Quantcast
Channel: Eğitim – BilgilerSitesi.Com
Viewing all 383 articles
Browse latest View live

Okulu Korumak Öğrencilerin Vatandaşlık Görevimidir? Nedenini Kısaca Anlatın!

$
0
0

Okuduğumuz okulumuzu korumak vatandaşlık görevlerimiz arasında bulunur mu?

Peki sebebi nedir ve niçin vatandaşlık görevleri arasında yer alır?

Okul her şeyden önce bir kamu malıdır ve tüm vatandaşlar kamu malını korumakla yükümlüdür. Kamu mallarına zarar vermek suçtur.

0803_tavsancilcevre1.jpg (350×218)

Bir kişinin vatandaşlık vazifelerinin arasında eğitim aldığı okulu koruma ve temiz bırakmakta vardır. Biliriz ki eğitim aldığımız okullar toplumun ortak kullanımına sunulan kamu mallarıdır. Çünkü yıllar sonra bizim eğitimimiz bitince yerlerimize başka öğrenciler bu okulları kullanacaktır. Bu nedenle bizden sonra öğrencilere bu okulları temiz bırakmak mecburiyetindeyiz. Toplumumuzda oturulan sıralara yazı yazmak veya resim çizmek gibi oldukça yanlış bir hareket hakimdir. Ancak şunu bilmeliyiz ki bu sıralar yalnızca bizim değil bizden o sıralara oturacak belki kaç neslinde malıdır. O sıraları, okulu hatta bahçeyi bile tertemiz gelecek nesillere bırakabilmek asli görevimiz olmalıdır. Okullarımızda yapmamız gereken davranışlar arasında şunlarda olmalıdır;

  • Okuldaki araçlara ve gereçlere özenli davranmalı ve davranmayanları da uyarmalıyız.
  • Okullarımızın gelişmesi ve güzelleşmesi amacıyla çalışmalara katkı sağlanmalıdır.
  • Okullarımızın gereksinimi kapsamında yardım çalışmaları yapılmalı be bizlerde bu çalışmalara katkı sağlamalıyız.
  • Okulu eğitim yuvamız ve ikinci evimiz olarak benimsemek gereklidir.

Açıların kullanıldığı meslekler

$
0
0

Açılar günlük hayatta ve işte nerelerde kullanılır? maddeler halinde konu anlatımı.

Açıların kullanım alanları ve kullanıldığı işler nelerdir? Kısaca özet şeklinde yazınız.

Günümüzde ekonomide ve sanayitde açılar hangi meslek dallarında kullanılıyor?

geometrial5.gif (319×255)

Açı, geometri bilimine ait bir terimdir. Bu terimi pek çok meslek iş hayatında kullanmaktadır. Açı bir nizam, düzen için gerekliliktir. Açıya çoğunlukla güzel sanatlar, mimari ve haritacılığa dayalı meslekler ihtiyaç duyar. Güzel sanatlar alanında meydana getirilen eserlerde ölçüyü tutturmak açı sayesinde olur. Mesela; heykeltraş yapacağı eserin düzgünlüğünü açı ile sağlar.

Açıyı sık kullanan bir diğer meslek grubu haritacılardır. Çünkü çizecekleri noktanın konumunu açı ile belirlerler. Açıyı kullanan meslek gruplarının içinde turizm rehberciliği de vardır. Çünkü bu tür kimseler tur gezileri düzenler ve bu gezilerde konumlarını pusula ile bulurlar. pusula da ise açı kullanılmaktadır. Açıyı kullanan meslek dallarından diğerleri ise mimar ve inşaat mühendisleridir. İnşaat mühendisleri dikecekleri binanın sağlam olması için projede açıyı kullanılır.

İstiklal marşının kabul edilmesi neden önemlidir? kısaca özet

$
0
0

12114521_indir.jpg (800×600)

İsitklal marşı Türkiye için ne anlama gelir? İstiklal marşı ve kurtuluş savaşı arasında nasıl bir bağlantı var? Peki ya yeni kurduğumuz Cumhuriyet ve aydınlanma dönemimiz ile İstiklal marşı arasındaki ilişki nedir? 

İşte Türkiye’mizin gelecek genç kuşaklarının İstiklal marşının değerini anlaması, ona gereken önemi göstermesi ve  kıymetini bilmesi için burada kısa konu anlatımı şeklinde İstiklal Marşının Kabulü ve Önemi konusuna değineceğiz…

İstiklal Marşı, işgal kuvvetleri tarafından paylaşılmış her köşesi talan edilmiş yurdumuzun bağımsızlığını kazanmasının marşıdır.

İstiklal Marşı, Türk milletinin vatanına, özgürlüğüne, Mustafa Kemal’in önderliğinde kazanılan kurtuluş mücadelesine duyduğu saygı ve sevgiyi anlatan eşsiz güzellikte bir şiirdir. Ulus olarak her birimiz için İstiklal Marşı ayrı bir anlam taşımaktadır.

Şairler duygularını yoğun bir şekilde yaşayıp bu duyguları etkili bir şekilde dile getirebilmeleri açısından diğer insanlardan ayrılır. Mehmet Akif Ersoy da edebiyatımızın en başarılı şairlerindendir. Mehmet Akif kaleme aldığı bu şiirinde bağımsızlık duygusunu muhteşem şekilde anlatmış ve Türk milletine armağan etmiştir. İstiklal Marşı yazıldığı günden bu yana her Türk vatandaşı tarafından yüksek sesle ve gururla okunmaktadır.

Mehmet Akif Ersoy İstiklal Marşı’nı açılan bir yarışma için kaleme almıştır. Bu yarışma fikri en başta İsmet İnönü tarafından ortaya atılmıştır. Ancak Mehmet Akif en başta bu yarışmaya katılmak istemez. Çünkü yarışmanın sonucunda birinci olan şiire para ödülü verilecektir.

Yapılan görüşmelerden sonra yarışmaya katılması için ısrar edilen Mehmet Akif sonunda yarışmayı kazanması halinde alması gereken ödülü almamak şartıyla yarışmaya katılmayı kabul etmiştir. İstenilen şiiri kısa zamanda kaleme alan Akif yarışmada birincilik alarak Türk İstiklal Marşı’nın altına imzasını atmıştır. Mehmet Akif şiirini kahraman ordumuza armağan etmiştir. Şiirinin Türk milletine ait olduğunu söyleyerek İstiklal Marşı’nı Safahat adlı kitabına da koymamıştır.

İstiklal Marşı’nın Kabulü ve Önemi, Mehmet Akif Ersoy

İSTİKLAL MARŞI’NIN KABULÜ

23 Nisan 1920 günü Meclis açılmış. İstiklal harbi başlamış. Ordularımız, Anadolu’yu işgal edenlerle savaşıyor. Yunan ordusu Ankara yakınlarına kadar ilerlemiş. Meclis bu ortamda, yeni kurulan Türk Devleti için bir İstiklal Marşı hazırlatmak istiyor. 1920 yılı sonlarında bu amaçla bir şiir yarışması açılıyor.

Katılımcılara 6 ay süre veriliyor.

İstiklal Marşı yarışmasına bu süre içerisinde tam 724 şiir gönderiliyor. O zamanki adıyla Maarif Vekaleti, yani Milli Eğitim Bakanlığı, bu şiirleri değerlendirmek için bir komisyon kuruyor. O dönemin Türkiye’sinde iletişim olanaklarının neredeyse sıfır olduğu bir ülkede yarışmaya katılan 724 şiir tek tek okunuyor, içlerinden 6 şiir elemeyi geçip Meclis Matbaası tarafından bastırılıyor ve milletvekillerine dağıtılıyor.

Ayrıca kazanan şiir için 500 lira ödül var. O zaman için çok büyük bir para.

O sırada Maarif Vekili olan Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Ankara’ da yaşayan ve aynı zamanda milletvekili olan ünlü şairimiz Mehmet Akif (Ersoy)’ dan da bir şiir istiyor.

Bunun üzerine Mehmet Akif Bey “Ben mebusum (milletvekiliyim), müsabakaya katılmam. Ayrıca bir şiir yazıp size veririm” diyor.

Evinde yazmaya başlıyor ve “Kahraman ordumuza” ithaf ettiği şiir bittiğinde, Maarif Vekaleti’ ne teslim ediyor.

Böylece yarışmaya 7. şiir de katılmış oluyor.

Müsabaka sonuçlanıyor. Mehmet Akif Bey’ in şiiri Meclis kürsüsünden Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey tarafından büyük bir coşkuyla okunuyor.

Büyük tezahürat ve alkışlar arasında ve oybirliği ile İstiklal Marşı olarak kabul ediliyor.

Tarih 12 Mart 1921.

İstiklal Marşı şiiri kabul edildikten hemen sonra, kürsüden bir kez daha okunuyor ve bütün milletvekilleri bu kez ayakta dinliyor. Meclis yetkilileri birkaç gün sonra Mehmet Akif Bey’ e 500 liralık para ödülünü vermeye geliyorlar. Almayı reddediyor.

“Ben müsabakaya girmedim. Bu para benim hakkım değildir ve bana ait değildir” diyor.

Meclis yetkilileri ısrar ediyor. “Bu parayı kasamızda tutamayız. Siz alın, isterseniz bir yere bağışlayın” diyorlar.

Mehmet Akif Bey bunun üzerine parayı alıyor ve hastanede yatmakta olan gazilerimize bağışlıyor.

İstiklal Marşı’nın Kabulü (12 Mart 1921) ve İstiklal Marşı’nın Önemi

İstiklal Marşı’nın Önemi ve Milli Marş Kavramının Önemi Marşlar bir milletin duygu ve heyecanını yansıtır. Ülkenin bağımsızlığını, bayrağını simgeler. Bunun yanında vatana duyulan sevgi ve bağlılığı ifade eder. Devletlerin bayraklarının yanında, bağımsızlık simgesi olan bir millî marşları vardır. Osmanlı Devletinde ise II. Mahmut Döneminde bestelenen Mahmudiye Marşı, millî marş kabul edildi. Padişah değişikçikçe millî marşta değişti. I. ve II. Meşrutiyet Döneminde millî marş konusu gündeme gelmiş ancak bir sonuç alınamamıştır. Dolayısıyla Osmanlı Devleti’nin millî bir marşı yoktu. Ama artık milliyetçilik ilkesine dayanan yeni bir Türk Devleti kurulmuştu. Bu nedenle Millî Eğitim Bakanlığı Kurtuluş Savaşı’nın anlamını belirtecek ve yeni devletin bağımsızlığının sembolü olacak millî bir marşın yazılması için 1921 yılında bir yarışma açtı. Yarışmaya 724 şiir katıldı.

Yarışmada para ödülü olduğu için Mehmet Akif Ersoy katılmadı. Ancak dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi (Tanrıöver) para meselesinin çözümleneceğini söyleyerek Mehmet Akif Ersoy’dan yarışmaya katılmasını istedi. Çünkü yazılan şiirlerden hiç biri millî duygularımızı ifade için yeterli bulunmamıştı. Bunun üzerine Mehmet Akif Ersoy Kurtuluş Savaşı’nın en derin heyecanını yansıtan bir şiir yazdı. Kahraman ordumuza ithaf ederek yazdığı şiir, millî marşımız olarak 12 Mart 1921’de II. İnönü Savaşı’ndan önce mecliste kabul edildi. Böylece Türk milletinin, bağımsız yaşama arzusunu dile getiren millî marşı oldu. Cumhuriyet döneminde İstiklal Marşı’nın bestesini Cumhurbaşkanlığı Orkestra Şefi Osman Zeki Üngör yapmıştır( 1930).

Kaynak: T.C. Millî Eğitim Bakanlığı Açık Öğretim Okulları (Açık Öğretim Lisesi- Meslekî Açık Öğretim Lisesi) İçin Hazırlanan 11. Sınıf Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük 1 Ders Notları, Alim ÖZTÜRK, s 150, 2007

İstiklal Marşı’nın Kabulü ve Önemi

(Bu metin, 12.03.2008 tarihinde Adana Merkez Anadolu Teknik Lisesi’nde İstiklal Marşı’nın kabulü ve önemine ilişkin yapılan törende okunmuştur.)

Sayın Okul Müdürüm,
Değerli Öğretmen Arkadaşlarım,
Sevgili Öğrenciler,
Bugün, milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy tarafından kaleme alınan İstiklal Marşı’mızın TBMM tarafından kabulünün 87. yıldönümüdür.

Bugün burada, rengini şehitlerimizin kanından alan ayyıldızlı bayrağımızın altında toplanma nedenimiz, yüreğimizdeki vatan sevgisini gün ışığına çıkarmak, ülkemize duyduğumuz sevginin büyüklüğünü göstermek, milletçe tek bir yürek tek bir yumruk olduğumuzu, dosta düşmana haykırmak, birlik ve bütünlüğümüzü pekiştirmektir.

İstiklal Marşı, parçalanmış, darmadağın edilmiş, yok olmak üzere olan bir milletin, yeniden doğuşunun, şahlanışının destanıdır.

İstiklal Marşı, Mustafa Kemal’in önderliğinde Türk milletinin verdiği ölüm kalım mücadelesini, Türk milletinin bağımsızlığa olan düşkünlüğünü, bayrak sevgisini, vatanımızın güzelliğini dile getiren bir şiirdir. Milletimizin gönlünde İstiklal Marşı’mızın ayrı bir yeri vardır.

Şairleri sıradan insanlardan ayıran en belirgin özellik, onların daha duyarlı olmalarıdır. Hissettiklerini çekici bir üslupla anlatabilmeleridir. Şairlerin elinde dil daha bir güzelleşir. Bir anlamda insanların iç dünyalarına tercüman olurlar. Milletimizin çektiği sıkıntı ve acıları bizzat kendisi de yaşayan Akif, milletimizin kalbinden geçenleri, bir sanatçı duyarlılığıyla sezinlemiş, vatan aşkıyla yanıp tutuşan gönüllere tercüman olmuştur.

Mehmet Akif, Millî Mücadele yıllarında Burdur, Eskişehir, Afyon, Konya, Kastamonu gibi Anadolu’nun pek çok il ve ilçelerini dolaşmış, yaptığı coşku ve heyecan dolu konuşmalarla, halkımızı yüreklendirmiştir.

Savaş ortamında milletimizin içindeki istiklal ateşini alevlendirecek, mücadele azmini güçlendirecek, milletimizi tek yürek, tek yumruk haline getirecek manevî bir güce, istiklal marşına ihtiyaç duyulur.

Bu ihtiyacı ilk kez dile getiren kişi, Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü olmuştur. İsmet İnönü, konuyu Maarif Vekili’ne açmış, askerlerimizin ve milletimizin şevk ve heyecanını artıracak bir millî marş yazdırılmasını istemiştir. Bunun üzerine Maarif Vekaleti, günümüzdeki adıyla Millî Eğitim Bakanlığı tarafından bir şiir yarışması düzenlenir. Yarışmada birinci seçilen şiirin şairine 500 lira ödül verilecektir. O yıllarda ortalama bir memur maaşının 7,5 lira olduğunu düşünürsek, bu para, o dönem için bir servet değerindedir.

Yarışmaya dönemin şair ve aydınları tarafından 724 şiir gönderilir. Ancak bunlardan hiçbiri Türk milletinin istiklal uğruna verdiği mücadelenin büyüklüğünü, ruhunu, heyecanını yansıtabilecek güç ve değerde bulunmaz.

O yıllarda tanınmış bir şair ve aynı zamanda Burdur milletvekili olan Mehmet Akif yarışmayı kazanacak kişiye verilecek olan 500 liralık ödül nedeniyle bu yarışmaya katılmamıştır. Çünkü ona göre, bir milletin istiklal marşı para ile yazılmaz, yazılamaz.

Mehmet Akif, Çanakkale Şehitlerine adlı şiiriyle milletimizin gönlünde yer etmiş bir şairdir. Bu nedenle Türk milletinin istiklal marşını da Akif’in yazabileceğine inanılır.

Akif’in sırf ödül yüzünden bu yarışmaya katılmadığını öğrenen Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey, konuyla yakından ilgilenir, Akif’le bizzat görüşür. Sonunda Mehmet Akif, 500 liralık ödülü almamak şartıyla yarışmaya katılma konusunda ikna edilir.

Mehmet Akif, şiirini Tacettin Dergâhı’nın soğuk duvarları arasında ve TBMM’nin sıralarında kısa bir sürede tamamlar. Akif’in şiiri, yarışmadaki 725. şiirdir.

12 Mart 1921’de istiklal marşını seçmek için TBMM’de oylama yapılır. Mehmet Akif’in şiiri, alkışlar eşliğinde ve dört defa ayakta dinlenerek kabul edilir.

Mehmet Akif, İstiklal Marşı’nı “kahraman ordumuza” ithaf etmiştir. Ayrıca, “Bu şiir bana değil, milletime aittir.” diyerek İstiklal Marşı’nı Safahat adlı kitabına koymamıştır. Yine yarışma sonunda kendisine zorla verilen 500 lirayı da fakir çocuk ve kadınlara meslek öğretmek üzere kurulan “Darülmesai”ye bağışlamıştır. O günlerde Burdur milletvekili olan Akif’in bir paltosu bile yoktur. Ankara’nın dondurucu soğuğunda eski bir ceketle dolaşmaktadır.

Sevgili Öğrenciler, şu an üzerinde yaşadığımız toprakların her bir karışı için binlerce şehit verilmiştir. Bu toprakların bedeli, canla ödenmiştir. Öylesine kutsal, öylesine değerlidir işte vatan.

Mithat Cemal Kuntay’ın dizelerinde bayrak ve vatan şöyle tanımlanır:

“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır
Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”

Vatan bir annedir, bir sevgilidir, vatan bir namustur. Onsuz yapılmaz. Her şey onunla güzeldir. Vatan atalarımızın bize bir emanetidir. En değerli varlığımızdır. Vatan gibisi yoktur. Vatan en güzelidir. Uğruna dünyaları verseler, yine de değişilmez. Cennet kadar güzeldir çünkü vatan.

Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

Türk milleti, söz konusu vatan olunca değerli bildiği her şeyinden geçer. Canından, cananından, tüm varından geçer. Çünkü vatansız bunların hiçbir kıymeti yoktur.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.

Sevgili Gençler, İstiklal Marşı’mızı söylerken; kar kış demeden, eksi 30 derece soğukta nöbet tutan Mehmetçikleri, dondurucu soğuğa, kara, tipiye, fırtınaya aldırış etmeden yollarda mayın taraması yapan, ölüme meydan okuyan, ölüme gülümseyen, kahraman Türk askerlerini düşünmeliyiz. Onlar sayesinde bugün başımız dik, göğsümüz kabarık bir şekilde yürüyoruz. Mayına basmış, vücudu paramparça olmuş, yahut sakat kalan askerlerimizi düşünün. Şehit ailelerini düşünün, dul kalan eşleri, babasının tabutu başında ağlayan çocukları düşünün. Yavrusunu kaybeden bir annenin yürekleri dağlayan feryadını düşünün.

Sevgili Öğrenciler, İstiklal Marşı’mızı söylerken, ayaklarınız yere sağlam bassın, sesiniz gür olsun. Çünkü bu marş bizim. Marşımızı sevin, ülkemizi sevin, okulumuzu, öğretmenlerimizi sevin. Marşımıza, bayrağımıza, ülkemize sahip çıkın. Vatan diye bildiğiniz bu topraklarda göğsünüzü gere gere dolaşın, çünkü bu toprakların bedeli geçmişte ödendi, günümüzde de ödenmeye devam ediyor.

Türk milleti, geçmişi kahramanlıklarla dolu bir millettir. Sarıkamış Harekâtı’nı hatırlayalım. 1914’te Ruslar’a karşı girişilen bu harekatta, 60 binin üzerinde askerimiz Allahuekber dağlarında donarak şehit olmuştur. Çanakkale Savaşı’nı hatırlayalım. Türk milleti için bir ölüm kalım mücadelesi olan bu savaşta 250 bin askerimiz şehit olmuştur. Bu savaşlar, Türk milletinin vatanı ve kutsal varlıkları uğruna neler yapabileceğinin bir delilidir.

Tüm bunlardan çıkarmamız gereken sonuç şu olmalıdır: Türk milleti bugünlere kolaylıkla gelmemiş, çok ağır bedeller ödemiştir. Üzerinde yaşadığımız toprakların her bir karışı, binlerce şehit verilerek korunmuştur.

Çanakkale Savaşı dendiğinde akıllara Mehmet Akif’in Çanakkale şehitlerimiz için yazdığı şiiri gelir. Mehmet Akif, Çanakkale Şehitlerine adlı şiirini İstiklal Marşı’ndan önce yazmıştır. Türk milletinin Çanakkale’de verdiği bu destansı mücadele Mehmet Akif’in dizeleriyle hak ettiği yeri bulmuştur. Çanakkale Savaşından bahsedip de Mehmet Akif’in Çanakkale şehitlerimiz için yazdığı şiirinden birkaç dizeyi hatırlatmadan geçmek olmaz.

Çanakkale Şehitlerine

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.

Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi… Mahşer mi, hakikat mahşer.

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.

Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…
Hani, tâûna da zuldür bu rezil istilâ!

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer…

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler…
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!

Asım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.

Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid’i…
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.

Mehmet Âkif ERSOY

İstiklal Marşı, vatanımıza göz diken düşmanlara, ülkemizi bölmeye çalışan vatan hainlerine karşı, güçlü duruşumuzun bir göstergesidir.

Bir ülkede yaşayan milyonlarca insanı, tek bir çatı altında toplayan, birleştiren, milyonlarca kalbin tek bir yürek gibi atmasını sağlayan, milyonlarca insanı millet yapan ulusal değerlerimiz vardır. Bunlardan biri rengini şehitlerimizin kanından alan ayyıldızlı bayrağımızdır. Bir diğeri dilimizdir, güzel Türkçemizdir. Bizi biz yapan ulusal değerlerimizden bir diğeri ise Mehmet Akif Ersoy’un dizeleriyle adeta ölümsüzleşen, atalarımızın bağımsızlık destanı olan İstiklal Marşı’mızdır.

Sevgili Gençler, Türkiye Cumhuriyeti’ne, Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğüne karşı saldırıların, ulusal değerlerimize karşı edilen hakaretlerin ayyuka çıktığı şu günlerde, rengini şehitlerimizin kanından almış ayyıldızlı bayrağımıza, dilimize, güzel Türkçemize, Mustafa Kemal’in önderliğinde atalarımızın verdiği bağımsızlık mücadelesinin anlatıldığı, adeta her bir kelimesi için on binlerce şehit verilen İstiklal Marşı’mıza sahip çıkmak hayati önem kazanmıştır. Bizi biz yapan, Türk milletinin olmazsa olmazı olan bayrağımıza, dilimize, İstiklal Marşı’mıza sımsıkı sarılmamız gerekir. İstiklal Marşı’mızın her kıtasını, her dizesini bugün yeniden okumalı, özümsemeliyiz.

Yüzyıllardır bu ülke topraklarında yaşayan, bu ülkenin suyunu içen, bu toprakların nimetlerinden faydalanan insanlarımız arasında öylesi hainler var ki, yıllarca bu bayrağın gölgesi altında, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin şemsiyesi altında özgürce yaşamış olmalarına rağmen, bugün bu vatan hainleri ülkemizi bölmek ve parçalamak adına her türlü rezilliği yapmaktadırlar. Saldırılar ister içten ister dıştan gelsin, hangi grup tarafından ve hangi gerekçeyle yapılırsa yapılsın, hiç kimsenin bu ülkede yaşayan insanların huzurunu kaçırmaya, bağımsızlığımızın ve birliğimizin sembolü olan Türk bayrağına hakaret etmeye, İstiklal Marşı’mızı hakir görmeye hakkı yoktur. Bir ülkede yaşamak bu kadar ucuz olmamalı.

Ancak gözü dönmüş vatan hainleri şunu çok iyi bilsinler ki, bu ülkede gönlü vatan sevgisiyle yanıp tutuşan, milletinin rahatı ve huzuru için, ayyıldızlı bayrağı için, dili için, İstiklal Marşı için, cennet kadar güzel vatanı için gözünü kırpmadan canını feda edecek milyonlarca insanımız var. Hiç kimse, ama hiç kimse kalplerimizdeki vatan sevgisini, ülke sevgisini, bayrak sevgisini, Türkçe sevgisini, İstiklal Marşı sevgisini silemez. Sevgili Gençler, vatanımızı sevin, ülkemizi sevin, bu cennet vatanı cehenneme çevirmek isteyen hainlere fırsat vermeyin.

Vatan kelimesinin ne anlama geldiğini bir düşünün. Vatan ne demek? Vatandaş ne demek? Bir vatandaş olarak vatanımıza ve milletimize karşı sorumluluklarımız nelerdir? Bir ülkenin sınırları içinde, aynı bayrağın gölgesi altında, aynı dili konuşmak, aynı acıyı ve sevinci paylaşmak, aynı havayı solumak.

Şunu hiçbir zaman unutmayalım ki, tarih bilincini taşımayan, geçmişine sahip çıkmayan, kültürel değerlerinin farkında olmayan toplumlar ulus birliği içinde yaşayamazlar. Tarih bunun acı örnekleriyle doludur. Uluslar geçmişlerini, dostunu düşmanını, çok iyi bilmelidirler. Bize bu gerçekleri kuşaktan kuşağa aktaranlar, ulusların manevi mimarları, şair ve yazarlarımızdır. Mehmet Akif’e ve İstiklal Marşı’na gösterilen saygı, ulusa ve ulusal değerlere gösterilen saygıyla eş anlamlıdır. Köklerine bağlı ve geçmişinden güç alan kuşakların yetişmesi ancak bu anlayışın yerleşmesiyle mümkündür.

Başta Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk ve Mehmet Akif olmak üzere, bu vatan uğruna can veren tüm şehitlerimizi rahmetle anıyor ve konuşmamı Akif’in şu sözleriyle tamamlamak istiyorum:

“Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın.”

Bülent SAKÇA
Edebiyat Öğretmeni

(Bu metin, 12.03.2008 tarihinde Adana Merkez Anadolu Teknik Lisesi’nde İstiklal Marşı’nın kabulü ve önemine ilişkin yapılan törende okunmuştur.) 

Ağaç Yaşken Eğilir En Güzel Kompozisyonlar

$
0
0

agac_yas_iken_egilir_h1333.jpg (550×288)

Bugünkü yazımda benim için manası çok derin olan bir atasözünün açıklamasını yaptıktan sonra bu konuda yazılmış kısa ve öz kompozisyon örneklerini paylaşacağım.

İnsanlar yaşı küçükken eğitilir. Belirli bir yaştan sonra verilen eğitim çok fazla etkili olmaz. Fakat çok küçük yaşlarda eğitime başlanırsa o zaman sonuç çok daha faydalı olur. Mesela çocukken camiye götürülmeyen çocukları büyüdüğünde götürmek biraz daha zor olur. Diğer yandan, ilkokulda yeterli eğitimi ve gerekli altyapıyı alamamış bir öğrencinin lisede başarılı olması çok daha zor olur.

Ağaç yaşken eğilir atasözü ile ilgili kısa kompozisyon

kitap.jpg (600×524)

Ağaç Yaşken Eğilir Kompozisyon

Bu yazımızda ağaç yaşken eğilir atasözünün anlamına değineceğiz. Bu cümlenin gerçek anlamı taşıdığını da toprakla ilgilenen insanlarda bilir. Çünkü ağaç daha fidan haldeyken nasıl bakım görürse büyümesi o kadar iyi olur. Yani ağaç yaşken eğilir.

İnsan hayatı da ağaç gibidir. Küçük yaşlarda nasıl eğitilir, nasıl yetiştirirsen artık öyle sürer gider, ve o karakterle can verir. İnsan algısı en çok küçük yaşlarda açıktır. Bundan dolayı bir kişiye öğretilmek istenen küçükken verilmelidir. Tıpkı bir fidan gibi yetiştirilmeli ve ileriye dönük eğitilmelidir. Küçük ağaçlarda aynen öyle nasıl bir amaç olması hedefleniyorsa o amaç doğrultusunda budanır.

İnsanın bir hedefi bir gayesi bulunmaktadır. Hedefsiz bir insan gelişme göstermez. Çünkü gelişmesi için bir amacı yoktur. Örneğin; kişinin hangi dala merakı var ise o yönde eğitim almalıdır. O yönde kendine hedefler belirlemelidir.

Yaşı ilerlemiş bir kişinin hedeflerini gerçekleştirmesi oldukça zordur. Bu nedenle küçük yaşlarda insanlar hedeflerine yönelik olarak çalışmalıdır.

Ağaç yaşken eğilir atasözü Konusunda Kompozisyon

Türkçede dilimizi zenginleştiren, anlatıma canlılık katan pek çok atasözü vardır. Bunlardan bir tanesi de :Ağaç yaşken eğilir

Bu atasözü kinayeli bir söyleyişe sahiptir. Yani içinde hem gerçek hem mecaz anlam barındırır. Gerçek anlamı ile bakıldığında ağacın gerçekten de yaş olduğu ilk zamanlarda eğilebileceğini görürsünüz. kuru bir ağacı yani yaşlanmış bir ağacı eğmeye kalktığınızda eğemezsiniz, ağaç kırılır.Ancak bu atasözü ile asıl anlatılmak istenen mecaz anlamıdır.

Mecaz anlamı ile ağaç yaşken eğilir, atasözü bir insanın eğitiminde erken yaşın önemini vurgular. Bir kişiye herhangi bir özellik kazandırmak istediğinizde bu eğitime çok küçük yaşlarda başlamak gerekir. Çocuklar yeni dökülmüş bir beton gibidir. Üzerlerine ne koyarsanız onun izi kalır. Ama donmuş bir betona ne yaparsanız yapın onu asla değiştiremezsiniz.

Çocuğun terbiyesi ve gelişiminde en önemli faktör olarak anne babası gelir. Küçük yaştaki bir çocuğun güzel bir şekilde eğitilebilmesi için anne ve babanın kendi davranışlarına çok dikkat etmeleri gerekir. Çünkü çocuk kendi ailesinde ne görürse onu yapar. Okula gitmeyen bir çocuğun karşısındaki ilk örnek anne ve babasıdır.Anne ve baba, çocuklarını erken yaşta istedikleri yönde geliştirmelidir. sonra zaman geçince ne kadar uğraşsalar da çocuğun huyunu değiştiremezler.

atasozleri-5.jpg (532×314)

Ağaç Yaşken Eğilir – Asılgül Abdırahmanova

Atasözleri geçmişten günümüze süregelmiştir, onlar insanlara doğru yol gösterirler. Küçüklerle, büyüklerle, aileyle, dostlukla ilgili atasözleri vardır, onları hayatımızda kullanabiliriz. Mesela, “Ağaç yaşken eğilir” diye bir atasözü var.
Bu atasözü bence büyüklerin ve küçüklerin terbiyesiyle ilgili. Bir çocuk küçükken gelecekte onun nasıl bir insan olacağını bilmeyiz. Elbette, annelerle babalar kendi çocuğuna terbiye verirler. Onlar hiçbir zaman çocuğuna kötülük dilemezler, tam tersi iyi bir insan olmasına çalışırlar, çabalarlar. Bence çocuk küçükken öğretileri, bilgileri kolayca alabilirler. Terbiyeli, eğitimli insan hiçbir zaman, hiçbir yerde kendisini kaybetmez. Eğer çocuk kimseye itaat etmezse, kendisini yüksekte görürse, geleceğini düşünmezse kim bilir ne zaman yolunu kaybeder. İlk önce çocuklara anneleriyle babalarının bakmaları, ilgilenmeleri önemlidir, bu doğru, şu yanlış diye söylemeleri lazım. Sonra okuldaki öğretmenlerinin de eğitim vermesi önemli, çünkü çocuğun gününün yarısı okulda geçer, öğretmenleri davranışlarını bilirler. Çocuk büyüdükten sonra iyi terbiyesiyle hayatına ilginç bir şekilde devam edebilir, insanlarla ilişki kurmasını öğrenir. Kaba olsa, o zaman insanlar da ona öyle davranırlar. Çocuklara küçükken bir şeyi öğretmek kolaydır ama büyüklere zordur. Çünkü büyükler sadece kendisini dinlerler, başka insanlar bir şey söylese hoşlanmazlar ama çocuklar şirinler ve uysallar, her şeyi hemen anlarlar, kolayca öğrenirler ve alışırlar.
Hepimiz bir zamanlar küçüktük, annelerimizle babalarımız bizi büyüttüler, okuttular, eğitim verdiler. Biz de bu aldığımız eğitimi gelecekte kendi çocuklarımıza verelim. Her şeyin doğrusunu öğretebilmemiz için önce kendimizin doğru olmamız gerekir. Alışkanlıkları ve aldığı eğitim sayesinde karakterleri şekillenir. Sağlam karakterli çocuklar yetiştirebilmek için çocuklara doğru eğitim vermek gerek. Doğrular daima doğrudur, yanlışlar da yanlıştır. Bunu iyice öğretmek gerek, ders verir gibi değil, yaşarken öğretelim ve kendimiz de iyi örnek olalım onlara. Onlar büyüklere bakarak aynılarını yaparlar, bunun için önce büyüklerin kendi hareketlerine dikkat etmeleri gerek.

Ağaç yaş iken eğilir (Kompozisyon)

Atasözleri geçmişten günümüze süregelmiştir, onlar insanlara doğru yol gösterirler. Küçüklerle, büyüklerle, aileyle, dostlukla ilgili atasözleri vardır, onları hayatımızda kullanabiliriz. Mesela, “Ağaç yaşken eğilir” diye bir atasözü var.Bu atasözü bence büyüklerin ve küçüklerin terbiyesiyle ilgili. Bir çocuk küçükken gelecekte onun nasıl bir insan olacağını bilmeyiz. Elbette, annelerle babalar kendi çocuğuna terbiye verirler. Onlar hiçbir zaman çocuğuna kötülük dilemezler, tam tersi iyi bir insan olmasına çalışırlar, çabalarlar. Bence çocuk küçükken öğretileri, bilgileri kolayca alabilirler. Terbiyeli, eğitimli insan hiçbir zaman, hiçbir yerde kendisini kaybetmez. Eğer çocuk kimseye itaat etmezse, kendisini yüksekte görürse, geleceğini düşünmezse kim bilir ne zaman yolunu kaybeder. İlk önce çocuklara anneleriyle babalarının bakmaları, ilgilenmeleri önemlidir, bu doğru, şu yanlış diye söylemeleri lazım. Sonra okuldaki öğretmenlerinin de eğitim vermesi önemli, çünkü çocuğun gününün yarısı okulda geçer, öğretmenleri davranışlarını bilirler. Çocuk büyüdükten sonra iyi terbiyesiyle hayatına ilginç bir şekilde devam edebilir, insanlarla ilişki kurmasını öğrenir. Kaba olsa, o zaman insanlar da ona öyle davranırlar. Çocuklara küçükken bir şeyi öğretmek kolaydır ama büyüklere zordur. Çünkü büyükler sadece kendisini dinlerler, başka insanlar bir şey söylese hoşlanmazlar ama çocuklar şirinler ve uysallar, her şeyi hemen anlarlar, kolayca öğrenirler ve alışırlar.

Hepimiz bir zamanlar küçüktük, annelerimizle babalarımız bizi büyüttüler, okuttular, eğitim verdiler. Biz de bu aldığımız eğitimi gelecekte kendi çocuklarımıza verelim. Her şeyin doğrusunu öğretebilmemiz için önce kendimizin doğru olmamız gerekir. Alışkanlıkları ve aldığı eğitim sayesinde karakterleri şekillenir. Sağlam karakterli çocuklar yetiştirebilmek için çocuklara doğru eğitim vermek gerek. Doğrular daima doğrudur, yanlışlar da yanlıştır. Bunu iyice öğretmek gerek, ders verir gibi değil, yaşarken öğretelim ve kendimiz de iyi örnek olalım onlara. Onlar büyüklere bakarak aynılarını yaparlar, bunun için önce büyüklerin kendi hareketlerine dikkat etmeleri gerek.
Yazan: Asılgül Abdırahmanova

Ağaç yaşken eğilir atasözünün anlamı nedir

Ağaç yaşken eğilir kompozisyon atasözü ile ilgili kompozisyon, Ağaç yaşken eğilir kompozisyon kısa atasözünün geniş açıklaması anlamı

Temel Düşünce ve Anlamı: Eğitim, zamanında yapılmalıdır.

Açıklama ve kompozisyon :

Eğitim küçük yaşta başlamalıdır. Çocuk; yapı­sı bakımından bir balmumu gibidir. Ona istediği­miz biçimi verebilecek en uygun zaman çocukluk çağıdır.

Yaş ağacı nasıl kolayca eğip bükebilirsek; Ço­cuğu da önce ailesine, sonra da ulusuna ve insanlığa yararlı bir kişi olarak yetiştirmek elimizdedir.

Olgun yaştaki insanları, daha önce edindikleri alışkanlıklardan, inandıkları düşüncelerden ayıra­bilmek çok zor olduğu için, kişiyi; kolay biçim ve­rilebilecek yaş ağaç gibi, çocukluk çağında ele alıp eğitmemiz gerekir.

Ağaç yaşken eğilir atasözünün anlamı nedir hakkında şiir.

İlgili Şiir:

Ana-babalar hep bilir,

Çocuk küçükken eğitilir.

Kuru, sert olur, kolay bükülmez;

Ağaç yaş iken eğilir.

ağaç yaşken eğilir atasözünün hikayesi

ağaç yaşken eğilir kompozisyon

ağaç yaşken eğilir atasözü ile ilgili kompozisyon

ağaç yaşken eğilir hikayesi

ağaç yaşken eğilir kompozisyon kısa

ağaç yaşken eğilir ile ilgili kompozisyon örnekleri

ağaç yaşken eğilir ile ilgili kompozisyon ödev

ağaç yaşken eğilir kompozisyon örneği

İstiklal Marşı Hakkında En Güzel Kompozisyonlar

$
0
0

milli_levha_uclu_takim.jpg (543×290)

Merhaba sevgili Türkiye aşığı öğrenci arkadaşlarım, bu yazıya başlarken amacım sizlere bizim için çok önemli ve değerli olan İstiklal Marşımız ile ilgili yazılmış en iyi ve en anlamlı kompozisyonları sunmak. Fakat uzun uzun sayfalarca ayrıntılı bir şekilde yazılan kompozisyonlar yerine burada fazla okuma alışkanlığı olmayan ve çok okuyunca canı sıkılan öğrenci arkadaşlarım için aralarından en anlamlılarını ve kısa ve öze diyebileceğim tarzdakileri seçtim. Umarım beğenirsiniz…

İstiklal Marşı Kompozisyon

Her milletin bir milli marşı vardır. Bu marş o milleti temsil eder, o ülkenin kazandığı zaferler, kuruluşu, millet olmak uğruna verilen emekler bu eserlerde anlatılır. Milli marşlar resmi törenler, ulusal toplanmalar, farklı milletlerin içinde tek bir devleti temsi etme gibi amaçlarla çalınırlar ve o milletin duygularını dile getirirler.

Türk milletinin de milli marşı İstiklal Marşı’dır. İstiklal Marşı, düzenlenen bir yarışmada Mehmet Akif Ersoy tarafından yazılarak birincilik kazanmıştır. Ancak büyük şair yarışmayı kazandığı halde hak ettiği ödülü almamıştır. Bu marş Türk milletine “korkma” diye seslenerek başlar ve Türk milletinin bağımsızlığının sonsuza dek süreceğini vurgular. Marşın bütününde Türk milletinin kazandığı kurtuluş mücadelesi, bağımsızlık uğruna verilen şehitler ve akıtılan kanlar, vatanı korumanın önemi ve gerekliliği gibi konular işlenmiştir.

İstiklal Marşı çalındığında hepimizin içi büyük bir gurur ve milli duygularla dolar. Geçmiş günleri ve atalarımızı hatırlayarak onlara minnet duyguları ile dolar taşarız. Her Türk genci İstiklal Marşı’nı duyduğunda bu tarihin nasıl yazıldığını hatırlamalı ve marşımızı gururlu ve yüksek sesle başı dik olarak okumalıdır. Unutulmamalıdır ki İstiklal Marşı bize armağan edilen bağımsızlığın marşıdır. Atalarımızın yerinde rahat uyuması için bu vatana sahip çıkmalı, bayrağımızı gökyüzünde dalgalandırmalı ve İstiklal Marşı’mızı yüksek sesle okumaya devam etmeliyiz.

 İstiklâl Marşı İle İlgili Kompozisyon

Milli marşlar, hürriyet, özgürlük, kahramanlık ve coşkuları ifade eden eserlerdir. Resmi tören ve toplantılarda önemli günlerde milli marşlar çalınarak ve söylenerek bu duygular ifade edilmiş olur.

Milli marşımız, İstiklâl Marşı, Türk ulusunun, hürriyet özgürlük, kahramanlık ve coşkularının ifade edildiği bir marştır. Kurtuluş Savaşı sonrasında, Türk ulusunun özgürlük ve hürriyet duygularının bir ifadesi olarak, şair Mehmet Akif Ersoy tarafından yazılarak, Osman Zeki Üngör tarafından bestelenmiştir.

Türk halkının Kurtuluş Savaşı’nda vermiş olduğu kahramanca mücadele, hürriyet özlemleri, kahramanlıkları ve millet olarak yaşadığı coşku milli marşımızda anlatılmaktadır. Her ülke marşı söz ve müzikle ifade edilmese de İstiklâl Marşımız söz ve müzikle birlikte icra edilmiştir. Sözleri müziğinin sağladığı etkiyi daha da anlamlaştırmıştır ve sonucunda Türk halkını temsil etme görevini elde etmiştir. Milli marşımızı nerede duyarsak, ayağa kalkar, düzgün bir duruş sergileyerek ve ulusumuzu temsil ettiğinden dolayı saygımızı göstererek, onu dinler ve iftihar ederiz. İstiklâl Marşımız milli duygularımızı en yüksek seviyelere ulaştıran ve bize geçmişimizi hatırlatan bir marşımızı olduğundan ona her zamaniçin gereken saygı ve değeri veririz. Aynı zamanda geçmişimiz ile geleceğimiz arasındaki önemli bir köprü olarak da görmeliyiz.

