolu bulma aşamasında en büyük yardımcı kişinin aklıdır

akil-ile-ilgili-kompozisyon.jpg (420×296)

Zeka İle İlgili Kompozisyon

Zeka tanımı tam olarak yapılamamış, farklı çalışma alanlarına konu edilmiş, hakkında çeşitli tezlerin ortaya atıldığı bir kavramdır. Kısaca birçok zihinsel yeteneğin bir araya gelerek canlının çevresi, diğer canlılar, bilgi ile bağ kurmasıdır.

Zekanın yaşa göre farklı gelişim dönemleri geçirdiği kabul edilir. Buna göre zeka en çok doğumdan sonraki ilk iki yıl içerisinde gelişir. Canlı hayatında gelişmelerin sürdüğü kritik dönemler vardır. Kişi belli dönemlerde belli şeyleri daha kolay ve kalıcı şekilde öğrenir, bu zekanın gelişimi ile ilgilidir. Örneğin; iki yaşındaki bir çocuk soyut kavramları anlayıp tanımlayamazken gözle görüp elle tuttuğu şeyleri tanır, bilir ve tanımlar.

Çevre ve kalıtım zekayı etkileyen iki ana etmendir. Kalıtım ile gelen olumlu ya da olumsuz unsurlar sonraki öğrenmeleri etkiler. Çevre de bireyin zeka gelişiminde önemli rol oynar. Kültürel, sosyal, ekonomik çevre bireyin zeka gelişimini hızlandırabilir ya da yavaşlatabilir.

Beynin farklı alanlarda farklı kısımlarının daha çok çalıştığı kabul gören bir gerçektir. Bu alanda Howard Gardner isimli profesörün yaptığı “çoklu zeka kuramı”çalışması oldukça kabul görür. Çoklu zeka kuramına farklı zeka türleri vardır, her bireybu türlerle donatılmış olarak doğar, fakat zamanla bunların bazılarını geliştirip bazılarını kaybedebilir. Eşit çalışma ile tüm zeka türlerini geliştirmek de mümkündür. Çoklu zeka kuramına göre başlıca zeka türleri şöyledir: sözel- dilsel, mantıksal- matematiksel, görsel- kuramsal, bedensel- kinestetik, müziksel- ritmik, sosyal, içsel, doğacı zeka.

ZEKA İLE İLGILI KOMPOZISYON ÖRNEKLERI

Zeka sonradan geliştirilebilen ama kalıtımsal özellikleri’de olan düşünme yetimizi ,mantığımızı kullanma kabiliyetimizi ifade eder. Pek çok zeka türünden bahsedebilmek mümkün, Sosyal zeka, Matematiksel zeka, sanatsal zeka ve duygusal zeka zeka türlerindendir. Zira Matematiksel yada mantıksal zekası güçlü olan biri sayısal problerde mantıksal problemleri çok kolay ve hızlı yapabilmekte  ancak herhangibi bir melodinin ses tonunun algılamakta zorluk çekebilecektir. Aynı şekilde sosya ilişkileri çok güçlü bir kişinin mantıksal zekası çok zayıf olabilmektedir. Zeka kişinin doğuştan kazandığı bir özellik olsada bunu geliştirmek tamamen kişinin yetiştirilmesine ve kendisine bağlıdır. Zekası yönünde bebeklikten beri eğitim alan bu yönde bilinçli bir şekilde geliştirilen bir çocuk zekası ve eğitimi ile birlikte çok başarılı olacağı aşikardır ancak yüksek zeka ve yetenekle gelip eğitimsizlik, ilgisizlik yada başka engeller nedeni ile bunu kullanamayan bir çocuk ise malesef ileride bu yeteneğini ve zekasını başarılı bir şekilde kullanamayacaktır zira  pas tutan bir demir gibi her alanda zekasını ve yeteneğini kullanmakta güçlük çekecek ve bu yetenek ve zekası zaman ilerledikçe körelecektir.

Zeka İle İlgili Kompozisyon  
Aşağıdaki maddeleri dikkatle okuyarak, sizin ve çocuğunuz için en uygun olan cümleleri işaretleyin. Çalışmanın sonunda her bir bölümde verdiğiniz yanıtları gözden geçirin. Hangi bölüme verdiğiniz yanıt sayısı yüksek ise baskın olarak kullandığınız zekânız o olabilir. Böylece geliştirmeniz gereken zekâ bölümlerini de fark edebilirsiniz.