11161121_mehmet_akif_ersoy_by.jpg (600×400)

İstİklal marşı hakkında kompozİsyon

İstiklâl Marşı’nın yazıldığı tarihte Anadolu’nun birçok şehri işgal altındaydı. Çok büyük bir devleti dört yıl gibi kısa bir sürede kaybeden Türk milletinin bağımsızlığı tehlikedeydi. Halk perişandı. Yoksulluk çok fazlaydı. Çok fazla şehit veriyorduk.Bütün gençlerimiz cephelerde şehit oluyordu.En kötüsü de Türklerin bağımsızlığı tehlikedeydi.Askerlerin ve halkın morali bozuktu.Çok kötü günler geçiyorduk.
Halkın ve askerlerin morale ihtiyacı vardı ve ülkenin Milli Marşı yoktu. Bu sırada bir şiir yarışması düzenlendi. Bir çok şair katıldı. Ancak bu şairlerin yazdıkları şiirler yeterli bulunmadı. Başta Mehmet Akif Ersoy bu yarışmaya katılmadı. Çünkü kazanana para ödülü vardı. Türk milletinin vatanseverliğini para için anlatmak ona ters geliyordu. Bu yüzden katılmamıştı. Ama o zamanki Maarif Vekili Hamdullah Suphi’nin ısrarı üzerine yarışmaya katıldı. Yarışmaya toplam 724 şiir katılmıştı, ancak içinde en çok beğenilen ve milli marşımız olmasına karar verilen şiir Mehmet Akif Ersoy ` un şiiri olmuştur. İstiklal Marşımız her okuduğumuzda tüylerimizi diken diken eden her okuduğumuzda çok etkilendiğimiz bir şiirdir. Bu şiirin içinde birçok anlam vardır. Ne şartlarda savaştığımız , Türklerin bağımsızlık isteği , Türklerin kazanma isteği, gibi Türkleri anlatan bir çok duydu vardı.İşte bu yüzden bu şiir bizim milli marşımız olmuştur.Mehmet Akif İstiklal Marşını halka ve askerlerimize armağan etmiştir. Milli Marşımız bizim için bir bayrak kadar önemlidir. İşte bu yüzden her yıl 12 Mart da İstiklal Marşı’ nın Kabulu ve Mehmet Akif Ersoy’u anma günü kutlarız. İşte bu yüzden her pazartesi günü sabahları Milli Marşımızı söylüyoruz. Her türk vatandaşının yapması gerekende budur. Milli değerlerine sahip çıkmalı ve korumalıdır.

İstiklal Marşı Kompozisyon

Bugün 12 Mart 2009 İstiklal Marşı’nın kabulünün 88. yıldönümü her konuya duyarlılık gösterip foruma taşıyan arkadaşlarımızın böylesine manevi değeri yüksek olan bu konuya duyarsız kalmaları son derece üzücü. Haddim olmıyarak açmış olduğum bu topik konuya duyarsız kalan arkadaşlarımızın İstiklal Marşı’nın önemini bilmeleri içindir..

Cephelerde kazanılan mücadelenin verdiği bağımsızlık muştusunun insan ruhuna aksiyle İstiklâl Marşımız tezahür etmiştir. Elbetteki zorlu mücadelenin şiirsel ifadeyle destanlaştırılması büyük bir zorluk ve sorumluluk gerektiriyordu. Yani milletimizin düşmana karşı yek vücut halinde yaptığı bağımsızlık mücadelesini duygularla anlatmak, aktarmak çok zordu. Yazılacak marş acaba milletimizin verdiği bağımsızlık mücadelesini ne kadar yansıtabilirdi? Gibi şüpheler Mehmet Akif’in İstiklâl Marşı’nı yazmakta tereddüt etmesine neden olmuştu.

İlk aşamada yazılan şiirler, millî mücadelenin ruhta bıraktığı cereyanları yansıtmakta kâfi gelmemesi üzerine, dönemin Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver’in ricasıyla Mehmet Akif bu muhteşem eserini yazmaya karar verir.

724 şairin katıldığı bu yarışta Mehmet Akif’in marşı birinci olarak seçilmiş, bu marş TBMM tarafından ayakta iki kez okunarak onaylanıştır. (12 Mart 1921) Yarışma için verilen mükâfatı Mehmet Akif, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağışlamıştır. Evet bu mükâfatı Türk ordusuna hibe etmiştir. Kızını da okula kaydettirmek için okula verilen harç parasını karşılayamaması bunun karşılığında kolundaki saatini veren Mehmet Akif, milleti için yazdığı marşın maddi boyutunun da kendine tahsis edilmesine razı olamazdı. Çünkü bu topraklar için kan akıtan Mehmetçiğin ulusal ülküsünü destanlaştıran marşın, madde katında hiçbir değeri olmayıp, mânâ katında ise yüce değeri vardı. Bu yüce değer para karşılığında kaybolacaktı. Çünkü biz bu mücadeleyi şehitlerimizin kanıyla, âlimlerimizin mürekkebiyle kazandık. Çünkü bu mürekkep vatan aşkıyla atan kalbin damarlarından çekilmiştir.

Mehmet Âkif, İstiklâl Marşı’nı “Safahat” adlı eserinden konmamış, “Bu marş benim değil, milletimize aittir.” Demiştir. Allah’ın bir daha İstiklâl Marşı yazdırmaması için dua etmiştir.

Aruz vezniyle yazılan İstiklâl Marşımız on bölümden ve kırk bir dizeden oluşmaktadır. Dönemin dili olan Osmanlıca ile yazılmıştır. Türk Milleti’nin başından geçen badireler ve bu makus kaderini yenmek için gösterdiği kahramanlıklar, verdiği şehitler, geçmişine ve kültürüne olan bağlılığı ve benzeri millî duyguları işlemiştir. Diğer eserlerinde olduğu gibi İstiklâl Marşımız’da da medeni üstünlüğümüzü kaybettiren sebepler asırlardır süren cehalet, sebatsızlık, tembellik ve kendine güvensizliktir. Yoksa İslâm dini ilerlemeye asla engel değildir. Bu bakımdan bir an önce bu kötü vasıflardan kurtulmak ve batı’yı teknolojik açıdan örnek alarak aradaki medeniyet mesafesini kapatmak gerekirdi. Bunun için de İslâm dinini asırların üzerine yığdığı tozlardan sıyırmak, onu kuruluşu devrindeki gerçek esaslarına, yapıcı gücüne yeniden kavuşturmaktır. Milletimizin bu zorlu mücadelesine iştirak etmiş ve bizlere bu güzel eserini kazandırdığı için şairimizi rahmetle anıyoruz

Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın…  

Milli marşlar, hürriyet, özgürlük, kahramanlık ve coşkuları ifade eden eserlerdir. Resmi tören ve toplantılarda önemli günlerde milli marşlar çalınarak ve söylenerek bu duygular ifade edilmiş olur.

Milli marşımız, İstiklâl Marşı, Türk ulusunun, hürriyet özgürlük, kahramanlık ve coşkularının ifade edildiği bir marştır. Kurtuluş Savaşı sonrasında, Türk ulusunun özgürlük ve hürriyet duygularının bir ifadesi olarak, şair Mehmet Akif Ersoy tarafından yazılarak, Osman Zeki Üngör tarafından bestelenmiştir.

Türk halkının Kurtuluş Savaşı’nda vermiş olduğu kahramanca mücadele, hürriyet özlemleri, kahramanlıkları ve millet olarak yaşadığı coşku milli marşımızda anlatılmaktadır. Her ülke marşı söz ve müzikle ifade edilmese de İstiklâl Marşımız söz ve müzikle birlikte icra edilmiştir. Sözleri müziğinin sağladığı etkiyi daha da anlamlaştırmıştır ve sonucunda Türk halkını temsil etme görevini elde etmiştir. Milli marşımızı nerede duyarsak, ayağa kalkar, düzgün bir duruş sergileyerek ve ulusumuzu temsil ettiğinden dolayı saygımızı göstererek, onu dinler ve iftihar ederiz. İstiklâl Marşımız milli duygularımızı en yüksek seviyelere ulaştıran ve bize geçmişimizi hatırlatan bir marşımızı olduğundan ona her zaman için gereken saygı ve değeri veririz. Aynı zamanda geçmişimiz ile geleceğimiz arasındaki önemli bir köprü olarak da görmeliyiz.

Alıntıdır:

istiklal marşı kompozisyon

İstiklal Marşı’nın Kabulü
Türkiye’de ilk defa bir milli marş yazılması teşebbüsü, 1920’de Genel Kurmay Başkanı İsmet İnönü tarafından yapıldı. Maarif Vekili Dr. Rıza Nur’u ziyaret eden İsmet İnönü, Milli heyecanı koruyacak, milli azim ve imanı besleyecek, zinde tutacak bir marşın yazılmasını, ordu adına teklif etti. Yarışma Maarif Vekaletinin genelgesiyle okullara duyuruldu ve basın yoluyla da “Türk şairlerinin nazarı dikkatine” sunuldu.

Yarışmaya 724 parça şiir katıldı. Fakat hiçbirisi milli marş olmaya layık görülmedi. Böyle bir marşın ancak Mehmet Akif tarafından yazılabileceği ve para meselesinden dolayı yarışmaya katılmadığı da ağızlarda dolaşıyordu. Hasan Basri Bey, para meselesinin kaldırıldığını söyleyerek, Akif’in yarışmaya katılmasını sağladı. Mehmet Akif’in şiiriyle birlikte üç parça, orduya gönderilerek, asker üzerinde tesiri en fazla olan eserin tespit edilmesi istendi.Cevap olarak Mehmet Akif’in şiirinin beğenildiği bildirildi.

Maarif Vekaleti tarafından gönderilen İstiklal Marşı teklifi gündeme alındı. Başkanvekili Hasan Fehmi Efe’nin başkanlığındaki toplantıda ele alınan marşın tab ve tevziine karar verildi.

Marş, Hamdullah Suphi tarafından Meclis’te okundu. Büyük bir coşkuyla dinlenen marş, sık sık alkışlarla kesildi. Marşın kabul edilmesi, 12 Mart 1921 tarihindeki toplantının öğleden sonraki oturumunda ele alındı.

Akif’in marşının oya sunulması kararlaştırıldı ve “Oy birliği ile kabul edildi.” Marş teklif üzerine en son ayakta dinlendi. Kahraman orduya ithaf edilen marş, İstiklal marşı olarak kabul edildi. Akif “Onu milletime ve kahraman ordumuza hediye ettim. Zaten o milletin eseridir, milletin malıdır. Ben yalnız gördüğümü yazdım” dedi ve bu marşı Safahat’a almadı.

Alıntıdır:

Dünya coğrafyasında yer alan her devletin bir tarihi, bir kültürü, sınırı belli olan toprağı, yönetim biçimi, dili ve milli marşı gibi kendine has değerleri vardır. Bu değerler halk tarafından benimsenen, kabul edilen gerektiğinde uğrunda canını feda edebileceği özelliğe sahiptir. işte milletimizin maruz kaldığı milli mücadele yıllarının o zor ve heyecanlı günlerin imanlı havasını ve manasını terennüm eden ve kalplere kuvvet heyecan veren; Mehmet Akif ERSOY tarafından yazılıp milletimize ağan edilen İSTİKLAL MARŞI 12 Mart 1921 tarihinde TBMM tarafın::an kabul edilmiştir. Büyük Milli Şairimiz istiklal Marşımızın ve Sefahat destanımızın yazarı ehmet Akif ERSOY, bizler için, her bakımdan örnek bir şahsiyettir. anlı ve ahlaklı hayatı, mert ve sarsılmaz karakteri ile bu büyük adam, edebiyatıımızın gerçek bir temsilcisi olmuştur.

I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devletinin yenik düşmesi ve Mondantlaşmasının imzalanmasıyla vatan toprağı 1918′den itibaren işgale uğramıştır. Bunun üzerine uzun ve parlak bir geçmişe sahip milletimizi Milücadele ruhuyla bir bağımsızlık hareketine girişmiş ve bunda da başaolmuştur. İşte bu yüce mücadelelerin ifadesi olan istiklal Marşı, milletimizin gönlünde müstesna bir yere sahiptir. istiklal marşıarı, milletlerinin tarihi ve kültürel birikimlerini, milli karakterlerini ve ulusal kurtuluş mücadelelerini özetleyen kutsal marşıardır. Büyük Türk Milleti, koskoca bir devletten sonra yurdunu işgal eden düşmandan, elinde kalan son kara parçasını da büyük ve kanlı bir mücadeleden sonra kurtarmayı başarmıştır.

Her milletin bir istiklal Marşı olduğu, Türk milletinin de bir istiklal Marşının bulunması gerektiği fikri üzerine TBMM tarafından bir “Milli Marş” yazılması için zamanın Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver başkanlığında bir heyet kurulmuş ve bir yarışma açılmıştır. Komisyona yaklaşık 724 şiir gelmesine rağmen hiçbiri layık görülmemişti. Dostları ve dönemin Milli Eğitim Bakanı Tanrıöver, istiklal marşının Akif tarafından yazılmasını istemektedirler. Ancak Akif, sürecin yarışma biçiminde düzenlenmesi sebebiyle katılmayı düşünmemekte, nihayet beş yüz liralık para mükafatını da böylesi onurlu bir iş için uygun bulmamaktadır.

Neticede, (Hasan Basri çantay’ın da özel çabasıyla) ikna edilir, mükafatın başka bir yere bağışlanabileceği bildirilir; bu gelişmelerden sonra Aki Marşı kaleme alır. 12 Mart günü TBMM’de Tanrıöver tarafından okunan şiiri bütün milletvekilleri ayakta dinlerler; her kıta, hatta bazen her mısra arkasından heyecanla alkışlarlar, nihayet istiklal Marşı olarak kabul ederler. Akif Ersoy, millete adadığı bu şiirin şairi olarak artık kendini görmez ve istiklal Marşını Safahat kitabına almaz. Kendisine niçin böyle yaptığı sorulduğunda “Çünkü onu milletimin kalbine gömdüm,” der.

Hayatının sonlarında milli mücadele ile ilgili bir sohbette söz istiklal marşına geldiğinde büyük şair şunları söylemiştir: “istiklal Marşı o günler ne samimi, ne heyecanlı günlerdi. O şiir, milletin o günkü heyecanının bir ifadesidir. Bin bir facialar karşısında bunalan ruhların, ızdıraplar içinde kurtul’:lş dakikalarını beklediği bir zamanda yazılan o marş, o günlerin kıymetli bir hatırasıdır. O şiir bir daha yazılamaz. Onu kimse yazamaz. Onu ben de yazamam,. Onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lazım. O şiir artık benim değildir. O, milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur.” 9 Eylül 1922′de yurdumuz düşmanlardan temizlendikten sonra, sıra istiklal Marşımızın bestelenmesi işine geldi. Daha önce düzenlenen yarışma savaş şartları nedeniyle sonuçsuz kalmıştı. istiklal Marşımız, Ankara’da ve istanbul’da değişik bestelerle çalınmaktaydı.

Mustafa Kemal Paşa, Osman Zeki ÜNGÖR’ün bestesinin güzel olduğunu duymuştu. Sanatçı Osman Zeki ÜNGÖR, Ankara’ya çağırıldı. Mehmet Akif’in güftesi, Atatürk’ün önünde, Osman Zeki ÜNGÖR’ün bestesine göre seslendirildi. Atatürk ve diğer dinleyenler bu besteyi çok beğendiler. O günden beri Osman Zeki ÜNGÖR’ün bestesi Türk Milli Marşı olarak kabul edilmiştir. istiklal Marşımız, gerek şiir, gerekse ezgi olarak yıllardır milletimizin göğsünü kabartmaktadır. Zor günlerde milletimizin moral kaynağı olmuştur. İstiklal Marşımızın gerek şiir, gerekse ezgi (müzik) olarak doğru söylenmesi çok önemli ve hassas bir gerekliliktir. Eksik veya yanlış söylenmesi anlamını da zedelemektedir. İstiklal Marşımızın, gerek şiir, gerekse beste olarak çok zengin bir anlamı vardır. Bu anlam içinde ulusal kurtuluşumuz, sonsuz egemenliğimiz, kahramanlığımız, eşsiz anlatımlarla ifadesini bulmaktadır. İstiklal Marşımız; kalbimizdeki ortak duygu ve heyecan, bileklerimizdeki güç, göğüslerimizde atan coşkulu yürek ve alınlarımızda parıldayan gururdur.

İstiklal Marşı ile ilgili örnek kompozisyonlar

Orta Asya’dan gelerek Anadolu’yu kendisine yurt edinen milletimiz, hiçbir millete zulüm etmemiş, bilakis kendi sınırları içerisinde olan diğer toplumların özgürce yaşaması için bütün koşulları yerine getirmiştir. Buna rağmen en ufak bir güçsüzlük döneminde bile bazı devletlerin saldırılarına maruz kalmış, hatta kendi tebaasında bulunan azınlıkların bile ihanetine uğrayarak zor dönemler geçirmiştir.

İşte bu zor dönemlerin bilenen ve en acıklı olanı Kurtuluş Savaşı yıllarıdır. Ülke işgal altında bulunurken, gerçek vatansever Türk halkı canı pahasına ülkesinin bağımsızlık mücadelesinde yer almış, kimisi cephede, kimisi cephe gerisinde üzerine düşen görevleri eksiksiz yerine getirmiştir. Mehmet Akif Ersoy’da mücadeleye fikri açıdan büyük destek vermiş, yazmış olduğu İstiklal Marşı ile Türk Milletinin yüreğinde kopan fırtınaları dile getirmiş, cesaretin ve azmin bağımsızlık yolundaki büyük etkisine dikkati çekmiştir.

Mısralarında bağımsızlığın Türk Milletinin hakkı olduğunu dile getiren Akif, cennet vatanımızın ne pahasına olursa olsun düşmana terk edilemeyeceğini anlattığı İstiklal Marşı ile tarih boyunca bağımsızlığa verdiğimiz önemi adeta bütün dünyaya ilan etmiştir.

İstiklal Marşının özünde yatan bağımsızlık vurgusu, bundan böyle de Türk Milletinin büyük önem verdiği konulardan biri olmaya devam edecek, atalarımızın kanları ile sulanmış olan topraklarımızda bulunan ve Türkiye Cumhuriyeti kanunlarının kendisine tanımış olduğu hakları kabul eden herkes, bu bağımsızlık ve özgürlük duygusunun verdiği tadı doyasıya yaşayacaktır. İstiklal Marşını anlayarak okuyan herkes bağımsızlığın ne demek olduğunu çok daha iyi kavrayacak ve ülkesini daha çok sevecektir.

Asırlar boyu hiçbir devletin yada topluluğun esareti altında yaşamamış olan Türk Milleti, içindeki bağımsızlık ateşini sonsuza dek yakmaya devam edecektir.

Çevremizdeki maddeleri hangi özelliklerine göre sınıflandırırız?

$
0
0

maddeninsiniflandirilmasi.gif (736×347)

İnsanlar maddeleri neye göre sınıflandırır? Maddelerin sınıflandırılmasında ne gibi özelliklere bakılır?

Bu yazıda maddelerin sınıflandırılması konusunda hangi faktörlerin dikkate alındığını ile ilgili kısaca özet bilgiler sunacağız.

Hangi eşya hangi özelliğine göre nasıl sınıflandırılır? İşte kısa konu anlatımı…

Maddeler; katı, sıvı ve gaz halindesınıflandırılır. Ayrıca maddeler kütlesi,uzunluğu ve hacimlerine göre ele alınırlar. Örneğin; bir kaya ele alındığında önce sert olduğu vurgulanır, kilosu ve rengi dikkat çeker.

Bir su birikintisi ele alınınca; bu maddenin sıvı olduğu, hacminin küçükolduğu anlaşılır.

Maddelerin sınırlandırılması şu sıraylaolur;

  • Katı madde
  • Sıvı Madde
  • Gaz Madde
  • Cismin rengi
  • Cismin ağırlığı
  • Cismin hacmi
  • Cismin Kokusu

Örneğin; Bir hayvan pisliğine bastığınızı hissettiğinizde ilk önce bunun katı madde olduğunu ve kokusunu fark edince bir hayvan pisliği olduğu idrak edilir.

Maddeleri Sınıflandırmaya Yardımcı Olan Özellikler 

madde.gif (724×265)

Maddeleri sınıflandırmak için renk, koku, şekil, yapıldığı madde, yumuşaklık vb. gibi fiziksel özelliklerden yararlanılabileceği vurgulanmaktadır.

Konu anlatımı için tıklayınız. 

maddeleri sınıflandırma | izlesene.com

Maddelerin Sınıflandırılması(mutlaka bakın)

Maddelerin Sınıflandırılması

Kütlesi, hacmi ve eylemsizliği olan, uzayda yer kaplayan her şeye maddedenir. Çevremizde sayılamayacak kadar çok madde vardır. Bu maddelerden bazılarını çıplak gözle görebilmekteyiz(su, toprak, taş), fakat bazıları ise ancak mikroskoplarla görülebilmektedir.(Mikroplar, bakteriler, virüsler).
Bir maddenin sahip olduğu bazı özellikler vardır. Bu özelliklerden bir kısmı maddeyi tanımaya ve ayırt etmeye yarar. Bu özelliklere ayırt edici özellikler denir.

Maddenin ortak özellikleri Maddenin ayırt edici özellikleri
Kütle Özkütle(yoğunluk)
Hacim Erime ve Kaynama noktası
Eylemsizlik Genleşme
Tanecikli yapı Esneklik
Çözünürlük
Renk
koku
Tat

Aşağıda verilenlerden hangisi maddeler için ayırt edici bir özelliktir?
a) Kütle   b) Hacim   c) Özkütle      d) Ağırlık

Maddenin Halleri

Maddeler doğada bulundukları hallere göre katı, sıvı ve gaz olmak üzere 3 gruba ayrılırlar.
 KATI: Katılarda maddeyi oluşturan tanecikler birbirine yakın ve düzenli bir şekilde sıralanmıştır. Duvardaki tuğlalar gibi düzgünce sıralanan tanecikler maddenin sert olmasını, dışarıdan kuvvet uygulandığında kolayca bozulmamasını sağlar. Bakır, demir, alüminyum gibi katı maddeleri düşündüğümüzde serttir, şekillerini büyük kuvvet uygulayarak değiştirebiliriz.
 SIVI: Sıvı maddeler birbiri üzerinden yuvarlanarak hareket eden tanecikleri vardır. Tanecikler arasında boşluklar vardır. Bu sayede hareket edebilirler. Su, yağ gibi sıvılar bir yere döküldüğünde taneciklerinin yuvarlanması sonucu gidebildiği yere kadar yol alırlar. Herhangi bir kaba koyduğumuzda kabın şeklini alırlar, aralarında boşluklar olduğundan genelde ışığı geçirecek şeffaflıktadırlar.
 GAZ: Gazlar fark edilmesi en zor olan maddelerdir. Çünkü bumaddelerin tanecikleri birbirlerinde çok uzaklıktadırlar. Tenis topu büyüklüğünde atomları olan gaz olsaydı atomlarında biri İzmir’deyken diğeri Ankara’da olurdu. Aralarında ki bu büyük boşluk yüzünden gazlar birbiri içerisinde karışabilir. Atmosfer tabakası yüzlerce farklı gazın karışımıdır. Gaz tanecikleri aynı zamanda çok serbesttirler. Kapalı kaplarda saklanabilirler. Bir kişinin odada parfüm sürmesi aynı odadaki kişiler bu kokuyu algılar, çünkü koku molekülleri gaz halde ulaşabildikleri yere kadar giderler.

NOT-1: Maddenin halleri arasında geçiş vardır. Bir maddenin katı halden sıvı hale geçmesine erime, sıvı halden gaz haline geçmesine kaynama, gaz halinden sıvı hale geçmesine yoğunlaşma, sıvı halden katı hale geçmesine donma ve katı halden sıvılaşmadan direk gaz haline geçmesine süblimleşme denir.

NOT-2: Maddeler erirken ve kaynarken dışardan ısı alırken, yoğunlaşırken ve donarken dışarıya ısı verir.

NOT-3: Katıdan gaza giderken maddedeki düzensizlik artar, gazdan katıya giderken düzensizlik azalır ve düzen artar.


Aşağıda verilen olaylardan hangisi gerçekleşirken madde çevreye ısı verir?
a) Donma 
b) Erime 
c) Buharlaşma 
d) Süblimleşme

ELEMENT: Aynı cins atomlardan meydana gelen saf maddelere element denir. Elementler fiziksel ve kimyasal yollarla kendinden daha basit maddelere ayrılmazlar.
Elementlerin en küçük yapı taşı atomdur.
Elementler saf maddelerdir.
Belirli erime ve kaynama noktaları vardır.
Tek cins atomlardan oluşur.
Kimyasal özellikleri bakımından Metal, Ametal ve Soygaz olmak üzere 3′e ayrılırlar.
Elementler sembollerle gösterilir.

Bazı Elementlerin adı ve sembolleri

Elementin Adı Sembolü
Hidrojen H
Helyum He
Lityum Li
Berilyum Be
Bor B
Karbon C
Azot N
Oksijen O
Flor F
Neon Ne
Elementin Adı Sembolü
Potasyum K
Kalsiyum Ca
Krom Cr
Mangan Mn
Demir Fe
Çinko Zn
Gümüş Ag
Platin Pt
Altın Au
civa Hg

BİLEŞİK: iki yada daha fazla elementin belirli bir oranda bir araya gelerek özelliklerini kaybederek oluşturdukları yeni saf maddeye bileşik denir. 
Bileşiklerin en küçük yapı taşı moleküldür.
Bileşikler saf maddelerdir.
Belirli erime ve kaynama noktaları vardır.
Farklı cins atomlardan oluşur.
Kimyasal yollarla oluşurlar ve bileşenlerine sadece kimyasal yollarla ayrılırlar. 
Kendini oluşturan elementlerin özelliğini taşımazlar
Bileşikler sembollerle gösterilir. 

Bazı Bileşiklerin Adı ve Formüllü

Bileşiğin formülü Adı
H2O Su
NaCI Sodyum klorür (Yemek Tuzu)
CO2 Karbondioksit
NaOH Sodyum hidroksit
HCI Hidroklorik asit
H2SO4 Sülfürik asit

KARIŞIMLAR: İki yada daha fazla maddenin rasgele karıştırılmasıyla oluşan madde topluluğudur. 
Saf maddeler değildir.
Belirli erime ve kaynama noktaları yoktur.
Her oranda rasgele karışabilirler
Bileşenlerine fiziksel yollarla ayrılırlar.
Homojen ve heterojen karışımlar olmak üzere 2′ye ayrılırlar.

I. HOMOJEN KARIŞIMLAR: Her tarafında aynı özelliği gösteren karışımlardır. Tek bir madde gibi görünürler. Homojen karışımlara genellikle çözelti denilmektedir. Örnek: şekerli su, tuzlu su


II. HETEROJEN KARIŞIMLAR:Her tarafında aynı özelliği göstermeyen ve tek bir madde gibi görünmeyen karışımlara denir. Kendisini oluşturan maddelerin katı, sıvı ve gaz olmasına göre Emülsiyon, süspansiyon ve Aerosol olmak üzere 3′e ayrılırlar.
a. Emülsiyon : Sıvı + sıvı heterojen karışımlarına denir. Örnek: su-zeytin yağı karışımı



b. Süspansiyon : Katı + sıvı heterojen karışımlarına denir. Örnek: su-tebeşir tozu, çamur(su + toprak), ayran, kahve

c. Aerosol : Sıvı + gaz heterojen karışımlarına denir. Örnek: Kolonya, kolalı içecekler, parfümler

Sıvı-Sıvı heterojen karışımlara emülsiyon denir. Buna göre aşağıda verilenlerden hangisi emülsiyondur?
a) Şekerli su                  
 b) Çamur
 c) Alkol su karışımı        
 d) Yağ-su karışımı

 

Aşağıdakilerden hangisi heterojen karışımdır? (Kur-1994)
a) Zeytinyağlı su
 b) Maden suyu
 c) Kolonya
 d) Gazoz

Fiziksel ve Kimyasal değişmeler

Sıcaklıkları ve basınçları değişen maddelerin halleri değişir. Maddeler değişim halindedir. Denizler buharlaşırken, bir müddet sonra buharlaşan moleküller yağmur olarak tekrar denizlere dönmektedir. 
 Arabamızı çalıştırdığımızda benzin yanarak havaya çeşitli gazlar verir. Açığa çıkan gazlar havada başka gazlarla birleşerek tekrar yeni maddelere dönüşmektedir. 
 Doğada meydana gelen değişmelerin bazıları maddenin iç yapısında bazıları ise dış yapısında meydana gelir. 
FİZİKSEL DEĞİŞME :
 Maddenin dış yapısında meydana gelen değişmelere fiziksel değişmeler denir. Maddenin katı,sıvı gaz oluşu bir fiziksek özelliktir. Maddenin şekli rengi, kokusu, erime sıcaklığı, kaynama sıcaklığı fiziksel özelliklerdir. Fiziksel değişmelere aşağıdaki örneklerden bazıları verilebilir;

Kağıdın yırtılması
Odunun Kırılması
Yaprağın Dökülmesi
Naftalinin donması
Mumun erimesi
Camın kırılması

NOT: Fiziksel değişmeler sonucu sadece maddenin fiziksel özelliği değişir.

KİMYASAL DEĞİŞME: 
 Maddenin iç yapısının değişikliğe uğrayarak yeni maddeye dönüşmesine kimyasal değişiklik denir. Yanma, paslanma, ekşime, mayalanma, çürüme ve elektroliz gibi olaylar kimyasal değişikliklerdir. Kimyasal değişmelere aşağıdaki örneklerden bazıları verilebilir;

Mumun yanması
Suyun elektrolizi
Yaprağın Sararması
Kibritin Yanması
Suyun oluşması
Gümüşün kararması
Elmanın çürümesi
Hamurun mayalanması
Sütten yoğurt yapılması
Demirin paslanması


Aşağıdakilerden hangisi fiziksel değişmedir? 
(FL-1979)
a) Odunun yanması
b) Suyun buharlaşması
c) Demirin paslanması
d) Üzüm suyunun sirkeleşmesi


Aşağıdakilerden hangisi kimyasal değişme değildir? (Kur-1995)
a) Sütün ekşimesi 
b) Yaprağın çürümesi
c) Yumurtanın bozulması 
d) Şekerin suda çözünmesi

Karışımların fiziksel yolla  ayrılması

İki yada daha fazla maddenin rasgele karıştırılmasıyla oluşan madde topluluğuna karışım demiştik. Hava, limonata, toprak, süt, kan, tuzlu su, petrol gibi maddeler karışımdır. Ancak karışımın yapısında bulunan maddelerden birine ihtiyaç duyulabilir. Örneğin petrolün yapısında bulunan mazot ve benzine ihtiyacımız olabilmektedir. Bu durumlarda karışımların ayrıştırılması gerekmektedir. Karışımların ayrıştırılmasında kullanılan fiziksel yollardan bazıları şunlardır;

a) Eleme: Bu yöntemle farklı büyüklükteki tanecik yapısına sahip katı-katı heterojen karışımları ayırmada kullanılır. Örnek: kumu taştan ayırmak, mercimek ile nohudu birbirinden ayırmak.

b) Süzme: Birbiri içinde çözünmeyen katı-sıvı heterojen karışımları ayırmada kullanılır. Örnek: demlenmiş çayın yaprağından ayrılması, kumun sudan ayrılması.

c) Yüzdürme: Yoğunlukları farklı katı-katı karışımlarının bir sıvı yardımıyla ayrıştırılmasını sağlar. Kum ve talaş karışımı su içine bırakıldığında kum dibe batarken talaş yüzeye çıkar. Bu sayede kum ve talaş birbirinden ayrılabilir.

d) Mıknatıs İle Ayırma: Mıknatıs yardımı ile karışımın içinde bulunan demir, nikel ve kobalt mıknatıs yardımı ile diğer maddelerden ayrılabilmektedir. Fakat bu yöntemle demir, nikel ve kobalt birbirinden ayrıştırılamamaktadır. Bu yöntem günlük hayatta özellikle çöplerde hurda toplamasında kullanılmaktadır.

e) Damıtma İle Ayırma: Bir sıvıyı ısıtıp önce buhar haline, sonra da buharın soğutup tekrar sıvıya dönüştürülmesine damıtma denir. Kaynama noktaları farklı sıvılardan oluşan homojen karışımlar damıtma yoluyla ayrılabilirler. Karışım kaynatıldığında önce kaynama noktası düşük olan sıvı buharlaşır. Bu buhar yoğunlaştırılıp tekrar sıvı elde edilir. Örneğin alkol ve su karışımı ısıtılmak suretiyle birbirinden ayrıştırılabilir. Damıtma sayesinde ham petrolün arıtılması, bitkisel yağ elde edilmesi, saf su elde edilmesi gibi işlemler gerçekleştirilebilmektedir.

f) Kristallendirme İle Ayırma: Katı-sıvı homojen karışımlar kristallendirme ile birbirinden ayrıştırılabilmektedir. Tuzlu su, şekerli su gibi. Bu amaçla karışım ısıtıldığında sıvı (su) buharlaşır ve katı (şeker-tuz) kristal şeklinde elde edilir.

g) Çözünürlük Farklı İle Ayırma: Katı-katı heterojen karışımlarının çözünürlüklerinin farklı olmasından faydalanılarak yapılabilen bir Ayırma yöntemidir. Yemek tuzu-kum karışımı bir sıvıya konulduğunda tuz çözünür kum dibe çöker. Kum süzme yöntemi ile ayrıştırılır. Tuz ise kristallendirme yöntemi ile ayrılır.

h) Yoğunluk Farkı İle Ayırma: Sıvı-sıvı heterojen karışımların ayrıştırılmasında kullanılır. Bu yöntemle su-zeytin yağı karışımı birbirinden ayrılabilmektedir.

Evde Yap Etkinliği
1. Su dolu bir cezveye 2 kaşık çay kaşığı şeker attınız. Şeker tamamen çözününceye kadar kaşık ile karıştırın. Şeker tamamen eridikten sonra cezvedekikarışımı su tamamen buharlaşıncaya kadar ısıtın. Gözlemlerinizi forumda bizimle paylaşın.
2. Bir avuç kum ile bir avuç talaşı karıştırın. İyice karıştıktan sonra bunları fiziksel yöntemlerle ayırın. Gözlemlerinizi forumda bizimle paylaşın.
3. bir kaba bir miktar tuz, kum ve talaş koyup iyice karıştırın sonra bunları ayırmak için bir deney tasarlayıp ayırın. Sonuçlarınızı forumda bizimle paylaşın.
4. Bir kaba bir miktar şeker, kum, taş, talaş ve demir tozu koyun. Bunları iyice karıştırdıktan sonra karışımların ayrılmasında kullanılan fiziksel yöntemleri kullanarak bunları yırın. Ayırmak için kullandığınız yöntem ve bu yöntemle hangi maddeleri ayırdığınızı not edip forumda bizimle paylaşın.
5. Aseton(K.N.:56 Co), Metil alkol(K.N.:65 Co) ve Su(K.N.:100 Co) karışımlarını birbirinden ayırmak için bir deney tasarlayınız.


Ayrımsal damıtma yapılacak karışımlardaki maddeler, hangi özellik bakımından farklı olmalıdır?
a) Yoğunluk 
b) Çözünürlük
c) Erime Noktası 
d) Kaynama Noktası 

I. Nikel ve kükürt tozu
II. Naftalin ve su
III. Tuz ve su
IV. Alkol ve su
Yukarıda verilen karışımlar için önerilen ayırma yöntemlerinden hangisi kullanılamaz?
Karışım Ayırma Yöntemi
a) I Mıknatıslanma 
b) II Süzme
c) III Süzme
d) IV Ayrımsal damıtma

A.ÇEVREMİZDE SAYISIZ MADDE VARDIR

Maddeleri Nasıl Niteleriz?

Çevremizde gördüğümüz, kullandığımız nesnelerin tümü maddedir. Taş, su, hava, ağaç gibi.  Maddeleri duyu organlarımızla algılarız. Renklerini görürüz, seslerini duyarız, kokularını, tatlarını alırız.Maddeleri algılarken niteleme yaparız. Maddeleri nitelerken acı – tatlı, yumuşak – sert gibi zıt anlamlı özellik çiftlerini kullanırız

Yumuşak – Sert

Çizilmeye dayanıklı maddeler sert maddelerdir. Örneğin, tebeşiri tırnağımızla çok kolay çizebiliriz ancak çelik tavayı çizemeyiz. Tebeşire kolayca şekil verebiliriz ama çeliğe veremeyiz. Çelik, tebeşirden daha serttir. Tebeşir çeliğe göre yumuşak, pamuğa göre serttir.

.Saydam – Opak

Gözlük camları gibi baktığımızda arkasını görebildiğimiz, ışığı geçiren maddelere saydam madde deriz. Normal cam saydamdır ancak buzlu cam ışığı biraz geçirdiği için yan saydamdır. Tahta, altın, demir, yün kumaş gibi maddeler ışığı geçirmez. Bu maddelere opak maddeler denir.

Parlak – Mat

Altın parlak, kumaş ise mattır. Çelik kaşık parlak, tahta kaşık mattır. Ayna gibi ışığı tam olarak yansıtan maddeleri parlak, tam olarak yansıtmayan maddeleri mat olarak nitelendiririz.

Sağlam – Kırılgan

Demir gibi kolayca kınlamayan,kopmayan maddeleri sağlam olarak nitelendiririz. Bir maddenin sert olması sağlam olduğunu göstermez. İkisi de sert olduğu hâlde çelik kâse, porselen kâseden daha sağlamdır. Porselen kâse gibi dayanıklılığı az olan, kolayca kırılabilen maddeleri kırılgan diye nitelendiririz.

Esnek – Berk                                                                                                                          Saçlarımızı toplamak için kullandığımız saç lastikleri esnektir. Kırılmadan kolayca bükülebilen maddelere esnek maddeler deriz. Tahta çubuk gibi bükülemeyen maddelere ise berk deriz. Berk maddeler lastik, sünger gibi esnemez.

Pürüzlü – Pürüzsüz

Elimizi yüzeyinde kolayca kaydırabildiğimiz maddeleri pürüzsüz olarak nitelendiririz. Kayganlık özelliği az olan maddeleri ise pürüzlü olarak nitelendiririz. Masanın yüzeyi pürüzsüz, halınınki ise pürüzlüdür.

Suda Batma – Suda Yüzme

Yapraklar suda yüzerken taş suyun içinde batar. Maddelerin suda yüzmesi ya da batması maddenin cinsine bağlıdır. Tahtadan yapılan kocaman bir sal suda yüzerken küçük bir çay kaşığı batar.

Suda Islananlar -Suda Islanmayanlar

Havlu, peçete, pamuklu bez gibi maddeler suyu çeker. Çelik, plastik gibi maddeler suyu çekmez.

Mıknatıs Tarafından Çekilme ve Çekilmeme

Demir, çelik ve nikelden yapılan maddeler mıknatıs tarafından çekilir, cam, tahta gibi maddeler mıknatıs tarafından çekilmez.

Renk – Koku

Maddeler farklı renklerde olabildiği gibi aynı renkte de olabilirler. Un, tuz, şeker farklı maddeler olmalarına rağmen beyaz renktedir. Hava, su gibi maddelerin de renksiz olduklarını söyleriz.

BİR MADDEYİ BİRÇOK ŞEKİLDE NİTELEYEBİLİR MİYİZ?

Maddeleri nitelerken ve sınıflandırırken anlaşmazlıklar yaşayabiliriz. Örneğin, cam hem saydam hem de kırılgandır. Suda batar, serttir, parlak ve pürüzsüzdür. Bu nedenle maddeleri nitelerken ve sınıflandırırken kesin sınırlar çizemeyiz. Anlaşmazlıklarda ortaya çıkan farklı düşünceleri tartışarak, akla ve bilime uygun olarak değerlendirmeliyiz. Atatürk de kurduğu çağdaş devletin ileriye, yeniye, güzele ulaşmasını sağlamak için akıl ve bilim kurallarıyla hareket etmiştir. Atatürk’e göre bilime ve akılcılığa dayanan uygarlık yolu, toplumlar için vazgeçilmez bir yoldur. “Benim manevi mirasım bilim ve akıldır.” sözüyle bilime ve akla verdiği önemi vurgulamıştır.

Fen – Teknoloji – Toplum – Çevre

Maddelerin Kullanım Alanları

Günlük yaşamımızda kullandığımız eşya ve aletler, kullanıldıkları işlere uygun özelliklerde yapılır. Örneğin, görmemizi kolaylaştıran gözlük saydam bir madde olan camdan yapılır. Masa, sandalye, dolap gibi ev eşyaları sert ve sağlam madde olan tahta ve çelikten yapılır.Yatak, koltuk gibi eşyalarda yumuşak ve esnek maddeler kullanılır. Genellikle rahat etmemizi sağlayan konforlu eşyalar yumuşak esnek maddelerden yapılır. Alet ve makinelerin kullanımında ise sağlam ve sert maddeler kullanılır.

Maddeler Kullanım Alanlarına Göre Nasıl Adlandırılır?

Madde, Cisim, Malzeme, Alet, Eşya

Maddeler kullanıldığı yere göre farklı isimler alır ancak bazı durumlarda birinin yerine öteki kullanılır. Örneğin, cetvel bir eşyadır ama kullanım alanından dolayı alet olarak da isimlendirilir. Aynı şekilde şapkayı hem eşya hem de cisim olarak isimlendiririz.Bazen maddeleri isimlendirirken belirsizlikler olur. Böyle durumlarda akılcılık ve bilimsellik ilkelerine uygun hareket etmeliyiz.

Madde: Çevremizde gördüğümüz hemen her şey maddedir. Hava, su, toprak, taş, kalem, silgi gibi boşlukta yer tutan ve kütlesi olan varlıkları madde olarak isimlendiririz. Cisim, malzeme, alet ve eşya olarak adlandırdığımız her şey maddedir.

Cisim: Maddenin şekil verilmiş hâline cisim deriz. Şekil verilebilme özelliklerinden dolayı yalnızca katı maddeler cisim olabilir Tabloda ağaç ve çelikten yapılan cisimleri inceleyiniz

Eşya:Bir işimizde kullandığımız; evde, okulda bulunan, çantamızda taşıdığımız nesnelerdir. Giyecek, masa, sandalye, dolap gibi cisimler birer eşyadır. Eşyalar eskir ama uzun süre dayanır. Birkaç kullanımdan sonra atılmaz.

Alet: Maddelere şekil vermek, onlar üzerinde bir iş yapmak için kullandığımız cisimlerdir. Örneğin, çekiç, makas tornavida, toplu iğne gibi cisimler alettir.Aşçı, marangoz, terzi, ayakkabıcı, çiftçi gibi meslek grupları işlerini yaparken birçok alet kullanırlar.

Malzeme:Bir maddenin ya da cismin oluşmasında kullanılan birçok maddeden biri malzemedir. Örneğin, ekmek yaparken kullanılan su, un, maya, tuz birer malzemedir.Malzeme olan maddeler eşyalar gibi uzun süre dayanmaz. Kısa sürede biter ve yenisi alınır.Kâğıt havlu malzemedir. Bitince yenisini alırız.Kumaş havlu ise eşyadır. Uzun süre kullanırız.

Çevremizdeki maddeleri sınıflandırırken hangi özelliklerine dikkat ederiz

Çevremizde gördüğümüz maddeleri sınıflandırırken ilk olarak katı, sıvı veya gaz olduğuna bakarız ve bu şekilde sınıflandırma yaparız. Daha sonra ise bu maddelerin kütlesine, uzunluğuna veya hacmine bakarız. Örneğin gördüğümüz bir kaya düşünün bu kayanın ilk olarak çok sert bir katı madde olduğu dikkatimizi çeker. Daha sonra ise bu kayanın ağır olduğunu ve renginin beyaz olduğunu görebiliriz.

Ama dediğimiz gibi ilk olarak katı mı, sıvı mı yoksa gaz mı ona bakarız. Yolda yürürken gördüğümüz bir su birikintisini düşünün. Deriz ki bu bir sıvı ve muhtemelen su. Ancak hacmi çok küçük. Çünkü az miktarda su birikmiş burada.

Çevremizdeki maddeleri sınıflandırıken şu özelliklerini sıralarız.

Katı madde
Sıvı madde
Gaz madde
Cismin rengi
Cismi ağırlığı
Cismi hacmi
Cismin kokusu

Koku ile örnek vermek gerekirse yolda yanından geçerken çok kötü bir koku aldığınız. Bir baktınız ki ayağınıza hayvan pisliği bulaşmış. Bunun ilk olarak katı madde olduğunu daha sonra ise kokusundan dolayı hayvan pisliği olduğunu düşünürüz.

Çevremizdeki maddeleri sınıflandırırken bu gibi özelliklerine dikkat ederiz.

 

En Güzel Deniz Kirliliği Sloganları

$
0
0

slogan2009.jpg (400×284)

Denizler yani okyanuslardaki sular dünyanın dörtte üçünü oluşturur. Yaşam bile suda başlamış ve oradan karaya çıkmıştır. Denizler binlerce yıl boyunca insanların uzak diyarlara ulaşması için en kestirme ulaşım yolu olarak kullanılmış ve  bunun yanı sıra balıkçılık gibi mesleklerle geçim kaynağı olmuştur. Denizlerin verdiği muhteşem güzelliği ve ilhamı da göz ardı etmek mümkün değildir.

Bu nedenle denizlerin önemi, denizi korumak ve kollamak adın deniz kirliliği ile ilgili sloganları burada paylaşıyorum.

Deniz  kirliliği hakkında slogan örnekleri.

Savaşların ardından, özellikle denizlerde ulaşım gelişmiş, insanlar denizlere ve iç sulara modern yaşamın temsilcisi gözüyle bakmaya başlamıştır. Büyük dünya savaşlarının ardından ve savaşın ardından açlık tehdidi ile karşı karşıya kalan insanlık, bir taraftan fazlalaşan insan popülasyonu ve gelişen teknoloji ile beraber yeni sorunların sahibi olurken öte yandan da içinde bulundukları gaflet uykusu ile denizlerin ve iç suların kirlenmesini, bunların doğurduğu sorunları göz ardı etmemize neden olmuştur.

Deniz Kirliliği İle İlgili Sloganlar

Nasıl olur da deniz, köpeğin ağzından pislenir
Denizlerimize sahip çıkalım
Denizlere sahip çık manzarada kalmasınlar
Denize çöp atmak geleceğe balta vurmaktır.

Denizi kirleten geleceğini yok eder

Deniz ile ilgili sloganlar, Denizle ilgili güzel sözler, Denizle ilgi özlü sözler, Deniz kirliliği sloganları 

Denizleri kirletmeyin
En az sizin kadar canlı var orada
Ne işinize yarar denizleri kirletmek
İnsanları bile zehirliyorsunuz
Zararlı siz çıkarsınız

Su kirliliğini ve önemini anlatan sloganlar, afişler. Su kirliliği ile ilgili resimli sloganlar, güzel sözler.

Su Kirliliği İle İlgili Sloganlar

Su Kirliliği İle İlgili Sloganlar

Su Kirliliği İle İlgili Sloganlar

Su Kirliliği İle İlgili Sloganlar

Su Kirliliği İle İlgili Sloganlar

Su Kirliliği İle İlgili Sloganlar

Değer vermenin önemi hakkında güzel sözler

$
0
0

insanlara-gerektiğinden-fazla-değer-vermek_367094.jpg (448×319)

Değer vermekle ilgili anlamlı sözler,

Bu hayatta neye niçin değer verilir? Kimlere değer vermeliyiz ve kime ne kadar ve neye göre değer verilmelidir. Bu sorulara doğru şekilde cevap vermek için aşağıdak değer vermek ile ilgili güzel sözler size yardımcı olacaktır.

Kendisine değer verilmesini istemeyen bir insan yoktur. Herkes değer görmeye açtır ve bilinçsiz olarak bunu bekler. Değer görmek kişinin egosunu tatmin eder ve insan sevildiğinin farkına varır. Değer verilmeyen insan beklediği değeri görebilmek için zaman zaman saçma olan pek çok yola başvurur, agresifleşir ve mutlu olamaz. Değer görmeyen kişi her ne kadar bunun önemli olmadığı ile ilgili bir tavır sergilese de içten içe mutlaka bir önem arz eder.

Değer Vermek İle İlgili Güzel Sözler

Değer bilmeyen senin değerini geç olsa da görür.
Ama o zaman geç olur…

Değerin değerini belirlemek ise yalnızca değer vermekle olur.

Bu sineye değer bilmese de
Değer verdiğini unutmak yaraşmaz…

Değer senden değil değer verenden gelir.
İstersen kendinden bil değer verilmeden nasıl değer gelir?
Bunlar belki kulağa nahoş gelir.
Ama gönülden mana-i hakikatten gelir.
Sonunda bu değerlerin hatırlatmasına virgül de gelir nokta da gelir.
Bunu da ancak değeri bildiren bilir.

“seni hak etmeyenlere değer vermek, sana değer verenlere haksızlık etmektir.”


Baş Olanlar Övünmesin Ne Gelirse Başa Gelir, Dizler Yere Değer Amma, Baş Dönerse Taşa Gelir ..!acı suda tatlı suda berraktır.sakın görünüşe aldanma…Görünüşte herkes insandır ama gerçek insan hal ehli olandır…

Konuşmaya değer olanlarla konuşmazsan, insanları yitirirsin. Konuşmaya değer olmayanlarla konuşursan, sözcükleri yitirirsin. Bilenler insanları yitirmezler, sözcükleri de yitirmezler.” Konfucyus

Sen , benim sana verdiğim değer kadarsın,
Sevmezsem bir hiç, seversem baş tacısın.
Ne az ne de çok
Ben istediğim sürece yaşanacaksın …
Yüreğimde sen varken
Bir başkasında asla yer bulamayacaksın…

Sevdiğine verdiğin değer seni değerli kılmıyorsa sevdiğine değil kendine kız.
Çünkü değer verişin değerli kılınmak içinse değer verende eksik ararız.

Değer görebilmek için önce değer vermek gerekir. Kişi hiç kendinde olmayan bir şeyi başkasından alamaz. Bu yüzden insanları sevmek ve değer vermek değer görebilmek için çok önemlidir. Herkesi hor gören, küçümseyen, çevresindekilere karşı sevgisiz ve ilgisiz bir insanın büyük bir saygı sevgi ve değer görmesi çok mümkün değildir. İnsanlar bu yüzden pozitif bir tavır sergilemeli ve başta kendisini, sonra da kendisi dışındakileri sevmelidir.

“Kimseyi kırmamak için verdiğin onca mücadeleden sonra bile hala vefasızlık ve nankörlük görüyorsan;yanlış insanlara değer veriyorsun demektir. Unutma! Fazla değer, başını yere eğer..”

Birinin duygularına haddinden fazla değer verirsen, onu anlaman imkansızlaşır.    Murat Menteş / Ruhi Mücerret

Birisi sizin için gerçekten çok değerliyse, bunu ondan sanki bir suçmuş gibi gizleyin. Bu hoş bir şey değildir ama doğrudur. Çünkü, bırakın insanları, köpekler bile büyük dostluklara katlanamazlar.       Arthur Schopenhauer

Kimsenin üzerine fazla düşmeyin, sonra eziliyorlar ve suçlusu yine siz oluyorsunuz.      İlhan Berk

Beş para etmeyen kişiliğine, insan deyip değer biçtiysem
bu senin artın değil benim yüreksizlere bile haketmediği değeri verecek küçük yüreğimin yüceliğidir…
yüreğimin inceliklerinde kaybetmeye mahkumsun…

Verdiğin Değerin Karşılığını Alamıyorsan, Aldığın Kadar Değer Ver ki Herkes Haddini Bilsin…!

Çok daha iyi anladım ki sonradan başının ağırmasını istemiyorsan hak etmeyene hak ettiğinden fazla değer vermeyeceksin.

Hiç Kimseye Hak Ettiğinden Fazla Değer Verme!
- Ya O’nu Kaybeddersin,
Ya da Kendini Mahvedersin.
    Mevlana Celaleddin Rumi

Değer vermek

Her şey değerlimidir ve en önemlisi neye ne kadar değer verdiğimiz. Maalesef insanoğlu olarak çoğumuz bunu böyle yapamıyor olsak ta en önemli ve en değerli olan kendimiz olmalıyız.

Kendimizi ne kadar önemli ve değerli hissedersek, çevremizde de o kadar çok etkili ve faydalı olabiliriz. Ancak kendimiz deyince tabi ki bencil, ben merkezli değerler değil bahsetmek istediğim.

Peki neye ne kadar değer veriyoruz? Ailemize mi, Arkadaşlarımıza veya işimize mi. Sanırım ki , genelde hepsinden çok, karşı cinsimize verdiğimiz değer daha ağır basıyor. Asıl önemli olan da bu duygusal ilişkilerde yaşanan durumlar zaten. Bazen o kadar fazla verici olabiliyoruz ki sadece karşı tarafı mutlu etmek için, değerlerimizden bile vazgeçebiliyoruz. Mutsuz oluyoruz, yoruluyoruz ama gene de buna devam ediyoruz. Geçen günlerde bir arkadaş sohbetinde bayanlar arasında da konuşulan konuyla ilgili bir sohbeti sizlerle paylaşmak istiyorum. İnanın anlatacaklarım ne hikaye nede mubağla Anlatan arkadaşım çok yakın bir arkadaşının yaşadıklarını anlatırken, hepimiz kendimizden bir şeyler bulurken, kimseye hak ettiğinden fazla değer vermemek gerektiğini bir kere daha iyi anlamış olduk.

Çok zor şartlarda üniversite yıllarında tanışıp, birbirlerini çok severek evlenen bir çift düşünün. Sıfırdan başladıkları hayatlarında bin bir gayretle çok rahat yaşayacakları bir yaşam sağlıyorlar. Bu zorlu zamanda avukat olan bayana, doktor olan eşine destek olmak için çok fazla fedakarlık düşüyor. Birlikte borç harç aldıkları evlerini, hatta arabalarını artık çok daha lüksüyle rahatça değiştirebiliyorlar ama eksik olanlar daha çok fazlalaşıyor. Bu arada bebek bekleyen bayan kariyerinde ara vermek zorunda kaldığı bir dönemde artık hiç görememeye başlıyor o yanından hiç ayrılmayan eşini. Kolay mı tabi, hasta muaneleri ve ameliyatların bu kadar çok arttığı bir zamanda yalnızlığa katlanmak gerekiyor!

Ama enteresan olan bayanın eşinden hiçbir talebi olmadığı halde kazanma hırsıyla ikisini de böyle yalnızlığa mahkum etmesi. Öyle yada böyle bir zaman sonra bebek dünyaya geliyor. Eskiden konuşarak, eğlenerek kimseye ihtiyaç duymadıkları zamanları yerini artık sessizlik alıyor.

Bir zamanda böyle mutsuz, huzursuz ve yalnız geçiyor.

Bir kongre dönüşü beyefendi artık daha fazla zaman geciktirmeden, bu zamana kadar birbirlerine bağlılıkları geçen senelerden, paylaşılanlardan girerek açıyor konuyu. Birde dürüstlük dersi vererek ayrılmak istediğini söylüyor. Ancak birkaç ay sonra tekrar evlenmeye karar verdiğinde ortaya çıkıyor, genç doktor sevgili. Şimdi şöyle bir düşünürsek her zaman, hayat boyu eşiyle mücadele eden, hep verilenle yetinmesini bilen, iyi bir eş dışında iyi bir anne olmak için kariyerini bile erteleyen fedakar eşte mi, yoksa üzerine titrenilen, hep dürüstlüğüyle övünülen, kazandıkça gözü daha da aç olan sadık beyde mi!

Bu kadar sevip evlenerek, bu kadar fedakarlıklarla bugüne gelirken, iyi bir eş ve iyi bir anneyken hatanın nerde olduğunu düşündüğümüz zaman aslında o kadar çabuk anlaşılıyor ki nedeni. Gereğinden fazla değer verdiğiniz biri, bu yükün altında fazlasıyla ezilip size borçlu hissederse kendini ve eğer büyük bir borçsa ödeyeceği, kaçar ve uzaklaşır. Alacaklısını seven borçlu birilerini gösterebilir misiniz. Hayatta hiç kimseye değerinden daha fazla değer vermeyin ki size borçlu kalmak zorunda bırakarak, bedel ödemek zorunda kalmayın.


Örneklerle Kısaca Erime Donma Buharlaşma Kaynama Nedir Özet

$
0
0

22.gif (568×422)

Maddelerin çeşitli halleri vardır. Bu hallerin hepsi de fiziksel hallerdir. Zaten kimyasal haller olamaz çünkü maddenin kimyasal bir değişim geçirmesi artık onun başka bir madde haline geldiğini gösterir. Oysaki fiziksel hallerde madde hal değiştirse bile maddenin özü hala aynıdır.

Erime, bir cismin katı halden sıvı hale geçmesidir. Fiziksel bir olaydır ve katı bir maddenin ısı alması sonucu sıvı hale geçmesi ile fiziksel bir değişim geçirmesi ile oluşur. Erime olayı için buzun su haline geçmesini, tereyağının tavada ısıtılınca sıvı hale geçmesini ve metallerin yüksek ısıyla sıvı hale geçmesini örnek verebiliriz.

Donma bir sıvı maddenin ısı kaybederek katı hale geçmesidir ve hal değişimi sırasında maddesi ısı verir. Kış aylarında yağan kar havadaki su taneciklerinin donması ile olur. Aynı şekilde buzluğa koyulan meyve suyunun donarak katı hale geçmesi de donma olayına bir örnektir.

Buharlaşma sıvıların ısı alması sonucu gaz haline geçmesidir. Kaynama ise ısı alan sıvıların buharlaşma noktalarına geldikleri andır. Ocakta kaynayan çaydanlığın buhar çıkarması ve kolonyanın kapağı açık bırakıldığında uçması buharlaşma olayı iken çaydanlıktaki suyun buharlaşırken kabarcıkları çıkarması bir kaynama olayıdır.

Erime, donma, buharlaşma ve kaynamaya örnekler

0703193109np6.jpg (320×240)

Erime: Bir cismin katı halden sıvı hale geçmesine erime denir. Genel olarak erime katı maddenin ısı alması ve bunun sonucunda sıvı hale geçmesi olayıdır. Şimdi erimeye örnekler verelim.

Tavada annemizin erittiği margarin.
Plastiğin ateşte sıvı hale geçmesi
Buzun zamanla su haline geçmesidir.

Donma: Bir sıvı maddenin ısı kaybederek katı hale geçmesi olayıdır. Donma işlemi sıvının ısısını vermesi yada soğuk alması sonucunda gerçekleşir. Donma olayına örnekler

Kış aylarında çatılardaki su damlarının katı hale geçmesi.
Buz dolabına koyduğumuz kolanın katı hale geçmesi.

Buharlaşma: Sıvıların fazla ısı alarak form değiştirmesi ve gaz haline geçmesidir. Buharlaşma örnekleri

Kaynayan çaydanlıktan gaz çıkması
Benzinin şişeden uçarak gitmesi

Kaynama: Sıvıların ısı aldıkları ve buharlaşma noktasına geldikleri durumdur. Örneğin

Çaydanlıktaki suyun kabarcıklar yapması kaynama olayıdır.

Erime; Katı bir maddenin ısı alarak sıvı hale geçmesine denir. Örneğin; dondurmanın eriyip akması, çikolatanın yumuşaması, buzun eriyip suya dönüşmesidir.

Donma; Sıvı bir maddenin ısı kaybederek katı hale geçmesine denir. Örneğin; Suyun buzlukta donması, kışın akarsu ve göllerin donmasıdır.

Buharlaşma; Sıvı bir maddenin ısı enerjisi alarak gaz haline gelmesine buharlaşma denir. Örneğin; Çamaşırın kuruması, Kolonyanın uçmasıdır.

Kaynama; Sıvı bir maddenin kabarcıklar çıkararak gaz haline geçmesine denir. Örneğin; suyun kaynaması ve kabarcıklar oluşması durumudur.

Kısaca Çanakkale Savaşının Önemi Nedir Özet

$
0
0

canakkalesavasii.jpg (561×600)

Türki tarihinde Çanakkale Savaşı neden önemlidir? Çanakkale Savaşının kurtuluş savaşı ve cumhuriyetin ilanı ile ilgili ilişkisi nedir ve nasıl etkilemiştir?

Soruyu değiştirelim ve alanı biraz büyütelim; Çanakkale Savaşı dünya tarihinde nasıl bir yer tutar ve Çanakkale savaşının Türk ve dünya tarihindeki yeri, önemi ve konumu nedir? kısa konu anlatımı şeklinde anlatıyoruz…

Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında geçmiş olan Çanakkale Savaşı deniz ve karada etkisini göstermiştir. I. Dünya Savaşı’nın 1915-1916 seneleri arasında Gelibolu Yarımadası’nda yapılmıştır.

İtilaf Devletleri bu cepheyi açarken 3 amaç gözetmişlerdir. Bunlar şöyle sıralanabilir:

1)      Rusya’ya askeri ve ekonomik yardım yolu açmak.

2)      Osmanlı’nın başkenti olan İstanbul’u alarak İstanbul ve Çanakkale boğazlarının kontrolünü ele geçirmek.

3)      İttifak Devletlerinden biri olan Osmanlı’yı  büyük yenilgiye uğratarak Almanya ve yandaşlarını güçsüz bırakmak.

Bu savaşın sonunda iki taraf da büyük kayıplar vermiştir fakat yenilen taraf İtilaf Devletleri olmuştur ve geri çekilmişlerdir.

Birinci Dünya Savaşı sırasında gerçekleşen ve tüm tarih boyunca gerçekleşen en kanlı savaşlardan biridir. Türk Milleti’nin alnının akıyla çıktığı bu onurlu savaştan sonra 1. Dünya Savaşı uzamıştır. İtilaf Devletleri 1 günde zafere ulaşmak amacını bir kenara bırakmak zorunda kalmıştır. Mehmetçik burada canını ortaya koymasaydı İstanbul işgal edilmiş olurdu ve bugünkü vatanımız olmazdı. Türkiye’nin her tarafından burada savaşmaya gelen Mehmetçikler sayesinde Çanakkale Destanı yazılmıştır.

Dünya tarihinde örneğine pek az rastlanan savaşlardan biri olan Çanakkale savaşı siyasi ve askeri açıdan pek çok yanlış hesabın hüsrana uğratıldığı bir savaştır. Yarım milyonun üzerinde insan vatanını savunanlar ile bu vatanı istila etmeye gelenlerin savaşı sırasında kaybedilmiştir.

Çanakkale Savaşının Önemi Özet

Çanakkale Savaşı, I. Dünya Savaşı sırasında 1915-1916 yılları arasında Gelibolu Yarımadası’nda Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve kara muharebeleridir.

İtilaf Devletleri; Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti konumundaki İstanbul’u alarak İstanbul ve Çanakkale boğazlarının kontrolünü ele geçirmek, Rusya’yla güvenli bir tarımsal ve askeri ticaret yolu açmak, Alman müttefiklerinden birini savaş dışı bırakarak İttifak Devletlerini zayıflatmak amaçları ile ilk hedef olarak Çanakkale Boğazı’na girmişlerdir. Ancak saldırıları başarısız olmuş ve geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Savaş sonucundan iki taraf da çok ağır kayıplar vermiştir.

Birinci Dünya Savaşı içinde, tarihin en kanlı muharebelerinin cereyan ettiği bölümü olarak bilinir. Bu savaşlar Türk Milleti’nin sayısız zafer, şan ve şerefle dolu tarihinin en parlak sayfasıdır. Türk Milleti’nin geçit vermediği deniz ve kara savaşlarının ardından 1. Dünya Savaşı uzamış ve düşman kuvvetlerinin bir günde zafere ulaşma ümidi yok olmuştur. Eğer, kaharaman Türk Askerimiz canını keskin kurşunlara siper etmeseydi, İstanbul işgal edilir ve vatan istilaya uğrardı. Türkiye’nin dört bir yannından gelen Mehmetçiklerimiz Çanakkale’de destan yazmışlardır.

Çanakkale Muharebeleri, dünya tarihinde ender rastlanan deniz ve kara savaşlarından biridir. Siyasî açıdan, birçok emelin, ihtirasın, idealin düğümlendiği; askerî açıdan, insan gücünün, azminin, inancının yanısıra, âlet, edevat ve teçhizatının yeterince denge kuramadığı; vatanını savunanlarla istilâya gelenlerin birbirlerini boğazlamak, yok etmek üzere yarım milyonun üzerinde insanın hayatlarını kaybettiği veya sakat kaldığı ve sonuçları itibariyle de, geçmişte olduğu gibi, birçok yanlış hesabın suya düştüğü bir savaştır.

Çanakkale Savaşı’nın Türk ve dünya tarihi açısından önemi

Türk ordusunun I. Dünya Savaşı’nda zafer kazandığı tek cephe Çanakkale Cephesi olmuştur. Bu cephe, İtilaf Devletleri’nin saldırısı sonucu açılmış bir cephedir.

Bu savaşta İngilizlerin dünyaca meşhur deniz donanmaları, Nusret mayın gemisinin döşediği mayınlar ve Türk topçusunun isabetli atışları neticesinde Boğazın derin sularına gömülmüş, adeta savaşın kaderi değişmiştir. Düşman askerlerinin Gelibolu Yarımadasına yaptıkları çıkartma ve günlerce süren kanlı muharebelerin sonucunda Türk askeri yüzbinlerce şehit vermesine karşın düşmanı Çanakkale’den geçirmemiştir.

Çanakkale Savaşı’nın nedenleri, sonuçları ile Türk ve dünya tarihi açısından önemi

Çanakkale Savaşı’nın nedenleri

-İtilaf Devletleri’nin Çanakkale Boğazı’nı geçerek, savaştan çekilmesini istemediği Çarlık Rusyası’na ekonomik ve askeri yardım götürmek istemeleri.

-İtilaf Devletleri’nin Boğazları ve İstanbul’u alarak Osmanlı Devleti’ni savaş dışı bırakmak istemeleri.

-İtilaf Devletleri’nin savaşı kısa sürede sonuçlandırmak istemeleri.

-İtilaf Devleri’nin Balkanlardan İttifak Devletleri’ne yeni bir cephe açarak, Balkan devletlerini kendi yanında savaşa sokmak istemeleri.

-İtilaf Devletleri’nin Balkanlarda açacağı yeni cephe ile İttifak Devletleri arasındaki bağı koparmak istemeleri.

Çanakkale Savaşı’nın sonuçları

-I. Dünya Savaşı’nın iki yıl kadar uzamasına sebep olmuştur.

-İngiltere ve Fransa’dan yardım alamayan Çarlık Rusyası’nda Bolşevik İhtilâli çıkmış, Rusya savaştan çekilmek zorunda kalmıştır.

-Bulgaristan İttifak Devletleri yanında savaşa girmiş, böylece Osmanlı Devleti ile Almanya arasında karadan bağlantı kurularak, Alman yardımlarının Osmanlıya daha kolay ulaşması sağlanmıştır.

-İngiliz ve Fransız donanmaları büyük ölçüde zarar görmüştür.

-Mustafa Kemal’in bu cephede gösterdiği başarı, askeri dehasını ortaya koymuş ve Kurtuluş Savaşı’nın lideri olmasında etkili olmuştur.

-Çanakkale Zaferi, Milli Mücadele ruhunun doğmasında etkili olmuş, Osmanlı Devleti’nin saygınlığı artmıştır.

-Sömürge olan toplumlarda milli kurtuluş fikrinin uyanmasında etkili olmuştur.

-500.000’e yakın insan hayatını kaybetmiştir.

Çanakkale Savaşı’nın Türk ve Dünya tarihi açısından önemi

Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’nda sadece bu cephede başarı elde etmiş ve tarihinin en büyük savunma savaşını kazanmıştır. Tüm dünyada Türklerin saygınlığı artmış, haklı mücadelesi kabul görmüştür.

Boğazların önemi

Boğazlar, dünya coğrafyasında bulunduğu stratejik konumu açısından, geçmişte olduğu gibi bugünde önemli bir geçiş yeridir. Avrupa ile Asya’yı birbirine bağlayan Boğazlar, ekonomik açıdan tarih boyunca büyük bir öneme sahip olmuştur. Boğazlara sahip olmanın tüm dünya ticareti ile yakın ilişkide olmak anlamına geldiğini iyi bilen bazı ülkeler, tarih boyunca boğazlarda hakimiyet kurmanın hesapları içerisinde olmuşlardır. Çanakkale Savaşı bu anlamda tarihsel bir öneme sahip olmakla birlikte Türk milletinin Anadolu’daki gücünün varlığı ile de doğru orantılıdır.

Birçok nedenlere dayandırılan bu savaşın Türkler tarafından kaybedilmemesi Türk ve Dünya tarihi açısından bir çok gelişmelere sahne olmuştur.

Çanakkale Zaferi tarihsel açıdan bütün dünya toplumlarını etkilemiş destansı bir zaferdir.

Türk askerleri Çanakkale Savaşı’nda olağanüstü bir mücadele örneği sergileyerek her ne pahasına olursa olsun düşmana geçit vermemiştir. Bu büyük zafer, Mili Mücadele ruhunun bütün yurtta artmasına sebep olduğu gibi, sömürge altında bulunan dünya toplumlarının bile “milli kurtuluş fikri” taşımasına sebep olmuştur. Bu fikir, ileriki yıllarda sömürge altında bulunan ülkelerin bağımsızlık mücadelesine girmelerini sağlamış, sömürgeci devletlerin işini zora sokmuştur.

Cumhuriyet dönemindeki eğitim açığı

Osmanlı ordusunda bulunan çok sayıda subay ve yedek subayın şehit olması nedeniyle, Cumhuriyetin ilk yıllarında kalkınma için gerekli olan eğitilmiş insan açığı ortaya çıkmıştır. Eğitim alanında gerçekleştirilen devrimler ile bu açık kapatılmaya çalışılmıştır.

Çanakkale Savaşı’nın dünya ekonomik gelişmelerine etkisi

Çanakkale Savaşı, dünya ekonomik gelişmelerine de yön vermiştir. I.Dünya Savaşı’nın uzaması ile birlikte savaş sanayisine yönelen Avrupa’da, sanayi gereksinimler ABD ve Japonya’dan karşılanmıştır. Bu durum ABD ve Japonya’nın ekonomik açıdan güçlü ülkeler haline gelmesine neden olmuştur.

Çanakkale Zaferi’nin Milli Mücadele’ye etkisi

Türk milletinin bu başarısı Kurtuluş Mücadelesinde de etkili olmuş,Türkleri tarih sahnesinden silme peşinde koşan ülkelerin bu emellerini hiçbir zaman yerine getiremeyecekleri kanaati milletçe kabul görmüştür. Çanakkale’de birçok şehit ve gazi veren Türk milleti, Atatürk’ün önderliğinde tek bir çatı altında toplanarak, nihayet bağımsızlık mücadelesini kazanıp, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurmuştur.

Çanakkale Savaşlarının Türk ve Dünya Tarihi açısından önemi ve günümüze yansıyan boyutları

1) GENEL

Çanakkale Cephesi’nin başta deniz harekatı (Boğaz’ın zorlanması) ve onu izleyen kara hareketleri, kuşkusuz sıradan birer askeri operasyon ya da savaş olayları gibi irdelenemez. Boğazların (Çanakkale ve İstanbul), klasik, dar bir çerçeve ve anlamda sadece Akdeniz’in Karadeniz’e, Avrupa’yı Asya’ya bağlayan su geçitleri ya da köprülerden ibaret olduğu düşünülemez.

Türk Boğazları, coğrafyadan kaynaklanan durumuyla Akdeniz’in birbirinden önemli diğer stratejik değer taşıyan su geçitlerinden Cebelitarık ve Süveyş Kanalıyla da bütünleşmektedir. Böylece Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının, aynı zamanda Atlas ve Hint okyanusları gibi dünyanın diğer büyük deniz ve kıta kara parçalarını da birbirine bağlayan geniş kapsamlı jeopolitik konumuyla dünya siyaset ve ekonomisi üzerine olan etkilerini bugün de korumakta olduğu görülür. Gerçekten Türk Boğazlari, uluslararası ilişkilere yön vermede, bölgesinde daima bir odak noktası oluşturmuştur.Bu nedenlerledir ki, tarihin eski dönemlerinden beri bu önemli pozisyonla Avrupa, Asya ve Afrika ülkeleri arasında başlamış olan ekonomik, ticari ve siyasi ilşkilerle askeri operasyonların, hep Boğazlar bölgesinde cereyan ettiği görülür. Başka bir deyişle, Boğazlar, hemen hemen tarih boyunca dünyanın diğer bölgelerinde pek görülmemiş ardı arkası kesilmeyen mücadelelere sahne olmuştur.

Yukarıdaki kısa açıklamaların ışığı altında Çanakkale savaşlarının sonuçları üzerindeki değerlendirmeler, kuşkusuz daha bir anlam ve önem taşımaktadır. Bu değerlendirmelerin daha gerçekçi olabilmesi için büyük devletlerin Türk boğazları üzerindeki emellerine kısaca eğilmekte yarar vardır.

Rusya’nın öteden beri bilinen boğazlar üzerinden ılık denizlere ulaşma emelleri; İngiltere’nin, “denizlere egemen olan, dünyaya hakim olur” teorisine dayanarak XIX. Yüzyıldan beri güttüğü Rusya’nın Akdeniz’e çıkmasını önleme siyaseti; Almanya’nın “Drank Nach Osten (Doğu’ya doğru) politikası; Napolyon’un, “İstanbul anahtardır, İstanbul!a egemen olan dünyaya hükmedecektir” sentezine dayanan Fransızların politik duyarlılıkları, hep boğazlar üzerinde düğümlenmektedir.

Büyük devletlerin, boğazlar üzerindeki bu tarihi emelleri, onları, kendi aralarında da bir takım gizli mücadelelere yöneltmiştir.

İşte boğazlar üzerindeki çıkar çatışmalarıdır ki, İngiliz ve Fransızları, Ruslardan önce İstanbul’u ele geçirerek Karadeniz Boğazı’na el atmaya yöneltmiş ve Çanakkale Cephesi’nin açılmasında başlıca etken olmuştur. Ruslara silah ve malzeme yardımı akışını sağlamak sorunuysa, savaşın sadece görünüşteki nedenini oluşturmuştur.  Burada büyük devletlerin boğazlar üzerindeki tarihi emellerini ortaya koyarken bu devletlerden İngiltere’nin Çanakkale Cephesi’nin açılmasında birinci derecede aktif rol aldığını da belirtmek doğru olur. Gerçekten İngiliz Bahriye Nazırı Churchill, bu cephenin açılmasının baş mimarı olmuş, gerek kendisi gerekse diğer İngiliz liderleri, Türkiye’nin askeri gücünü ve kapasitesini ciddiye almamış, “Sınırlı bir cezalandırma, direnmekten vazgeçip dize geleceği” gibi büyük bir yanılgıya düşmüşlerdi. Başka bir deyişle, Türk askeri gücü, matematiksel ölçülere vurularak küçümsenmiş, Türk askerinin asıl manevi gücü hiç de hesaba katılmamıştır. İşte bu büyük yanılgılardır ki, onları, önce zamanın en modern silahlarıyla donatılmış zırhlılardan oluşan görkemli donanmasından en güçlülerini Boğaz’ın derin sularına gömerek terk etmek, sonra da karada aldıkları beklemedikleri yenilginin sonucu olarak, Gelibolu Yarımadası’nı boşaltmak zorunda kalmaktan kurtaramamıştır.

Anlaşma devletlerinin, Çanakkale serüveni bu suretle noktalandıktan sonra, bu savaşların yukarıdaki açıklamaların ışığı altında, Türkiye ve uluslararası politika ve diplomasi tarihi açısından ortaya koyduğu sonuçları şöylece özetlemek mümkün olacaktır:

SİYASİ SONUÇLARI

a. Çanakkale’de deniz ve karada kazanılmış bulunan zaferler, Balkan felaketiyle içte ve dışta sarsılmış bulunan Osmanlı Devleti’nin prestijini kurtarıp güçlendirmiş, hükümetin bir bunalıma girmeden iktidarda kalış sürecini uzatmıştır.

b. Gelibolu Yarımadası’nda elde edilen zafr, Türk’ün eski güç ve dinamizmini koruduğunu, çöküntü dönemini yaşayan ve can çekişen bir imparatorluk içindeki kahraman bir ulusun varlığını yeniden ortaya koymuştur. Bir başka deyişle, Çanakkale’de ölmesini bilenler, Türk milletinin tarihten silinmeden ilelebet var olacağını kanıtlamıştır.

c. Bu parlak zafer, Batılıların Doğulu müttefiki Rusya’ya ulaşmasına fırsat vermemiş, mahsur kalan Çarlık Rusya’sı içeriden çökerek, Bolşevikliğin pençesine düşmüştür.

d. Türk savunması aşılabilmiş ve Boğaz açılabilmiş olsaydı, savaş kısa sürede biter, Rus ihtilali patlak vermez, böylece müttefikleriyle birlikte zaferi paylaşmak da gecikmeyecek olan Rusya

e. Anlaşma Devletleri’nin Çanakkale’deki başarısızlıkları, başlangıçta savaşa katılmamış olan Balkan Devletleri’nin tutumlarını da farklı yönde etkilemiştir.

f. Örneğin Bulgaristan, Merkez devletlerinin yanında yer alırken Romanya, Yunanistan ve İtalya’nın daha bir süre savaş dışında kalmalarını sağladığı gibi, Arap ayaklanmalarını da bir yıl kadar geciktirmiştir.

g. Birleşik Filo’nun Boğaz’da uğradığı yenilgi, İngiltere ve Fransa’nın prestijini bir hayli sarsmış, özellikle İngilizlerin, denizlerdeki tartışılmaz üstünlüğü imajını ortadan kaldırmıştır. Bu da onların sömürgelerindeki bağımsızlık ve özgürlük akımlarının doğusuna ve dolayısıyla dünya siyasi haritasını değiştiren bazı gelişmelere yol açmıştır.

h. Gerçekten Avustralya ve Yeni Zelanda gibi o zamanki İngiliz dominyonu deniz aşırı ülkeler askerleri, Çanakkale’de hayatlarını yitirirken dimağlarında kıvrılan birtakım sorular (Niçin, kimin için dövüştükleri gibi), onlar da git gide ulusal bilincin ilk kıvılcımlarını oluşturmayı geciktirmemiştir.

i. Nitekim, 9 Eylül 1922’de yunanlılar denize döküldükten sonra, muzaffer Türk ordularının boğazlar bölgesine kaydırılmaları üzerine, Churchill’in Avustralya’dan yeniden yardım isteğine karşı, bu ülkenin başbakanı, “Tek bir askerin hayatını tehlikeye koymayacağını ve yeniden savaşa karar verilirse, dominyondan iş birliği istenmemesi gerektiğini” vurgulamıştı.

j. Çanakkale savaşlarının dikkate değer bir ilginç yanı da aylarca gece ve gündüz dövüşen iki hasım ordu askerleri arasında, belki de savaşın kaderini paylaşmanın getirdiği bir yakınlaşma ve dostluğun gözlenmesi olmuştur.

k. İşte bu durum, savaş sonrası ülkeler arasındaki siyasi ilişkileri de olumlu yönde etkilemiş, Avustralya ve Yeni Zelanda ile anlamlı dostlukların oluşmasında etken olmuştur.

l. Öte yandan Siyonist liderlerden Vladimir Eugeueniç JABOTİNSKİ’nin “Gelibolu’daki gönüllü Yahudi Birliği’nin Hikayesi” adlı eserinde belirttiği üzere, Gelibolu’daki savaşlara katılan altı yüz gönüllü Yahudi askerinin gösterdiği üstün çaba ve başarının davalarının dünyaya tanıtılması sonucu Orta Doğu’da bugünkü İsrail Devleti’nin oluşturulmasında büyük bir rolü olmuştur.

m. Gerçekten, 2 Kasım 1917’de benimsenen “Balfour Bildirisi”, bugünkü İsrail’in kurulmasında etken olması açısından önemli bir dönüm noktası olarak değerlendirilmektedir.

n. Çanakkale Zaferi’nin en önemli ve anlamlı sonuçlarından birisi de, Doğu’nun en büyük imparatorluğu Çarlık Rusya’nın yıkılması yanında,ülkesinde güneş batmayan Büyük Britanya İmparatorluğu’nda da,ilk yarayı açmaya yetmiş olmasıydı. Böylece emperyalizm tam çökmüş olmasa bile bir hayli sarsılmıştı.

ASKERİ SONUÇLARI

a. 18 Mart 1915 Boğaz Savaşı’nda kazanılan zaferle İngiliz- Fransız donanmalarının Marmara’ya girerek bir ay içerisinde İstanbul’u ele geçirme planları suya düşürülmüştür.

b. 18 Mart yenilgisinden sonra, karaya yöneltilen çıkarmalarla başlatılan ve dönemin en güçlü zırhlılarının cehennem ateşleri altında günlerce süren mevzi savaşlarında Türk askerinin hiç sarsılmayan mücadele,azim ve direnişi ile karşılaşan İngiliz ve Fransızlar, daha fazla dayanamayıp bu kez de yarımadayı terk etmek zorunda kalmışlardır.

Böylece karada kazanılan bu ikinci zaferle de, Türk Ordusu’nun Balkan Savaşı’nda sarsılan prestiji kurtarılmıştır.

c. Çanakkale Savaşları Mustafa Kemal (Atatürk) gibi bir dahiyi yaratmış, Birinci Dünya Harbi’ni izleyen Türk Milli Mücadelesi’nin bu eşsiz liderini Türk Ulusu’na kazandırmıştır.

d. Bu zafer, İngiliz ve Fransızlar’ın, Osmanlı Devleti’ni savaş dışı bırakarak Almanya’nın güneydoğudan kuşatılmasını amaçlayan stratejisini boşa çıkarmak suretiyle savaşın iki yıl uzamasına neden olmuştur.

e. Boğaz’ın açılmaması, Rusya’yı yalnız silah ve malzeme yardımından yoksun bırakmakla kalmamıştır. Aynı zamanda yarım milyonu bulan İngiliz ve Fransız askerini bu cepheye çekerek Alman Cephesi’nden uzakta tutmuş ve Almanya’nın Doğu Avrupa Cephesi’ndeki harekatını kolaylaştırmıştır.

f. Çanakkale’de kazanılan zafer, Türk’ün bittiği sanılan askeri gücünün tükenmediğini, koşullar ne kadar ağır olursa olsun iyi yönetildiği takdirde, tüm zorlukların üstesinden gelebilecek güç ve inanca sahip bulunduğunu dünyaya kanıtlamıştır.

g. Bol cephaneye dayanan yoğun donanma bombardımanları altında bırakılan Türk askeri, kendisine özgü sabır ve serin kanlılıkla görevinin başında yılmadan direnişini sürdürmüştür. Öte yandan,bu dev armadalar, eski birtakım demode toplarla alay edercesine savaşıyor, karadaki Türk topçusu, buna sadece 1.900 mermi ile karşılık verebilirken onlar tek bir bataryamıza (Dardanos’a) 4.000 mermi fırlatıyorlardı.

h. On sekiz savaş gemisiyle katıldıkları 18 Mart Savaşı’nda, yedisi savaş dışı bırakılıp üstlerindeki kırk dört top birden Boğaz sularına gömülürken, Müstahkem Mevkii Komutanlığı, topçu gücünü olduğu gibi koruyordu.
Böylece, Boğaz’ı geçerek, bir ay içerisinde Marmara’ya ve İstanbul’a ulaşabileceği hesabı içinde bulunan Birleşik Filo, Çanakkale’nin çetin savunması karşısında pes edip, yalnız denizden yapılan taarruz ve zorlamalarla başarıya ulaşamayacağı gerçeğini kabul etmek zorunda kalmıştır.

i. Dünyanın en büyük ve güçlü deniz gücüne sahip İngiltere’nin görkemli filosunun Boğaz Savaşı’nda düştüğü aczi, yarınların Çanakkale savunucuları hiçbir zaman belleklerinden çıkarmamalıdır. Çünkü, bu ve buna benzer girişim ve saldırılar, dün olduğu gibi gelecekte de yinelenebilir.

Şu da unutulmamalıdır ki, böyle bir saldırıyı ilerde göze alabilecek düşmanlar, karşılarında dünyadaki değişim ve gelişimlere gözlerini kapatmış bir Osmanlı Devleti yerine bu kez karşılarında, XX. Yüzyılın en son bilim ve teknolojisine dayanan en modern silahlarla donatılmış bulunan Cumhuriyet Silahlı Kuvvetlerini bulacaklardır.

j. İngiliz ve Fransızların yalnız donanmayla hedefe ulaşma çabalarının başarısızlıkla sonuçlanması onları, kara kuvvetleri ile Yarımada’ya çıkarma operasyonları düzenlemeye yöneltmiştir.