Sözsel – Dilsel

• Kitaplarım benim için çok önemli.
• Konuşmadan, yazmadan veya söylemeden önce kelimeleri kafamda duyabilirim.
• Televizyon veya filmi seyretmektense, radyo dinlemekten zevk alırım.
• Scrabble gibi kelime türetme oyunlarını severim.
• Tekerleme gibi dil oyunlarıyla kendimi ve başkalarını eğlendirmeyi severim.
• Bazen diğer insanlar yazı veya konuşma dilimde kullandığım kelimelerin anlamlarını sorma ihtiyacını duyarlar.
• Türkçe, edebiyat, İngilizce, sosyal bilgiler ve tarih derslerinden, matematik ve fen derslerine göre daha çok zevk alırım (alırdım.)
• Bir yolda giderken manzaradan çok ilan tahtalarındaki kelimeler dikkatimi çeker.
• Konuşmalarımda okuduğum veya duyduğum olaylara değinirim.
• Yazmaktan çok hoşlanıyorum.
• Zaman zaman amatörce ya da profesyonelce şiir veya yazılar yazarım.

Mantıksal – Matematiksel

Kolaylıkla aklımdan işlemler yapabilirim.
• Öğrenciyken matematik veya fen en sevdiğim derslerdi.
• Mantıksal düşünme gerektiren oyunlar oynamayı ve problemler çözmeyi severim.
• Eğer ile başlayan deneyler yaparım.
• Aklım olaylarda bir mantık sırası, belli bir düzen arar.
• Bilimdeki yeni gelişmelerle ilgilenirim.
• Hemen her şeyin mantıksal bir açıklaması olduğuna inanırım.
• Bazen net, soyut, kelimesiz ve imajsız olarak düşünürüm.
• Diğer insanların yaptıkları ve söylediklerinde mantık yolu bulmayı severim.
• Herşey ölçülüp, kategorize edilip, analiz edildiğinde daha rahat ederim.
• Zekâ oyunlarından zevk alırım.

Görsel – Mekânsal

• Gözlerimi kapattığımda genellikle net resimler görürüm.
• Renklere karşı duyarlıyım.
• Etrafımda gördüklerimi kaydetmek için sık sık fotoğraf makinesi veya kamera kullanırım.
• Puzzle ve bulmaca gibi görsel oyunları severim.
• Canlı ve parlak rüyalar görürüm.
• Tanımadığım bir yerde dolaşırken kolaylıkla yolumu bulurum.
• Çizmeyi ve karalamayı severim
• Bana göre geometri cebirden daha kolaydı.
• Yukarıdan kuşbaşı baktığımda bir şeyin nasıl görüneceğini kolaylıkla hayal ederim.
• Resimleri çok olan yazılara bakmayı tercih ederim.

Bedensel – Kinestetik

• Düzenli olarak bir spor dalıyla uğraşırım.
• Uzun zaman hareketsiz oturmak çok zor gelir.
• Dikiş dikme, dokuma, oyma, model yapma gibi ellerimi aktif olarak kullanabileceğim çalışmaları severim.
• Güzel fikirlerim genellikle yürürken, koşarken veya başka bir fiziksel aktivite yaparken ortaya çıkar.
• Boş vakitlerimi dışarıda geçirmeyi severim.
• Birisiyle konuşurken genellikle ellerimi veya başka şekillerde beden dilimi kullanırım.
• Bir şeyleri daha iyi öğrenmem için onlara dokunma ihtiyacı duyarım.
• Deli gibi koşmayı veya benzeri çılgın hareketleri severim.
• Kendimi ‘koordinasyonu çok iyi’ olarak tanımlıyorum.
• Yeni bir beceri geliştirebilmem için okumak veya seyretmektense uygulamam gerekir.
• Jest ve mimiklerimi, beden dilimi etkin olarak kullanırım.

Müziksel – Ritmik

• Sesimin müziğe yatkın olduğunu düşünüyorum.
• Bir notanın yanlış olduğunu hemen anlarım.
• Sık sık radyodan, kasetten, diskten müzik dinlerim.
• Bir enstrüman çalarım.
• Müzik olmasaydı hayatım pek bir şeye benzemezdi.
• Yürürken aklımda genellikle bir müzik sesi olur.
• Basit bir vurma aleti ile bile müziğe eşlik edebilirim.
• Bir çok şarkının veya müzikalin bestesini yapabilirim.
• Bir parçayı bir iki kere dinledikten sonra iyi bir şekilde söyleyebilirim.
• Çalışırken veya yeni bir şey öğrenirken genellikle mırıldanırım.