Ne var ki, bu yöndeki çabalarının da, beklenen sonucu vermeyeceğini anlayan İngiliz ve Fransızların, mevzii savaşlarına dönüşerek, asırlarca süren çetin Türk direnişi karşısında, geç kalmış olsalar da Yarımada’yı boşaltma kararı almak zorunda kaldıkları bir gerçektir.

k. Onların bu kararı alıp uygulamaya başlamalarının vaktinde haberinin alınamaması, Türk tarafı için kuşkusuz bir keşif ve istihbarat yanılgısıdır. Ancak, şu da bir gerçekti ki, Türk ordusu ağır silah ve cephane bakımından güçlü bir donanmanın desteğindeki İngilizleri denize dökecek durumda değildi. Sırbistan yolu açıldıktan sonra, müttefiklerimizin, ağır topçu ve makinalı tüfek gereksinimini hızla karşılamaları gerekirdi.

l. Aslında İngilizler, Yarımada’nın boşaltılmasını çok iyi planlamışlar, büyük bir gizlilik içerisinde ve ustaca da uygulamasını bilmişlerdir. Nitekim onlar bu sayede Yarımada’daki kuvvetlerini hemen hemen hiç kimseye zarar vermeden çekebilmeyi başarmışlardır.

m. Çanakkale Cephesi, deniz ve kara hareketleri ile birlikte incelendiğinde görülür ki, İngiltere ve Fransa’nın bir yıl boyunca Gelibolu Yarımadası’nda yarım milyondan fazla büyük bir kuvveti tutmak zorunda kalmaları ve bunun yüzde ellisini kaybetmiş bulunmaları haliyle diğer cephelere kuvvet ayırabilme açısından, savaşın genel gidişini etkilemiştir. Keza Türklerin de bu cepheye ayırdığı 300.000’den fazla askerden verdiği zayiatın 211.000’e ulaşmış olması diğer cephelerdekinden kıyaslanamayacak bir fazlalık göstermektedir. Bunun insan gücü açısından yarattığı boşluğun, yalnız Birinci Dünya Harbi sırasında değil, onu izleyen Türk İstiklal Harbi boyunca da hissedildiği bir gerçektir.

SOSYO-EKONOMİK SONUÇLARI

a. Boğazların açılarak Rusya’ya ulaşılması durumunda Rusya, dış alım satıma kavuşacağından, ekonomik dengesini kurabilecek, müttefikleri de Rusya ve Romanya’nın buğday kaynaklarından yararlanabileceklerdi ki, bu gerçekleşememiştir.

b. Keza boğazlar açılabilseydi; Tuna yolu da yeniden trafiğe açılıp Karadeniz’de toplanacak çeşitli devletlere ait 129 parça ticaret gemisinden yararlanma fırsatı elde edilmiş olacaktı. Böylece uluslar arası ticari ilişkiler, olumsuz yönde etkilenmeyecekti.

c.Kısaca denebilir ki; boğazların kapalı tutulması sayesinde, iki yıl uzayan savaş boyunca Anlaşma Devletleri’nin ekonomilerinde sıkıntılar yaratılmıştır. Bu durumsa, özellikle Rusya’yı bunalıma sürüklemekle kalmamış, bu yüzden rejim değişmiş (Komünizm gelmiş) ve bu devlet savaş dışı kalmıştır.

d. Çanakkale Zaferi’nin, yukarıda açıklanan uluslar arası ticari ve ekonomik alandaki etkileri yanında Türk Ulusu, 210.000-218.000’e ulaşan zayiatı arasında binlerce okumuş aydınını da birlikte yitirmiştir.

Gerçekten, kesin olmayan sayılara göre, 5.000’den fazla öğretmen, mülkiyeli,tıbbiyeli ve Türk ocaklarında yetişmiş aydın personelinden yoksun kalmıştır.

Böylece o günün koşullarında beyin takımı denebilen ve küçümsenmeyecek sayıları bulan bu gibi kayıpların, savaş sırasında olduğu kadar, bunu izleyen Kurtuluş Savaşı’mızda da olumsuz etkileri görülmüştür.

Bundan başka Cumhuriyet’in ilanından sonra, ATATÜRK’ün başlattığı inkılaplar ve buna paralel yapılan reformların, kitlelere yaygınlaştırılıp mal edilmesinde de hayli sıkıntılara düşülmüştür.

 Çanakkale Savaşlarının Önemi ve Sonuçları

Anadolu Yarımadası’nın kuzey batısında bulunan, Ege ve Marmara denizlerini birbirine bağlayan Çanakkale Boğazı, İstanbul Boğazı ile Asya-Avrupa ve Akdeniz-Karadeniz bağlantılarını sağlayan önemli bir su yoludur. Osmanlı başkenti İstanbul’un anahtarı olan Çanakkale Boğazı, Rusya’nın sıcak denizlere açılma yolu olması ve stratejik öneme sahip bulunması nedeniyle pek çok siyasî mücadeleye ve silâhlı çatışmaya sebep olmuştur.

Sanayii, ekonomik ve askerî alanlarda güç kazanan Avrupa devletleri, XX. yüzyıl başlarından itibaren aralarındaki siyasî anlaşmazlıkları bir yana bırakarak, “hasta adam” diye nitelendirdikleri Osmanlı Devleti’ni parçalama ve paylaşmada iş birliğine başlamışlardı.

Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilân etmesini, Selanik, Girit ve Ege adalarının Yunanistan’a geçmesi izledi. İngiltere Mısır’ı himaye altına alıp, Kıbrıs’ı ilhak ederken Yemen ayaklanmasını fırsat sayan İtalya, Trablus-garp ve oniki adaya el koydu.

Osmanlı ordusunu ıslah etmek için İstanbul’a gelen Alman askerî heyetleri ordudaki gelişmelere ve ordunun modernleştirilmesine katkı sağlamıştı. Ancak Osmanlı Devleti bağımsızlıklarını kısa bir süre önce ilân etmiş olan Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ ile girdiği 1912 Birinci Balkan Savaşında Avrupa topraklarını kaybetmiş ve 1913 İkinci Balkan Savaşı’yla ancak Doğu Trakya’yı geri alabilmişti. Balkan Savaşlarında uğranılan bu yenilgi, Osmanlı Devleti ve ordusunun prestijini sarsmıştı.

Ordu, modern silahlardan ve teçhizattan mahrum, donanma ise eski gemilerden ibaretti. Maliyesi çökmüş olan ülke, iç huzursuzluklarla kaynıyor, bunlara bir de azınlıkların devleti parçalama girişimleri ve Avrupa devletlerinin baskıları ekleniyordu.

İçte ve dışta sarsılan saygınlığını yeniden kazanmak isteyen Osmanlı Devleti, askerî ve siyasî yönden bir toparlanma sürecine girmeye çalıştı. Orduda Alman tarzı teşkilât ve eğim uygulamaları için Almanya’dan yeni ıslah heyetleri çağırıldı. Bu heyetlerle gelen Alman subaylar, savaş başladıktan sonra karargah ve birliklerde görev yapmışlardır. Daha önceki heyetlerle gelenler Türk birliklerinde görev almadıkları halde, yeni gelenler birliklerimizin komuta kademelerinde görev almışlardır. Çanakkale Cephesi’nde 5 nci ordu komutanlığına getirilen Liman von Sanders, ıslah heyetleriyle gelmiş bir Alman generaliydi.

Bu arada, Avrupa’da büyük devletler arasındaki siyasî, ekonomik ve askerî rekabetler ülkeleri büyük bir savaşa doğru sürüklemekteydi. Osmanlı Devleti, İngiltere. Fransa ve Rusya’dan oluşan Üçlü İtilâf Devletleriyle ittifak yapma girişimlerinde bulundu. Ancak, İtilâf Devletleri, yıkılmasını yakın gördükleri “Hasta Adam” Osmanlı Devleti’nin yükünü taşımak istemediklerinden ve tam aksine son Osmanlı topraklarını da paylaşma hevesinde olduklarından böyle bir ittifaka yanaşmadılar. Bunun yanında Osmanlı Devleti’nin savaşta tarafsız kalmasını tercih ediyorlardı. Çünkü böyle bir durumda Osmanlı Devleti savaşa girerse cepheler çoğalacak ve kuvvetleri bölünecek ve Rusya’ya boğazlar yoluyla yardım gönderilmesi de zora girecekti.

İtilâf Devletlerinin, Almanya’nın yanına ittiği Osmanlı Devleti, böylece kendini hazır olmadığı bir savaşın eşiğinde buldu. I. Dünya Savaşı’nda on ayrı cephede savaşmak zorunda kalan Osmanlı ordusunun zafer kazandığı cephelerinden birisi de Çanakkale cephesidir.

18 Mart 1915-9 Ocak 1916 tarihleri arasında yapılan Çanakkale Muharebeleri, Türk askerlerinin yazdığı bir kahramanlık destanıdır. Türk askeri, denizde ve karada, kendinden kat kat üstün kuvvetlerle savaşmış ve vatan toprağını büyük bir fedakarlıkla savunmuştur.

En son teknolojiyle donatılmış olan Birleşik Filo, 18 Mart 1915 günü, Türk denizcileri ve topçuları tarafından Çanakkale Boğazı’nın sularına gömülmüş, karadan geçmeye teşebbüs eden İtilâf kuvvetlen, Türk süngüsüyle durdurulmuş ve Gelibolu Yarımadası’ndan çekilmek zorunda bırakılmıştır.

Kahraman Mehmetçiğin, gözünü kırpmadan ölüme atılarak kazandığı Çanakkale Zaferi’nin Türk ulusuna en büyük armağanı, Mustafa Kemal ATATÜRK olmuştur. Mustafa Kemal ATATÜRK Çanakkale muharebelerinde askerî dehasını ve liderlik özelliklerini gösterme fırsatı bulmuş ve muharebeler sonunda Türk milleti nezdinde tanınmış bir komutan olarak ortaya çıkmıştır.

Daha önceden de belirtildiği gibi, Çanakkale ve İstanbul Boğazları, Karadeniz’i Akdeniz’e, Asya’yı Avrupa’ya bağlamaları dolayısıyla büyük bir stratejik öneme sahiptirler ve tarih boyunca birçok mücadeleye sahne olmuşlardır.

Ortaya çıkan sonuçlar dolayısıyla, bu mücadelelerin en önemlisi ve en kanlısı Birinci Dünya Savaşı’nda, İngilizlerin Çanakkale Cephesi’ni açmalarıyla başlayan Çanakkale savaşlarıdır. En güçlü ve modern silâhlarla donanmış olarak Boğaz’a saldıran İtilâf kuvvetleri, manevî gücünü dikkate almadan küçümsedikleri Türk ordusundan önce denizde, sonra da karada beklemedikleri bir cevap aldılar. Savaş alanını Türk top, mayın ve süngülerine terk ederek geri çekildiler.

Çanakkale Savaşlarını aşağıda açıklanacağı gibi değerlendirmek yanlış olmayacaktır:

1-Çanakkale savaşları Türk ordusunun ve Türk milletinin dirilişinin başlangıcıdır. Uzun yıllardan beri önemli askerî mağlubiyetler yaşayan Türk ordusu kendisini, bıçağın kemiğe dayandığı yerde yani Çanakkale’ de bulmuştur. Türk milleti de uzun yıllardır yaşadığı mağlubiyetlerin ezikliğinden Çanakkale savaşlarıyla kurtulmuştur.

2-Çanakkale savaşları Türk insanının inanç ve azminin modern teknolojiye üstün geldiği savaşlardır. Çanakkale’de Türk insanı, Türk askeri, dönemin en üstün iki donanmasına ve sayıca, silâhça çok çok üstün kara ordularına galip gelmiştir.

3-Çanakkale muharebeleri Emperyalizmin gururunun kırıldığı yerdir. Çanakkale’de dünyanın en büyük iki sömürgeci imparatorluğu olan İngiltere ve Fransa’nın başarısız olmaları bütün emperyalist güçlerin gururunu kırmış ve onların sömürgesi durumunda olan ülkelerde İngiliz ve Fransızların da mağlup edilebileceği düşünce ve kanaatinin doğmasına sebep olmuştur.

4-Çanakkale savaşları olağanüstü şartların ve olağanüstü mücadelelerin savaşıdır. Normal şartlarda kazanılabilecek bir savaş değildir. Türk insanındaki vatanını koruma azmi ve ruhu bilinmeden Çanakkale savaşlarını kavrayabilmek mümkün değildir.

Türk insanı, Türk askeri Çanakkale’de, bu savunmanın, bu muharebenin bir ölüm – kalım mücadelesi olduğunu görmüş ve gelecek nesillerinin varlığı ve bağımsızlığı için hayatını vatanına feda etmekten hiç çekinmemiştir. Bunu en iyi anlatanlardan biri de Mustafa Kemal ATATÜRK’tür. O, şöyle diyor : “…Kahramanlık peşinde koşanlardan değiliz. Ama Bomba Sırtı olayını da anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasındaki mesafe 8 metre… Yani ölüm muhakkak. Birinci sıradakiler kamilen vuruluyor. İkincidekiler hemen onların yerini alıyor… Fakat ne kadar büyük bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor. Üç dakikaya kadar öleceğini biliyor… En ufak bir tereddüt ve sarsılma yok. Bilenler Kuran-ı Kerim okuyarak cennete girmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler dualar okuyarak siperlerden çıkıp taarruza geçiyorlar. Bu Türk askerindeki yüksek ruhu gösteren hayrete ve takdire değer bir ruhtur… Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur…”

Türk askerindeki bu yüksek ruhun muharebeler sırasındaki tezahürünü bir de bir yabancı askerden dinleyelim: ”…23 Nisan 1915 günü Conkbayır’ında Türkler ve Birleşik Kuvvetler arasında korkunç siper savaşları oluyor. Siperler arasında 8-10 m. mesafe var. Süngü hücumundan sonra savaşa ara verildi. Askerler siperlerine çekildi. Yaralılar ve ölüler toplanıyor. İki siper arasında açıkta ağır yaralı ve bir bacağı kopmak üzere olan İngiliz Yüzbaşı avazı çıktığı kadar bağırıyor, ağlıyor, kurtarın diye yalvarıyordu. Ancak hiçbir siperden kimse çıkıp yardım edemiyor. Çünkü en küçük bir kıpırdanışta yüzlerce kurşun yağıyordu. Bu sırada akıl almaz bir olay oldu. Türk siperlerinden beyaz bir iç çamaşırı sallandı. Arkasından arslan yapılı bir Türk askeri silâhsız siperden çıktı. Hepimiz donup kaldık. Kimse nefes alamıyor, ona bakıyorduk. Asker yavaş adımlarla yürüyor siper-dekiler kendisine nişan almış bekliyordu. Asker yaralı İngiliz subayını ok-şar gibi yerden kucakladı, kolunu omzuna attı ve bizim siperlere doğru yürümeye başladı. Yaralıyı usulca yere bırakıp geldiği gibi kendi siperlerine döndü. Teşekkür bile edemedik. Savaş alanlarında günlerce bu kahraman Türk askerinin cesareti güzelliği ve insan sevgisi konuşuldu. Dünyanın en yürekli ve kahraman askeri Mehmetçiğe derin sevgi ve saygılar.

Üsteğmen Cosey”

(Sonradan Avustralya Genel Valisi olmuştur.)

Türk ve dünya harp tarihinde önemli bir yer tutan Çanakkale savaşlarının sonuçlarını söyle sıralayabiliriz:

Siyasî Sonuçlar

Çanakkale Zaferi, Balkan Savaşlarıyla içte ve dışta sarsılmış olan devlet prestijini kurtarıp güçlendirmiş, İttihat ve Terakki Hükümeti’nin iktidarda kalış süresini uzatmıştır. Mustafa Kemal ATATÜRK bu durumu şöyle değerlendiriyor: “Balkan harbinde alnımıza sürülen lekeyi Çanakkale’de temizleyebildik…”

- Çökmekte olan Osmanlı İmparatorluğu içinde Türk ulusunun hala gücünü ve dinamizmini koruduğunu göstermiştir.

- Çanakkale Zaferi, müttefiklerinin yardımından yoksun kalan Çarlık Rusya’sının çökmesine ve Bolşevik rejiminin yerleşmesine yol açmıştır.

- Henüz savaşa katılmamış olan devletlerin tutumlarını etkilemiştir. Bulgaristan Merkezi devletlerin yanında yer almış, Romanya, Yunanistan ve İtalya bir süre daha savaş dışında kalmış ve Arap isyanı da bir süre gecikmiştir.

- Birleşik Kara Deniz Kuvveti’nin Boğaz’ı geçemeyişi, İngiltere ve Fransa’nın askerî ve siyasî prestijini sarsmış; bu devletlerin sömürgelerinde bağımsızlık ve özgürlük akımlarının doğmasına, dolayısıyla da dünya haritalarında bazı değişikliklere yol açmıştır.

- Çanakkale’de savaşın Avustralya ve Yeni Zelandalıların millî bilinçlerinin oluşmasında etken olduğu gibi, savaş sırasında ve sonrasında bu ülke vatandaşları ve hükümetleri ile dostlukların ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Boğazların Birinci Dünya Savaşı başında Osmanlı Devleti tarafından kapatılıp, savaşın sonuna kadar açılmaması, uluslararası ticari ilişkileri, Karadeniz’e komşu ülkelerin ticaretini olumsuz etkilemiştir.

Askerî Sonuçlar

- Çanakkale muharebelerine Türkler 310.000, İngilizler 460.000 (yabancı kaynaklara göre 410.000), Fransızlar 79.000 kişilik kuvvetlerle katılmışlardır.

- Bu muharebelerde İtilâf kuvvetleri, Türk kaynaklarına göre toplam 180.000 (İngilizler 155.000, Fransızlar 25.000), yabancı kaynaklara göre de toplam 252.000 (İngilizler 205.000, Fransızlar 47.000) zayiat vermişlerdir. Türkler ise kara muharebelerinde 57.084, deniz muharebelerinde 179, toplam 57.263′ü şehit, geri kalanı yaralı, esir ve kayıp olmak üzere 211.000 zayiat vermişlerdir.

- Birleşik Filo’nun Boğazları geçerek İstanbul’u ele geçirme plânları suya düşmüş ve böylece hükümet çevrelerinde ortaya çıkan ve halka da yansıyan İstanbul’un elden çıkması korkusu da silinmiştir.

- 18 Mart Deniz Zaferi, Gelibolu Yarımadası’nda cereyan eden kara muharebelerinde, Türk askeri için büyük bir moral kaynağı olmuş, Türk ordusunun prestijini iade etmiştir.

- Çanakkale Zaferinin Türk ulusuna en büyük armağanı, kuşkusuz Mustafa Kemal Atatürk’ü ve onun askerî dehasını ortaya çıkarmasıdır.

- Osmanlı Devleti’ni savaş dışı bırakarak Almanya’yı kuşatmayı amaçlayan İtilâf devletleri plânını boşa çıkaran Çanakkale Zaferi, savaşın en az iki yıl daha uzamasına neden olmuştur.

- Çanakkale Boğazı’nın kapatılması, Rusya’nın müttefiklerinin silâh ve cephane yardımından yoksun bırakmış ve Türk cephelerinde yarım milyonu aşkın İngiliz ve Fransız askerini tesbit etmiş olduğundan, Almanya’nın doğu cephesi harekatını kolaylaştırmıştır.

- Dünyanın en güçlü donanmasına ve en iyi teçhiz edilmiş ordularına karşı koyan Çanakkale savunucuları, Türk İstiklal Harbi savaşlarına örnek olmuştur.

- Çanakkale Cephesi’nde İngiltere ve Fransa’nın yarım milyonu aşkın kuvvet bulundurmaları ve bu kuvvetin yarısının savaş gücünü kaybetmesi savaşın genel seyrini etkilemiştir.

- Türklerin bu cepheye ayırdıkları 300.000′i aşkın kuvvetin 211.000′inin zayiata uğraması, Türk İstiklâl Harbi’nde insan gücü açısından bir boşluk yaratmıştır.

- Çanakkale savaşlarında yüz binden fazla okumuş ve aydın Türk kaybedilmiş, bu kaybın olumsuz etkileri Türk İstiklâl Harbi’nde ve Cumhuriyet Türkiyesi’nde görülmüştür. Mustafa Kemal ATATÜRK bu durumu şöyle ifade etmiştir: “Biz Çanakkale’de bir Dar-ül fünun (Üniversite) gömdük.”

Çanakkale Savaşının Önemi ve Sonuçları

Çanakkale Cephesi’nin deniz harekatı (Boğaz’ın zorlanması), kuşkusuz sıradan bir askeri harekat, ya da muharebe olayı değildir. Boğazlar, konumu ve tarihi önemi itibariyle, İstanbul Karadeniz kapısı, Çanakkale de Ege Denizi kapısı olarak, geçmişte taşıdıkları ve çağımızda taşımakta oldukları stratejik önem ve değer açısından daima birlikte mütalaa edilmiş ve edilmektedir.

Her iki boğaz, klasik ve dar çerçevede sadece Akdeniz’i Karadeniz’e, Avrupa’yı Asya’ya bağlayan su geçitleri ya da köprüler değil, Akdeniz’in öteki önemli su geçitlerinden Cebelitarık ve Süveyş kanalı ile de bütünleşerek, dünyanın büyük denizlerini (Atlas ve Hint okyanusu gibi) ve büyük kıta kara parçalarını birbirine bağlayan, daha geniş anlamdaki jeopolitik konumuyla, dünya siyaset ve iktisadiyatı üzerine olan etkilerini bu gün de korumaktadır. Bu nedenlerledir ki, Türk Boğazları, uluslararası ilişkilere yön vermede daima odak noktası olmuşlardır.

Gerçekten tarihin eski dönemlerinden beri ön planda, Avrupa ve Asya ülkeleri arasında başlamış olan ekonomik, ticari ve siyasi ilişkilerle, askeri hareketler, sürekli olarak Boğazlar bölgesinde cereyan etmiştir. Başka bir deyişle Boğazlar, dünyanın diğer parçalarında pek görülmemiş ardı arkası kesilmeyen mücadelelere sahne olmuştur.

Boğazların tarihin akışı içindeki stratejik durumu ve jeopolitik konumuyla ilgili yukarıdaki kısa açıklamaların ışığı altında, Çanakkale Muharebelerinin sonuçları üzerindeki değerlendirmeler, kuşkusuz daha bir önem ve anlam taşıyacaktır. Böylesine bir değerlendirmenin daha gerçekçi ve sağlıklı olabilmesi ise, büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki ulusal emellerine kısaca da olsa, bir göz atılmasını gerektirir.

Birinci Dünya Harbi öncesinin başlıca büyük devletlerinden Almanya’nın, “Drang Nach Osten (doğuya doğru) politikası”, Rusya’nın ılık denizlere ulaşma emelleri; İngiltere’nin, “denizlere egemen olan dünyaya hakim olur” teorisine dayanarak, özellikle XIX. yüzyıldan bu yana güttüğü Rusya’nın Akdeniz’e çıkmasını engelleme siyaseti, hep Türk boğazlarında düğümlenmektedir.

Boğazların bu tartışma götürmez önemi konusunda Napolyon “İstanbul bir anahtardır. Istanbul’a egemen olan dünyaya hükmedecektir. Eğer Rusya, Çanakkale Boğazı’nı ele geçirecek olursa, Tulon, Napoli ve Korfu kapılarına dayanmış olacaktır” [431) demekle, Fransa’nın Boğazlar üzerindeki duyarlılığını açık seçik ortaya koymuş olmaktadır.

Rusya’nın görüşüyse, Genelkurmay Başkanı Kropatki’nin bir raporunda; XX. yüzyılda Rusya’nın en önemli işinin, Istanbul Boğazı’nı ele geçirmek olduğuna işaretle, Osmanlı Devleti’ni, Boğazı Rusya’ya bırakmaya hazırlamalı ve Almanya ile anlaşma yapmalıdır” şeklinde ifadesini bulmaktadır.

Büyük devletlerin Boğazlar üzerindeki kısaca açıklanan bu emelleri, onları kendi aralarında da gizli birtakım mücadelelere yöneltmiştir.

Nitekim, Rus Dışişleri Bakanı Sazanof, Çar tarafından da onaylanan bir raporunda; “Boğazların güçlü bir devletin eline geçmesi, tüm Güney Rusya’nın ekonomik hayatının, o devletin egemenliği altına girmesidir” demekte ve bu durumun önlenmesi için, Istanbul’un alınmasını önermektedir.

Öte yandan Kasım 1911’de Rusya’nın, Osmanlı Hükümeti’ne Boğazlar üzerindeki istekleriyle ilgili bir notasından haberdar edilen Ingiltere ve Fransa, Rus isteklerini reddetmişlerdir.

Keza Rusya’nın bu ve buna benzer çeşitli tarihlerdeki yinelenen daha birçok istek ve baskılarının birbirini izlemesi, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda Merkez Devletleri safına kaymasında büyük bir etken olmuştu.

Işte Boğazlar üzerindeki bu gizli çıkar çatışmalarıdır ki, Ingiliz ve Fransızlar’ı Istanbul’u almaya ve Ruslar’dan önce Karadeniz Boğazı’na el atmaya yöneltmiş ve Çanakkale Cephesi’nin açılmasında başlıca etken olmuştur.Ruslara silah ve malzeme yardımı sorunuysa, savaşın sadece görünüşteki nedenini oluşturmuştur.

Böylece büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki tarihi emellerini ortaya koyarken, bu devletlerden Ingiltere’nin bu cephenin açılmasında birinci derecede aktif rol aldığını da belirtmek doğru olur.Nitekim Ingiliz Donanma Bakanı Churchill, cephenin açılmasında büyük çaba göstermiş ve etkili olmuştur.Gerçekten o, bu cephenin açılmasının baş mimari olmuş, Türklerin askeri gücünü ciddiye almamış, olayı basit ve sadece “sınırlı bir cezalandırma hareketi” olarak görmüştü. En güçlü ve modern silahlarla donatılmış zırhlılarının Boğaz’da görünüvermesiyle, Türklerin direnmekten vazgeçeceğini sanmıştı.

Kuşkusuz bu büyük bir yanılgıydı. Ingilizler, Çanakkale’deki Türk savunmasını ve askerini sadece matematiksel ölçülere vurup, onun yüksek manevi gücünü görmezlikten gelerek, büyük bir hesap hatasına düştüler ve sonunda, önce denizde, sonra da karada hiç de beklemedikleri amansız cevabı aldılar.Böylece onlar, zaferi Boğaz’da, Türk top ve mayınlarına, karada Türk süngüsüne bırakarak çekilip gittiler.

Anlaşma Devletleri’nin Çanakkale serüveni bu suretle noktalandıktan sonra, yukarıdaki açıklamaların ışığı altında, Türkiye ve uluslararası politika ve diplomasi tarihi açısından ortaya koyduğu önemli sonuçları da şöylece özetlemek mümkün olur.

ÇANAKKALE SAVAŞININ ASKERİ SONUÇLARI

1. Genellikle 18 Mart 1915’te geçen Boğaz Muharebesi’nde kazanılan zaferle, Birleşik Filo (İngiliz-Fransız donanmaları) nun Marmara’ya girerek, İmparatorluğun başkenti İstanbul’u bir ay içinde ele geçirme planları suya düşürülmüş, böylece hükümet çevrelerinde beliren ve halka yansıyan İstanbul’u kaybetme korkusu ortadan kalkmıştır.

2. Boğaz’da elde edilen bu ilk zafer, çok geçmeden Gelibolu Yarımadası’na yöneltilen çıkarmalarla başlatılarak, dünyanın en güçlü zırhlılarınca sürdürülen cehennemi bombardımanlar altında Türk askeri, yılmadan aylarca süren mevzi muharebelerinde yüksek bir moral ve doruğa ulaşan bir mücadele azmi örneği vermiş ve sonunda düşmanlarını yarımadayı terk etmek zorunda bırakmıştır.

3. Böylece karada kazanılmış bulunan bu ikinci ve nihai zaferle de, Türk ordusunun Balkan Savaşı’nda zedelenen ve hatta yok olmaya yüz tutan prestiji kurtarılmıştır.

4. Deniz ve kara. harekatıyla bir bütün olarak gerçekleştirilip tüm anlamı ve çarpıcılığıyla Türk Harp Tarihi’nde yerini alan Çanakkale Muharebeleri, Mustafa Kemal (Atatürk) gibi bir dahiyi yaratmış, Birinci Dünya Harbi’nin bitiminden hemen sonra başlayacak Milli Mücadele’nin bu eşsiz liderini Türk ulusuna kazandırmıştır.

5. Çanakkale Zaferi, Anlaşma Devletleri’nin Osmanlı Devleti’ni ilk ağızda savaş dışı bırakarak, Almanya’nın güneydoğudan kuşatılmasını amaçlayan stratejisini boşa çıkarmış, böylece savaşın en az iki yıl daha uzamasına neden olmuştur.

6. Çanakkale Boğazı’nın kapatılıp Rusya’ya geçit verilmemesi, onu müttefliklerinin silah ve malzeme yardımından yoksun etmekle kalmamış, yarım milyonu aşkın İngiliz ve Fransız askerini üzerine çekmekle bu kuvveti, Alman cephesinden uzak tutmuş ve Almanya’nın Doğu Cephesi’ndeki Harekatnı kolaylaştırmıştır.

7. Çanakkale Muharebelerinin diğer bir anlam ve önemi de, çöküntü donemini yaşamakta olan İmparatorluğun, dünya kamu oyunda yarattığı kötü imajın sonucu olarak, Türkün iyice tükendiği sanılan gücünün henüz tükenmemiş, koşullar nedenli ağır olursa olsun iyi sevk ve idare edilirse, tüm zorlukları yenebilecek güç ve inanca sahip olduğunu bu muharebelerde kanıtlamış olmasıdır.Bir başka deyişle düşman devletler, her nedense Osmanlı Devleti’ nın çöküşü olayıyla, onun asıl unsurunu oluşturan Türk ulusunun ceddinden miras olan savaş azim ve ruhuyla ,inanç gücünün birbirinden farklı şeyler olduğunu, bu muharebelerde çok daha iyi anlayabilmişlerdir.

8. Çanakkale Muharebeleri, Türk askerinin, dünyanın en güçlü zırhlıları ve en modern harp silah, araç gereç ve bol cephanesiyle donatılmış deniz ve kara ordularına karşı sergilediği başka ulusların askerleriyle kıyas götürmez direnç ,azim ve ruhu, Türk İstiklal Savaşımızın Kuvayı Milliye ruhuyla eş değer bir anlam taşıması açısından da ayrıca tarihsel bir değere sahiptir.

9. Gerçekten Boğaz Muharebesi’nde Birleşik Filo’nun kendisi için tehlikeler yaratan yalnız Dardanos Bataryası’nın yok edilmesi için kullandığı 400’ü aşan topçu mermisine karşın, sadece iki subayımızın şehit oluşu dışında, bataryaya ağır bir hasar verdirilememiştir. Halbuki Boğaz’daki obüs bataryalarımızın tek bir yaylım ateşi sırasında, Irresistable gemisinde 138 personelin yaşamını yitirdiği, İngiliz tebliğlerinde açıkça belirtilmiştir.

10. Çanakkale’de Türk askerleri, bol cephaneye dayanan, yoğun donanma ateşleri altında Türk’e özgü, sabır ve serin kanlılıkla görevinin başında kaya gibi dimdik ayakta kalmasını bilmiştir .Öte yandan bu dev armadalar, ateş etmesinden bile kuşkuya düşülen eski birtakım demode toplarla alay edercesine savaşıyor karadaki Türk topçusu, ona sadece 1900 mermi atabilirken, onlar tek bir bataryamıza (Dardanos”a) 4000 mermi kullanıyordu. Ne var ki, bu mermi yağmurundan karada hasar gören dört Türk topuna karşı, sadece batan düşman gemilerinin üstünde 44 topunun birden Boğaz sularına gömüldüğü görülüyordu.

11. Aynı Birleşik Filo’n’un, 18 Mart Boğaz Muharebesi’nde, 18 savaş gemisinden 7’si savaş dışında kalırken, Çanakkale Müstahkem Mevkii, savaş gücünü olduğu gibi koruyabiliyordu. Keza Filonun mayın arama ve tarayıcıları, 11 mayın hattı üzerinde döşenmiş mayınlardan sadece üç adedini etkisiz hale getirebilmişti.

12. Türk tabyalarında hasar gören toplardan çoğu, onarılıp kısa sürede ateşe hazır duruma sokuluyor, 3. bölgedeki (Boğaz’ın Marmara ile birleştiği kesim) tabya da, sapasağlam duruyordu. İşte bu durum karşısında Boğaz’ı geçemeden geri çekilen Birleşik Filo, Çanakkale’nin aşılamayan çetin savunması karşısında pes edip, yalnız denizden yapılacak zorlamalarla başarıya ulaşılamayacağı gerçeğini kabul etmek zorunda kalmıştır.

13. Dünyanın en büyük deniz gücüne sahip İngiltere’nin görkemli filosunun, Boğaz Muharebesi’nde düştüğü aczi, yarınların Çanakkale savunucuları hiç bir zaman hatırından çıkarmamalıdır. Çünkü, bu ve buna benzer saldırılar, geçmişte olduğu gibi gelecekte de yinelenebilir.Ne varki 18 Martı unutarak böyle bir saldırıyı ileride de göze alabilecek düşmanlar, karşılarında dünyanın yeniliklerine gözlerini kapamış bir Osmanlı Devleti yerine, bu kez XX. yüzyılın en son bilim ve teknolojisine dayanan en modern silahlarla donatılmış bulunan Cumhuriyet Silahlı Kuvvetleri’ni bulacaktır.

14. Çanakkale Cephesi deniz ve kara harekatıyla birlikte mütalaa edildiğinde görülür ki, bu cephede geçen muharebeler, hasım kuvvet olarak katılmış olan Ingiltere ve Fransa’nm, bir yıl boyunca Gelibolu Yarımadası’nda yarım milyondan fazla büyük bir kuvveti tutmak zorunda kalmaları ve bunun % 50’sini kaybetmiş bulunmaları, haliyle diğer cephelere kuvvet ayırabilme açısından savaşın genel seyrini etkilemiştir.Keza Türklerin de bu cepheye ayırdığı 300.000’den fazla askerden verdiği zayiatın, 211.000’e ulaşmış olması diğer cephelerdekinden kıyaslanamayacak bir fazlalık göstermektedir.Bunun insan gücü açısından yarattığı boşluk, yalnız Birinci Dünya Harbi sırasında değil, onu izleyen Türk İstiklal Harbi boyunca da hissedilmiştir.

ÇANAKKALE SAVAŞININ SİYASİ SONUÇLARI

1. Çanakkale’de denizde ve karada kazanılmış olan her iki zafer, Osmanlı’nın Balkan felatiyle içte ve dışta sarsılmış bulunan devlet prestijini kurtarıp güçlendrmiş, hükümetin iktidarda kalış sürelerini uzatmıştı.Anlaşma Devletleri’nin savaşın başından beri bekledikleri hükümet krizi olmamış ve kabine değişikliğine de gidilmemiştir.

2. Türk ulusunun tarihini süsleyen çok sayıdaki zaferlerine, Çanakkale’de, bütün dünyanın gözü önünde bir yenisini daha ekleyerek elde ettiği parlak zafer, onun eski güç ve dinamıiznıini koruduğunu, çöküntü dönemini yaşayan ve can çekişen bir imparatorluk içinde hala kahraman bir ulusun varlığını, yeniden ortaya koymuştur. Bir başka deyişle Çanakkale’de ölmesini bilenler, Türk milletinin tarihten silinmeden yaşayacağını kanıtlamıştır.

3. Çanakkale Zaferi, Batılıların Doğulu müttefiki Rusya’ya ulaşmasına olanak tanımamış, mahsur kalan koskoca Çarlık Rusyası içerden çökerek, Bolşevikliğin pençesine düşmüştür.

4. Çanakkale’de Türk savunması aşılabilse ve Boğaz açılabilmiş olsaydı, savaş kısa sürede biter, Rus ihtilali patlak vermez, verse bile, İngiltere ve Fransa’nın işe karışmasıyla bu ihtilal daha başlangıçta boğulabilirdi. Böylece müttefikleriyle birlikte zaferi paylaşmakta gecikmeyecek olan Ruslar, Çarlarının taksim planı gereği kendilerine daha işin başında söz verilen Boğazlar ve İstanbul’u işgal etmiş ve Deli Petro’dan beri izledikleri, “Açık denizlere ulaşma” politikalarını gerçekleştirmiş olurlardı.

5. Anlaşma Devletleri’nin Çanakkale’deki başarısızlıkları henüz savaşa katılmamış olan Balkan Devletleri’nin tutumlarını da farklı yönlerde etkilemiştir.Bulgaristan, Merkez Devletl’eri’nin yanında yer alırken, Romanya, Yunanistan ve Italya’nın daha bir süre savaş dışında kalmalarını sağladığı gibi, Arap ayaklanmasını bir yıla yakın bir süre geciktirmiştir.

6. Çanakkale Muharebeleri, Ingiltere’nin savaşın başından beri Japonya’dan yapmakta olduğu yardım talebini artırmasını istemesine rağmen, Japonya’nın bu istekleri çeşitli bahanelerle kabul etmemesine yol açmıştır.

7. Birleşik Filo’nun ağır yenilgiye uğrayıp Boğaz’ı geçemeyişi, İngiltere ve Fransa’nın, siyasi ve askeri prestijini bir hayli sarsmış, özellikle Ingiltere’nin denizlerdeki tarıtışılmaz üsıtünlüğü imajını ortadan kaldırmıştı. Bu durum, adı geçen devletlerin sömürgelerinde bağımsızlık ve özgürlük akımlarının doğuşuna ve dolayısıyla dünya siyasi haritasını değiştiren bazı gelişmelere yol açmıştır.

8. Keza Avusturalya ve Yeni Zelanda gibi Ingiliz dominyonu deniz aşırı ülke askerlerinin, sırf Ingiliz çıkarları uğruna Çanakkale’de Türklere karsı muharebeye zorlanıp, yabancı topraklarda hayatlarını yitirirken, kafalarında yer alan bir takım sorular (niçin ve kimin için döğüştükleri gibi), cepheden ailelerine gönderdikleri mektupların zamanla açıklanmasında anlaşılmaktaydı. Bu da, onlarda gitgide ulusal blincin kıvılcımlarını oluşturmakta gecikmedi.

Nitekim, 9 Eylül 1922’de Yunanlılar lzmir’de denize döküldükten sonra, muzaffer Türk ordularının Boğazlar bölgesine yönelip yaklaşmaları üzerine, Churchill’in dominyonlardan yeniden yardım istediği, Avusturalya başbakanının, “Tek bir askerin hayatına tehlikeye koymayacağını ve savaşa karar verilirse, dominyondan iş birliği istenmemesi gerektiğini” belirten anlamlı bir yanıtıyla karşılaşmıştı.

9. Çanakkale Muharebelerinin diğer ilginç bir yanı da, iki hasım ordunun döğüşken askerleri arasında yakınlaşmanın getirdiği dostluğun, zamanla artmış olmasıdır. Gerçekten Anzak asker ve komutanları, Çanakkale’de yiğitçe döğüşen Türklerin hem asker, hem de insancıl yönlerini yakından izleyerek, onların kendilerine tanıtıldığı gibi barbar bir ulusun çocukları olmadığını görüp anlamak fırsatını bulmuşlardı.İşte bu durum, ülkeler arasındaki siyasi ilişkileri de olumlu yönde etkilemiş ve savaş sonrasında, Asvusturalya ve Yeni Zelanda ile anlamlı dostlukların oluşmasının başlıca nedeni olmuştur.

10. Çanakkale Muharebelerinin bir başka ilginç tarafı da Orta Doğu’da bu günkü İsrail Devleti’nin kurulmasında etken bir rol almış olduğudur. Nitekim, Siyonist liderlerinden Vladimir Eugeueniç, Gelibolu’daki “Gönüllü Yahudi Birliğinin Hikayesi” adlı eserinde, konuyu açıkça şöyle dile getirmektedir “Gelibolu’ya yolladığımz 600 kadar gönüllü Yahudi askerlerinin savaşlar sırasında gösterdiği üstün çaba ve başarı, davamızın dünyaya tanıtılması ve dikkate alınması bakımından çok yararlı olmuştur.” Gerçekben Birinci Dünya Savaşı henüz sona ermemişken, 2 Kasım 1917’de benimsenen “Balfour Bildirisi”, bu günkü İsrail’in kurulmsında etken olması açısından önemli bir dönüm noktası olarak değerlendirilmektedir.

11. Çanakkale Zaferi’nin daha ilginç ve anlamlı bir sonucu da, doğunun büyük bir imparatorluğunu oluşturan koskoca Çarlık Rusyası’nın yıkılmasıyla kalmamış, ülkesinde güneş batmayan Batılı büyük devlet olan Büyük Britanya Imparatorluğu’nda da ilk yarayı açmaya yetmiş olmasıydı. Böylece emperyalizm tam çökmüş olmasa bile, bir hayli sarsılmıştır.

ÇANAKKALE SAVAŞININ SOSYO-EKONOMİK SONUÇLARI

1. Anlaşma Devletleri tarafından Boğazların açılarak Rusya’ya ulaşılması halinde Rusya, dış alım-satım olanağına kavuşacağından, ekonomik dengesini kurup sıkıntıdan kurtulacak, İngiltere-Fransa da Rusya ve Romanya’nın zengin buğday ürünlerinden yararlanıp, gerek silahlı kuvvetlerinin, gerekse halkının yiyecek gereksinimlerini sağlamış olacaklardı ki, bu gerçekleşememiştir.

2. Keza Boğazlar açılabilseydi, Tuna yolu da yeniden trafiğe açılıp Karadeniz’deki 120 parça ticaret gemisinden yararlanma olanağı elde edilecekti. Halbuki Çanakkale Zaferi, yalnız Rusya ile İngiltere, Fransa’nın değil, bunların aynı zamanda diğer Batılı devletlerle olan karşılıklı ticari ve ekonomik ilişkilerini de olumsuz yönde etkilemiş, ne İngiltere, Fransa müttefiki Rusya’ya ihtiyacı olan silah ve cephaneyi ulaştırabilmiş, ne de Rusya Batılıların ihtiyacı olan buğdayını Akdeniz’e aktarabilmişti.

3. Birinci Dünya Savaşı başında Boğazların kapatılıp, bu savaş sonuna kadar açılamaması, kuşkusuz uluslararası ticari ilişkileri de olumsuz yönde etkilemişti. Nitekim, Karadeniz’de; İngiltere, Rusya, Fransa, Belçika ve İtalya’nın toplam 85; Yunanistan, Romanya, Danimarka, İsveç ve Hollanda’nın toplam 27; Almanya, Avusturya-Macaristan’ın toplam 17 olmak üzere, genel toplamı l29’u ve toplam tonajı 350.000’i bulan ticaret gemisi mahsur kalmıştı.

4. Yukarıdaki açıklamaların ışığı altında kısaca denebilir ki, Çanakkale’de Türk Zaferi, iki yıl uzayan savaş boyunca Doğulu ve Batılı müttefik devletlerin (Rusya-İngiltere-Fransa) ekonomilerinde sıkıntılar yaratmıştır. Bu durum, özellikle Rusya’yı bunalıma sürüklemiş ve sonunda rejim değişikliğine (komünizme) kadar gidebilmiş ve böylece de Rusya’nın savaş dışı kalmasına yol açmıştır.