Kişiler arası – Sosyal

• Çevremdeki insanlar fikir danışmak için bana gelir.
• Voleybol, basketbol gibi grup oyunlarını yüzme ve koşma gibi bireysel olanlara tercih ederim.
• Bir sorunum olduğunda kendi başıma çözmek yerine, birinin yardımına ihtiyaç duyarım.
• En az üç tane yakın arkadaşım vardır.
• Sosyal olabileceğim oyunları tercih ederim.
• Bildiğim şeyleri başkalarına da öğretmeyi severim.
• Kendimi lider olarak görüyorum.
• Kalabalığın ortasında kendimi rahat hissederim.
• İşimle veya topluluğumla ilgili sosyal olaylara katılmayı severim.
• Evde yalnız kalmaktansa bir arkadaş toplantısına gitmeyi tercih ederim.

Kişisel – İçsel

Düzenli olarak meditasyon, değerlendirme veya hayatla ilgili önemli soruları düşünerek vakit geçiririm.
Kendim hakkında daha fazla bilgi edinmek için kişisel gelişim seminerlerine ve rehberlik toplantılarına katılırım.
Aksiliklere esneklikle yaklaşırım.
Yalnızca benim bildiğim bir hobim vardır.
Hayatımla ilgili düzenli olarak düşündüğüm önemli amaçlarım vardır.
Güçlü ve zayıf olduğum yönlerime mantıklı bir bakış açım vardır.
Etrafımda birçok insanın olduğu kalabalık bir yerde olmak yerine, tek başıma bir odada hafta sonu geçirmeyi tercih ederim.
Kendimi, istekleri güçlü ve bağımsız hissederim.
Kendi işimi kendim yaratırım ve hatta kendi işimin sahibi olmayı da düşünmüşümdür

İnsanın akıllı olmasıyla ilgili kompozisyon

Akıllı insanlar ile ilgili kompozisyon

Aklın yaşla ilgisi yoktur Yaş ilerledikçe, insanın zekâ seviyesi artmaz Yaş ilerledikçe bir takım tecrübeler oluşur, ama sadece tecrübe de yeterli değildir

Bir problem karşısında, zeki bir genç sadece mantığını kullanarak çözüm yolunu ararken; yetişkin bir insan ise sahip olduğu tecrübeler doğrultusunda çözüm üretmeye çalışır Ama; her yaşlı insan da tecrübeli olamaz Aptal bir insan ne kadar yaşlanırsa yaşlansın tecrübe sahibi olamadığı için (zaten akılsız) mantıklı, sağlıklı kararlar veremez İnsan her ne kadar tecrübeli olursa olsun üstün zekâlı bir çocuktan daha sağlıklı kararlar veremez Çünkü çocukta doğuştan gelen bir ayrıcalık var, normal bir insan sorunu tek yöntemle çözerken, zeki çocuk olaya farklı açılardan da bakabildiği için hem daha sağlıklı kararlar verir; hem de verdiği kararlar daha doğru olur
Genelde yaşlı insanların küçük çocuklara ‘sen ne bilirsin daha küçük boyunla’ şeklinde hitaplarda bulunması çok yanlıştır Toplumumuzda yaş her zaman bir üstünlük göstergesi olduğu için, yapılan bu tür konuşmalar cehaletin göstergesidir Oysa ki gençleri daha fazla ciddiye almaları gerek, çünkü vatan gelecek nesillere emanet eğer gençlere böyle yanlış davranışlar olursa onlarda yaşlı olanın daha akıllı olduklarını sanarak gelecek nesillere böyle aktaracaklar

Yaş sadece belirli avantajlar getirir, bunların en önemlisi tecrübedir Fakat tecrübeli olmak her konuda doğru yolu bulmak anlamına gelmez Doğru yolu bulma aşamasında en büyük yardımcı kişinin aklıdır

Zeka ile ilgili kompozisyon

Bu kompozisyon yazımızda zeka hakkında kısa bir kompozisyon örneği bulabilirsiniz. Zeka bize verilmiş en büyük nimetlerden biridir. Zaten insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği ise zekasını kullanabilmesidir. Bu sayede diğer canlılardan farklı olarak yaşamımızı en iyi şekilde devam ettirebilmekteyiz.

Zekamız sayesinde yapmış olduğumuz icat ve buluşlar hayatımızı kolaylaştırırken yaşamımızı en iyi şekilde sürdürebilmekteyiz. Ayrıca zeka insanların bir arada yaşamasını sağlayan başkalarını anlamamızı kolaylaştıran en güzel nimettir. Eğer zekanızın olmadığını düşünürseniz hayatımızın ne kadar çekilmez olabileceğini tahmin edebilirsiniz. Bugün sahip olduğumuz hiçbir şeyi kullanamaz ve bir bitki veya hayvan gibi amaçsız yaşardık. Sadece yaşamımızı tamamlamak için hayatımızı devam ettirirdik.
zeka
Oysa şimdi öyle mi? Zekamız sayesinde gelecek nesiller için birşeyler bırakmak, güzel bir dünya oluşturmak, insanlar arasında huzur ve mutluluğu sağlamak için türlü arayışlar içindeyiz. Zeka insanlara verilmiş en güzel yetenek. Tabi insanın bunu nasıl kullandığı ve hayatına nasıl yansıttığıda büyük önem taşır.

Bu nedenle zekası olupta kullanamayan insanlardan olmaktansa bir ot bir hayvan gibi yaşamak daha mantıklı olabilir.

Demirin değişmesi tanecikli yapısını nasıl etkiler? kısaca özet bilgi

$
0
0

www.erguven.net-Maddenin_Tanecikli_Yapisi_(29).JPG (960×720)

Merhaba arkadaşlar, bugünkü fizik köşemizde öğrenci arkadaşlarımızın sıkça kafasını karıştıran bir soruya her yönüyle tatmin edici bir cevap vermeye çalışacağız. Ayrıca bu soruya yanıt verirken bilmeniz gereken diğer ilişkili konular hakkında da kısa konu anlatımı paylaştık. Sorularınızı yorum yazarak sorabilirsiniz.

Demirdeki Değişim Tanecik Yapısını Etkiler mi Nasıl Etkiler ?

Bahçenizdeki demir çubuklarda gerçekleşen değişimler onların tanecik yapılarını değiştirir mi?

Demir için paslanma kimyasal bir değişimdir. Peki kimyasal değişim nedir? Maddeleri meydana getiren , atom ve moleküllerin özelliklerine kimyasal özellikler denir. Bu maddelerin yapıtaşlarında meydana gelen değişimler kimyasal değişimdir. Örnek olarak: yanma, paslanma, çürüme birer kimyasal değişikliktir.

Örnek olarak verdiğimiz bahçemizdeki demir çubuklarda paslanmalar meydana gelmişti, yani paslanma bir kimyasal değişim olduğuna göre demir çubuğun, atomik ve moleküler yapısında değişiklik meydana gelmiştir.

Demirdeki Değişim Tanecik Yapısını Etkiler mi? 

Demir çubuklardan bahçenize ait yaptığınız demir çubuklarda meydana gelen değişim onların tanecik yapısını etkiler mi?

Demirin paslanması Kimyasal değişime bir örnektir. Durumu daha iyi anlamak için Kimyasal değişimin ne olduğunu açıklayalım. Maddeler molekül ve atom denilen küçük teneciklerden meydana gelir. Maddelerin bu atom ve molekül ile ilgili özelliklerine kimyasal özellikler denir. Maddelerdeki değişimler yani paslanma (Bizim konumuzla ilgili), yanma çürüme kimyasal özelliklerdir. Bir paslanma sırasında kimyasal özelliğinde değişiklik olur. Örneğimizde bahçedeki demir çubukta zamanla oluşan paslanma bir kimyasal özelliktir. Bu kimyasal özellikteki değişim atom ve taneciklerinde ki değişimler ile olur. Sonuç olarak diyebiliriz ki, demir çubuklarında meydana gelen değişim onların tanecik yapısını etkiler.

Fiziksel ve Kimyasal Değişim Nedir? Aralarındaki Fark Nedir?

Bir maddeden yeni bir madde oluşturan değişim kimyasal değişimdir. Bir tahta kaşığı veya çatalı düşünelim. Bir tahta parçası yontularak ve şekil verilerek tahta kaşık veya çatal haline dönüştürülmüştür. Tahta, kaşık veya çatal hâline dönüştüğünde de yine tahtadır. Tahtadan başka bir madde hâline dönüşmemiştir. Sadece şekli, büyüklüğü, hacmi, kütlesi, dokusal özellikleri gibi fiziksel özellikleri değişmiştir. Madde, yeni bir maddeye dönüşmemiş, yani kimlik değiştirmemiştir. Bir büyük tahta parçasını oluşturan atom ve molekül yapısı ile tahta bir kaşığı oluşturan atom ve molekül yapısı aynıdır.

Günlük yaşantımızda karşılaştığımız fırıncı, aşçı, kuaför, çiftçi, marangoz, itfaiye eri, duvar boyacısı gibi birçok meslek grubu çalışanlarının işlerini yaparken kullandıkları maddeler değişime uğrar. Onların yaptıkları işlerinin bir kısmı kimyasal değişim, bir kısmı da fiziksel değişimdir.