5. Zaferin, yukarıdaki ticari ve ekonomik etkinliklerinin yanında, Türk ulusu açısından sosyal alanda da etkileri görülmüştür. Çanakkale deniz ve kara muharebelerinde toplam 211.000 insan zayiatı veren Türk ulusu, bu arada binlerce okumuş ve aydınını da kaybetmişti. Kesin olmayan tahmini rakamlara göre, 100.000’den fazla öğretmen mülkiyeli, tıbbiyeli ve Türk ocaklarında yetişmiş okur-yazar yitirildiği sanılmaktadır. Böylece o günün koşullarında ülkenin beyin takımını oluşturan küçümsenemeyecek bir sayıya ulaşan bu kayıpların, olumsuz etkileri, savaş sırasında olduğu kadar, bu savaşı izleyen Türk İstiklal Savaşı’nda da fazlasıyla hissedilmiştir. Nitekim, 1923’te Cumhuriyetin ilanından sonra, Atatürk’ün başlattığı inkılaplar ve bunların paralelinde girişilen reformların kitlelere yaygınlaştırılıp mal edilmesinde, hayli sıkıntılar çekilmiştir.

Kısaca Türkiye’nin Anıt Ağaçları Özet

$
0
0

Ülkemizin anıt ağaçları nelerdir ve bunların tarihsel öyküleri (hikayeleri) hakkında bilgi.

Türkiye de yer alan anıt ağaçların isimleri ve bulunduğu şehirler? Bazı ağaçlar var ki adeta yüzyıllara çağlara asırlara meydan okuyup dimdik ayakta durmayı başarıyor. Bu anıt ağaçların öyle hikayeleri var ki mutlaka herkesin öğrenmesi gerekir, özellikle de bu topraklarda yaşayan vatandaşlarımızın bunu bilmek görevidir. Anıt ağaçlarımızın öyküleri bizim kültürel zenginliğimizin önemli bir parçasını oluşturur.

Ülkemizde nerelerde anıt ağaçlar vardır kısa bilgi veriniz.

iznikantaa.jpg (640×502)

Anıt ağaçlar, Türkiye’deki anıt ağaçlar, Türkiye’deki en yaşlı ağaçlar hangileri? Türkiye’nin en yaşlı ağacın kaç yaşında olduğunu biliyor musunuz? Türkiye’deki anıt ağaçlar hakkında bilgi vereceğiz.

Sıcak, soğuk, yağmur, kar, fırtına… Her şeye rağmen yüzlerce, hatta binlerce yıl yaşayan anıt ağaçlar. Bu ağaçların altında onlarca kuşak yaşadı. Bu ağaçlar pek çok hikayeye konu oldu. Oysa bizler bu ağaçların hikayelerini, yaşlarını hiç bilmiyoruz. En önemli görevimiz ise bu ağaçları korumak ve diğer kuşaklara aktarmak. Ancak bunu da yeterince yerine getirdiğimiz söylenemez. Yazımızda sizlere Türkiye’nin en yaşlı anıt ağaçlarını sizlere anlatacağız.

Uşaklı Çam: Bolu-Abant’a bağlı Güvem Köyü’nde bulunmaktadır. Bu ağacın kaç yaşında olduğu tahmin edilemiyor. Ancak çok ilginç bir hikayesinin olduğu kuşaktan kuşağa anlatılıyor. Yıllar önce köyde odun sıkıntısı baş göstermiş ve bir köylü ağacı kesmek istemiş. Baltayı ağaca vurur vurmaz balta geri fırlamış, baltanın isabet ettiği yerden kan akmış. Ağacı kesmek isteyen köylü de bir hafta sonra ölmüş. Bu yüzden ağacın en kuru dalının bile yere düşmesi oradaki köylüler tarafından uğursuzluk olarak kabul edilir. Bu ağacı kesmeye kimse cesaret edemez.

Koğuk Çınar: Bursa’dadır. 18 metre genişliğindedir. iki at arabası içine rahatça sığabilmektedir. Bu özelliğiyle birlikte Türkiye’nin en büyük ağacıdır.

Diğer anıt çınarlarımız ise şunlardır: Eskici Baba Çınarı, Kavaklı Camisi Çınarı, Kepez Saçlı Meşe Ağacı(Eskişehir’in İnönü İlçesi’ne bağlı Kepez Köyü’nde), Gedelma Çınarı (Antalya’nın Kemer İlçesi’ne bağlı Kuzdere Köyü’nde), Dede Menengici (İzmir-Menemen Çaltı Köyü), Onat Çınarı (Antakya Dursunlu Köyü’nde), Keramet Dutu (Seyitgazi İlçesi) ve daha niceleri…

fft5_mf113222.Jpeg (430×450)

Türkiye’de bulunan anıt ağaçlar

Ülkemizde fırtınalara, soğuğa, sıcağa aldırmadan yüzyıllardır ayakta kalan pek çok anıt ağaç bulunmaktadır. Bu ağaçların hikayeleri de nesilden nesile aktarılıyor. Çoğumuz bu ağaçların varlığından ve hikayelerinden habersiz yaşıyoruz. Aslında hepsi bize emanet edilen bu muhteşem canlıları gelecek nesillere miras bırakmak hepimizin görevi ama bu görevi ne kadar iyi yapıyoruz bu tartışılır. Çoğumuzun ülkemizde bulunan anıt ağaçlardan haberi bile yoktur. Bu yazımızda bunlardan bazılarını tanıtmaya çalışalım.

Uşaklı çam; Bolu nun Abant ilçesine bağlı Güvem köyünde bulunan bu ağacın ilginç birde hikayesi vardır. Geçmiş yıllarda odunsuz kalan bir köylü ağacın kuru dallarından kesmek istemiş. baltayı vurduğunda balta geri fırlamış ve vurduğu daldan kan akmaya başlamıştır. Ayrıca o kişi 7 gün içinde ölmüştür. Günümüzde bile yere düşen kuru dalların bile uğursuzluk getireceğine inanıldığı için kimse dalları toplamaya cesaret edemez.

ağç

Koğuk Çınar; Bursa da bulunan bu ağaç o kadar büyüktür ki içerisine 2 atlı fayton sığacak büyüklüktedir. Günümüze ulaşamayan 18,2 metre gövde genişliği ile Türkiye’nin en büyük ağacıydı
Eskici Baba Çınarı, Kavaklı camisi çınarı, Eskişehir-İnönü ilçesi Kepez köyündeki Kepez Saçlı Meşe ağacı (475),Antalya-Kemer ilçesi Kuzdere köyündeki Gedelma Çınarı, İzmir’in Menemen ilçesi Çaltı köyündeki Dede Menengici (800).Antakya Dursunlu köyündeki Onat Çınarı (280) Seyitgazi ilçesi Arslanbeyli köyündeki Keramet Dutu (700) daha nicelerini sayabileceğimiz anıt ağaçlarımız bulunmaktadır. Bu ağaçların değerini bilip sahip çıkalım.

Türkiyede Bulunan Anıt Ağaçlar Nelerdir

Yurdumuzda anıt ağaçlara rastlamak mümkündür. Bu tip ağaçlar hava şartlarına, doğa olaylarına ve aradan geçen yıllara rağmen hayatlarını sürdürmektedir. Hatta bulunduğu yörelerde ağaçlara dair hikayeler dahi anlatılmaktadır. Türkiye’de yaşamamıza rağmen bu ağaçları bilmeyenimiz çoktur. Aslında bu ağaçlar özel korumaya tabii olmalı ve daha nesillerce aktarımı devam ettirilmelidir. İşte o anıt ağaçlardan bazıları şunlardır;

Uşaklı Çam; Bu anıt ağaç Bolu’nun Abant ilçesi Güvem köyünde bulunmaktadır. Bu ağacın hikayesi şöyledir; Eskiden bu köyde hayat süren bir köylü kışın yakacak odun bulamamış ve bu ağacı kesip ısınmak istemiştir. Ancak ağaca baltayı bir vurmuş balta fırlamış, iki vurmuş balta fırlamış. Köylü bir bakmış ki balta burduğu yerden kanlar akıyor. Bu durumdan korkan köylü ağacı kesmeden dönmüş. O gün içinde köyden 7 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu nedenle o ağaç uğursuz olarak görülmüş ve o ağaçtan düşen dallara bile kimse elini sürmemiştir.

Koğuk Çınar; Bursa bulunur. Ağaç oldukça büyüktür. 18,2 metre boyunda olan ağaç Türkiye’nin en büyük ağacı olarak simini tarihe yazdırmıştır.

Bunlar haricindeki anıt ağaçların başlıcaları şunlardır; Eskici Baba çınarı, Kavaklı camisi çınarı, Eskişehir Kepez köyünde 475 yıldır yaşayan  Kepez Saçlı Meşe ağacı, Antalya- Kemer Kuzdere köyünde yaşayan Gedelma Çınarı, İzmir- Menemen  Çaltı köyünde 800 yıldır yaşayan Dede Menengici, Antakya Dursunlu köyünde 280 yıldır hayat süren Onat Çınarı, Seyitgazi ilçesi Arslanbeyli köyünde 700 yıldır yaşayan Keremat Dudu ağacıdır.

Bizlere düşen bu mirasları gelecek nesillere aktarmak için özen ve önem göstermektir.

anıt çağlar

Başkentimizin Anıt Ağaçları

Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Derneği’nden

   

1989 yılında kurulan derneğimizin ilgi alanları başta ormansızlaşma olmak üzere  topraklar, bozkırlar, sulak alanlar, yabanıl hayvanlar, kırsal yerleşmeler ve dolayısıyla ormancılık, tarım, hayvancılık ve turizm gibi insan etkinlikleridir. Bu alanlarla ilgili araştırma ve eğitim çalışmaları derneğimiz tarafından tamamen gönüllülük ilkesi ile yürütülmektedir.

 

“Ulusal Doğa Tarihi Kongresi”, “ Kent Ormancılığı” gibi Türkiye’de ilk sayılabilecek bilimsel kongreler düzenliyor, 1992’den bu yana Ankara’da geleneksel hale gelen “ Dendroloji (Ağaçbilim) ve Orman Ekolojisi Okulu” etkinliklerini sürdürüyor,   yeterli destek bulduğumuzda “Karadeniz Bölgesi’ndeki Korunan Orman Ekosistemlerinin Tanıtımı”, “Borçka Camili ve Karagöl Orman Ekosistemlerini Koruma ve Geliştirme Araştırması”, “ Yurttaş Katılımlı Erozyon Önleme Projesi” gibi projeler hazırlıyor ve yürütüyor, her yılın sonunda özgün inceleme ve araştırma sonuçlarına yer verdiğimiz “ Kırsal Çevre Yıllığı” gibi süreli yayınlar ile, “Türkiye’nin Korunan Alanları”, “Başkentimizin Anıtsal Ağaçları” gibi kitaplar yayınlıyoruz.

 

Yöre folklorunda, kültür ve tarihinde özel yeri bulunan; geçmiş ile günümüz, günümüzle gelecek arasında iletişim sağlayabilecek uzunlukta doğal ömre sahip olan ağaçlar olan “anıt ağaç” ların eğitim, bilim, kültür, turizm, doğa, çevre koruma yönlerinden çok önemli işlevleri bulunmaktadır. Doğada en uzun yaşayan canlılar ağaçlar olduğundan bu ağaçların korunması ve halka tanıtılması gerektiğini düşünmekteyiz. Türkiye’de bulunan anıt ağaçlara ilişkin sağlıklı veri bulunmamadığından ülke düzeyinde yeterli bir çalışma yürütüldüğünde çok sayıda anıt ağacın bulunabileceği bir gerçektir. Bu kapsamda derneğimiz Başkentimizin anıt ağaçlarını belirleyerek, bu bilgileri “Başkentimizin Anıtsal Ağaçları” kitabında toplamıştır.

 

Etkinliklerimiz ve yayınlarımızla ilgili ayrıntılı bilgiye www.kirsalcevre.org.tr internet sayfamızdan ulaşabilirsiniz.

Türkiye ve anıt ağaçları

 

Türkiye’de savaşlara, fırtınalara, soğuğa, sıcağa aldırmadan yüzyıllardır ayakta olan pek çok anıt ağaç bulunuyor. Bu ağaçların hikayeleri de nesilden nesile aktarılıyor. Çoğumuz bu ağaçların varlığından ve hikayelerinden habersiz yaşıyoruz. Aslında hepsi bize emanet olan bu muhteşem canlıları gelecek nesillere miras bırakmak hepimizin görevi…

Yaş, çap ve boy itibariyle kendi türünün alışılmış ölçüleri üzerinde boyutlara sahip olan, yöre folklorunda, kültür ve tarihinde özel yeri bulunan, geçmişle günümüz, günümüzle gelecek arasında iletişim sağlayabilecek uzunlukta doğal ömre sahip olan ağaçların günümüzde “anıt ağaç” olarak adlandırılmaktadır. Anıt ağaçların en çok rastlanan türlerinin çam, çınar, sedir, ladin, ardıç ve kestanedir. Çok zengin tarih, iklim ve bitki örtüsüne sahip olan Türkiye’de birçok anıt ağaca rastlanıyor. Araştırmalara göre Türkiye’deki anıt ağaçların en yaşlısı Antalya Güzelsu beldesindeki sedir ağacı. Bu ağacın yaklaşık bin 300 yıllık olduğu saptanmıştır. Çapı en büyük ağaç İznik Çınarı, en uzun anıt ağaç ise 69 metre boyu ile Gümüşhane’nin Torul ilçesi ‘Örümcek Ormanı’ndaki bir ladin ağacıydı. Ancak şu anda yaşamıyor. Halen yaşayan en uzun ağacımız yine aynı yerde 64 metre boyunda bir başka ladin. İnsan ve doğanın tarihine tanıklık eden bu ‘ Yeşil Devler ‘ in yok olmaması için hızlı ve geniş çaplı çalışmalara acil olarak başlanması gerekmektedir.

AĞAÇLARIN HİKAYELERİ
Yüzyıllar boyunca pek çok savaşın yaşandığı Anadolu’daki, anıt ağaçların önemli bir bölümünün, günümüze kadar yaşayabilme şansını, kutsal-mistik mekanlarda yer almalarına ve nesilden nesile aktarılan öykülerine borçludurlar. Destanlarda, mitolojide uzun ömürleri ve görkemleriyle boy gösteren, bulundukları yöre insanının inançlarıyla var olan anıt ağaçların, ölümsüzlük, güç ve huzurun simgeleri olmuşlardır. Türk destanı Oğuz name’de bir çift anıt ağacın, Oğuz neslinin kökeni olduğu anlatılmaktadır. Efsaneye göre, bir gece iki ağaç üzerine gökten kutsal bir ışık sütunu iner. Bir süre sonra ağaçlardan birinin gövdesi şişer ve sayılı günlerin geçmesinden sonra bu ağacın gövdesinden, ağızlarında gümüş emzikler bulunan 5 erkek çocuk görünür. Zaman içinde büyüyen çocuklar her iki ağacı kendi nesillerinin atası sayarlar. Aynı destanın bir başka bölümünde Oğuz Kağan’ın güzel eşini, göl ortasındaki bir anıt ağacın kovuğunda bulduğu belirtilmektedir. Yunan mitolojisinde de, Apollon’u kendisine aşık eden Cupaerrios’un tanrı Zeus tarafından ağaç haline getirilmesinin öyküsü anlatılır. Anıt ağaçların din, dil, ırk gözetmeksizin birçok toplumda benzer çağrışımlar yapıp, aynı şeyleri simgelemesi, onların evrenselleşmelerine sebep olmuştur.

‘UŞAKLI ÇAM’ 
Tarih ve folklor açısından önem taşıyan anıt ağaçların en çarpıcı örneklerinden biri olan Bolu’nun Abant ilçesine bağlı Güvem Köyü’ndeki “Uşaklı Çam”ın iki öyküsü bulunuyor. Ağaç, ilginç dal oluşumu ve tepe yapısından kaynaklanan çok çatallı gövde formuyla yöre halkı tarafından doğurganlığın simgesi olarak algılanıyor. Bu nedenle çocuksuz kadınların bu ağaca yapacağı ziyaretin mutlaka ödüllendirileceğine inanılıyor. Ödülün değerinden ötürü de bu anıt çam, çevre halkı arasında “Uşaklı Çam” adıyla anılıyor. Söz konusu anıt ağaçla ilgili bir diğer öyküye göre de, kışın odunu kalmayan bir köylü, “Uşaklı Çam”ın birkaç kuru dalını kesmek istemiş. Ancak, dala değen balta vuranın elinden fırlarken, ağacın kesilen yerinden kan akmaya başlamış. Olaya neden olan kişi de 7 gün sonra yaşamını yitirmiş. Bugün, ağacın yere düşen dallarının toplanması halk arasında hala uğursuzluk sayılıyor ve kuruyup düşen dallar doğaya terk ediliyor.

‘ARAP ASILAN AĞAÇ’ 
Folklorik açıdan önem taşıyan bir başka anıt ağaç, Antalya’nın Akseki ilçesine bağlı İbradı beldesinde bulunan kestane ağacı. Buradaki çok sayıda anıt ağaç içinde “Arap Asılan Ağaç” olarak ün yapan bu ağacın yöresel folklora konu olan öyküsü oldukça hüzünlü. Öyküye göre, İbradı’da bir genç kız öldürülür. Arap bir jandarma eri cinayetten sorumlu tutularak tutuklanır ve yargılanmaksızın asılır. Olay aydınlanıp gerçek katilin bulunması üzerine Arap erin ölümüne üzülen yöre halkı, bu hüzünlü olayı toplumun belleğinde canlı tutmak amacıyla jandarma erinin asıldığı 265 santimetre çaplı bu ağaca, “Arap Asılan” adını verir.

‘KOĞUK ÇINAR’ (İçine iki atlı fayton giren ağaç) 
Osmanlı hükümdarı Yıldırım Beyazıt, bir seferden Bursa’ya dönüşünde o yıl çocuk doğuran bütün kadınlara maaş bağlanmasını emreder. 70 yaşında bir kadın da o yıl çocuk doğurduğunu iddia ederek kendisine maaş bağlanmasını talep eder. Beyazıt, “senin yaşında bir kadın nasıl olur da çocuk doğurur” deyince, kadın “çocuk doğurmadım ama onun kadar kıymetli bir çınar diktim” diye cevap verir. Bunun üzerine kendisine maaş (ulufe) bağlanır. Anlatılanlara göre, bu olaydan sonra yeniçerilere maaşlarının bu ağacın altında dağıtılması gelenekselleşir ve bu nedenle ağaca “Ulufeli Çınar” adı verilir. Ağaç o kadar büyük ki gövde içine nerdeyse iki atlı faytonun yarısı sığıyor.

‘ESKİCİ BABA ÇINARI’ 
Bursa’daki “Orhan Camisi Çınarı” adıyla da bilinen bu çınarın hikayesi de şöyle: Mustafa adındaki ihtiyar müezzin, caminin bahçesindeki çınarın kovuğunda ayakkabı tamirciliği yaparmış. İhtiyar, bir gün kovuğa girmiş ve bir daha çıkmamış, onu ne göre ne duyan olmuş. İhtiyar adamın baca gibi açık olan çınardan göğe yükseldiği söylenir.

‘KAVAKLI CAMİSİ ÇINARI’ 
Tophane semtinde, Kavaklı Mahallesi’ndeki caminin önünde bulunan yaşlı çınarı Orhan Gazi devri erenlerinden “Geyikli Sultan” diye de anılan “Baba Sultan”ın diktiği söylenir. Babasultan köyündeki ulu çınarın da aynı gün dikildiği, iki ağacın yaşıt olduğu kabul edilir. Hikayeye göre, padişah dikilen ağacı görünce çok memnun olmuş ve Kavaklı Camii’nin önünde çınarı diken yaşlı dedeyi çağırtmış. Değneğine dayanarak gelen ihtiyara “simdi değneğini havaya at, yere düşene kadar dile benden ne dilersen” demiş. İhtiyar, değneğini havaya atmış, “Bursa kestaneleri vakıf olsun” diye bağırmış. O gün bugündür, Bursa kestaneler vakfıdır. İstediğin ağaçtan kestane toplamak serbesttir, kimse karışamaz.

Evet, asırlık anıt ağaçların hikayeleri elbette bu kadar ile bitmiyor. Sizin için yaptığım bir araştırma sonucunda karşımıza çıkan bu ağaçları hem bizlerin hem de yabancıların tanıması manasında bir çalışma yapılması gerekiyor. Açık hava müzesi niteliği taşıyan Ülkemizde bu anıt ağaçların genç nesillere tanıtılması ve ağaç sevgisinin aşılanması elbette çok önemli. Okullarda bunun yaygınlaştırılması ve tanıtım kampanyaları ile desteklenmesi gerekir. Bugüne kadar yakılan, kesilen ve talan edilen binlerce ağacın anısına bu görevi üstlenmemiz kaçınılmazdır. Bugün halen kurtuluş savaşına tanıklık etmiş binlerce ağaç bizlere emanet edilmiştir. Hep birlikte sahip çıkalım, ülke geleceği ve turizm için yeni bir tanıtım kampanya başlatalım. Siz bunları düşünün, haftaya size konu ile ilgili tanıtım önerileri sunacağım.

Can Bekin

Tarihin nakşedildiği anıt ağaçlar

Tarihin nakşedildiği anıt ağaçlar

Son üç günüm, Taksim-Gezi Parkı’ndaki ağaçları sökümden kurtarmak için başlatılan toplumsal eylemlerde geçti. Defalarca biber gazı teneffüs ettim, boğulma tehlikesi geçirdim. Ancak yine de şanslıydım. En azından binlerce başka kişinin başına geldiği gibi dayak yemedim, kafama gaz kapsülü isabet etmedi, panzerin altında kalmadım, kolum kopmadı ve bu sayede bu haftaki yazımı yazmam mümkün oldu. Elbette üç günlük sürekli eylemlilik hali yüzünden, size layık kalitede bir yazı ortaya çıkaramamış olabilirim. Bu yüzden peşinen affınızı diliyorum.
Başbakan’ın 1940’ta yıktırılan ‘Topçu Kışlası’nı ihya etme kisvesi altında AVM ve rezidans yapma planını açıkladığı günlerde kaleme aldığım ‘Menderes ve Erdoğan’ın Jakoben Belediyeciliği’ (Radikal, 4.11.2012) yazımda Taksim Meydanı’nın, Topçu Kışlası’nın tarihçesini anlatmıştım. Yıkılan kışlanın bıraktığı boşlukta kurulan ve Taksim Gezi Parkı diye bilinen 38 bin m2’lik yeşil alan, uluslararası şehircilik ve mimarlık tarihinin tanınmış isimlerinden, şehirci- mimar Henri Prost tarafından 1939-1942 yılları arasında törensel ve anıtsal bir alan olarak tasarlanmış. Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün adına atıfla İnönü Gezisi diye adlandırılan park, daha sonraki dönemlerde Taksim Gezisi olarak bilinmiş. İstanbul I No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu parkı, 1993’te ‘kentsel sit alanı’ ilan etmiş. Her geçen gün yatay ve dikey betonlaşma ile katledilen İstanbul’un nadir yeşil alanlarından biri olarak büyük öneme sahip olan Gezi Parkı’nın kaderi, hükümetin büyük bir gaddarlıkla ezmeye çalıştığı toplumsal hareketin başarısına bağlı görünüyor.

Bir ‘meyve bahçesi’ olarak İstanbul 
Gelin ‘Gezi Direnişi’nin başarılı olmasını beklerken, ağaçların tarihinde küçük bir gezinti yapalım.
“…Eskiden gaddar ve savaşçı olan Türkler, Asya halklarına özgü tatlı ve sakin bir yapılanma gösteriyorlar artık… Türkler, ağaçlara da saygı gösteriyorlar… Ağaç kesmek kadar kaçınılan başka şey yok.”
Bu satırlar 1784 Haziranı’nda İstanbul’da bulunan Leh soylusu, dilbilimci, tarihçi, mucit Jan Potocki’ye ait. Bugünü düşününce, şaka mı yapıyor diyor insan ama benzer sözleri ‘Le Corbusier’ namlı ünlü Fransız mimar Charles-Edouard Jeanneret de sarf etmiş. 1911’de Edirne, Bursa ve İstanbul’u kapsayan gezisinden sonra şöyle demiş Le Corbusier: “…İstanbul’un çehresini hatırlatan acele ile çizilmiş krokileri hâlâ saklıyorum. Ne güzel renkli ve canlı bir şehriniz var… İstanbul bir meyve bahçesidir, bizimkiler ise taş ocakları!..” Le Corbusier yaşasaydı da neresi ‘meyve bahçesi’, ‘neresi taş ocağı’ olmuş görseydi!
Le Corbusier’in bahsettiği ağaçlar muhtemelen bildiğimiz sıradan ağaçlar. Bir de ‘anıt ağaçlar’ var. ‘Anıt ağaç’, bir ağaç türünün, var olan diğer örneklerine oranla yaş, çap, büyüklük ve görünüm açısından çok daha farklı boyutlarda bulunan ağaçlara deniyor. Anıt ağaçlar, bilimsel açıdan değerli oldukları kadar, tarihsel, kültürel ve estetik açılardan da çok önemli. Anıt ağaç olmak için çok yaşamak gerekiyor. Yaşarken de pek çok olaya tanıklık etmeleri kaçınılmaz oluyor. Dolayısıyla kiminin aşağıda hikâyesini anlattığım ‘Yeniçeriler Ağacı’ ve ‘Vak Vak Ağacı’ gibi kanlı öyküleri, kiminin İstanbul-Bebek’teki ‘Manolya Ağacı’ gibi romantik çağrışımları, kiminin Beydağı’nı süsleyen ‘Mengerli Çınarı’ gibi hüzünlü hikâyeleri var. Kiminden Bolu’daki ‘Uşaklı Can’ gibi mucizeler yaratması bekleniyor, kimi Domaniç’teki ‘Çoban Murat Çamı’ gibi mistik duygular uyandırıyor. Kimi Küçük Çamlıca Tepesi’ndeki ‘Âşıklar Çınarı’ gibi aşıklara yuva oluyor, kimi Bursa Orhan Camii avlusundaki ‘Eskicibaba Çınarı’ gibi şairlere ilham veriyor. Gezi Parkı’ndaki 70’lik ağaçların altında yatan âşıkların, evsizlerin hikâyesini yazan da vardır elbet…

Elmalı Hazineleri 
Türkiye’de yaşları 400 ile 2 bin arasında değişen 100 anıt ağaç kaldı. Bunların başında Batı Toroslar’daki Elmalı ilçesinin Çığlıkara bölgesindeki ‘Aslan Ardıç’, ‘Koca Katran’, ‘Koca Sedir’, ‘Dibek Sedir’, ‘Koç Sedir’, ‘Şah Ardıç’ ve ‘Katil Sedir’ gibi adlarla bilinen dev ağaçlar grubu geliyor. Bunlardan ‘Koca Sedir’ tam 2 bin yaşında. Uzmanlar çok canlı olan bu anıt ağacın eğer bir felakete maruz kalmazsa, en az 500 yıl daha yaşayacağını umuyorlar. Yine aynı bölgedeki Çığkuş mevkiinde, 2 bin yıldır 2200 metre yükseklikten dünyayı selamlayan yarı ölü ardıç ağaçlarının birçoğu da anıt ağaç niteliğinde. Bu ağaçlara Elmalı Hazineleri adı boşa verilmemiş.
Diğer anıt ağaçların hepsinin adını saymaya yerimiz yetmez ama hiç olmazsa bazılarını anabiliriz: Hatay-Samandağ’daki Musa Köyü’ndeki Mersin Kepirli Köyü’ndeki 3 bin yıllık ‘Ulu Çınar’, Bursa’da Osmanlı Devleti’nin kuruluş mitolojisinin parçası sayılan ‘Baba Sultan Çınarı’, Bursa Uludağ yolundaki 600 yıllık ‘İnkaya Çınarı’, İznik’teki 550 yıllık ‘Topkapı Çınarı’, İstanbul Kemerburgaz yakınlarındaki 7 metre çaplı gövdesi ile ‘Pirinçci Kavağı’, Uşak-Tepedelen’deki ve Kütahya-Tavşanlı’daki karaçamlar, Karaman’da Ketane Camii’ndeki pelit ağacı, Mersin-Gülnar Babadıl mevkiindeki ve Muğla-Dallı mevkiindeki serviler, Kütahya-Kumarı Köyü’ndeki hâlâ meyve veren bin yıllık kestane ağacı, Gülnar-Delikkaya yolundaki 2.5 metre çaplı gövdesiyle ‘Koca Çatal Çamı’, Bolkar Dağları eteğindeki Kadıncık Vadisi’nin kuzeyindeki 1107 yaşındaki ‘Ana Ardıç’ ile Cocakdere Vadisi’ndeki 900 yaşındaki ardıç ve 625 yaşındaki 40 metre boyundaki, 7.5 metre çaplı koca katran ağacı, Silifke-Gülnar yolu üzerinde birbirine sarılmış iki ağaçtan oluşan Bitişik Ağaç, Erdemli-Küçükfındık arasındaki porsuk ağacı, Eskişehir-İnönü’deki ‘Kepez Saçlı Meşesi’, yine Eskişehir-Seyitgazi’deki ‘Piribaba Meşesi’ ve ‘Keramet Dutu’, Antalya-Keme’deki ‘Gedelma Çınarı’, Hatay-Dursunlu’daki ‘Onat Çınarı’, İzmir-Menemen’deki ‘Dede Menengici’…

Modernite kurbanları 
Anıt ağaçlar arasında çınarların özel bir yeri var. Latince ismiyle Platanus orientalis, yani Doğu Çınarı, Türkiye’nin Orta Anadolu hariç hemen her yerinde bulunur. Bunların bir kısmı insanlara değil belki ama yıllara, hatta asırlara meydan okur. Gövdelerinde oluşan kocaman kovuklara rağmen ölüme direnirler ve serin gölgeler oluşturmaya devam ederler. Örneğin bir zamanlar İstanbul’da Suriçi denilen tarihi bölgede dev çınarlar ve atkestaneleri yükselirdi. Bunların bir kısmı ömürlerini tamamlayarak, bir kısmı ise insanoğlunun hoyrat eliyle yok edildi. En büyük ağaç katliamlarından biri, Menderes’in 1957-1958 yılları arasındaki ‘Jakoben imar faaliyetleri sırasında yaşandı. Daha sonra kentin her genişlemesinden, her modernleşmesinden ağaçlar nasibini aldı.

Vak Vak Ağacı’nın Öyküsü 
Eyüp Sultan Camii’nin iç ve dış avlularında Fatih Sultan Mehmed ile III. Selim tarafından dikilen dev çınarları seyrederken ya da Kadıköy Osman Ağa Camii’nin avlusundaki çınarın kitabesini okurken insanın içine garip bir duygu dolar ama bunun adını koymak zordur. Bazı çınarların hikâyesi ise çok kanlıdır. Örneğin Ayasofya ile Sultanahmet Camii arasında bulunan ‘Kanlı Çınar’ bunlardan biridir. Çınarın adını veren olay 1648’de geçer. Sultan İbrahim’i tahtından indirmek için ayaklananlar, ilk önce sadrazam Ahmet Paşa’yı yakalarlar ve Sadrazam Sofu Mehmed Paşa’nın Şehzadebaşı’ndaki konağına götürürler. Mehmed Paşa tüm malını mülkünü bağışlaması koşuluyla hayatını kurtarmayı önerince, Ahmet Paşa sevinçle teklifi kabul eder ama boynunu, Cellât Kara Ali’nin yağlı kemendinden kurtaramaz. Bir beygire bağlanan Ahmet Paşa’nın cesedini sürükleye sürükleye Sultanahmet Meydanı’na getirenler bizim çınarın altına bırakırlar. Ama asıl felaket burada başlar. Yeniçeri kıyafetine bürünen bir eşkıyanın, “insan yağı, mafsal ağrılarına iyi gelir!” diye etrafa haberler uçurması üzerine zavallı sadrazamın cesedi, parça parça edilip beşer onar akçeye satılır. İşte bundan böyle Ahmed Paşa ‘Hezarpare’, ‘yani ‘bin parça’ diye anılmaya başlar.

Çınar Vakası 
Kanlı Çınar’ın şahit olduğu ikinci olay ise Girit’ten dönen yeniçerilerin dağıtılması âdet olan ‘ulufe’ denilen paralarını alamadıkları için isyan çıkarmalarıyla başlayan kalkışmadır. En şiddeti olayların 4-14 Mart 1656 günleri arasında yaşandığı ancak 9 Mayıs 1656’ya kadar süren olayların başlangıcında sarayın önüne büyük bir kalabalık toplanır, asiler idamını istedikleri kişilerin listesini Padişah IV. Mehmed’e verirler. Padişah Kızlar Ağası’nı, Kapı Ağası’nı, musahibini derhal boğdurtup cesetlerini duvarın üstünden isyancıların ortasına attırır. Ancak gözü dönmüş asiler cesetlerin başlarını keserek bizim Kanlı Çınar’ın dallarına asarlar. Aylarca bu feci manzarayı seyreden halk büyük bir dehşete kapılır. İstanbullular, dalları insan kafasıyla dolu bu ağaca, bir benzetme sanatı yaparak, cehennemin meyveleri insan başı olan ünlü vakvak ağacından ilhamla, ‘Şecere-i Vakvak’ ya da ‘Vakvak Ağacı’ adını verirler. Olay da tarihe ‘Çınar Vak’ası’ diye geçer.
Ama çınarın başına gelenler bitmez. Yıl 1826’dır. II. Mahmud, başıbozuk Yeniçeri Ocağı’nı ortadan kaldırmak için harekete geçmiştir. O zamanki adıyla At Meydanı’nda, bugünkü adıyla Sultanahmet Meydanı’nda ele geçirilen yeniçeriler, Sultanahmet Camii’nin mahfilinin altında bulunan taş odada boğdurulur ve cesetleri meşhur çınarın altına sürüklenir. Ağacın dalları, sanki meyve yerine insan vermiştir. Şair İzzet Molla bu manzarayı tasvir için bir de beyit düzer: “Bir zaman ehli fitne cami-i Han-ı Ahmedde/Bigünah asmış iken kullarını hallâkim/Şimdi erbab-ı şekanın dökülüp kelleleri/Meyve vaktine yetiştik secere-i vakvakın.”

Yeniçeriler Çınarı 
Tayyarzâde Ahmed Atâ Bey’in (1810-1877) Atâ Tarihi’nin (Enderun Tarihi de denir) birinci cildinde anlatılan bir hikâyeden bildiğimiz bir başka ünlü çınar ise Yeniçeriler Çınarı’dır. Tarihi Fatih dönemine (1451-1481) kadar götürülen bu koca çınar, Topkapı Sarayı’nın Birinci Avlu’sunda, şimdiki Arkeoloji Müzesi’ne inen yolun başında, Darphane-i Amire’nin köşesinde yüz yıl kadar öncesine kadar heybetli vücuduyla ayakta kalacaktır. Çınarın gölgesinde her daim resmi giyimli yeniçeri ortaları sıralandığından olsa gerek, avluya bir dönem, Avrupalı seyyahlar “Yeniçeriler Avlusu”, çınara da “Yeniçeriler Çınarı” demişlerdir. O dönemlerde sık rastlandığı anlaşılan ‘ağaç altında oturan Yeniçeri’ manzaraları, İstanbul’un ilk fotoğraflarına konu olmuş, kartpostallara resimleri konmuş, seyahatnamelerde ve başka yerlerde adı geçmiştir. Bu çınardan bahseden seyyahlar arasında 1875 veya 1876’da İstanbul’a gelen İtalyan seyyah Edmond de Amicis, 1893 senesinde İngiliz Sefâreti’nde kâtiplik yapan oğlunu görmeye gelen Georgiana Max Müller de vardır.

Zincirli Selvi 
İstanbul-Fatih’teki Kocamustafa Paşa Camii’nin avlusundaki ‘Zincirli Selvi’nin hikâyesi ise şöyle: Rivayete göre selvinin üzerinde bulunan zincir, altından borcunu inkâr eden biri geçerse hareketlenirmiş. Böylece alacağını tehsil edemeyenler, Kadı’ya ‘Zincirli Selvi’yi şahit gösterirlermiş. Ağacın yanındaki mezarın ise Hz. Hüseyin’in kızları Fatma ve Sakine’ye ait olduğuna inanılırmış. Kızların İstanbul’a nasıl geldiği ise muamma. Bazılarına göre Hüseyin’in katili Yezid, kızları Bizans İmparatoru IV. Konstantinos’a cariye olarak göndermiş. Bir rivayete göre ise kızlar Mısır’a gönderilirken gemileri korsanların eline geçince esir olarak İspanya’ya götürülmüş. İspanya Kralı da kızları imparatora hediye etmiş. ‘Tahire-i Muhteremeler’ diye isimlendirilen bu iki kardeşin nereye gömüldüğü bilinmiyor ancak İstanbul’un fethinden sonra Sünbül Sinan Efendi bazı rivayetlere dayanarak Zincirli Selvi’nin yanına bir mezar yaptırmış, yanına da bir Halveti Tekkesi kurmuş. Bu tekke II. Mahmut döneminde elden geçirilmiş ve ünlü hattat Yesarizade Mustafa İzzet Efendi’nin talik yazılı bir kitabesiyle süslenmiş.

Büyükdere Çınarı 
19. yüzyıla ait bir gravürden bildiğimiz bir başka ulu çınar ise bir zamanlar İstanbul- Sarıyer’de, Büyükdere Çayırı’nda yaşamıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında ya bir yıldırım yüzünden ya da altındaki çay ocağında çıkan yangında yok olan‘Büyükdere Çınarı’nın altında I.Haçlı Seferi komutanlarından Godefroy de Bouillon’un 1096’da karargâh kurduğu rivayet olunur. Bu nedenle çınara Batı kaynaklarında ’Platane de Godefroy Bouvillon’ denilmiştir. Yine kaynaklara göre II. Mahmud sık sık gittiği Büyükdere Çayırı’nda, bu çınarın altında oturup Yeniçerilerin oynadığı Tomak oyununu seyredermiş. Ayrıca dönemin ünlü musiki üstatları çınarın altında konserler verirmiş…
Evet, anlatacaklarımız bitmedi ama yerimiz bitti. Ağaçlarla dolu bir dünya dileğiyle hepinize iyi pazarlar…

Özet Kaynakça ve okuma önerisi: “68: Neydi, Ne Kaldı?” (Dosya), Birikim Dergisi, S. 109, Mayıs 1998, s. 17-124; 1968 Yılı Öğrenci Hareketleri (Dünyada ve Türkiye’de), 25-27 Kasım 1968 tarihlerinde düzenlenen sempozyum bildirileri, Başnur Matbaası 1969; 1968 in Europe: A History of Protest and Activism, 1956-1977, Editörler: Martin Klimke ve Joacim Scharloth, Palgrave Macmillan, 2008; Mark Kurlensky, 1968: Dünyayı Sarsan Yıl, Çeviren: Zehra Savran, Everest Yayınları, 2008; Giovann Arrighi, Terence K. Hopkins ve Immanuel Wallerstein, Sistem Karşıtı Hareketler, Çeviren C. Kanat, B. Somay, S. Sökmen, Metis Yayınları, 2005; Rudi Dutschke, “Anti-Otoritercilik Üzerine”, Cogito, S.14, Bahar 1998, s. 26-37; Alev Er, Bir Uzun Yürüyüştü 68, İkarus Yayınları, 2008; Tarihsel Sosyoloji: Stratejiler, Sorunsallar, Paradigmalar, Editörler: Ferdan Ergut, Ayşen Uysal, Dipnot Yayınları, 2007; Hıfzı Topuz, Paris ‘68’: Bir Devrim Denemesi, Agora Kitaplığı, 2008; Alain Touraine, Bugünün Dünyasını Anlamak İçin Yeni Bir Paradigma, Çeviren: Olcay Kunal, Yapı Kredi Yayınları, 2007.

TÜRKİYENİN EN YAŞLI ANIT AĞAÇLARI

Böyle bir ağaç gördünüz mü?

Türkiye’nin En Yaşlı Anıt Kestane Ağacı !

1000 yıllık olduğu tahmin edilen Kestane Ağacı, Kütahya merkeze bağlı Kumarı köyünde bulunuyor…

Kütahya merkeze bağlı Kumarı köyünde bulunan ve Bizans, Selçuklu, Germiyanoğulları, Osmanlı ile Cumhuriyet dönemlerine tanıklık eden, 1000 yıllık olduğu tahmin edilen Türkiye’nin en yaşlı kestane ağacı, halen meyve veriyor.
Kütahya Kültür ve Turizm Müdür Yardımcısı Nihat Değirmenci, kentin
7 kilometre güneyindeki köyün Boyacılar mevkisinde en az 1000 yıllık olduğu belirlenen ağacın, 7 Eylül 1995′te Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu gereğince ”anıt ağaç” olarak tescil edildiğini bildirdi. Yapılan araştırmalara göre ”Türkiye’nin en yaşlı kestane ağacı” olduğu tespit edilen 1000 yıllık ağacın yakınındaki iki kestane ağacının da aynı tarihte tescillendiğini anlatan Değirmenci, söz konusu ağacın hala meyve vermesinin dikkat çektiğini söyledi.Köyün eski muhtarı Ali Çelik de (55), kendisinin muhtarlığı sırasında Anıtlar Kurulundan gelen yetkililerin bu ağacın en az 1000 yıllık olduğunu belirlediklerini anlattı.Ait ağacın meyvesini çocukluğundan bu yana topladıklarını bildiren Çelik, ”İşin ilginç yönü, kaya üzerinde yetişen ve rüzgar, yağmur, kar gibi etkenlerle kökü iyice belirginleşen bu ağacın hala 400-500 kilogramarasında meyve vermesi” dedi.

 

Ağacın 8 metre çap ve 25 metre yüksekliğe sahip olduğunu belirten Çelik, köye dışarıdan gelen ziyaretçilerin ağacın önünde fotoğraf çektirdiklerini ifade etti.Üç kestane ağacına çakılan metal plakalarda, ”Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından tescil edilmiştir” ifadesi yer alıyor.

 

ANTALYA – Yüzlerce yıllık sekiz ‘anıt ağaç’, Çevre ve Orman İl Müdürlüğü’nce korunuyor. 7′si Elmalı İlçesi’nde, 1′i ise Finike İlçesi’nde bulunan Çevre ve Orman Bakanlığı’nca ‘anıt ağaç’ olarak ilan edilen yüzlerce yıllık 8 ağaç, Çevre ve Orman İl Müdürlüğü’nce görevlendirilen mühendisler tarafından sürekli gözetim altında tutuluyor. Görevli mühendislerce ağaçların korunmasına yönelik olarak hem takip hem de sağlık yönünden bir zarar görmemesi için belirli aralıklarla kontrol yapılıyor. Çevre ve Orman İl Müdürlüğü Doğa Koruma ve Milli Parklar Şube Müdürlüğü ekipleri, Antalya’daki 8 anıt ağacın hepsinin gayet sağlıklı olduklarını söyledi.