Kimyasal değişmeyi gösteren ipuçları; renk değişimi, ısı ve ışık açığa çıkması, gaz kabarcığı oluşması vb. şeklinde olabilir. Tüm kimyasal değişmeler için aynı ipuçlarını kullanabilir misiniz? Hayır kullanamayız bazen farklılık gösterebilir. Yaptığınız “ Bir Maddeden Yeni Bir Madde Oluşur mu?” etkinliğinde kimyasal değişimin kanıtı olarak belirlediğiniz ipuçları nelerdir? Yaptığınız deneyde, yanan mumun yapısının değişmediğini fark ettiniz mi? Mum, katı hâlden sıvı hâle geçerken ısı almıştır. Sıvı hâldeki mum, katılaşırken aldığı ısıyı geri vermiştir. Bu olayda mum molekül yapısını korumuştur. Kimyasal değişme sonucunda oluşan yeni maddenin moleküler yapısı, kendisini oluşturan maddelerin yapısına benzemez. Maddenin kimliği değişmiştir. Yukarıda verilen açıklamalardan ve yaptığınız etkinliklerden yola çıkarak atom molekül modelleri ile temsil edilmiş değişimlerde fiziksel ve kimyasal değişimleri ayırt edebilir misiniz? Aşağıda verilmiştir.

Ateş böcekleri, vücutlarındaki kimyasal değişim sonucunda ışık üretir. Örümcekler, ağ örmek için kimyasal değişim sonucu salgı oluşturur ve
bu salgıyla ağlarını örer.

Fiziksel ve kimyasal değişimleri maddelerin tanecik yapılarını gösteren modeller üzerinde inceleyelim.

ısı ile gelen değişim
Yukarıdaki şekillerde bir maddenin ısı alması ile meydana gelen değişim gösterilmiştir. I. durumda maddenin atomlarının dizilişine bakarak katı hâlde olduğunu söyleyebiliriz. II. durumda ise ısı etkisi ile hâl değişimi olmuş ve madde sıvı hâle geçmiştir. Bu olay sırasında maddenin kimliğinde bir değişiklik olmamıştır.

fiziksel değişim
Yukarıdaki şekillerde meydana gelen değişimlerde de maddelerin kimliğinde olmamıştır. Bu nedenle değişimin fiziksel olduğunu söyleyebiliriz.
kimyasal değişim
Yukarıdaki şekilleri incelediğinizde yeni bir maddenin oluştuğunu söyleyebilirsiniz. Yani meydana gelen değişimde maddeler kimlik değiştirmiştir.

Niçin fiziksel değişim görür kimyasal değişim göremeyiz?

Niçin fiziksel bir değişimi gözümüzle görebilirken kimyasal bir değişimi göremeyiz?

Neden göremediğimizi, aradaki farkı anlamak için ilk önce fiziksel değişimin ve kimyasal değişimin kısaca tanımlarını yapalım ve ne olduklarını anlayalım.

Fiziksel değişim; fiziki yani sadece dış görünümde olan değişimlerdir. Atom ve molekül yapıları değişmez. Örnek patatesi doğramak, odun kesmek bu değişimleri gözlerimizle gözlemleyebiliriz. Yeni maddeler oluşmamış, sadece maddede renk, büyüklük ve şekil değişimleri olmuştur. Örnekleri çoğaltabiliriz kalemin kırılması, kağıdın yırtılması, suyun buza değişmesi, kumaşın kesilmesi, odundan talaş yapılması, bir ağacın yontularak kaşık yapılması v.b.

Kimyasal değişim, Maddeler küçük taneciklerden (atom ve molekül) meydana gelir. Buna kimyasal özellikler denir. Bu kimyasal özelliklerde olan değişikliklere kimyasal değişim adı verilir. Bu değişim maddenin iç yapısında meyadana gelen değişimdir. Yanma, paslanma, çürüme, bileşik yapımı kimyasal değişime örneklerdir. Bir çürüme olayını ele alalım, maddenin atom yapısı değişmekte olay sonucunda farklı bir madde olmaktadır. Çürüme olayı bir anda olmadığı yavaş yavaş gerçekleşmekte olduğu için biz bu olayı gözlerimizle gözlemleyemeyiz.