ANTALYADA Kİ YAŞLI ANIT AĞAÇLAR
Antalya’ Elmalı’da bulunan 25 metre boyunda, 262 santimetre çapındaki sedir ağacının, Türkiye’deki bilinen en yaşlı ağaç olduğu belirtildi.
25 metre uzunluğunda, 262 santimetre çapında olan sedir ağacın yaşının 2000 olarak hesaplandığını belirtildi.
Koca Katran: Elmalı İlçesi’nde 1995 yılında anıt ağaç ilan edilen 2000 yıllık Koca Katran, Çığlıkara Tabiatı Koruma alanında yaşıyor.
Aslan Ardıç: Elmalı İlçesi’nde Tekke deresinde yaşayan ve 1995 yılında anıt ağaç ilan edilen Aslan Ardıç, 1700 yaşında.
Dibek Sedir: Finike İlçesi’nde 2002 yılında anıt ağaç ilan edilen 1700 yıllık Dibek Sedir, Debike Tabiatı Koruma alanında yaşıyor.
Lübnan Sediri (Cedrus Libani): Elmalı İlçesi’nde 1995 yılında anıt ağaç ilan edilen ve Toros Sediri olarak da bilinen 1500 yıllık ağaç Çığlıkara Tabiatı Koruma alanında yaşıyor.
Koca Sedir: Elmalı İlçesi’nde 2002 yılında anıt ağaç ilan edilen 1070 yıllık Koca Sedir, Sedir Araştırma Ormanı’nda yaşıyor.
Şah Ardıç: Elmalı İlçesi’nde 1995 yılında anıt ağaç ilan edilen 800 yıllık Şah Ardıç, Sedir Araştırma Ormanı’nda yaşıyor.
Koç Sedir: Elmalı İlçesi’nde 1995 yılında anıt ağaç ilan edilen 650 yıllık Koç Sedir, Çığlıkara Tabiatı Koruma alanında yaşıyor.
Katil Sedir: Elmalı İlçesi’nde 1995 yılında anıt ağaç ilan edilen 500 yıllık ağaç Çığlıkara Tabiatı Koruma alanında yaşıyor.

 

MUSA AĞACI

Samandağ’a bağlı Hıdırbey köyünde Musa Ağacı olarak bilinen asırlık çınarı,Rivayetlere göre, yaklaşık 3 bin yıllık olduğu belirtilen, çevresi 20 metre, gövde
çapı 7,5 metre, yüksekliği yaklaşık 20 metre olan tarihi Musa ağacı, hem
Hatay’ın turizmine katkı sağlıyor; hem de Hıdırbey Köyü’nün başlıca
geçim kaynakları arasındaki yerini almış durumda.
Tarihi Musa ağacını yaklaşık 30 kişi, el ele tutuşarak ancak çevresini dolanabiliyor..

ÇINAR

Bursa yöresindeki asırlık çınarlar-

Çınar, Osmanlı’nın kuruluşundan bu yana kente hayat veren, güzellik katan sembollerin başında yer alır. Çınar deyince akla hem Bursa gelir hem de Osmanlı… Çınar Ağacı, aynı zamanda rüyadan beyliğe geçişin müjdecisidir.Osman Gazi, sonradan kayınpederi olacak Şeyh Edebali’nin sohbetlerine katılmak üzere gittiği dergâhta uykusunda bir rüya görür. Osman Gazi rüyasında; “Şeyh Edebali’nin böğründen hilal şeklinde bir ay çıktığını, bu ay’ın büyüyerek kendi göğsüne girdiğini, daha sonra göbeğinden, bütün gökyüzünü kaplayan bir ağacın çıktığını, bu ağacın yüksek dağ ve pınarlara gölge saldığını, üç kıtadaki toprakları dallarının altına aldığını ve insanların da bundan fayda sağladığını…” görür. Ertesi sabah,gece gördüğü bu rüyasını Şeyh Edebali’ye anlatır.
Edebali de rüya dinledikten sonra Allah’ın Osman Gazi’ye ve evlatlarına saltanat müjdelediğini söyler kızı Mal Hatun’u da zevce olarak Osman Gazi’ye verir.Osman Gazi döneminde Uludağ’a gelip yerleşen,geyiklerle konuştuğu söylenen ve Bursa’nın fethi esnasında kolaylıklar sağlayan Geyikli Baba adındaki derviş, Sultan Orhan Gazi’nin daveti üzerine, koca bir çınar ağacını kökünden söker ve omzuna yüklediği gibi Uludağ’ın eteklerinden aşağıya inerek Orhan Gazi’nin ikamet etiği yere gelir. Sultan’ın huzuruna çıkmadan önce yanında getirdiği çınar ağacını bahçeye diker. Bu esnada yanına gelen Sultan Orhan Gazi’ye diktiği çınar ağacını göstererek;“Bu ağacı uğur olsun diye diktik…
Bu ağaç burada durdukça, dervişlerin duası sana ve soyuna makbuldür” der ve dua eder.Geyikli Baba’nın Bursa’nın fethi sonrası uğur olsun diye diktiği ağacın bugün Hisar içinde,Kavaklı caddesindeki, kavaklı çınarı olarak bilinen anıt/ağaç olduğu rivayet edilmektedir.Kısacası Osmanlı’nın kuruluşunda en önemli simgelerden olan Çınar Ağaçları, asırlardır Bursa’nın sembolleri arasında yer almaktadır.Vedat Nedim Tor’un ifadesiyle “Bursa’nın Yeşil Türbe’si, Muradiye’si, Ulucami’si, Koz Han’ı kadar çınarları da birer güzel anıttır. Çınarsız bir Bursa, Yeşil Türbe’siz bir Bursa kadar ulûhiyetini kaybeder. 
Yapılan envanter çalışmasına göre,Bursa’da “doğu çınarı”ndan “saplı meşe”ye,“gümüşi ıhlamur”dan “çiçekli manolya”ya kadar 11 farklı türde, yaşları 100 ile 650 arasında değişen yaklaşık 833 anıt ağaç adayı bulunduğu tesbit edilmiş olup, bu asırlık ağaçlardan 250 kadarı tescil edilmiştir.Şu ana kadar tespit edilen en yaşlı ağaç 
Hürriyet Mahallesi’ndeki Nostalji Bahçesi’nde bulunan 610 yaşındaki çınar ağacıdır. Günümüze ulaşamayan Bursa’nın kuzeyindeki Oyukçınar Mahallesi’ne adını veren çınar ağacı 18,2 metre gövde genişliği ile Türkiye’nin en büyük ağacıydı.
Halkalı ve Dudaklı Çınarı ile her yıl içinde leyleklerin yuva yaptığı Kiremitçi Çınarı’nın, Orhan Camii avlusundaki ağacın Osmanlı ile yaşıt Bursa çınarları olduğu söylenmektedir.Bursa’nın kayda değer diğer anıt ağaçları arası nda Kovukçınar (Ulufeliçınar), Eskicibaba çınarı, dua çınarı, Pirinç Hanı çınarı, Altıparmak çınarı, Kültürpark’taki Yaycılar Pınarı çınarı,Müşkire çınarı, İznik’teki Havuzbaşı, Beypınarı,Hespekli, Kaymak Köşkü, Lefke Kapısı, Sanayi ve Davud-u Kayseri çınar ağaçları bulunmaktadır.Çekirge´de Uludağ yolu üzerindeki İnkaya köyünde,aynı adla bilinen ve 2008 itibariyle 600 yaşına giren tarihi çınar ağacı, muhteşem görünümü ile dünyaca ünlüdür. 
Adını, Osmanlı Devleti’nin ilk köylerinden biri olan İnkaya Köyü’nden alan çınar ağacı 13 ana kola sahiptir.“İnkaya Çınarı”nın boyu 35 metredir. Dallarının kalınlığı 3-4 metreyi bulan çınar 9.2 metrelik çevresiyle Türkiye’nin en yaşlı ağaçlarından biridir.Osmanlı kadar yaşlı, Cumhuriyet kadar gürbüz olan İnkaya çınarı, Bursa’ya yolu düşen yerli yabancı turistlerin uğramadan geçmediği önemli bir sembol olarak kente değer katmaktadır.
9 ğaç daha anıt ağaç ilan edildi Bakanlık ayrıca, 9 tarihî ağacı ‘anıt ağaç’ ilan ederek koruma altına aldı. Yüzlerce yıldır sadece tabiatın güzelliklerini değil, tarihin zengin hatıralarını da günümüze taşıyan anıt ağaçlar şöyle sıralanıyor: 
Eskişehir’in Mihalıççık ilçesi Kayı köyündeki iki kokulu ardıç ağacı (645 ve 730 yaşlarında) ile aynı köydeki Kayı Ardıcı (520),

Eskişehir-İnönü ilçesi Kepez köyündeki Kepez Saçlı Meşe ağacı (475),

Eskişehir-Seyitgazi ilçesi Çürüttür köyündeki Piribaba Meşesi (350),

Seyitgazi ilçesi Arslanbeyli köyündeki Keramet Dutu (700),

Antalya-Kemer ilçesi Kuzdere köyündeki Gedelma Çınarı,

Antakya Dursunlu köyündeki Onat Çınarı (280) ve

İzmir’in Menemen ilçesi Çaltı köyündeki Dede Menengici (800).

Dünyanın şekli ile ilgili görüşleri olan bilim insanlarına örnekler, Dünyanın şekli ile ilgili bilim adamlarının görüşleri

$
0
0

galileo_telescope.jpg (700×450)

Kısaca dünyanın yuvarlak olduğunu kanıtlayan bilim insanları kimlerdir? isimleri özet 

İnsanlar tarih boyunca hep dünyanın şeklini merak etmişler ve bu yönde çeşitli hesaplamalar yaparak kendi görüşlerini bildirmişlerdir. Aydınlanma dönemine kadar da dünyanın gerçek şeklinin ne olduğu ve bunun ispatı yapılamamıştır. Fakat Antik Yunan’da bir filozofun yapmış olduğu geometrik açı denklemiyle dünyanın şeklini ortaya çıkardığı söylenir. Biz de bu yazıda dünyanın şekli hakkında hangi bilim insanının hangi görüşü var hepsini sizlerle paylaşalım dedik…

Dünya’nın yuvarlak olduğunu tespit eden ilk bilim adamı kimdir? Dünya’nın yuvarlaklığını ispatlayan bilim adamları kimlerdir? Dünya’nın yuvarlak olduğu nasıl ispatlanmıştır? Tüm bu soruların cevabı yazımızda.

Dünya’nın yuvarlak olduğunu ispatlayan ilk uygarlığın Babiller olduğu iddia edilir. Ancak bu iddiayı destekleyecek sağlam deliller yoktur.

Antik Yunan döneminde Pisagor, Dünya’nın yuvarlak olduğunu ilk iddia eden matematikçi ve filozof olmuştur. Hatta yaptığı matematiksel hesaplamalarda güneş ve ay ışığının düşüş açılarına göre dünyanın çevresini hesaplamayı denemiştir.

Orta Çağ’ın sonlarına kadar Dünya’nın yuvarlak olup olmadığı tartışılmamıştır. Ancak İtalyan bilim adamı Galileo tarafından Dünya’nın yuvarlak olduğu iddia edilmiş, bunun karşılığında Galileo Engizisyon mahkemesi tarafından yargılanarak idam edilmiştir.

Coğrafi keşifler sırasında İspanyol denizci Macellan Dünya’nın etrafını dolaşarak tekrar İspanya’ya dönmüştür. Böylece Dünya’nın yuvarlak olduğu kesin olarak ispatlanmıştır.

Sorumuza dönecek olursak, Dünya’nın yuvarlak olduğunu ispatlayan ilk bilim adamının Pisagor olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bu konuda araştırmalar yapmış, yazılar ve hesaplamalar yaparak Dünya’nın yuvarlak olduğunu kesin olarak ispatlanmıştır. Ancak görüşlerine o zamanlar fazla değer verilmediği için çalışmaları uzun yıllar raflarda kalmıştır. Macellan’ın bunu kesin bir şekilde kanıtlamasıyla birlikte Avrupa’da artık Dünya’nın yuvarlak olduğu iddiası kabul edilmiştir.

Dünyanın yuvarlak olduğunu kim buldu

fft16_mf529183.Jpeg (300×141)

Dünyanın yuvarlak olduğuna dair ilk bulguların Babililer tarafından bulunduğu iddia edilir.. Bununla birlikte;

- Ünlü matematikçi ve düşünür olan Pisagor, MÖ 500′lü yıllarda Dünyanın yuvarlak olduğunu bilmiş ve kurduğu ünlü Pisagor okulunda bunu öğrencilerine öğretmiştir.

- Pisagor’dan sonra Eratosthenes de aynı şeyi keşfetmiş, hatta güneş ve ay ışıklarının düşüşlerine göre dünyanın çevresini hesaplamıştır.

Orta çağda Gelileo Galilei de bu düsünceyi savunmuş ve bu düşüncesinden dolayı yargılanmıştır. Dünya’nın yuvarlak olduğunu bulan kesin olarak belirli olmamasına karşın birçok bilim adamı ve gezgin bu fikri desteklemiş ve fakat Fernando Magellan tarafından yapılan Dünya gezisinden sonra dünyanın yuvarlak olduğu kesin olarak söylenmiştir. Dolayısıyla dünyanın yuvarlak oluşunu ilk keşfeden Eski Yunan’da yaşamış olan matematikçi ve düşünür Pisagor’dur.

Dünyanın Yuvarlak olduğunu deniz yoluyla ispat etmiştir

Ferdinand Magellan (1480 – 1521)

1480 yılında Sabrosa’da doğdu, 27 Nisan27 Nisan Gregorian Takvimine göre yılın 117. günüdür. Sonraki sene için 248 (Artık yıllarda 249) gün var

1521 Mactan’da, Filipin; Latin Amerika’nın güney burnundaki, bugün kendi adıyla anılan Latin Amerika Latin dilleri konuşan Amerika kıtası ülkelerine ve çevresine işaret eder. Diğer bir deyişle bu bölgenin Anglo-Amerikan ve Germen dilleri konuşan bölgeler ile zıtlık oluşturduğu da söylenir.

Magellan Boğazını ilk defa bulan ünlü Portekizli gemici.

Küçük yaşta saray hizmetlerinde bulunan Magellan, sonraları Portekiz donanmasında görev aldı. Gençliği Portekizli denizciler yanında gemilerde denizciliği öğrenmekle geçti. Hindistan’da, Doğu Hintler’de ve Asya�a bulunan ve yüzölçümü bakımından dünyada yedinci, nüfus bakımından ikinci sırada yer alan devlet. Kuzeyinde Keşmir ve Çin, kuzeydoğusunda Nepal ve Bhutan, doğusunda Bangladeş ve Birmanya, güneydoğusunda Seylan, güneyinde Hint Okyanusu, kuzeybatısında Pakistan bulunur. Üçgene benzeyen Hindistan yarımadası, ülkenin en büyük kısmını kaplar. Ülkenin kapladığı alan 3.287.590 km2 olup, kuzey-güney uzunluğu 3200 km, batı-doğu uzunluğu ise 2400 kilometredir.
eratosthenes-Eratosten-.jpg (560×502)

Fas’ta çarpışmalara katıldı. Fas’taki çarpışmalar sonunda sakatlandı. Daha sonra Portekiz kralı ile arası açılan Magellan gözden düştü ve kısa bir süre sonra Portekiz donanmasındaki görevine son verildi.

1517 yılında İspanya’ya giden Magellan, Kral İspanya İber Yarımadasının beşte dördünü kaplayan bir Avrupa devleti. Doğu ve kuzeydoğusunda Akdeniz, kuzey, kuzeybatı ve güneybatısında Atlas Okyanusu, kuzeydoğusunda Fransa ve Andoro Cumhûriyeti, batısında Portekiz bulunmaktadır. Akdeniz�eki Balear, Atlas Okyanusundaki Kanarya Adaları İspanya�a aittir.

Beşinci Şarl tarafından İspanya donanmasında görevlendirildi. Denizciliğin yanısıra coğrafyaya da meraklı idi. Hep batı istikametinde yol alınması halinde doğu ülkelerine ulaşılabileceğini savunmaktaydı. Hatta bu teorisinin gerçekleştirilmesi için zamanın Portekiz kralından yardım istedi. O zamana kadar, Amerika kıtasının Coğrafya (Yunanca geo “Yer” ve graphein “yazmak”), Yer’in yüzeyini, insana ve fiziksel yapıya ilişkin mekânsal görünümler ile farklılaşmaları ve bunlann gerçekleştiği or-tamı inceleyip tanımlayan disiplin. Yeryüzündeki mekânsal görünümler insana ve doğaya ilişkin çeşitli süreçlerden etkilendiği için jeoloji, meteoroloji, ekoloji, biyoloji, demografi, ekonomi, siyasetbilimi, sosyoloji, tarih gibi başka pek çok disiplinle ilişki içindedir. Coğrafi verilerin toplandığı başlıca kayıt harita olduğundan, topografya ve haritacılık da coğrafyanın sürekli yararlandığı alanlardır.

Labrador’dan Rio de Plata’ya kadar olan kısmı keşfedilmişti. Magellan, kıtanın kuzeyden ve güneyden bir geçit vereceğine inanıyordu. Ancak bu isteği kabul edilmemişti. Aynı teklifin, İspanya Kralı Beşinci Şarl tarafından kabul edilmesi üzerine, 20 Eylül20 Eylül Gregorian Takvimine göre yılın 263. günüdür. Sonraki sene için 102 (Artık yıllarda 103) gün var.

1519′da beş küçük tekne ve 270 mürettebat ile yola çıkan Magellan, 13 Aralıkta Rio de Janerio’ya ulaştı. Buradaki nehirler vasıtasıyla batıya geçmek isteyen Magellan bir geçit bulamayacağını anlayınca Latin Amerika’nın güneyine doğru yelken açtı. Kıyı boyunca güneye doğru inmeye başladı. 1520′de Magellan ismi verilen geçidi keşfetti. Magellan Boğazına giren filo, bu boğazdan büyük sıkıntılardan sonra çıkabildi. Böylece Büyük Okyanusu kuzeybatı doğrultusunda aşmış oldu. Bu sırada, hava şartları, açlık ve denizle boğuştu. Gemilerde isyan çıktıysa da bastırıldı. Sonunda binbir güçlükle boğazı aşabilen Magellan bu yeni okyanusun sularını Atlas Okyanusundan daha sakin bulduğundan ona, Pasifik adını verdi. ATLAS OKYANUSU Alm. atlantischer Ozean, Fr. Océan Atlantique, İng. Atlantic Ocean. Dünyanın ikinci büyük denizi. Büyüklük bakımından Büyük Okyanustan sonra gelir. Doğusunda Avrasya ve Afrika, batısında Amerika (kuzey ve güney) bulunur. Bu okyanus, eski dünya ile yeni dünyayı birbirinden ayırır.

Bazıları Kuzey Buz Denizi ile Antarktika Okyanusunu da Atlas Okyanusuna dahil ederler. Umumi kanaat, Kuzey Buz Denizi ile Antarktika Okyanusunun buraya dahil olmadığı Pasifik Okyanusunda 98 gün açlık ve sıkıntı ile geçen zor bir yolculuk yapıldı.

6 Mart 1521′de Mariona Adalarında Fuan’da karaya ayak basan kafile, 16 Mart’ta Filipin Adalarına geçti. Filipinlerde geçirdiği günler esnasında yerliler ile arasında çıkan tartışma çarpışmaya döndü ve bu sırada Magellan 27 Nisan 27 Nisan Gregorian Takvimine göre yılın 117. günüdür. Sonraki sene için 248 (Artık yıllarda 249) gün var

1521′de öldürüldü.

Daha sonra, Magellan’ın mürettebatından, geriye kalanlar yolculuklarına devam etti. 6 Eylül 1522′de İspanya’ya dönen kafilede 18 kişi kalmıştı. Dünyanın yuvarlak olduğu deniz yoluyla dolaşılarak da ispat edilmiş oldu ve Büyük Okyanusun varlığı ortaya çıktı

Dünyanın yuvarlak olduğunu ilk olarak söyleyen bilim insanı kimdir?

Dünyanın yuvarlak olduğuna dair ilk bulguların Babililer tarafından bulunduğu iddia edilir.. Bununla birlikte;

- Ünlü matematikçi ve düşünür olan Pisagor, MÖ 500′lü yıllarda Dünyanın yuvarlak olduğunu bilmiş ve kurduğu ünlü Pisagor okulunda bunu öğrencilerine öğretmiştir.

- Pisagor’dan sonra Eratosthenes de aynı şeyi keşfetmiş, hatta güneş ve ay ışıklarının düşüşlerine göre dünyanın çevresini hesaplamıştır.

Orta çağda Gelileo Galilei de bu düsünceyi savunmuş ve bu düşüncesinden dolayı yargılanmıştır. Dünya’nın yuvarlak olduğunu bulan kesin olarak belirli olmamasına karşın birçok bilim adamı ve gezgin bu fikri desteklemiş ve fakat Fernando Magellan tarafından yapılan Dünya gezisinden sonra dünyanın yuvarlak olduğu kesin olarak söylenmiştir. Dolayısıyla dünyanın yuvarlak oluşunu ilk keşfeden Eski Yunan’da yaşamış olan matematikçi ve düşünür Pisagor’dur.

Dünyanın şekli hakkında görüşler öne süren bilim adamları – dünyanın yuvarlak olduğunu kanıtlayan görüşlere örnek verin – dünyanın şekliyle ilgili araştırma yapmış türk bilim adamı kimdir

Dünya’mızın şekli ile ilgili geçmişte bir çok görüş öne sürülmüş. Bunlardan bazıları. Eski Yunanlılar Dünya’nın yuvarlak bir tepsiye benzediğini savunmuşlardır. Babilliler ve Eski Mısırlılar Dünya’nın bir kutu şeklinde olduğunu savunmuşlardır.

Bu görüşler günümüzde çürütülmüştür. Geçmişte de bazı bilim adamları Dünya’nın yuvarlak olduğunu ileri sürmüş ve bunları kanıtlamaya çalışmışlardır.

Geçmişte Dünya’nın yuvarlak olduğunu ileri süren bilim adamları:

Uluğ Bey : Türkmenistan da yaşamış burada bir gözlem evi kurmuş ve bir çok yıldızın yerini belirlemiştir.

Fernando Magellan : Bir yerden yolculuğa başlayan bir kişinin hep aynı yöne gitmesi halinde aynı yere ulaşacağını söyleyen Magellan İspanya’dan yola çıkmış yolculuk sırasında hayatını kaybetmiştir. Ancak yola çıktığı gemilerden iki tanesi İspanya’ya geri dönerek amacına ulaşmıştır.

Galileo Galilei : Avrupalı bir bilgindir. Dünya’nın yuvarlak olduğunu ve kendi çevresinde döndüğünü kanıtlamıştır. Ancak Galileo’ya inanılmamış ve düşüncesinden dolayı yargılanmıştır.

Pisagor: Dünya’nın büyük olasılıkla yuvarlak olduğunu ilan eden ilk kişiydi. Ancak Pisagor’un bunu nasıl keşfettiği bilinmemektedir.

Dünyanın Yuvarlak Olduğunu İlk Keşfeden Kimdir?  

15. ve 16. yüzyıllarda coğrafi keşiflerin başlamasıyla dünyayı tanımaya ve keşfetmeye başlayan insanlık pek çok yeniliğin kapısını aralamakla birlikte ne yazık ki sömürgeciliğin de dünyada yayılmasına sebep oldu melekler.Yapılan keşiflerden en önemlisi kuşkusuz dünyanın yuvarlaklığının keşfiydi.Zaten bu keşiften sonra gezginler ve gemiciler toprak keşfine başladılar.

[​IMG]
Dünya’nın yuvarlak olduğuna dair ilk bulgular bir rivayete göre Babil’li gökbilimciler tarafından bulunmuştu. Bunun yanında kabul edilen ünlü matematikçi ve düşünür Pisagor’un MÖ 500’lü yıllarda Dünya’nın yuvarlak olduğunu bildiği ve öğrencilerine öğrettiğidir. Ay tutulması sırasında Dünya’nın Ay’a vuran gölgesinin dairesel olması ya da denizde uzaklaşan bir geminin ufuk çizgisinde yavaş yavaş kaybolması bu düşünceyi geliştirmekte etkili olmuştur.
Pisagor’dan yüzyıllar sonra Libya’daki Kyrene kentinde yaşayan Eratosthenes de bu konuda adı anılması gereken kişilerden. İskenderiye’nin 800 km güneydoğusundaki Syene’de yaz gündönümünde Güneş ışınlarının öğleyin dikey olarak düştüğünü bilen Eratosthenes, İskenderiye’de aynı tarih ve saatte Güneş ışınlarının dikeyden saptığını gözlemlemiştir. Dünya’nın yuvarlak olduğu düşüncesine bir kanıt olarak düşünebileceğimiz bu görüşten yola çıkarak yerkürenin çevresini de hesaplamıştır.
Son olarak 1521’de tamamlanan bir deniz yolculuğuyla (kendisi yolculuğu bitiremeden ölmüşse de) Ferdinand Magellan Dünya’nın çevresinde dolaşarak yuvarlak olduğunu kanıtlayan kişi olarak kabul edilir.

Dünyanın yuvarlak olduğunu bulan kişi kimdir?

Dünya’nın şekli yuvarlak değil, onaltıgendir.

Bu şimdi ki zamanda trilyonlar harcanarak bulunan bir
çalışma değil; aksine 1513′ den beri var. Hemde kaptan-ı
deryamız, usta denizcimiz, Muhiddin Piri yani Piri Reis’in
bulmuş olduğu birşey..

Ve dünyanın yuvarlak değil, onaltıgen olduğunu ispatlamıştır. Dünya’nın uydudan çekilen fotograflarda yuvarlak çıkmasının sebebinide; araya giren havaküre, suküre, dünya’nın dönüş hareketi ve dünya ‘nın uzaydaki uzaklık-yakınlık kavramı arasında ki matematiksel ilişkiye dayandırıyor.

İşte kitapdan alınmış çarpıcı bölümler:

* ” Piri Reis’in halen çözülemeyen haritası, Reis’in sır dolu
yaşamının bir parçasını oluşturmaktadır. Kendisinin bu
teknolojiyi nereden alarak böyle bir çizim gerçekleştirmiş
olduğu, dünya bilim adamları tarafından hep merak konusu
edlmiş ve halen 21.yüzyılda dahi Reis’in sır dolu haritasına
aydınlatıcı bir ipucu bulunamamıştır.(s.21)”

* ” NASA’dan gelen çarpıcı bir açıklamayla başta Türk Tarih
Kurumu yetkilileri olmak üzere tüm dünyanın dikkatını çeken
bir tespit ortaya çıkmıştır. NASA’nın açıklamasına göre,
Reis’in 1513 tarihinde çizmiş olduğu haritanın, bugün uzaydan
çekilen dünya fotoğraflarıyla birebir aynı olduğu tespit
edilmiştir. Piri Reis’in o dönemin teknolojisiyle bu haritayı
nasıl çizmiş olabileceği sorusuna bir cevap bulunamamış
olmakla birlikte, bu konuda ancak birkaç ihtimal ortaya
atılmıştır.(s.32)”

* ” Son yapılan araştırmalar neticesinde, Piri Reis’in “Dünya
Haritası” nın hatasız olduğu ortaya çıkmıştır. Bu kesin sonuç, ancak harita , uydular ve uzay gemilerinden çekilen Dünya
fotoğraflarıyla karşılaştırılınca anlaşılmıştır, elbette ki büyük
bir ilgi ve şaşkınlık uyandırmıştır.(s.61)

* ” Cebelitarık Boğazı’nın uydudan çekilmiş fotoğrafı ile “Piri
Reis Haritası”ndaki Cebelitarık Boğazı’nın görünüşü aynıdır.
Piri Reis’in bu detayları bilmesi sizce bir raslantı mıdır?(s.65)

* ” Amerikan Hava Kuvvetleri’nin projeksiyon sistemleri
haritayla, Piri Reis’in haritası aynı doğrultudadır.

Konu etiketleri: dünyanın şekli ile ilgili görüşleri olan bilim adamları, dünyanın şekli ile ilgili görüşleri olan bilim insanlarına örnekler, dünyanın yuvarlak olduğunu ispatlayan bilim adamları, dünyanın şekli ile ilgili bilim adamlarının görüşleri, dünyanın yuvarlak olduğunu kanıtlayan bilim adamları, dünyanın şekli ile ilgili görüşleri olan bilim insanlarına örnekler verebilir misiniz, dünyanın yuvarlak olduğunu söyleyen bilim adamları, dünyanın şekli hakkında bilim adamlarının görüşleri, bilim adamlarının dünyanın şekli ile ilgili görüşleri, dünyanın yuvarlak olduğunu söyleyen bilim adamlarının hayatı, dünyanın yuvarlak olduğunu ispatlayan bilim adamları kimlerdir, dünyanın şekli ile ilgili görüşleri olan bilim insanları, dünyanın şekli ile ilgili görüşler öne süren bilim adamları kimlerdir, dünyanın şekli ile ilgili görüşler öne süren bilim adamları, dünyanın şekli ile ilgili görüşleri olan bilim adamları kimlerdir,

Kısaca İlk Yardım Çantasında Mutlaka Olması Gerekenler Nelerdir? Maddeler Halinde

$
0
0

ilkyardim-cantasi.jpg (600×449)

Çok önem verdiğim bir konuyla daha karşınızdayım arkadaşlar. İlk yardım meselesi hayati bir konudur ve bu ders ile ilgili bilgileri eksiksiz bir şekilde her vatandaşımızın bilmesi gerekir.

Bu yazıda ilk yardım çantasının olmazsa olmazları diyebileceğim malzemelerden ve araç gereçlerden bahsedeceğim.

Peki kısa maddeler halinde listeleyecek olursak ilk yardım çantasında bulunması gereken eşyalar hangileridir? İsimleri nedir?

İlk Yardım çantasında neler bulunmalıdır. 

 Yaraları örtmek ya da temizlemek için steril kare gaz bezi (10 cmx10 cm)

 Burkulma ve incinmelerde kullanılmak üzere 5, 7 ve 10 cm’lik elastik bandaj

 Üçgen bandaj; havlu, örtü ya da turnike olarak kullanılmak üzere.

 Yapışkan rulo bant

 Rulo sargı bezi

 Kendinden ilaçlı küçük yara bandı

 Kaşıntı ve böcek sokmalarında kullanılmak üzere, sprey ya da losyon anestetikler

 Alerjik reaksiyonlar için tablet ya da şurup antialerjik ilaçlar

 İnce lastik eldivenler

 Yaraları temizlemek için antiseptik solüsyonlar

 Yaralara sürülmek üzere antibiyotikli kremler

 Yanık ve yaralarda yapışmayan, yağlı tül bandaj

 Mikroplu atıkları koymak için torba.

 Çengelli iğne; bandajları tutturmak için

 Makas

 Kıymıkları çıkarmak için cımbız. 

İlk yardım çantasında neler bulunmalı? 

index24.jpg (300×175)

İlk yardım çantasında olan gereçler,İlk yardım çantasında olan malzemeler
İlk yardım çantasında bulunması gerekenler
İlk yardım çantasında neler olmalı

Yaraları örtmek ya da temizlemek için steril kare gaz bezi (10 cmx10 cm)

Burkulma ve incinmelerde kullanılmak üzere 5, 7 ve 10 cm’lik elastik bandaj

Üçgen bandaj; havlu, örtü ya da turnike olarak kullanılmak üzere.

Yapışkan rulo bant

Rulo sargı bezi

Kendinden ilaçlı küçük yara bandı

Kaşıntı ve böcek sokmalarında kullanılmak üzere, sprey ya da losyon anestetikler

Alerjik reaksiyonlar için tablet ya da şurup antialerjik ilaçlar

İnce lastik eldivenler

Yaraları temizlemek için antiseptik solüsyonlar

Yaralara sürülmek üzere antibiyotikli kremler

Yanık ve yaralarda yapışmayan, yağlı tül bandaj

Mikroplu atıkları koymak için torba.

Çengelli iğne; bandajları tutturmak için

Makas

Kıymıkları çıkarmak için cımbız.

84352_ilk_yardim_cantasinda_bulunmasi_gerekenlerin_resmi_3.jpg (700×525)

İlk yardım Çantasında Bulunması Gerekenler

Araç içi zorunlu ilk yardım çantası ile ilgili olarak İçişleri bakanlığı 26 Eylül 2006 tarihinde yayınladığı ve bu tarihte yürürlüğe giren yönetmelikle, araçlarda bulundurulması zorunlu olan ilkyardım çantasının içeriğini değiştirmiştir. Çanta içerisinde bulunması gerekenler ve yönetmeliğin orjinal hali aşağıdadır.İlkyardım çantası zorunlu gerekenler
Araçlardaki İlk yardım Çantasında Zorunlu Olan İçerik:
CİNSİ

MİKTARI

Büyük sargı bezi (10 cm x 3-5 m)

2 Adet

Hidrofil gaz steril (10×10 cm 50’lik kutu)

1 Kutu

Üçgen sargı

3 Adet

Antiseptik solüsyon (50 ml)

1 Adet

Flaster (2 cm x 5 m)

1 Adet

Çengelli İğne

10 Adet

Küçük makas (paslanmaz çelik)

1 Adet

Esmark bandajı

1 Adet

Turnike (En az 50 cm örgülü tekstil malzemeden)

1 Adet

Yara bandı

10 Adet

Alüminyum yanık örtüsü

1 Adet

Tıbbı eldiven

2 Çift

El feneri (LED IŞIKLI)

1 Adet

İlk yardım çantasını sadece yönetmelik zarureti olarak görmeyip zor durumda kaldığımızda bize destek olacak bir ekipman grubu olarak görmek gerekir. İlk yardım çantası acil bir durumda hekim, sağlık görevlisi ve ilkyardım eğitimi almış herkes tarafından rahatlıkla kullanılabilecek şekilde ekipmanları içermesi bakımından önemlidir. Değişik firmalarca satışı gerçekleştirilen çantaları ihtiyaç duyulabileceğini düşündüğünüz diğer malzemelerlede zenginleştirebilirsiniz.

 

İlk yardım çantasında zorunlu bulunması gerekenler haricindeki tavsiye edilebilecek malzeme örnekleri:

İlkyardım El Kitabı
Deprem düdüğü
Suni Solunum Maskesi
İlkyardım Künyesi
Not Defteri
Çakı (Çok Amaçlı)
Dermatol Yara Tozu 7 gr.
Amonyaklı Mendil Poşet
Susuz El Antiseptiği
Isosol Yara – Yanık Merhemi 20 gr

İlk yardım çantasına konulacak bütün malzemelerin uygun ve kullanılabilir durumda olmasına dikkat edilmesi önem arz etmektedir.

İlk yardım çantasında zorunlu bulunması gerekenler ile ilgili Yönetmelikten alıntı.

26 Eylül 2006 SALI

Resmî Gazete

Sayı : 26301

YÖNETMELİK

İçişleri Bakanlığından:
SÜRÜCÜ ADAYLARI VE SÜRÜCÜLERDE ARANACAK SAĞLIK
ŞARTLARI İLE MUAYENELERİNE DAİR YÖNETMELİK

BİRİNCİ BÖLÜM
Amaç, Kapsam ve Dayanak 
Amaç
MADDE 1 – (1) Bu Yönetmeliğin amacı, sürücü adayları ve sürücülerde aranacak sağlık şartları ile muayenelerine dair usul ve esasları belirlemektir.
Kapsam
MADDE 2 – (1) Bu Yönetmelik hükümleri, sürücü adayları ve sürücülerin sağlık şartları ve muayeneleri ile ilgili hususları kapsar.
Dayanak
MADDE 3 – (1) Bu Yönetmelik, 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 41 inci maddesinin birinci fıkrasının (c) bendine dayanılarak hazırlanmıştır.

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Çeşitli Hükümler
Araçlarda bulundurulması gereken ilk yardım malzemeleri
MADDE 10 – (1) Araçlarda aşağıda belirtilen ilk yardım malzemeleri bulundurulması zorunludur.
CİNSİ : MİKTARI :
Büyük sargı bezi (10 cm x 3-5 m) 2 Adet
Hidrofil gaz steril (10×10 cm 50’lik kutu) 1 Kutu
Üçgen sargı 3 Adet
Antiseptik solüsyon (50 ml) 1 Adet
Flaster (2 cm x 5 m) 1 Adet
Çengelli İğne 10 Adet
Küçük makas (paslanmaz çelik) 1 Adet
Esmark bandajı 1 Adet
Turnike (En az 50 cm örgülü tekstil malzemeden) 1 Adet
Yara bandı 10 Adet
Alüminyum yanık örtüsü 1 Adet
Tıbbı eldiven 2 Çift
El feneri 1 Adet
Cezai işlemler
MADDE 11 – (1) Bu Yönetmelikte belirtilen hükümlere uymayan sürücüler, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun ilgili hükümlerine göre cezalandırılır.
(2) Ayrıca, bu Yönetmelikte belirtilen kural, yasak, zorunluluk ve yükümlüklere uymayan sürücüler araç kullanmaktan men edilir.

anahtar ifadeler : Araçlarda,zorunlu,ilk yardım,çantası,gerekenler

Araçlarda Zorunlu İlk Yardım Çantasıİlk yardım Çantasında Bulunması Gerekenler

Araç içi zorunlu ilk yardım çantası ile ilgili olarak İçişleri bakanlığı 26 Eylül 2006 tarihinde yayınladığı ve bu tarihte yürürlüğe giren yönetmelikle, araçlarda bulundurulması zorunlu olan ilkyardım çantasının içeriğini değiştirmiştir. Çanta içerisinde bulunması gerekenler ve yönetmeliğin orjinal hali aşağıdadır.İlkyardım çantası zorunlu gerekenler
Araçlardaki İlk yardım Çantasında Zorunlu Olan İçerik:
CİNSİ

MİKTARI

Büyük sargı bezi (10 cm x 3-5 m)

2 Adet

Hidrofil gaz steril (10×10 cm 50’lik kutu)

1 Kutu

Üçgen sargı

3 Adet

Antiseptik solüsyon (50 ml)

1 Adet

Flaster (2 cm x 5 m)

1 Adet

Çengelli İğne

10 Adet

Küçük makas (paslanmaz çelik)

1 Adet

Esmark bandajı

1 Adet

Turnike (En az 50 cm örgülü tekstil malzemeden)

1 Adet

Yara bandı

10 Adet

Alüminyum yanık örtüsü

1 Adet

Tıbbı eldiven

2 Çift

El feneri (LED IŞIKLI)

1 Adet

İlk yardım çantasını sadece yönetmelik zarureti olarak görmeyip zor durumda kaldığımızda bize destek olacak bir ekipman grubu olarak görmek gerekir. İlk yardım çantası acil bir durumda hekim, sağlık görevlisi ve ilkyardım eğitimi almış herkes tarafından rahatlıkla kullanılabilecek şekilde ekipmanları içermesi bakımından önemlidir. Değişik firmalarca satışı gerçekleştirilen çantaları ihtiyaç duyulabileceğini düşündüğünüz diğer malzemelerlede zenginleştirebilirsiniz.

 

İlk yardım çantasında zorunlu bulunması gerekenler haricindeki tavsiye edilebilecek malzeme örnekleri:

İlkyardım El Kitabı
Deprem düdüğü
Suni Solunum Maskesi
İlkyardım Künyesi
Not Defteri
Çakı (Çok Amaçlı)
Dermatol Yara Tozu 7 gr.
Amonyaklı Mendil Poşet
Susuz El Antiseptiği
Isosol Yara – Yanık Merhemi 20 gr

İlk yardım çantasına konulacak bütün malzemelerin uygun ve kullanılabilir durumda olmasına dikkat edilmesi önem arz etmektedir.

İlk yardım çantasında zorunlu bulunması gerekenler ile ilgili Yönetmelikten alıntı.

26 Eylül 2006 SALI

Resmî Gazete

Sayı : 26301

YÖNETMELİK

İçişleri Bakanlığından:
SÜRÜCÜ ADAYLARI VE SÜRÜCÜLERDE ARANACAK SAĞLIK
ŞARTLARI İLE MUAYENELERİNE DAİR YÖNETMELİK

BİRİNCİ BÖLÜM
Amaç, Kapsam ve Dayanak 
Amaç
MADDE 1 – (1) Bu Yönetmeliğin amacı, sürücü adayları ve sürücülerde aranacak sağlık şartları ile muayenelerine dair usul ve esasları belirlemektir.
Kapsam
MADDE 2 – (1) Bu Yönetmelik hükümleri, sürücü adayları ve sürücülerin sağlık şartları ve muayeneleri ile ilgili hususları kapsar.
Dayanak
MADDE 3 – (1) Bu Yönetmelik, 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 41 inci maddesinin birinci fıkrasının (c) bendine dayanılarak hazırlanmıştır.

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Çeşitli Hükümler
Araçlarda bulundurulması gereken ilk yardım malzemeleri
MADDE 10 – (1) Araçlarda aşağıda belirtilen ilk yardım malzemeleri bulundurulması zorunludur.
CİNSİ : MİKTARI :
Büyük sargı bezi (10 cm x 3-5 m) 2 Adet
Hidrofil gaz steril (10×10 cm 50’lik kutu) 1 Kutu
Üçgen sargı 3 Adet
Antiseptik solüsyon (50 ml) 1 Adet
Flaster (2 cm x 5 m) 1 Adet
Çengelli İğne 10 Adet
Küçük makas (paslanmaz çelik) 1 Adet
Esmark bandajı 1 Adet
Turnike (En az 50 cm örgülü tekstil malzemeden) 1 Adet
Yara bandı 10 Adet
Alüminyum yanık örtüsü 1 Adet
Tıbbı eldiven 2 Çift
El feneri 1 Adet
Cezai işlemler
MADDE 11 – (1) Bu Yönetmelikte belirtilen hükümlere uymayan sürücüler, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun ilgili hükümlerine göre cezalandırılır.
(2) Ayrıca, bu Yönetmelikte belirtilen kural, yasak, zorunluluk ve yükümlüklere uymayan sürücüler araç kullanmaktan men edilir.

 

Matematiğin önemini anlatan güzel sözler, matematik ile ilgili özlü sözler, matematik hakkında ünlü sözler

$
0
0

23-12-2013 20-21-49

Matematik hakkında en güzel sözler ve yazılar,

Matematik neden önemlidir? Matematiğin insana katkıları ve insanlığa kazandırdıkları nelerdir? Matematiğin değerini ifade eden özlü sözlere örnekler, matematik ile ilgili söylenmiş anlamlı cümleler kısa ve öz…

Dünya matematikten ibaret değildir ama dünyadaki her şey matematikle ifade edilebilir…

Matematiğin büyülü dünyasını bilenler cenneti  öbür tarafta aramazlar…

Matematik hayatın ta kendisidir. İçindeyaşamakta olduğumuz her an matematiğin bir parçasıdır. Öğretilirken çok zor ve çok soyut bir şeymiş gibi lanse edilmese matematikaslında hemen hemen herkesin büyükbir hayranlık ve beğeniyle bahsettiği bir şey olur. Bugün bir ekmek alırken bile matematik yapılmaktadır. Karnımızacıktığı için ekmek alma fikrini öne sürmemiz bir tümevarım örneğidir. Ekmeği alırken para verip para üstü almamız da basit dört işlemin bir örneğidir.

matematik-sozleri-2.jpg (350×399)

Matematik içerisinde pek çok gizemi ve ilginçliği barındırmaktadır. Bu ilginçlikler ile pek çokkişiyi büyüleyebilecek potansiyele sahiptir. Çok basit bir ilginçliği şöyle gösterebiliriz. 9 sayısının diğer rakamlarla çarpımlarını düşünelim. 9, 18, 27, 36 diye devam eden bu çarpımlar içerisinde küçük bir ilginçlik barındırmaktadır. Bu çarpımların birler basamağı 9, 8, 7, 6, 5, 4, 3, 2, 1 şeklinde 10’dan geriye sayma biçimindedir. Dahası, bu sayıların onlar basamağı da 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9 şeklinde 1’den 10’a kadar sayma biçimindedir. Görüldüğü gibi zor gibi görülen matematik içerisindeki eğlenceli sırlar ile birlikteöğrenmeye çalışılırsa aslında çok kolaydır.

Matematik İle İlgili Özlü Sözler

“Matematiğin hiçbir dalı yoktur ki, ne kadar soyut olursa olsun, bir gün gerçek dünyadauygulama alanı bulmasın.” Lobachevski

“Dinsiz ilim topal, ilimsiz din kördür.” Albert Einstein

sozler+2.jpg (1219×304)

“İnsanoğlunun değeri bir kesirle ifade edilecek olursa; payı gerçek kişiliğini gösterir, paydası da kendisini ne zannettiğini, payda büyüdükçe kesrin değeri küçülür.”
TOLSTOY

“İnsanlar sayılar gibidir, o insanın değeri ise o sayının içinde bulunduğu sayı ile ölçülür.”Newton 

“Başka her şey de olduğu gibi matematiksel bir teori için de öyledir;güzellik algılanabilir fakat açıklanamaz.”
Cayley, Arthur

“Matematik bilimlerin sultanıdır.” Carl Friedrich Gauss  

Sık sık “matematik, teoremleri ispatlamaktan ibarettir” sözünü işitiriz.Bir yazarın temel işi cümle yazmak değil midir?
Rota, Gian-carlo

“Matematiksel olarak gösterilemeyen hiçbir araştırma gerçek bilim sayılamaz.” Leonardo da Vinci

“Aptalların sorup akılı insanların cevap veremediği pek çok soru vardır.”
Polya, George (1887, 1985)

“Algoritma şöyle diyor: Rabbimiz ve koruyucumuz olan Allah ‘a hamd ve senalar olsun“Harezmi

“Hayat sadece iki şey için güzel;matematiği keşfetme ve öğretme”
Simeon Poisson

Dünyadaki en mâsum uğraş matematiktir.
G. H. HARDY

Matematiği kullanmayan bilimler, ele aldıkları konularda ancak dış yapıyı inceleyebilirler; çünkü matematikle dile getirdikleri, ancak birtakım bağıntılardır; bu bağıntılar ise özle ilgili unsurlar arasında değil, dış görünüşle ilgili noktalar arasında olabileceğinden, bir varlığın özünü, onun aslında ne olduğunu bize vermekten acizdirler. O halde matematik, tabiat bilimleri, tarih gibi kişiliğin içlerine nüfuz edip, onu derin bir sezgi ile kavrayabilen bir disiplinin önünde çok aşağı niteliktedirler.
M. Kemal Atatürk

“İnsanoğlunun değeri bir kesirle ifade edilecek olursa; payı gerçek kişiliğini gösterir, paydası da kendisini ne zannettiğini, payda büyüdükçe kesrin değeri küçülür.”
TOLSTOY

“Başka her şey de olduğu gibi matematiksel bir teori için de öyledir;güzellik algılanabilir fakat açıklanamaz.”
Cayley, Arthur

“Gerçeği aramak onu elde etmekten daha kıymetlidir.”
Einstein, Albert (1879-1955)

“Hayat sadece iki şey için güzel;matematiği keşfetme ve öğretme”
Simeon Poisson

Sık sık “matematik, teoremleri ispatlamaktan ibarettir” sözünü işitiriz.Bir yazarın temel işi cümle yazmak değil midir?
Rota, Gian-carlo

“Aptalların sorup akılı insanların cevap veremediği pek çok soru vardır.”
Polya, George (1887, 1985)

“Akıllarımız sınırlı, fakat bu sınırlılığın şartları içersinde sonsuz olasılıklarla çevrilmişiz. İşte hayatın gayesi bu sonsuzluktan kavrayabildiğimiz kadar çok şey kavramak.”
Whitehead, Alfred North (1861 – 1947)

Matematikle İlgili Güzel Sözler

Bir matematikçi sanmaz fakat bilir.ınandırmaya çalısmaz çünkü ispat eder.Güveninizi beklemez.Belki dikkat etmenizi ister.
Henri POINCARE

Matematiği kullanmayan bilimler, ele aldıkları konularda ancak dış yapıyı inceleyebilirler; çünkü matematikle dile getirdikleri, ancak birtakım bağıntılardır; bu bağıntılar ise özle ilgili unsurlar arasında değil, dış görünüşle ilgili noktalar arasında olabileceğinden, bir varlığın özünü, onun aslında ne olduğunu bize vermekten acizdirler. O halde matematik, tabiat bilimleri, tarih gibi kişiliğin içlerine nüfuz edip, onu derin bir sezgi ile kavrayabilen bir disiplinin önünde çok aşağı niteliktedirler.
M. Kemal Atatürk

“Dünyadaki en mâsum uğraş matematiktir”
 

G. H. HARDY

“…evren her an gözlemlerimize açıktır; ama onun dilini ve bu dilin yazıldığı harfleri öğrenmeden ve kavramadan anlaşılamaz. Evren matematik diliyle yazılmıştır; harfleri üçgenler, daireler ve diğer geometrik biçimlerdir. Bunlar olmadan tek sözcüğü bile anlaşılamaz; bunlarsız ancak karanlık bir labirentte dolanılır.”
GALİLEO

Bilim deyince, onda hakikat diye öne sürdüğü önermelerin pekin olmasını ister; pekinlik ise en mükemmel şekliyle matematikte bulunur. O halde bilim o disiplindir ki; önermeleri matematikle ifade edilir. O zaman matematiği kullanmayan disiplinler bilimin dışında kalacaklardır.
M.Kemal Atatürk

“İnsanlar sayılar gibidir, o insanın değeri ise o sayının içinde bulunduğu sayı ile ölçülür.”
NEWTON

Matematiğin hiçbir dalı yoktur ki, ne kadar soyut olursa olsun, bir gün gerçek dünyada uygulama alanı bulmasın.
LOBACHEVSKY

Matematikte bir şeyleri asla anlamazsın, sadece onlara alışırsın.
John von Neumann

Eksi çarpı eksi artı edecek,
Böyle yazılacak, böyle bilinecek,
Kimse “neden?” demeyecek.
Anonim & Avni

Matematik ne neden söz ettiğimizi, ne de söyledğimiz şeyin doğru olup olmadığını bilmediğimiz bir konudur.
Bertrand Russell

Bir teoremin zerafeti onda görebildiğin fikirlerin sayısıyla doğru, o fikirleri görebilmek için harcadığın çabayla ters orantılıdır.
George Polya

Matematikçinin desenleri ressam veya şairlerinki gibi güzel olmalı, fikirleri renkler veya kelimeler gibi birbirlerine ahenkle uymalıdır. … Dünyada çirkin matematik için asla daimi bir yer yoktur.
G. H. Hardy

Matematik gerekli sonuçları (conclusions) çıkaran bir bilimdir.
Benjamin Pierce

Mathemata mathematicis scribuntur. [Matematik matematikçiler için yazılır.]
Nicolaus Copernicus (1473-1543)

Matematikçiler aşıklar gibidir. Onlardan birine en küçük bir ilkeyi verin, o ondan bir sonuç (consequence) çıkaracaktır, tabi bu sonucu kabul etmeniz gerekecektir, o da bu sonuçtan başka bir sonuç çıkaracaktır.
Bernard le Bovier Fontenelle (1657-1757)

Geometri zekayı aydınlatır ve aklı doğru yola sokar. Onun bütün kanıtları açık ve düzenlidir. Çok iyi düzenlendiğinden geometrik mantık yürütmeye hata girmesi neredeyse imkansızdır. Bu nedenle sürekli geometriye başvuran bir aklın hataya düşmesi çok nadirdir. Buna göre de geometri bilen kişi zeka kazanır. Eflatun’un kapısında aşağıdaki sözlerin yazılı olduğu nakledilir: “Geometrici olmayan evimize giremez.”
Ibn Haldun (1332-1406)

Matematikte büyük olmanın iki yolu vardır: İlki herkesten zeki olmak, ikincisi de herkesten aptal, fakat sebatlı olmak.
Raoul Bott

Bir karenin kenarlarıyla köşegenlerinin rasyonel orantılı olmadığı gerçeğinden habersiz olan, insan sıfatına layık değildir.
Plato (429-347 B.C.)

Matematikte bir şeyleri asla anlamazsın, sadece onlara alışırsın.
John von Neumann

Matematik ne neden söz ettiğimizi, ne de söyledğimiz şeyin doğru olup olmadığını bilmediğimiz bir konudur.
Bertrand Russell

Bir teoremin zerafeti onda görebildiğin fikirlerin sayısıyla doğru, o fikirleri görebilmek için harcadığın çabayla ters orantılıdır.
George Polya

Matematikçinin desenleri ressam veya şairlerinki gibi güzel olmalı, fikirleri renkler veya kelimeler gibi birbirlerine ahenkle uymalıdır. … Dünyada çirkin matematik için asla daimi bir yer yoktur.
G. H. Hardy

Matematik gerekli sonuçları (conclusions) çıkaran bir bilimdir.
Benjamin Pierce

Matematikçiler aşıklar gibidir. Onlardan birine en küçük bir ilkeyi verin, o ondan bir sonuç (consequence) çıkaracaktır, tabi bu sonucu kabul etmeniz gerekecektir, o da bu sonuçtan başka bir sonuç çıkaracaktır.
Bernard le Bovier Fontenelle (1657-1757)

Geometri zekayı aydınlatır ve aklı doğru yola sokar. Onun bütün kanıtları açık ve düzenlidir. Çok iyi düzenlendiğinden geometrik mantık yürütmeye hata girmesi neredeyse imkansızdır. Bu nedenle sürekli geometriye başvuran bir aklın hataya düşmesi çok nadirdir. Buna göre de geometri bilen kişi zeka kazanır. Eflatun’un kapısında aşağıdaki sözlerin yazılı olduğu nakledilir: “Geometrici olmayan evimize giremez.”
Ibn Haldun (1332-1406)

Transandantal sayıların gerçek veya kompleks sayılar alanındaki yeri böceklerin hayvanlar alemindeki yerine çok benzer. Herkes onların en kalabalık sınıf olduğunu bilir ancak çok az insan onların bir ya da ikisinden fazlasını ismen tanır.
Donald R. Newman

Matematik en bariz olanı en az bariz olan yolla kanıtlama işidir.
George Polya

(Sanki biraz haksızlık yapıyor, ama adam büyük bir matematikçi, ondan daha iyi bilecek değilim.)
Mantıksal olarak düşünülebilecek olanı mantıksal olarak düşünmek – matematikçinin amacı budur.
C. J. Keyser

Matematikteki en büyük ilerlemelerin bazıları daha sonra açıklanması zorunlu hale gelen küçük sembollerin icadıyla olmuştur; eksi işaretinden bütün negatif niceliklerin teorisi çıkmıştır.
Aldous Huxley

Hilbert’in bir matematik öğrencisi derslere devam etmemeye başlamıştı. Ona delikanlının şair olmak için ayrıldığını söylediler. Hilbert’in şöyle dediği nakledilir: “Ben zaten onun bir matematikçi olmasına yetecek kadar hayal gücüne sahip olduğunu hiç düşünmemiştim.”
George Polya

Yeterli matematik çalışıncaya ve sayısız olası istisnaları görüp kafası karışıncaya kadar herkes bir eğrinin ne olduğunu bilir

Matematik ile İlgili Özlü Sözler

 

“İnsanlar sayılar gibidir, o insanın değeri ise o sayının içinde bulunduğu sayı ile ölçülür.”

Newton

 

“Matematik bilimlerin sultanıdır.”

Carl Friedrich Gauss

 

“Matematiksel olarak gösterilemeyen hiçbir araştırma gerçek bilim sayılamaz.”

Leonardo da Vinci

 

“Dinsiz ilim topal, ilimsiz din kördür.”

Albert Einstein

 

“Matematiğin hiçbir dalı yoktur ki, ne kadar soyut olursa olsun, bir gün gerçek dünyada uygulama alanı bulmasın.”

Lobachevski

 

“Algoritma şöyle diyor: Rabbimiz ve koruyucumuz olan Allah ‘a hamd ve senalar olsun“

Harezmi

 

Matematikle İlgili Sözler

 

“Bilim deyince, onda hakikat diye öne sürdüğü önermelerin pekin olmasını ister; pekinlik ise en mükemmel şekliyle matematikte bulunur. O halde bilim o disiplindir ki; önermeleri matematikle ifade edilir. O zaman matematiği kullanmayan disiplinler bilimin dışında kalacaklardır.”

M.Kemal Atatürk

 

“Matematikte bir şeyleri asla anlamazsın, sadece onlara alışırsın.”

John von Neumann

 

“Matematik ne neden söz ettiğimizi, ne de söılediğimiz şeyin doğru olup olmadığını bilmediğimiz bir konudur.”

Bertrand Russell

 

Bir teoremin zerafeti onda görebildiğin fikirlerin sayısıyla doğru, o fikirleri görebilmek için harcadığın çabayla ters orantılıdır.”

George Polıa

 

Matematikle İlgili Sözler

 

“Geometri zekayı aydınlatır ve aklı doğru yola sokar. Onun bütün kanıtları açık ve düzenlidir. Çok iyi düzenlendiğinden geometrik mantık yürütmeye hata girmesi neredeyse imkansızdır. Bu nedenle sürekli geometriıe başvuran bir aklın hataya düşmesi çok nadirdir. Buna göre de geometri bilen kişi zeka kazanır. Eflatun’un kapısında aşağıdaki sözlerin yazılı olduğu nakledilir: “Geometrici olmayan evimize giremez.”

Ibn Haldun

 

“Bir karenin kenarlarıyla köşegenlerinin rasyonel orantılı olmadığı gerçeğinden habersiz olan, insan sıfatına layık değildir.”

Plato

 

“Bir matematik problemine dalıp gitmekten daha büyük mutluluk yoktur.”

C. Morlei

 

“Matematik, dünyayı anlamamızda ve yaşadığımız çevreyi geliştirmede başvurduğumuz bir yardımcıdır”

Baykul,

 

“Bir matematikçi sanmaz fakat bilir, inandırmaya çalışmaz çünkü ispat eder.”

Henri Poincare

 

“Matematikte karşılaştığınız güçlükler için endişe etmeyin. Emin olun benim karşılaştıklarım sizinkilerden daha büyüktür.”

Albert Einstein

 

“Geometri, yaratılış öncesi de vardı.”

Plato

 

“Tanrı vardır, çünkü matematik tutarlıdır; şeytan vardır, çünkü bunu ispat edemiyoruz.”

Morris Kline

 

“Doğanın muazzam kitabının dili matematiktir.”

Galileo

 

“Kara delikler, Tanrının 0′a böldüğü yerlerdir.”

Steven Wright

 

Matematikle İlgili Sözler

 

“Resim bir bilimdir ve tüm bilimler matematiğe dayanır. İnsanın ortaya koyduğu hiçbir şey matematikte yerini bulmaksızın bilim olamaz.”

Leonardo Da Vinci

 

“Şu an ispatlananlar, bir zamanlar sadece tasavvurdu.”

Atasözü

 

“Matematik düzen, simetri ve limitleri ortaya koyar ve bunlar güzelliğin en muhteşem formlarıdır.”

Aristotle

 

“Ne kadar çok bilirsen, o kadar az emin olabilirsin.”

Voltaire

 

“Aritmetik, ayakkabıları çıkarmadan yirmiye kadar sayabilmektir.”

Mickeı Mouse

 

“Eğer mutsuzsam, matematikle uğraşıp mutlanırım. Eğer mutlu isem; matematikle uğraşıp mutluluğumu muhafaza ederim.”

P. Turan

 

“Allah kainatı matematik dilinde yaratmıştır.”

Galileo

 

“Matematik aşk gibidir: Basit bir fikir, fakat her an karmaşıklaşabilir.”

R. Drabek

 

“Bariz matematikteki en tehlikeli sözcüktür.”

E.T. Bell

 

“x2 yılında x yaşındaydım.”

Augustus De Morgan (Yaşı sorulduğunda)

 

Matematikle İlgili Sözler

 

“Matematikle ifade edebiliyorsanız, bilginiz doyurucudur.”

Lord KELVIN

 

”Tarihte üç büyük olay vardır: Bunlardan ilki, evrenin oluşumudur. İkincisi, yaşamın başlangıcıdır. Bu ikincisi ile aynı derecede önemli olan üçüncüsü ise, yapay zekanın ortaya çıkışıdır.”

Edward Fredkin

 

“Matematik, insan zihninin idrak edebildiği bütün kavramların ve bu kavramlar arasındaki bütün ilişkilerin ifade edildiği dildir.”

AİDOS 2000

 

“Hayat sadece iki şey için güzel; matematiği keşfetme ve öğretme…”

Simeon Poisson

 

“Başka her şey de olduğu gibi matematiksel bir teori için de öyledir; güzellik algılanabilir fakat açıklanamaz.”

Caıleı, Arthur

 

“İnsanoğlunun değeri bir kesirle ifade edilecek olursa; payı gerçek kişiliğini gösterir, paydası da kendisini ne zannettigini, payda büyüdükçe kesrin değeri küçülür.”

Tolstoi

 

“Gerçeği aramak onu elde etmekten daha kıymetlidir.”

Einstein, Albert

 

“Hayat sadece iki şey için güzel; matematiği keşfetme ve öğretme”

Simeon Poisson

 

“Sen de biliyorsun ki biz hepimiz aynı sebepten dolayı matematikçi olduk; tembeliz.”

Rosenlicht, Max

 

“Çözümde görev almayanlar, problemin bir parçası olurlar.”

Goethe

 

Matematikle İlgili Sözler

 

“Bir matematikçi sanmaz fakat bilir. İnandırmaya çalısmaz çünkü ispat eder. Güveninizi beklemez. Belki dikkat etmenizi ister.”

Henri Poincare

 

“Dünyadaki en mâsum uğraş matematiktir”

G. H. Hardi

 

“…evren her an gözlemlerimize açıktır; ama onun dilini ve bu dilin yazıldığı harfleri öğrenmeden ve kavramadan anlaşılamaz. Evren matematik diliyle yazılmıştır; harfleri üçgenler, daireler ve diğer geometrik biçimlerdir. Bunlar olmadan tek sözcüğü bile anlaşılamaz; bunlarsız ancak karanlık bir labirentte dolanılır.”

Galileo

Matematik İle İlgili Güzel Sözler

“Eğer mutsuzsam, matematikle uğraşıp mutlanırım. Eğer mutlu isem; matematikle uğraşıp mutluluğumu muhafaza ederim.”

 (P. Turan)

 ”Hayat sadece iki şey için güzel;matematiği keşfetme ve öğretme”

 (Simeon Poisson)

 ”Matematikle ifade edebiliyorsanız, bilginiz doyurucudur.”

 (Lord Kelvin)

 ”Tarihte üç büyük olay vardır: Bunlardan ilki, evrenin oluşumudur. İkincisi, yaşamın başlangıcıdır. Bu ikincisi ile aynı derecede önemli olan üçüncüsüyse, yapay zekanın ortaya çıkışıdır.”

 (Edward Fredkin)

 ”Matematik, insan zihninin idrak edebildiği bütün kavramların ve bu kavramlar arasındaki bütün ilişkilerin ifade edildiği dildir.”

 (Aydos 2000)

 ”Bir matematikçi sanmaz fakat bilir.ınandırmaya çalısmaz çünkü ispat eder.Güveninizi beklemez.Belki dikkat etmenizi ister.”

  (Henri Poincare)

 ”Dünyadaki en mâsum uğraş matematiktir”

 (G. H. Hardy)

 ”Matematikte bir şeyleri asla anlamazsın, sadece onlara alışırsın.”

 (John von Neumann)

Matematiği kullanmayan bilimler, ele aldıkları konularda ancak dış yapıyı inceleyebilirler; bu bağlantılar ise özle ilgili unsurlar arasında değil, dış görünüşle ilgili noktalar arasında olabileceğinden, bir varlığın özünü, onun aslında ne olduğunu bize vermekten acizdirler. O halde matematik, tabiat bilimleri, tarih gibi kişiliğin içlerine nüfuz edip, onu derin bir sezgi ile kavrayabilen bir disiplinin önünde çok aşağı niteliktedirler.

(M. Kemal Atatürk)

 İnsanoğlunun değeri bir kesirle ifade edilecek olursa; payı gerçek kişiliğini gösterir, paydası da kendisini ne zannettiğini. Payda büyüdükçe kesin değeri küçülür.

(TOLSTOY)

 Gerçeği aramak onu elde etmekten daha kıymetlidir.

(Einstein, Albert)

 Çözümde görev almayanlar, problemin görevin bir parçası olurlar.

(GOETHE)

 Bir matematikçi sanmaz fakat bilir, inandırmaya çalışmaz çünkü ispat eder, güveninizi beklemez, belki dikkat etmenizi ister.

(HENRI POINCARE)

Bilim deyince, onda hakikat diye öne sürdüğü önermelerin pekin olmasını ister; pekinlik ise en mükemmel şekliyle matematikte bulunur. O halde bilim o disiplindir ki; önermeleri matematikle ifade edilir. O zaman matematiği kullanmayan disiplinler bilimin dışında kalacaklardır.

(M. Kemal Atatürk)

İnsanlar sayılar gibidir, o insanın değeri ise o sayının içinde bulunduğu sayı ile ölçülür.

(NEWTON)

Matematiğin hiçbir dalı yoktur ki, ne kadar soyut olursa olsun, bir gün gerçek dünyada uygulama alanı bulmasın.

(LOBACHEVSKY)

Matematikte bir şeyleri asla anlamazsın, sadece onlara alışırsın.

(John von Neumann)

Matematik ne neden söz ettiğimizi, ne de söylediğimiz şeyin doğru olup olmadığını bilmediğimiz bir konudur.

(Bertrand Russell)

Bir karenin kenarlarıyla köşegenlerinin rasyonel orantılı olmadığı gerçeğinden habersiz olan, insan sıfatına layık değildir.

 (Plato)

Bir matematik problemine dalıp gitmekten daha büyük mutluluk yoktur.

(C. MORLEY)

Matematik İle İlgili Komik Sözler   

Komik Sözler Matematik İle İlgili 

Matematik düzen, simetri ve limitleri ortaya koyar ve bunlar güzelliğin en muhteşem formlarıdır(Aristotle)

Ne kadar çok bilirsen, o kadar az emin olabilirsin(Voltaire)

Aritmetik, ayakkabıları çıkarmadan yirmiye kadar sayabilmektir(Mickey Mouse)

Dinsiz ilim topal, ilimsiz din kördür(Albert Einstein)

Matematik bilimlerin sultanıdır(Carl Friedrich Gauss)

Matematiksel olarak gösterilemeyen hiçbir araştırma gerçel bilim sayılamaz(Leonardo da Vinci)

Eğer mutsuzsam, matematikle uğraşıp mutlanırım Eğer mutlu isem; matematikle uğraşıp mutluluğumu muhafaza ederim(P Turan)

Allah kainatı matematik dilinde yaratmıştır(Galileo)

Matematik aşk gibidir: Basit bir fikir, fakat her an karmaşıklaşabilir(R Drabek)

Doğanın muazzam kitabının dili matematiktir(Galileo)

Kara delikler, Tanrının 0′a böldüğü yerlerdir(Steven Wright)

Resim bir bilimdir ve tüm bilimler matematiğe dayanır İnsanın ortaya  koyduğu hiçbir şey matematikte yerini bulmaksızın bilim olamaz(Leonardo  Da Vinci)

Şu an ispatlananlar, bir zamanlar sadece tasavvurdu(Atasözü)

Bariz” matematikteki en tehlikeli sözcüktür (ET Bell)

Yeni Yıl İle İlgili Kompozisyonlar, Yılbaşı Yeni Umutlar Yeni Hayaller Hakkında Kompozisyon Örnekleri Kısa Yazı Makale

$
0
0

4104d1383375295-2014-yeni-yil-resimleri-2014-gift.jpg (500×300)

İşte yine yepyeni bir yıla girmeye hazırlanıyoruz. Ben şahsen her yılbaşını çok seviyorum ve iple çekiyorum. Yeni yılın getirdiği heyecan, coşku, hayaller ve ümitler insana yaşama sevinci ve tutkusu veriyor.

Yeni yıl tarih boyunca her kültür tarafından kutlanmış ve yılbaşı geceleriyle ilgili çeşitli adetler gelenekler ortaya çıkmıştır.

Bu yazıda yılbaşının ve yeni yılın önemini anlatan, güzelliğini ve ne anlama geldiğini ifade eden en güzel kompozisyon makalelerini sizlerle paylaşıyorum.

Tüm insanların yeni yıldan beklentileri farklı farklıdır. Çocukların istekleri iyi birkarne, ödevden başarılı not alma, cep telefonu yada beğendiği ayakkabınınonun olmasıdır. Yani çocukların isteklerionlar gibi masumdur. Yetişkinlerden bazıları yeni yıldan başarı, para,  şans, sağlık ve aşkister. Bu istekler kişiden kişiye değişir. Ancak mutlaka herkesin bir dileği, isteği vardır.

Yeni yılda insanlar bir araya gelir, eğlenceli vakitler geçirilir, birlikte yemekler yenir ve gecesonunda hediyeleşilir. Tam yeni yıla girmekle birlikte milli piyango çekilişi yapılır. Bazıevlerde de bunun heyecanı yaşanır. Sonuç olarak yeni yıla bu şekilde girilir. Bizde yeni yılın yaklaşmasıyla şimdiden tüm takipçilerimizin mutlu ve huzurlu yeni bir yıl geçirmelerini diliyoruz.

Yeni yıl yeni umutlar yeni hayaller ile ilgili komposizyon

Önümüzde yeni bir yıl var. Yeni yıla çok az bir süre kala herkesi yeni umutlar, yeni hayaller sarmış durumda. Herkes gibi bizlerinde umutları beklentileri var yeni yıldan. Bu yazımızda yeni yıldan beklentilerimiz konusunda kompozisyon yazmaya karar verdik.

Yeni yıla sayılı günlerimiz var. Kimileri yeni yılda güzel bir karne, kimisi ödevinden iyi bir not, kimisi ise çok iyi bir cep telefonu isteği ile giriyor. Çevremizdeki büyüklerimizin istekleri ve derdi ise bambaşka. Onlar zengin olma, araba sahibi olma, kimisi de evlenme derdinde. Ama ortak bir noktamız var hepimiz yeni yıl için beklentiler ile geliyor.

Yeni yılda aileler toplanacak gençler eğlenmek için biryerlere gidecek. Piyangolar çekilecek gülüş cümbüş ile yeni yıla girilecek. Dileriz ki yeni yıl dünyamıza ve ülkemize barış, huzur ve mutluluk getirir. Hepimizin ortak beklentisi olduğu bir gerçek. Mutlu ve huzurlu bir dünyaya kavuşacağımızı yılın bu yıl olması dileğiyle hepinize şimdiden mutlu yıllar.

en_guzel_noel_mesajlari_2014_yili_yilbasi_kutlama_mesajlari_h82955.jpg (556×288)

Düşlerdeki Yeni Yıl 

Düşlerdeki Yeni Yıl`Hayatın nasıl akıp gittiğini seyretmek istersen, bir nehrin kenarına otur ve izle`. Gün sabah olunca, o günü bitti sayabilirsin. Hafta, pazartesi olunca haftayı gitti kabul edebilirsin. Ay, ilk haftaya ulaşınca ayı bitti sayabilirsin. Yıl Ocak dedimi yılı da bitti kabul edebilirsin. İşte her insanın bir günü, bir haftası, bir ayı, bir yılı ve netice itibariyle çocukluk, gençlik, ihtiyarlık ve derken koca bir ömür aynen bu şekilde eriyip gidiyor. Evet ömür insanın elinde an be an eriyip giden bir buz gibidir. İşte hayatın özeti bazen bir dakika, bazen bir gün, bazen bir hafta ve belki bir ay… İnsanlık toptan 19. 20. ve 21 asırda adeta dünyanın, paranın, makamın, şöhretin kulu ve kölesi oldu. İnsanlık değişik izimlerin cenderdesinde, kah sağa tos kah sola toslayıp duruyor ve bir türlü aradığı ve arzuladıklarına ulaşamıyor. Yani şöyle, insanlık her yüzyılda çeşit çeşit buluşlara imza atıyor, türlü türlü sanatları icra ediyor, her yeni yıl insanlığa yeni teknik ve teknolojik imkanlar sunuyor ama bir türlü gerçek insanlık sanatını ifa ve icra edemiyor. İnsanlık asırlardır kaybettiği huzuru arıyor, her yeni yıl insanlık hesabına yeni ümitlerin ve temennilerin düşlendiği yıl oluyor. Ama sadece `düşlerdeki dünya` olarak hayallerde kalıyor. Dünyada mevcut dünya kadar kuruluş, başta BM ve Unicef olmak üzere bir türlü insanlığın problemlerini çözemiyor, çözmek bir yana artan problemlere engel bile olamıyor. Kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi öğrendik. Ama bu arada basit bir sanatı unuttuk ; kardeş olarak yaşamayı… İnsanlar kim bilir her yeni yıla ne hayallerle girerler. Hayaller ülkeye göre değişiyor, Amerika`da, Avrupa`da, Afrika`da, Asya`da hayallerin ve düşlerin arasında uçurumlar var. Amerika`da ve Avrupa`da yeni yıl hayalleri ve hediyeleri yeni evler, arabalar, bilgisayarlar ve daha neler neler…Afrika`da ve Asya`da bir yudum su, bir parça ekmek, bir kırık kalem, bir yırtık ayakkabı ve hepsinden önemlisi bir `yitik sevda`… İşte fark bu kadar basit… Afrika`da ki bir çocuğu hayal edin acaba yeni yıl onun için ne ifade ediyor. Irak`ta, Afganistan`da, Pakistan`da, Filistin`de, New Orleans`ta, Açe`de yani dünyanın her hangi bir yerinde evsiz, yurtsuz, yuvasız kalmış bir anneye, babaya, çocuğa yeni yıl ne anlatabilir ki gelecek adına. Başının üzerinden yeni yılı kutlama maceralarına matuf havai fişeklerden öte füzeler, bombalar düşen insanlar ne düşünüyordur acaba yeni yılla alakalı. Çocuğunun karnını doyuracak bir lokma bulmaktan yoksun bir baba için ne anlamı var yeni yılın. Yavrusuna bir yudum süt verememiş bir anne için yeni yıl, eski yıl ne farkeder. Anneler gününde annesine bir gül verememiş bir çocuk için yalancı bir yılın ne anlamı olabilir ki! Dünyanın dört bir yanında yeni yıl büyük bir keyifle kutlanıyor. Neyi kutluyor bütün dünya. Ömründen bir yılın geçmesini mi? Saçlarına düşen ak saçların bayramını mı kutluyor insanlar. Anlamsız ve bir okadar da manasız geçirdiği bir yılın bitişini mi? Dünyada her gün açlıktan, soğuktan, hastalıktan, terörden ölen binlerce insanın ölümü mü kutlanıyor. Belkide geleceğe dair insanlık hesabına düzülen bir yığın projenin kutlamasımı bütün bunlar. Yoksa ihtiyar dünyamızın ve canı gırtlağına gelmiş insanlığın bir kaç problemini çözdüğümüzden dolayı mı bütün bu çılgınca eğlenceler ve kutlamalar… Yeni bir yıl arıyor ve hayal ediyorum. Yeni hemde yepyeni bir yıl. İçinde alabildiğine sevginin hüküm ferma olduğu, gerçek dostlukların zirveye ulaştığı, kavganın ve her türlü insanlık dışı tavır ve davranışların mezara gömüldüğü, açlıkların, sefaletlerin, eğitimsizliğin ayaklar altına alındığı bir yıl arıyorum. Yeni bir yıl düşlüyorum. Dünyada kimsenin katledilmediği, açlıktan ölmediği, hor ve hakir görülmediği, savaşların bitip tükendiği bir yıl. Bir yıl intizar ediyorum, herkesin birbirine saygı ile baktığı, ahlakın en yüksek burçlara bir insanlık sancağı olarak dikildiği, aile gibi toplumun en önemli çekirdeğinin hava alıp çürümediği ve toplumu da zehirlemediği bir yıl. Bir yıl gördüm düşlerimde, kan ve gözyaşının tarihe karıştığı, renk körlerinin yokolduğu, dil, din, ırk ve her türlü ayrımcılığın Evet her yeni yıl ve yeni gün elimize verilen boş ve beyaz bir kağıt gibidir. Kimileri onu bir çocuk gibi kullanır ve sonra çöpe fırlartır. Kimileri ise onun üzerine bir sanat icra eder, bir şiir yazar, mükemmel bir hayat kompozisyonu inşa eder, hayat serencamesini nakış nakış örer. Halbuki her yıl bedavadan verilir bize bütün bu günler. Sonra her gün koca bir gün daha verilir ve bu ölünceye kadar devam eder. Aslında bir gün, bir ay, bir yıl ve bir ömür hepsi aynı şey değilmi. Birinin diğerinde farkı nedir. Zamanlarını en kötü şekilde kullananlar, en çok, zamanın kısalığından şikayet edenlerdir diyor, La Bruyere. *Bir yılın değerini anlamak için, final sınavını geçememiş bir öğrenciye sor. *Bir ayın değerini anlamak için erken doğum yapmış bir anneye sor. *Bir haftanın değerini anlamak için haftalık bir gazetenin editörüne sor. *Bir saatin değerini anlamak için buluşmak için bekleyen aşıklara sor. *Bir dakikanın değerini anlamak için treni, otobüsü veya uçağı kaçıran birine sor. *Bir saniyenin değerini anlamak için bir kazadan sağ çıkmış birine sor. *Bir milisaniyenin değerini anlamak için olimpiyatlarda gümüş madalya kazanmış birine sor. *Vakit kimse için beklemez. Sahip olduğun her dakikanın kıymetini bil. Onu bazı özel kişilerle paylaştığında değerini daha iyi bileceksin.

yeni yıl ile ilgili kompozisyon

Aralık ayının başından itibaren, telaşlı, tatlı bir heyacan sarar hepimizi. Yeni başlayan her şey gibi yeni başlayacak yıl da kalbimizin hızlı çarpmasına neden olur.Yeni bir yıl başlarken: Biten yıl neler yaptığımızı, neler öğrendiğimizi gözden geçiririz. Çevremize yararlı olup olmadığımızı, zamanımızı iyi kullanıp kullanmadığımızı düşünürüz.

Her yıl; yeni atılımlar, yeni umutlar, kısaca yenilikler yılıdır. İnsanlık her yeni yılda tarihini yeni başarılar, yeni buluşlar, her alanda ilerlemelerle zenginleştirir.Bizim de bu hızlı gidişe ayak uydurmamız, yeni yılda daha çok çalışarak daha başarılı olmamız gerekir. Zamanı yapamayacağımız şeyleri istemekle geçirdiğimiz söylenir. Oysa gücümüz tüm zamanları zorlar. Yeter ki kendimize ve dostlarımızın gücüne inanalım. Yeni yılda inancımızı pekiştirelim ve mutlu olmaya çalışalım.

Her yılbaşında yakınlarımızın, arkadaşlarımızın yeni yılını kutlarız. Yeni yılın başarılı, verimli olmasını dileriz.Yine bir yıl başı geldi, bu yıl başı sevdiklerinizle birlikte mutlu huzurlu bir yıla başlangıç yapmanızı ve tüm yılınızın aynı güzellikte geçmesini diliyorum

Yeni Yıl İle İlgili Kompozisyon

Yeni yıla girmeden evvel ki ay olan Aralık ayıhepimizin heyecanlı ve tatlı telaş yaşanılan biraydır. Pek çoğumuzda yeni yapılan şeylerekarşı heyecan ve telaş uyanır. Yeni bir seneye de girmek bu nedenle bizleri heyecanlandıranbir durumdur. Yeni yıla girmeden biten yılda neler yaşadığımız, bizi ne gibi sürprizlerinkarşıladığı, acı tatlı hatıralar sevenlerimizlepaylaşılır. Biten yılda ne gibi başarılarımızolduğunu da ölçeriz.

Her sene, yeni hayatın bir başlangıcıdır. Her yıla yeni bir heyecan ve yeni bir sayfayla başlamayı yeğleriz. Her yeni yıl yeni gelişmenin, ilerleme kaydetmenin, yeniliklerin kaynağıdır. Bu nedenle her yeni yılda çabalarımızı bir seviye artırmalıyız. Zamanı başaramayacağımız şeyleri düşünmekle geçirmemeli, bunlarıgerçekleştirmek için çabalamalıyız. Bunun için inancımız sağlam olmalıdır. Yeni yılda da girdiğimiz yıldagüzel şeyler başaracağımıza, mutlu olacağımıza inanmalıyız.

Her yılbaşında sevdiklerimiz hatırlanmalı ve onları ufak bir hediyeyle de olsa sevindirmeli, onları bu yıl daçok sevdiğimiz hatırlatılmalıdır. Ayrıca yeni yılda bizim için iyi geçmesi amacıyla dileklerde bulunulur. İşteyeni bir yıla yaklaştığımız şu zamanlarda sizlerin sevdiklerinizle mutlu bir yıl daha geçirmenizi dileriz.

Yeni yıl, yılbaşı ile ilgili kompozisyon örneği. Yeni yıl hakkında kompozisyon, yazı.

YENİ YIL GÜZELDİR

Aralık ayının ikinci yarısı bir hareketlilik, bir heyecan başlar şehirlerde. Alışveriş merkezleri yeni yıl ışıkları ile donanır, yılbaşı ağaçları süslenir, insanlar yeni yılda sevdiklerine alacakları hediyelerin telaşına düşerler. Peki nedir bu günleri özellikle 31 Aralık gecesini bu kadar özel kılan?

31 Aralık da aslında her gün gibi bir gündür. Akşam güneş batar ve ertesi gün 1 Ocakta tekrar doğar. Ama bu yeni doğan güneşin, yeni gelen sabahın bir özelliği vardır. 1 Ocak yılın ilk günüdür. Güneşin etrafında bir tam turunu tamamlayan dünyamız tekrar başladığı noktada bulmuştur kendisini. 365 gün sonunda eskiyen yıl yerini yeni yıla bırakarak, takvimlerde yeni yıl yerini almıştır. İşte yeni başlangıçlar için güzel bir fırsat.

Yeni yıl için hepimiz yeni yeni kararlar veririz. Bu yıl daha çok çalışacağım, spora başlayacağım, daha iyi bir insan olacağım hatta rejime başlayacağım diyen birilerini mutlaka duymuşsunuzdur. Aslında bu gibi kararlar almak için bir vesiledir yeni bir yıla başlamak. Üstelik yeni gelen yılla birlikte ümitlerimiz, beklentilerimiz de artar. Hayata bir mola verip, yeniden başlamak için güzel bir şans yakalarız.

31 Aralık akşamı saat tam 12 de yeni yıla merhaba derken insanların gözlerinde umut ışıkları belirir. Hediyeler, güzel sofralar ve eğlenmek, birbirimizi kutlayıp, hatırlamak için zaman ayırırız. Eski yılın yanlışları bir kenara bırakılır ve yeni yılda bunların olmaması umut edilir. Bana göre sırf bu duyguları yaşattığı, ümit verdiği için sevilmeyi hak eder ışıl ışıl yılbaşı geceleri. O yüzden özeldir, güzeldir. Dilerim ki bu yeni yılda da umutla dolsun yürekler ve hiç ağlamasın güzel gözler.

Yeni Yıl İle İlgili Kompozisyon Yazısı Örneği

”Yeni yıl yaklaşıyor. Her yeni yıl yeni umutlar, yeni başlangıçlar demektir. Etrafımızdaki şartlar ne olursa olsun içimizde saklı birçok güzellik, yetenek için çaba göstermemize değer.”

1964 yılının son ayı, ortaokul 1. sınıf öğrencisiyim. Fransızca hocamız Kanadalı Bayan Andree Önder. Fransızca kompozisyon defterlerimizi çıkardık, konuyu verdi. Yeni yıl yaklaşıyor. Tam bir saat vaktimiz var. Çocuklukla delikanlılık arası bir dönemdeyim. Gözümün önüne ailemle yaşadığım yeni yıl hazırlıklarını getirip yazdım kompozisyonu. Daimi yatılı okuduğum bir okulda (Saint- Benoit), ailemden uzakta üçüncü defa girecektim yeni yıla. Annemin, hazırlıkları günlerce süren özel yeni yıl yemekleri, babamın aldığı çeyrek, yarım ve tam altınların içli köftelere konulup şans heyecanı yaşamamız, işyeri bilançosunun telaşları, eve gelecek misafirler, onlarla birlikte düzenlenecek eğlenceler, yılbaşı gecesi radyo sanatçılarının kimler olacağı, benden büyük kardeşlerimin yılbaşı gecesi için kendilerine özel yaptıkları hazırlıklar… Sanki evin bir köşesinden izliyormuşum gibi yazmıştım bunları.