Maddenin Tanecikli Yapısı Ünite özeti

DDENİN TANECİKLİ YAPISI
Kütlesi ve hacmi olan her şeye MADDE denir.Çevremizde gördüğümüz,günlük hayatımızda kullandığımız,yediğimiz,içtiğimiz soluduğumuz kütlesi hacmi olan ve uzayda yer kaplayan her şey maddedir.Peki her şey madde midir?
–>Işık,ısı,ses,elektrik enerjisi bir madde değildir.Ölçülebilecek bir kütleye yada hacme sahip değillerdir.
NOT:Maddelerin miktarı içerdikleri tanecik sayısına bağlıdır.Tanecik sayısı arttığında madde miktarı da artar.Madde miktarı artarsa maddenin kütlesi de artar.Ancak hacmi de artar diyemeyiz.Çünkü bu maddenin fiziksel haline bağlıdır.Madde katı yada sıvı ise madde miktarı artarsa hacmi de artar eğer gaz ise bu artış gazın bulunduğu kaba bağlıdır.
MADDELERİN HACMİ DEĞİŞİR!
–>(SIKIŞMA) Kuvvet etkisi ile maddelerin hacmi değişebilir.Fakat her madde için bu geçerli değildir.
–>Bir kitabı alalım.Elimizle kitaba bir kuvvet uygulayalım.Kitapta bir hacim değişimi olmaz.Kitap katı bir maddedir.Tanecikleri arasındaki boşluk yok denecek kadar azdır.Bu sebeple kuvvet uygulayarak sıkıştırmak mümkün değildir.Ancak sünger kullanmış olsaydık süngerde hacim değişikliği meydana gelirdi.Sünger bir katı madde olmasına karşın içi deliklerle doludur ve bu deliklerin içinde de hava vardır.Burada süngerin küçülmesi aradaki boşlukların küçülmesinden kaynaklanır.
SONUÇ OLARAK; Katı maddeler sıkıştırılamaz.
–>İki şırınga alarak birinin içini su dolduralım diğerini ise boş bırakalım. Boş bıraktığımız şırınganın pistonunu ittiğimizde pistonun ileri gidebildiğini görürüz ancak içi su dolu olanın pistonunu ittiğimizde pistonun ileri doğru gidebildiğini gözlemleriz.
SONUÇ OLARAK;Sıvı maddeler kuvvet etkisi ile sıkıştırılamazken Gaz maddeler kuvvet etkisi ile sıkışabilmektedir.–>(GENLEŞME) Sıcaklığın etkisi ile cisimlerin hacimleri değişebilir.
Sıcaklık arttığında termometre içinde bulunan sıvı maddenin yükselmesi sıvıların genleştiğini gösterir.Aynı şekilde sıcak su içine bırakılan topun büyümesi top içindeki gazın hacminin artmasından kaynaklanır.Bir halka içinden rahatça geçebilen bir topun ısıtıldıktan sonra aynı halkadan geçememesi bize katılarında genleştiğini gösterir.

 

 

 

 

 

 

 

 

SONUÇ OLARAK;Katı,sıvı ve gaz maddeler sıcaklık etkisiyle hacimlerini arttırabilir yani genleşebilirler.

MADDELERİN BOŞLUKLU YAPISI
Maddeler kuvvet etkisi ile ya da sıcaklık etkisi ile hacim değişimine uğrarlar.Miktarı değişmeyen maddelerin hacminde maddenin tanecikleri arasında boşluklar olduğu ve bu boşlukların büyüklüğünün sıcaklık ya da kuvvet etkisi ile değiştiği sonucunu ortaya çıkarır.
Katı ve sıvı maddeler kuvvet etkisi ile sıkışmaya ve sıcaklık etkisi ile genleşmeye karşı,gazlara göre daha dirençlidirler yani çık az sıkıştırılırlar ya da az genleşirler.Ancak gazlar hem kolayca sıkıştırılır hem de kolayca genleşirler.Buna göre gazlardaki tanecikler arasındaki boşluk katı ve sıvılara göre oldukça fazladır.

TARİHTE ATOM
Tüm maddeler taneciklerden oluşur.Yani tanecikler bir araya gelerek maddeyi oluşturur.
Her maddenin bölünemez ve gözle görülemez en küçük yapı taşına ATOM denir.
Bir maddenin atomları o maddenin özelliklerini taşır.Yani demir atomları birleşerek demir elementini oluşturur.Demir atomları birleşerek bakır oluşturamazlar.
–>Tarihte maddelerin atomlardan oluştuğunu ve atomların bölünemez olduğu fikrini ilk olarak Yunanlı filozof Demokritos ortaya attı.Atom kelime anlamıyla “bölünemez” anlamındadır.Bölünebildiği kanıtlanmış olmasına rağmen atom olarak adlandırılması değiştirilmemiştir.
Demokritos dışında atom ile ilgili çalışmalar yapanlar;
JOHN DALTON(1819);atomların için dolu,sağlam ve bölünmezdir.
HENRİ BECQUREL ve MADAM CURİE;Atomun daha küçük parçacıklara bölünebileceğinin buldular.
ERNEST RUTHERFORD;Atom bölünebilir ve atomlar arasında boşluklar olduğunu deneyle ispatladı.(1871-1937)
NİELS BOHR(1913);Kendinden önceki araştırmacıların fikirlerini geliştirerek atomun daha da küçük parçacıklardan oluştuğunu gösteren bir model tasarladı.

MOLEKÜL
Değişik türlerde ya da aynı türlerde atomlar bir araya gelerek “atom kümeleri” oluştururlar.
Bazen aynı tür atomlar birleşerek demir,atom gibi maddeleri oluştururken,karbondioksit,su gibi maddelerde farklı tür atomlar birleşmiştir.
Aynı tür ve ya farklı tür en az iki atomun birleşmesiyle oluşmuş atom kümelerine MOLEKÜL denir.

Oksijen atomları Oksijen molekülü Karbondioksit Molekülü Su Molekülü

ÖRN: Hangisi molekül değildir?

MADDELERİN SINIFLANDIRILMASI
Maddeler ortak özellikleri dikkate alınarak sınıflandırılırlar.

SAF MADDELER
Genel olarak;aynı tür taneciklerden (aynı tür atom veya aynı tür molekül) oluşan maddelere SAF MADDE denir.

ELEMENTLER 
Yapısında tek tür atom bulunan maddelere ELEMENT denir.Hidrojen,oksijen,karbon,iyot gibi.
• Yapısında tek cins atom vardır.
• Fiziksel ve kimyasal yollarla daha basit maddelere bölünemezler.
• Erime ve kaynama noktaları belirgindir.
• Aynı şartlarda özkütleleri birbirinden farklı ve sabittir.
–>Elementler atomik ya da moleküler halde bulunabilir.


Atomik yapılı element                                          Molekül yapılı element

BİLEŞİK
En az iki farklı element atomunun belirli oranlarda bir araya gelerek kendi özelliğini kaybedip yeni özellikler kazanması ile oluşan saf maddelere BİLEŞİK denir.
Oksijen ve hidrojen birer element iken su,oksijen(yakıcı) ve hidrojenin(Yanıcı) birleşmesiyle oluşur.Yakıcı ya da yanıcı değildir.Söndürücüdür.
• Alkol,su,tuz,şeker gibi maddeler bileşiktir.
• Yapılarında en az iki çeşit atom bulunur.
• Fiziksel yolla daha basit maddelere bölünemezler.
• Kimyasal yolla daha küçük maddelere ayrışabilirler.
• Bileşiği oluşturan atomlar arasındaki oran değişirse oluşan madde başka bir madde olur.
• Bir bileşiği oluşturan atomlar bağlıdır.Yani moleküler yapıdadır.

ELEMENT VE BİLEŞİK ARASINDAKİ EN ÖNEMLİ FARKLAR

ELEMENT BİLEŞİK
Aynı cins atomları içerir Farklı cins atomları içerir.
Kendisinden daha basit maddelere ayrıştırılamazlar. Kendisinden daha küçük ve farklı maddelere ayrışabilir.

KARIŞIMLAR
Saf olmayan maddelere KARIŞIM denir.Karışımlar oluşurken maddeler özelliklerini kaybetmezler.Tuzlu su,limonata,hava,toprak,salata,çorba gibi.Çorba içine konan malzemeler pişerken kimyasal yapıları değişime uğramasına rağmen özelliğini değiştirmez.Havuç pişince de havuçtur.Belli bir formülleri yoktur.
*Görünümleri her yerinde aynı(homojen) ya da farklı (hetereojen) olabilir.Homojen karışımlar tek bir madde gibi görünürler.Tuzlu su,şekerli su gibi.Heterojen karışımlar ise tek bir madde gibi görünmezler.Kumlu su yağlı su,salata gibi.
*Rastgele olanlarda,farklı maddeler karıştırılarak elde edilir.

FİZİKSEL VE KİMYASAL DEĞİŞİMLER 
Tüm maddelerin kendine özgü özellikleri vardır.Yani her maddenin kimliği vardır.Herhangi bir maddenin yapısında meydana gelen değişimlerde o maddenin kimliğinin değişip değişmediğine bakılır.Maddenin kimliği aslında maddenin cinsi ile ilgilidir.Eğer maddenin cinsi değişiyorsa kimliği de değişir.
A.FİZİKSEL DEĞİŞİM 
Bir maddenin ezilme,kırılma,yırtılma,ufalanma,erime,donma gibi olaylarla maddenin kimliğinde bir değişim olmadan yalnızca görünümünde meydana gelen değişimlere FİZİKSEL DEĞİŞİM denir.
Örnek:Cam kırılması,Şekerin erimesi,Kağıdın yırtılması,Mumun erimesi,Odundan talaş elde edilmesi gibi.

B.KİMYASAL DEĞİŞİM 
Yanma,çürüme,kokuşma,kömürleşme,paslanma,küflenme gibi olayların tümünde maddenin kimliği yani cinsi değişir.Bu şekilde gerçekleşen değişimlere KİMYASAL DEĞİŞİM denir.
Örnek:Elmanın çürümesi,mumun yanması,şekerin pişirilmesi,kağıdın yanması,demirin paslanması gibi.

MADDELERİN HALLERİ
Tüm maddeler atom ya da moleküllerden oluşur ve bu taneciklerin durumuna göre madde katı sıvı ve gaz halde bulunabilir.Bu hallere ise FİZİKSEL HALLER denir.

A.MADDENİN KATI HALİ B.MADDENİN SIVI HALİ
Tahta blok,kitap,kurşun kalem,demir sopa gibi maddeler katı maddelere örnek verilir.
Katı maddelerin özellikleri;
• Tanecikleri birbirine temas eder.
• Tanecikleri arasındaki boşluk yok denecek kadar azdır.Bu sebeple maddenin en düzenli halidir.
• Tanecikleri yer değiştiremez.Sadece bulundukları yerde sürekli titreşim halinde bulunurlar.Öteleme hareketi yapamazlar.
• Belirli bir şekli vardır.Bu şekli bulundukları kabın yada ortamın şekline göre değiştirmez.
• Sıcaklık ile genleşebilir .Sıcaklık etkisi ile tanecikler birbirinden uzaklaşır ve hacim artar.Ama sıkıştırılamazlar çünkü tanecikler arasındaki boşluk yok denecek kadar azdır.
NOT:Katı haldeki bir maddenin şekil almış haline CİSİM denir.Örneğin altın bir madde iken altın bilezik bir cisimdir.

B.MADDENİN SIVI HALİ Su,meyve suyu,süt,zeytin yağı,alkol,civa gibi maddeler sıvı maddelere örnek verilebilir.
Sıvı maddelerin özellikleri;
• Kendilerine ait bir şekilleri yoktur.Bulundukları kabın şeklini alırlar.(Bunun sebebi akışkanlıklarıdır)
• Akışkan halde bulunurlar.Fakat her sıvının akışkanlığı aynı değildir.Yoğunluklarına göre değişkenlik gösterirler.
• Tanecikleri birbiri ile temas halindedir.
• Tanecikleri arasındaki boşluk katılardan daha fazla olmasına rağmen çok azdır.
• Tanecikleri birbiri üzerinden kayarak hareket edebilirler.Yani tanecikleri yer değiştirebilir.Bu sayede akışkan olurlar.
• Hem titreşim hem de öteleme hareketi yaparlar.
• Sıcaklık etkisi ile genleşebilir.Sıkıştırılamaz.
• Maddenin sıvı hali katı haline göre düzensizdir.
• Katı haldeki bir maddenin sıvı hale geçmesi için dışarıdan ısı enerji alması gerekir.Bu değişim fiziksel bir değişimdir.
C.MADDENİN GAZ HALİ
Hava,karbondioksit,oksijen birer gazdır.
Gaz maddelerin özellikleri;
• Maddenin taneciklerinin serbest hareket ettiği fiziksel hal gaz halidir.
• Tanecikler birbirinden bağımsız sürekli hareket halindedir.
• Belirli bir şekilleri ve hacimleri yoktur.
• Tanecikleri arasındaki boşluk çok fazladır.En fazla boşluk bulunan haldir.
• Boşluğun çok olmasından dolayı rahatlıkla sıkıştırılabilir.Sıkışma etkisi ile sıvı hale geçebilir.Sıcaklık etkisi ile katı ve sıvılara göre daha iyi genleşebilirler.
• Akışkan haldedir.
• Bulundukları kabın her yerine eşit oranda dağılırlar yani bulundukları kabı doldurarak kabın şeklini alırlar.
• Hem titreşim hem de öteleme hareketi yaparlar.


Maddelerin fiziksel hallerinde meydana gelen değişimlerin tümü fiziksel değişmedir ve meydana gelen değişimin türüne göre farklı isimler alır.
ERİME:Maddenin katı halden sıvı hale geçmesidir.Bu sırada ısı alır.
DONMA:Maddenin sıvı halden katı hale geçmesidir.Bu sırada ısı verir.
BUHARLAŞMA:Maddenin sıvı halden gaz hale geçmedir.Bu sırada ısı alır.
YOĞUNLAŞMA:Maddenin gaz halden sıvı hale geçmesidir.Bu sırada ısı verir.
SÜBLİMLEŞME:Maddenin katı halden sıvı hale geçmeden gaz hale geçmesidir.Bu sırada ısı alır.

Viewing all 383 articles
Browse latest View live