“Kompozisyon defterim hocada kalınca heyecanlandım”
1 hafta sonra kompozisyon defterleri sınıfa dağıtılıp benim defterim hocada kalınca heyecanlanmıştım. Bugün gibi hatırlıyorum yıllar önce yaşadıklarımı. Oturduğu yerden ”Seni tebrik ederim Mansur. O kadar yalın, o kadar güzel ifadeler ki!” deyip defteri uzatınca, gözlerime inanamadım notum 10 üzerinden 9.5 tu. Yaptığım gramer hatalarını belirleyen kırmızı işaretlerden kompozisyon sayfası adeta kana bulanmış gibiydi. Bu kadar çok gramer yanlışı nedeniyle sadece yarım puan kırmıştı öğretmen. Defterin üzerine de şöyle yazmıştı ” il ya de’ imagination, c’est bien ecrit, je vous encourage a lire beaucoup” Türkçesi; ” Hayalgücü var, iyi yazılmış, sizi daha çok okumaya teşvik ediyorum”. O gün o kompozisyona, yapılan gramer hataları nedeniyle 10 üzerinden 1 verilseydi yine de söyleyecek bir şeyim olmazdı. Gerçekten çok okuyordum, elime ne geçerse okuyordum. Bir örnek vermem gerekirse o güne gelene kadar Reşat Nuri’nin bütün eserlerini, Yaşar Kemal’in İnce Memed’ini ve birçok Batı klasiklerini okumuştum ve okuyordum. 2 hazırlık sınıfından sonra orta 1. sınıf öğrencisiydim. Andree öğretmen yazdığım kompozisyondan, çok okuduğumu anlamış ve bunu değerlendirmişti, onca gramer hatalarına karşın.

Her yeni yıl yaklaşırken bu olayı hatırlarım. Bu olay bana eğitimcinin nasıl olması, neleri değerlendirmesi gerektiğini düşündürür. Yanlış, eksik değerlendirmelerle birçok genç insanın içindeki heveslerin kırıldığına, taşıdığı birçok özelliğin ortaya çıkarılmadığına şahit oldum. Aradan geçen yıllar içinde içimdeki okuma heyecanı ve keyfi hep aynı kaldıysa o yıllarda eğitimcilerden aldığım desteğin çok önemli bir payı var. Bir de esasta bir yanlış yoksa, yapılan hatalara hoşgörülü bakmak gereğini öğrendim. Yıllar sonra okuduğum Einstein’ın bir sözü bana yaşadığım bu olayı hatırlattı hep: ”Hayal gücü bilimden önemlidir.”

yeniy-il-yaklasirken

Soru 1: Geçen sene aniden çarpıntılarım başladı. Kalple ilgili olanlar başta olmak üzere her tahlil yapıldı ama sonuç bulunamadı ve doktorum bana antidepresan verdi. Fakat bu ilaç yüzünden daha kötü hissetmeye başladı. Herhangi bir tanı konulmadan ilaca başlanması doğru mu?
S.Y

Cevap 1: Sıkıntı bozuklukları dediğimiz hastalık grubunun en yaygın ve sık görülen belirtilerinden biri de çarpıntıdır. Kalbin bir patolojisi ile ilgili olmadığı kesinleşen çarpıntı, bu gruptan bir hastalık ile ilgili olduğu düşünülerek antidepresan başlanmış olabilir. Bu durumda yapılması gereken, psikolojik kökeni araştırılıp tedavi programının buna göre düzenlenmesidir. Bir psikiyatr ile görüşmenizi ve bu yönde yardım almanızı öneriyorum.

Soru 2: Kardeşim çok utangaç, bizim zorumuz olmadan arkadaşlarıyla bile görüşmek istemiyor. Sosyal fobi diye bir hastalık ismi duyduk. Rahatsızlığı bu olabilir mi?
E.Ü

Cevap 2: Toplumumuzda hastalık düzeyinde olmasa da kalabalıklarda, topluluk içinde konuşmada, rahat davranmada çekingenlik oldukça sık görülen bir durumdur. Kızarma, terleme, ellerde titreme, yanlış bir şey yapıp küçük düşme korkuları gibi belirtiler sık tekrarlanıyor ve düzelmiyorsa, sosyal fobi olarak değerlendirilmeli, profesyonel yardım alınmalıdır.

Yeni yıla yeni umutlar, yeni başlangıçlar yakışır Yeni yıl yaklaşıyor. Her yeni yıl yeni umutlar, yeni başlangıçlar demektir. Etrafımızdaki şartlar ne olursa olsun içimizde saklı birçok güzellik, yetenek için çaba göstermemize değer. Özellikle çocukların, gençlerin hayallerine yer verilmeli, onların küçümsenmemesi gerekir diye düşünüyorum. Hayalleri olmayanın umutları da olmaz. Umutlar, hep yeni başlangıçlar, yeni çabalar için gereklidir. Her yeni yıl da insan için yeni kararlar, yeni başlangıçlar, yeni hedefler demektir. İyi, güzel, bizi mutlu edecek şeyler umut ederiz. Her insanın içinde onu daha güçlü, daha mutlu kılacak değerler taşıdığına inanıyorum. Tıpkı ünlü yazar A.Saint Exupery’nin dediği gibi: “Beni kahreden ne bu soluk yüzler, ne bu çökük avurtlar. Onların arkasında kaybolan Mozart’lar.” İçimizdeki Mozart’ların kaybolmasına izin vermeyelim. Yeni yıl yaklaşıyor. Yeni başlangıçlar, yeni umutlar ve çabalar için ne dersiniz? Yeni yılınızı en içten dileklerimle kutluyorum.

Yeni yıl ile ilgili kompozisyon
Yılbaşı Konulu Kompozisyon

Aralık ayının başından itibaren, telaşlı, tatlı bir heyacan sarar hepimizi. Yeni başlayan her şey gibi yeni başlayacak yıl da kalbimizin hızlı çarpmasına neden olur.Yeni bir yıl başlarken: Biten yıl neler yaptığımızı, neler öğrendiğimizi gözden geçiririz. Çevremize yararlı olup olmadığımızı, zamanımızı iyi kullanıp kullanmadığımızı düşünürüz.

Her yıl; yeni atılımlar, yeni umutlar, kısaca yenilikler yılıdır. İnsanlık her yeni yılda tarihini yeni başarılar, yeni buluşlar, her alanda ilerlemelerle zenginleştirir.Bizim de bu hızlı gidişe ayak uydurmamız, yeni yılda daha çok çalışarak daha başarılı olmamız gerekir. Zamanı yapamayacağımız şeyleri istemekle geçirdiğimiz söylenir. Oysa gücümüz tüm zamanları zorlar. Yeter ki kendimize ve dostlarımızın gücüne inanalım. Yeni yılda inancımızı pekiştirelim ve mutlu olmaya çalışalım.

Her yılbaşında yakınlarımızın, arkadaşlarımızın yeni yılını kutlarız. Yeni yılın başarılı, verimli olmasını dileriz.Yine bir yıl başı geldi, bu yıl başı sevdiklerinizle birlikte mutlu huzurlu bir yıla başlangıç yapmanızı ve tüm yılınızın aynı güzellikte geçmesini diliyorum.

Yılbaşı ile ilgili kompozisyon

Yılbaşı,takvime göre bir yılın bitimi ve yeni bir yılın başlangıcı olarak bilinir.
Yıllbaşı gecesinden sonra içinde bulunulan yıl özellikle ilk bir kaç hafta boyunca yeni yıl olarak bilinir.

Bazı insanlarda yılbaşın da bir araya gelerek kutlamalar ve gösteriler yaparak yeni yılı kutlar.

Bu günlerde insanlar birbirlerine hediye alıp, bir birlerini mutlu edecek bir şeyler yaparlar.İnsanlar eğlenip yeni yılı kutlarlar.

Bu yazı Forumhali.org tarafından yazılmıştır.Kopyalanması yasaktır!

Yılbaşı her ülkede çeşitli şekillerde kutlanılır.Mesela Türkiye’de insanlar meydanlarda toplanıp,gece yarısına kadar şakı söyleyip eğlenirler.

saatler tam gece yarısını gösterdiğinde avai Fişekler atılıp coşkulu bir şekilde kutlanır.Türkiye’de geleneksel olarak yılbaşında hindi kesililir.

Bazı insanlar evde arkadaşlarıyla veya aile üyeleriyle evde coşkulu bir şekilde yılbaşını kutlayıp yeni yıla girerler.

Nede olsa arkadaşlarınla veya aileden birisiyle kutlamak daha sıcak ve eğlenceli olur
.
Bazı insanlar meydanlara gelip nilerce insanla yılbaşını kutlarlar.Girdikleri yılın ilk haftalarında kutlamalar devam eder.

Yışbaşı’nın ılmassa olmazı tabikide milli piyangolardır. İnsanlar Milli piyango satıcılarından piyangoyu alıp şanslarını denerler.

İnsanlar yeni yılı kutladıktan sonra evin yolunu tutarlar,ve tabi evde kutlayanlar yatağının yolunu tutarlar.
Piyango çeken insanlar geç saatlere kadar üyanık kalıp sonuçları beklerler.
Yılbaşı kutlamaları bittikten sonra kutlamalar bir kaç hafta daha bazı kafelerde ve özel mekanlarda devam eder…


Yağışlar ve tarımsal faaliyet arasında nasıl bir ilişki var?

$
0
0

kahramanmaras-ta-yagislar-tarim-arazilerine-zarar-4685600_4723_400.jpg (400×267)

Coğrafyada yağışlar ve tarım yakından alakalıdır. Peki ama aralarındaki bu bağlantı nasıl olur?

Daha açık ve kısa bir şekilde meseleyi özetleyecek olursak; yağışların tarımsal faaliyetlerle ilişkisi nedir ve kısaca özet şeklinde yağışlar tarımsal faaliyeti nasıl etkiler, olumlu ve olumsuz etkileri nelerdir?

Tarımsal faaliyetler için yağışlar büyük önem taşır. Ürünlerin toprakta yetişmesi için gereken ortamın, suyun sağlanabilmesi büyük oranda yağışlar ile olur. Bazı bitkiler ekildiği andan itibaren suya ihtiyaç duyar ve yağmur dönemlerine göre bu bitkiler toprağa dikilir. Bunun yanında gübre gibi bazı desteklemelerle bitkinin ihtiyaç duyduğu ortam sağlanır.

Bazı bitkiler ise belirli dönemden sonra su almamalıdır çünkü belirli bir evreye gelmiş bitki, yağmur alınca çürümeye başlar. Bu nedenle bitkilerin ihtiyaçlarına göre çeşitli sulama yöntemleri geliştirilmiş ve çiftçiler işlerini şansa bırakmamıştır.

Şeftali ve patlıcan gibi bitkilerde yağış ve su miktarı özellikle önemlidir. Şeftali aşırı yağışları sevmez ancak ara ara görülen kısa süreli yağışlar da şeftalinin daha güzel yetişmesine olanak sağlar. Patlıcan bitkisi ise dikildiğinde yağış almalı ancak büyüdükten sonra yağış görmemelidir. Bunun yanında bitkilerin üzerinde gece anlık sıcaklık düşüşleriyle oluşan kırağılar patlıcanı kötü etkiler. Bu nedenle patlıcan gibi hassas bitkiler seralarda üretilmeye başlanmıştır.

Yağışların tarımsal faaliyetle ilişkisi

Bir bölgedeki yağış koşulları, yağış düzeni ile buharlaşma tarım ürünlerinin verimlerini , tür çeşitliliklerini , olgunlaşma sürelerini ve dağılışlarını etkiler ayrıca; bir bölgedeki tarım devresinin uzunluğunu, uygulanan tarım yöntemini de etkiler Örneğin; yaz devresinin erken başladığı bölgelerde tarım ürünleri erken olgunlaşır Yetişme devresinin uzun olduğu bölgelerde ise aynı tarladan yılda birkaç kez ürün alınabilir Yazların kurak geçtiği bölgelerde topraklar nadasa bırakılır Çay, pirinç, mısır bol yağış, kahve, kakao, muz, hurma yüksek sıcaklık isteyen ürünlerdir Yani her ürünün yetişme koşulları iklim açısından farklıdır Bu nedenle, iklim çeşitliliği fazla olan bölgelerin tarımsal ürün çeşitliliği de fazladır Örneğin; Marmara Bölgesi

39348-bursa-da-saganak-yagil-tarim-alanlarini-vurdu.jpg (615×297)

Kısaca yağışların tarımsal faaliyetle ilişkisi nedir? konu anlatımı

Yağış yani yağmurlar tarımsal faaliyetlerde önemli yer tutar. Yağışlar ürünlerin oluşumu, gelişmesi ve yetiştirilmesi ile doğrudan ilişkilidir. Örneğin bir patlıcan bitkisi düşünün. Bu bitkinin fidesinin dikildiği andan itibaren yağışlara ihtiyacı vardır. Fidenin büyüyüp gelişmesi için yağış, gübre gibi faaliyetlerle desteklenmesi gerekir.

Ancak yağışlar patlıcanın bitki haline geldikten sonra kesilmesi gerekir. Bunun nedeni ise gökyüzünden yağmur şeklinde gelen yağışlar bitkinin verdiği ürünlerde çürütücü etki yapar. Bu nedenle çiftçi arkadaşlarımız damlama sistemi denilen yerden sulama yaparlar. Zaten yaz aylarında ürün veren patlıcan bitkisi de yaz aylarında fazla yağış almaz.

Yağışlar şeftali üretimi için oldukça önemlidir. Örneğin şeftali aşırı yağışları sevmesede ürünün gelişimi esnasında kısa süreli yağışlar meyvelerin daha iri ve renkli olmasını sağlarken tat olarak güzellik katar.

Bir yağış türü olmasa da kıra oluşumu bitkilerin ürün verimini oldukça düşürür. Mesela patlıcan bitkisi kıra düşmesi ile ürün verimini tamamen keser. Bu nedenle kış aylarında yediğimiz patlıcanların tümü seracılık faaliyetleri ile kıra etkisinden korunarak üretim yapılır.

Yağışların tarımsal faaliyetle ilişkisi nedirkısaca

Tarımsal faaliyetler için yaşam kaynağıyağışlardır. Çünkü ürünler bu sayede büyür vegelişir. Mesela; patlıcanın yetiştirilmesi için fide dikilir ve yağmur gereklidir. Yağmur sayesinde fide büyür ve gelişir. Bu evredegübreninde önemi büyüktür. Fakat yağışpatlıcanın bitkiye dönüştüğü zamanyağmamalıdır. Eğer yağar ise bitki çürür ve tüm emekler boşa gider. Bundan yola çıkarak üreticiler yerden damla biçiminde sulama yaparlar. Patlıcan yaz sebzesi olması itibariyle de o dönemde yağış almadığı için şanslıdır.

Yağış gereken bir diğer ürün ise şeftalidir. Şeftali çok yağış seven bir meyve değildir. Ancak bu meyveningelişmesi sırasında yağan yağışlar meyvenin büyümesini ve daha güzel olmasını sağlar.

Ancak yağış türü olmasa da yağışa benzer nitelikte olan kırayı ürünler ve çiftçiler sevmez. Örneğin; patlıcan büyütülürken yağan kıra üretimi sona erdirir. Bu sebepten dolayı bunu öngören çiftçiler kışmevsiminde üretilen patlıcanlar seralarda üretilir.

Yağışların Tarımsal Faaliyetlerle İlişkisi Nedir

Yağışların tarımsal faaliyetle ilişkisi nedir? Yağışların tarımsal faaliyetlerin gerçekleşmesindeki önemi nedir? Coğrafya dersinin en sık sorulan sorusuna sizin için cevap aradık. Ayrıntıları yazımızda görebilirsiniz.

Bitkilerin yetişmesi için mutlaka suya ihtiyaç vardır. Pek çok bölgede sulama faaliyetleri yetersiz olduğu için yağışların tarımsal faaliyetlerin gelişmesindeki önemi büyüktür. Bitkilerin ihtiyaç duyduğu suyun büyük kısmı yağışlardan karşılanır. Özellikle bitkilerin dikildiği ilk zamanlarda yoğun suya ihtiyaçları bulunur. Yağışlar sayesinde bu su ihtiyacı karşılanmış olur.

Bununla birlikte yağışların bazı zararları da olabilir. Her şeyin fazlası zarardır. Dolayısıyla fazla yağımur artık bitkilere yarar değil zarar sağlar. Mesela patlıcan bitkisi ilk dikildiği zamanlarda yoğun yağış isterken büyüdükten sonra fazla yağışa ihtiyaç duymaz. Ancak tam bu zamanlarda başlayacak bir sağanak yağış bitkilerin çürüyerek ölmesine neden olacaktır.

Yağışların süresi, yağış miktarının ne kadar olduğu da tarımsal faaliyetleri etkileyen bir diğer faktördür. Mesela akdeniz ikliminde yağışlar kesik kesik ama uzun süreli yağdığı için bu bölge şeftali üretimine oldukça elverişlidir. Aynı şekilde patlıcan da fazla suyu sevmediği için seracılık faaliyetleri sonucu patlıcan üretimi yapılır.

Görüldüğü gibi yağışların tarımsal faaliyetlere etkisi bu denli önemlidir. İklimlerin değişmesiyle yağışların zamanlaması da değiştiği için bu durum tarımsal faaliyetlere zarar verir. Bu nedenle iklim değişikliğiyle ilgili pek çok önlem alınmakta, ancak fazla yararı olmamaktadır.

bazı bitkiler çok su isteyen bir bitkilerdir . yağış olarak yağmurun yağması bitkilere yararlıdır çünkü bitkilerin su ihtiyacını karşılar .aslında her ürünün yetişme koşulları farklıdır .

yağışların dengeli olduğu yerlerde tarım daha fazladır.yağışlar normalden az veya fazla olursa tarım yapılamayabilir

 

 

Kısaca Dünyada Görülen İklim Çeşitleri Özet Konu Anlatımı

$
0
0

harita-dunya-iklimi.jpg (300×194)

Merhaba sevgili arkadaşlar, bugün coğrafya köşemizde yeryüzünün başlıca iklim çeşitlerini ele alıp kısa ve öz bir şekilde anlatmaya çalışacağız.

Dünya gezegeninde görülmekte olan iklim tiplerinin neler olduğu ve bunların öne çıkan özellikleri ile ilgili ayrıntıları yazının devamında okuyabilirsiniz…

Önce Çok Kısaca Bir Özet Geçelim: ünyada Görülen İklim Çeşitleri Hakkında Kısa Bilgi

Dünyanın pek çok yerinde farklı farklı iklim özellikleri görülür. Yüzlercekilometrelik geniş alanlarda yerkaplayan ve buralarda hakimiyet gösteren iklim gruplarına makroklima denir. Ayrıca iklimler genel olaraksoğuk, sıcak ve ılıman iklim olarak 3 ana gruba ayrılmıştır.

Tabi ki bu ana gruplarda da değişik tipte ayrılmalar görülür. Sıcak iklimler ekvatoral iklim, tropikal iklim, muson iklimi ve çöl iklimi olmak üzere dördeayrılmıştır. Bunlardan en sıcak olanı ekvatoral iklimdir ve 25 derecenin üzerinde bir sıcaklık hakimdir. Tropikal iklim  ve muson iklimlerinde ise sıcaklıklar sırasıylaortalama 20 ve 10 derecenin üzerinde seyretmektedir.

Ilıman iklimler Akdeniz iklimi, okyanusal iklim, karasal iklim ve step iklimi olmak üzere dördeayrılır. Bunlarda ayrı ayrı farklı iklimsel özellikler gösterirler. Okyanusal iklim altındakibölgelerde en çok yağış sonbaharda en az yağış ise ilkbaharda görülür. Yıllık toplam yağışı1500 mm civarında olan okyanusal iklimde genel olarak her mevsim yağış görülür.

Soğuk iklimler ise tundra iklimi ve kutup iklimi olarak ikiye ayrılır.Kutup iklimi tundra iklimine göre daha soğuktur ve 0 derecenin altındadır. Kutup iklimine göre nispeten daha sıcakolan tundra ikliminde ise sıcaklık 10 dereceyi geçemediği için toprak genelde buzaltındadır.

YERYÜZÜNDEKİ BAŞLICA İKLİM TİPLERİ

Dünya’nın hemen her bölgesinin kendine özgü bir iklimi bulunmaktadır. Yüzlerce km² lik sahaları etkileyen büyük iklim gruplarına makroklima adı verilmektedir.

Makroklimalar içerisinde bölgesel farklılıklar gösteren, özel koşullu küçük iklim alanlarına da mikroklima denilmektedir.

Yurdumuzda buna örnek: Iğdır’da pamuk tarımı yapılabilmesi ve Rize’de turunçgiller tarımı yapılabilmesidir.

EKVATORAL İKLİM

ekvator.gif (250×170)eks.jpg (250×181)    

  • 10º kuzey ve güney enlemleri arasında görülür.. Özellikle Amazon ve Kongo Havzaları, Malezya , Endonezya,  Filipinler ve Papua Yeni Gine’de etkilidir.
  • Yıllık sıcaklık ortalaması    25 °C’nin  üstündedir.
  • Yıllık ve günlük sıcaklık farkı en az olan iklimdir (1-2 °C civarında). Sebepleri : Güneş ışınlarının bütün yıl dike yakın açıyla düşmesi ve nemliliğin fazla olmasıdır.
  • Her mevsim düzenli yağış alır. Fakat en fazla yağış güneş ışınlarının Ekvatora dik geldiği tarihlerde görülür. Sebebi; yükselici hava hareketlerinin artmasıdır.
  • Yağışlar oluşum bakımından konveksiyon yağışlarına örnektir.
  •  Yıllık yağış miktarı 2000 mm ‘nin üstündedir.
  • Bitki örtüsü bütün yıl yeşil kalan sık ve uzun boylu yağmur ormanlarıdır.
  • Yağışların fazla olması ve yüksek sıcaklık kimyasal çözülmeyi artırmıştır.
  • Topraklar fazla yıkandığı için verimi düşüktür ve kırmızı renkli Laterit topraklarıdır.  
  • Ekvatoral bölgede 1000 m nin altındaki yerlerde sık orman örtüsü, bataklıklar, yüksek sıcaklık ve nem sebebiyle nüfus çok seyrektir.

SUBTROPİKAL (SAVAN) İKLİMİ

savan.gif (250×170)sav.jpg (250×180)

  • Ekvatoral iklim ile çöl iklimi arasında görülür (10-20° kuzey ve güney enlemleri arasında görülür)
  • Bu iklim bölgesinde güneş ışınları yılda iki kez dik açıyla düşer. Güneş ışınlarının dik geldiği yaz dönemi yağışlı , kışlar kuraktır.
  • Sıcaklık ortalaması bütün yıl 20 °C nin üstündedir.
  •  Yıllık yağış miktarı 1000-1200 mm arasındadır.
  • Bitki örtüsü savandır. Savanlar uzun süre yeşil kalan , gür ve uzun boylu ot topluluklarıdır. Savan bitki örtüsü içinde yer altı sularının yüzeye çıktığı yerlerde ve akarsu boylarında ormanlar görülür.

MUSON İKLİMİ

muson.gif (250×171)mus.jpg (250×164)

  • Muson rüzgarlarının etkili olduğu Güney, ve Güneydoğu Asya’da etkilidir. Ayrıca; Avustralya’nın kuzeyinde ve  Doğu Afrika’da Madagaskar adasında etkilidir.
  • Muson rüzgarlarından dolayı bu iklimde yaz mevsimi yağışlı , kışlar kuraktır. Bu yönüyle savan iklimi ile benzerlik gösterir.
  • Sıcaklık ortalaması bütün yıl 10 °C nin üstündedir.
  • Yıllık sıcaklık farkı Savan iklimine göre fazladır.
  • Yıllık yağış miktarı 1000-1500 mm civarındadır. Ancak kıyı kesimlerde bu yağış miktarı çok daha fazla olabilmektedir. Örnek Hindistan’ın kuzey doğusunda yer alan Çerapunçi  12000 mm  yağış almaktadır (Dünyanın en fazla yağış alan yeridir).
  • Bitki örtüsü kışın yaprağını döken geniş yapraklı muson ormanlarıdır.

ÇÖL İKLİMLERİ

  • Yıllık yağış miktarı 150 mm nin altında olan bölgelerde çöl iklimleri görülür.

Sıcak Çöller ( Tropikal)

col.gif (250×170)co.jpg (250×163)

  • Dönenceler çevresinde görülür. Oluşmasında dünyanın günlük hareketinden kaynaklanan dinamik yüksek basınç etkilidir.
  • Mutlak ve bağıl nem çok düşüktür. Bu sebeple günlük sıcaklık farkı en fazla olan iklimdir.
  • Belirli bir yağış mevsimi yoktur. Bazı yıllar hiç yağış olmayabilir.
  • Mekanik çözülmenin en fazla olduğu iklimdir.
  • Yıllık sıcaklık farkı günlük sıcaklık farkı kadar yüksek değildir. Çünkü güneş ışınları bu alanlara yıl boyunca dike yakın açıyla düşmektedir.
  • Bitki örtüsü yok denecek kadar azdır. Cılız ot ve çalılıklarla kaktüs iklimin doğal bitki örtüsünü oluştururlar.
  • Çöllerde yer altı su seviyesinin yüzeye yakın olduğu veya çıktığı  yerler olan vahalar  canlı yaşamı için elverişli yerleri oluşturur. Vahaların en önemli tarım ürünü hurmadır.

Karasal Çöl

  • Ilıman kuşak  kara içlerinde etrafı dağlarla çevrili çukur alanlarda görülür. Buralarda çöl özellikleri görülme sebebi yağış azlığıdır.
  • Görüldüğü yerler: Kızılkum (Özbekistan), Karakum (Türkmenistan), Gobi (Moğolistan), Taklamakan (Çin) çölleridir.

ILIMAN OKYANUS İKLİMİ

okyanus.gif (250×170)oky.jpg (250×149)

  • Genel olarak, 30° – 60° enlemleri arasında, karaların batı kıyılarında görülür. Batı Rüzgarları ve sıcak su akıntıları etkisiyle oluşan iklim tipidir. Yurdumuzda Karadeniz kıyılarında  bu iklime benzer iklim şartları görülür.
  • Yazlar serin, kışlar ılıktır. Her mevsim yağışlıdır.
  • En sıcak ay ortalaması 24-25 °C, en soğuk ay ortalaması 5-7 °C dir. Yıllık ortalama 13-15 °C dir.
  • Günlük ve yıllık sıcaklık farkı azdır. Nemlilik fazla olduğu için.  
  • Yıllık yağış miktarı 1500 mm civarındadır. Yükseltisi fazla olan yerlerde bu miktar artmaktadır.
  • En fazla yağış Sonbaharda, en az yağış ilkbaharda görülür.
  • Yağış oluşumu yamaç yağışı şeklindedir.
  • Bitki örtüsü yayvan ve iğne yapraklı ağaçlardan oluşan ormanlardır. Ormanların tahrip edildiği yerlerde ortaya çıkan çalılıklara yalancı maki (Psödomaki) denir. Bunların da tahrip edildiği yerlerde çayırlar bulunur.

 AKDENİZ İKLİMİ

  • Genel olarak, 30° – 40° enlemleri arasında görülür.
  • Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler    ( Libya ve  Mısır hariç. Buralarda görülmeme  sebebi yer şekillerinin engebesiz olmasıdır ). Avustralya’nın  güneybatısı,  G. Afrika Cumhuriyeti’nde Kap bölgesi, Şili’nin orta kesimleri ve Kuzey Amerika’da  Kaliforniya çevresinde etkilidir.
  • Yazlar sıcak ve kurak kışlar ılık ve yağışlıdır.
  • Yaz sıcaklığı güneş ışınlarının düşme açısına, kuraklık ise alçalıcı hava hareketlerine bağlıdır.
  •  En sıcak ay ortalaması 28-30°C , en soğuk ay ortalaması 8-10 °C dir.  Yıllık ortalama 18°C dir.
  • Kar yağışı ve don olayı çok ender görülür.
  • En fazla yağış kışın , en az yağış yazın düşer.
  • Kışın görülen yağışlar Cephesel kökenlidir. Cephesel yağışlar en fazla bu ikimde görülür.
  • Yıllık yağış miktarı yükseltiye göre değişir. Ortalama 600-1000 mm arasındadır.
  • Bitki örtüsü ; kızılçam ormanlarının tahrip edilmesiyle ortaya çıkan makilerdir.
  • Makiler, sürekli yeşil kalabilen, kısa boylu, sert yapraklı, kuraklığa dayanıklı, bodur bitkilerdir.  Mersin, defne, kocayemiş, keçiboynuzu, zakkum, zeytin, süpürge çalısı gibi bitkiler başlıca maki türleridir.

STEP İKLİMİ

step.jpg (250×171)ste.jpg (250×150)

  • Sıcak ve ılıman kuşak kara içlerinde görülür. Yurdumuzda İç Anadolu Bölgesi’nde ve Ergene Bölümü’nde  görülen karasal iklim buna örnektir.
  • Yazlar sıcak ve kurak , kışlar soğuk ve kar yağışlı geçer.
  • En sıcak ay ortalaması 20-25 °C dir.
  • En soğuk ay ortalaması da 0- (-2) °C dir.
  • En fazla yağış ilkbaharda, en az yağış yazın düşer.
  • İlkbaharda görülen yağışlar genelde konveksiyon (Kırkikindi) yağışı şeklindedir.
  • Yıllık yağış miktarı 300-500 mm civarındadır. 
  • Bitki örtüsü ilkbahar yağışlarıyla yeşeren, yaz başlarında kuruyan küçük boylu ot topluluğudur. Buna step (bozkır) bitki örtüsü denir.
  • Bozkır bitki örtüsü içinde geven , deve dikeni, gelincik, çoban yastığı gibi bitkiler yer almaktadır.
  • Karasal iklimlerde ormanların ortadan kaldırılması sonucunda oluşan bozkırlara antropojen bozkır denir.
  • Bu tür bozkırlar, ormanların tahrip edilmesi sonucunda ortaya çıktığından yer yer orman ağacı topluluklarına rastlanır.

ORTA KUŞAK KARASAL İKLİM

karasal.gif (250×170)kar.jpg (250×152)

  • Deniz etkisinden uzak kara içlerinde ve ılıman kuşak karalarının doğu kıyılarında (soğuk su akıntısından dolayı) görülür. Yurdumuzda ise Doğu Anadolu Bölgesi’nde Erzurum –Kars Bölümünde görülen karasal iklim buna benzer.
  • Kış erken gelir, çok soğuk olur. Kar ortalama 80-90 gün toprak üstünde kalır. Yaz da erken gelir ve çok sıcak olur. Karlar hızla erir.
  • En sıcak ay ortalaması 20 °C civarındadır. Bazen sıcaklık 30 °C ye kadar çıkabilmektedir.
  • En soğuk ay ortalaması –10 °C civarındadır. Bazı günler –40 °C ye kadar sıcaklığın düştüğü de gözlenebilmektedir.
  • Yıllık sıcaklık ortalaması 3-5 °C dir.
  • Yıllık sıcaklık farkı 40-50 °C ye kadar ulaşabilmektedir.
  • En fazla yağış ilkbahar ve yaz dönemlerinde düşmektedir. Karasallık arttıkça yağışlar yaz mevsimine kaymaktadır. Ör. Erzurum –Kars bölümünde olduğu gibi.
  • En az yağış kışın düşmektedir ve kışın düşen yağışlar kar şeklindedir.
  • Yıllık yağış ortalaması 500-600 mm civarındadır.
  • Doğal bitki örtüsü bozkırdır (yaz yağışlarının fazlalığından dolayı alpin çayır şeklindedir.)
  • Yağışın fazla olduğu yerlerde iğne yapraklı ormanlar (Tayga) vardır. Sibirya ve Kanada da iğne yapraklı ormanlara tayga ormanları adı verilir. Taygalar, Dünya ormanlarının % 15′ini oluştururlar.

TUNDRA İKLİMİ

tundra.gif (250×170)tun.jpg (250×163)

  • Sibirya, İskandinavya Yarımadasının kuzeyinde, Kanada’nın kuzeyinde, Grönland adasının kıyı kesimlerinde görülür.
  • En sıcak ay ortalaması 10 °C yi geçmez. Kışın sıcaklık –30, -40 °C’lara kadar iner.
  • Yıllık yağış miktarı 200-250 mm civarındadır.
  • Toprak yılın büyük bir kesiminde donmuş haldedir. Sadece yazın sıcaklığın artması ile toprağın üst kısmındaki buzlar erir ve bataklıklar oluşur.
  • Bitki örtüsü yosun ,ot ve cılız çalılıklardan oluşan tundra bitki örtüsüdür.

KUTUP İKLİMİ

kutup.jpg (250×130)kut.jpg (250×162)

  • Grönland adasının iç kesimleri ile Antartika kıtasında görülür.
  • Sıcaklık  bütün yıl 0 °C nin altındadır.
  • Zemin buzlarla kaplıdır.
  • Bitki örtüsü yoktur
  • Güneşlenme süresi çok uzun olmasına rağmen sıcaklık yükselmez. Sebebi güneş ışınlarının eğik açılarla gelmesidir.
  • Sıcaklık düşük olduğundan buharlaşma ile atmosfere karışan nem azdır. Bundan dolayı yağış ta azdır. Bu sebeple kutup iklimine soğuk çöl iklimi de denir.

DÜNYADA GÖRÜLEN İKLİM ÇEŞİTLERİ 

YERYÜZÜNDEKİ BAŞLICA İKLİM TİPLERİ ve TABİİ BİTKİ ÖRTÜSÜ 

İKLİM TİPLERİ


Dünya’nın hemen her bölgesinin kendine özgü bir  iklimi bulunmaktadır. Ancak, benzer iklim kuşaklarına sahip alanlar büyük iklim kuşakları  oluştururlar. Yüzlerce km2  lik sahaları  etkileyen büyük iklim gruplarına makroklima adı  verilmektedir.

Bununla birlikte, makro klima alanlarında bazen öyle yerler vardır  ki, buralarda görülen iklim özellikleri içinde bulundukları kuşaktan tamamen farklıdır. Makro klimalariçerisinde bölgesel farklılıklar gösteren, özel koşullu küçük iklim alanlarına damikroklima denilmektedir.

İklimler sıcak, ılıman ve soğuk  olmak  üzere üç guruba ayrılabilir. İklimlerinsınıflandırılmasında sıcaklık, yağış miktarı, yağış rejimi ve yağış – buharlaşma ilişkisi gibi ölçütler kullanılır. Şimdi, yeryüzündeki büyük iklimleri, bu iklimlerin özelliklerini ve  bu iklimlere uyum sağlamış bitki örtülerini inceleyelim.

A. SICAK İKLİMLER

1. Ekvatoral İklim

Þ    Yıllık sıcaklık ortalaması 25 °C ’nin üstündedir. Yıllık ve günlük sıcaklık farkı en az olan  iklimdir (1–2 °C civarında). Bu durumun nedeni Güneş ışınlarının bütün yıl dike yakın açıyla düşmesi ve nemliliğin fazla olmasıdır.
Þ    Ekvator çevresinde 0˚ ve 10˚ enlemleri arasında görülür. Ekvatoral iklim, Amazon veKongo havzalarının büyük bir kesiminde, Gine Körfezi kıyılarına yakın bölgelerde, Endonezya ve Malezya’nın büyük bir bölümünde etkili olmaktadır.
Þ    Her mevsim düzenli yağış alır. Fakat en fazla yağış güneş ışınlarının Ekvatora dik geldiği tarihlerde (21 M – 23 E) görülür. Buharlaşma arttığı için. Yağışlar oluşum bakımından
Konveksiyonel yağışlarına örnektir. Yıllık yağış miktarı 2000 mm‘nin üstündedir.   

Þ    Bitki örtüsü bütün yıl yeşil kalan sık ve uzun boylu yağmur ormanlarıdır. Yağışların fazla olması ve yüksek sıcaklık kimyasal çözülmeyi artırmıştır. Topraklar fazla yıkandığı için verimi düşüktür ve kırmızı renkli Laterit topraklarıdır.

2. Tropikal İklim (Subtropikal – Savan)


Þ    10˚-30˚ kuzey ve güney enlemlerinde görülür. Tropikal iklim, Sudan, Çad, Nijerya, Mali, Moritanya, Brezilya, Venezuela, Kolombiya, Peru ve Bolivya gibi ülkelerde etkili olmaktadır.
Þ    Sıcaklık ortalaması bütün yıl 20 °C’nin üstündedir. Bu iklim bölgesinde güneş ışınları yılda iki kez dik açıyla düşer.
Þ    Güneş ışınlarının dik geldiği yaz dönemi Konveksiyonel yağışlı, kışlar kuraktır. Yıllık yağış miktarı 1000–1200 mm arasındadır.
Þ    Bitki örtüsü savan adı verilen otsu bitkilerden ve yer yer akasya ve baobap ağaçlarından oluşur. Savanlar uzun süre yeşil kalan, gür ve uzun boylu ot topluluklarıdır. Savan bitki örtüsü içinde yeraltı sularının yüzeye çıktığı yerlerde ve akarsu boylarındaGaleri ormanları görülür.     

3. Muson İklimi:

Þ    Yıllık basınç farkına bağlı olarak oluşur.Güney Hindistan, Güney Çin, Güneydoğu Asya, Japonya ve Mançurya gibi bölgelerde görülür. Bu alanlar Muson rüzgârlarının etkisi altındadır.
Þ    Yıllık ortalama sıcaklık 15 – 20°C dir. Yıllık sıcaklık farkı 10°C civarındadır. Alçak enlemlerde sıcaklık yüksektir. Kuzeye doğru kışlar daha sert geçer.
Þ    Muson rüzgârlarının esme yönüne paralel olarak yazlar yağışlı kışlar kurak geçer. Yıllık yağışların % 85′i yaz aylarında düşer.Yıllık yağış miktarı ortalama 1000 -1500 mm civarındadır.  Kıyı bölgeleri ve dağların denize bakan yamaçlarında yağış miktarı artar. Örneğin Hindistan’ın kuzey doğusunda yer alan Çerapunçi 12000 mm yağış ile dünyanın en fazla yağış alan yeridir.
Þ    Kıyı kesimlerinde kışın yaprağını döken ormanlar, kuzeye doğru ise savanlar görülür. Muson ormanlarının tipik ağacı teak ağacıdır.

4. Çöl İklimi (Sıcak ve Kurak İklim)

Þ    Dönenceler civarında kıta içlerinde etrafı dağlarla çevrili çukur alanlarda görülür.Afrika’da B. Sahra, Ortadoğu’da Necef, Asya’da Gobi, Taklamakan, Avustralya’da Gobbon ve Gibson, Güney Afrika’da Kalahari ve Namib, Güney Amerika’da Patagonya, Atacama ve Peruyeryüzündeki başlıca çöl alanlarıdır.
Þ    Gece ile gündüz arasında sıcaklık farkları çok fazladır. Günlük sıcaklık farkının 50°C yi bulduğu zamanlar olmaktadır. Çöllerdeki nem yetersizliği, günlük sıcaklık farkının büyümesine zemin hazırlamıştır.
Þ    Yağışlar yok denecek kadar azdır( Epizodik). Yıllık yağış miktarı genellikle 100mm’ den azdır.
Þ    Doğal bitki örtüsü bazı kurakçıl otlar ve kaktüs gibi bitkileridir. Bitki örtüsü çok zayıftır. Susuzluğa dayanıklı bitki türleri görülür.

B. ILIMAN İKLİMLER

1. Akdeniz İklimi

Þ
    Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler, Avustralya’nın güneybatısı, G. Afrika Cumhuriyetinde Kap bölgesi, Şili’nin orta kesimleri ve Kuzey Amerika’da Kaliforniya çevresinde etkilidir. Türkiye de genel olarak bu iklim kuşağının etkisi altındadır.
Þ    Yıllık ortalama 18°C’dir. En sıcak ay ortalaması 28–30°C, en soğuk ay ortalaması 8–10 °C’dir.
Þ    Yıllık yağış miktarı yükseltiye göre değişir. Ortalama 600–1000 mm arasındadır. Yaz ayları kurak kış ayları yağışlıdır.Yaz sıcaklığı güneş ışınlarının düşme açısına, kuraklık ise alçalıcı hava hareketlerine bağlıdır. Kıyı kesimlerde ılıman geçen kışlar iç kesimlere doğru sertleşir. Kar yağışı ve don olayı çok ender görülür. Kışın görülen yağışlar cephesel kökenlidir. Cephesel yağışlar en fazla bu ikimde görülür.
Þ    Karakteristik bitki örtüsü, kızılçam ormanlarının tahrip edilmesiyle ortaya çıkan makilerdir.Makiler, sürekli yeşil kalabilen, kısa boylu, sert yapraklı, kuraklığa dayanabilen, çalımsı bodur bitkilerdir. Akdeniz ikliminde yağışın az çok yeterli olduğu orta yükseklikteki yamaçlarda iğne yapraklı ağaçlardan oluşan ormanlar (Kızılçam, sarıçam, karaçam ormanları gibi) yer alır.

2. Okyanusal İklim:

Þ    Genel olarak, 30° – 60° enlemleri arasında, karaların batı kıyılarında görülür. Okyanusal iklim Batı Avrupa, Batı Kanada ve Güney Alaska kıyılarında, Güney Şili, Avustralya’nın kuzeydoğusu ve Yeni Zelanda’da etkili olmaktadır.( Türkiye’de Doğu Karadeniz Kıyıları.)
Þ    En sıcak ay ortalaması 24–25 °C, en soğuk ay ortalaması 5-6 °C dir. Yıllık ortalama 13–15 °C dir. Kıtaların batı kıyılarındaki sıcak su akıntıları ve nemli batı rüzgârları iklimin oluşumunda önemli rol oynarlar. Yıllık sıcaklık farkları 10–15˚ ‘yi geçmez. Her mevsim yağışlıdır. Nemlilik fazla olduğu için yıllık yağış miktarı 1500 mm civarındadır En fazla yağış Sonbaharda, en az yağış ilkbaharda görülür. Yağış oluşumu yamaç yağışı şeklindedir.
Þ    Bitki örtüsü kışın yaprağını döken yayvan yapraklı ormanlardır. Ormanların tahrip edildiği yerlerde çayırlar bulunur.

3. Karasal İklim:
   

Þ
    Genel olarak, 30° – 65° enlemleri arasında, karaların deniz etkisinden uzak iç kısımlarında ve kıtaların doğu kıyılarında görülmektedir. Karasal iklim, Sibirya, Kanada ve Doğu Avrupa’da geniş bir yayılış sahasına sahiptir.
Þ    En soğuk ay ortalaması –10 °C civarındadır. Bazı günler –40 °C ye kadar sıcaklığın düştüğü de gözlenebilmektedir. Yıllık sıcaklık ortalaması 0–10 °C dır. En sıcak ay ortalaması 20 °C civarındadır. Kışlar çok soğuk geçer ve uzun sürer. Yazlar ise sıcaktır. Yıllık sıcaklık ortalaması 0 – 10°C arasında değişir. Yıllık sıcaklık farkı 20 – 40°C dır. Kar ortalama 80–90 gün toprak üstünde kalır. Denizden uzaklaşıldıkça ve kutba doğru gidildikçe sıcaklıklar çok düşer. Dünyanın kışları en soğuk ve yıllık sıcaklık farkının en fazla olduğu bölgeleri bu iklim alanının denizlerden uzak ve daha kuzeyde olan iç kesimleri ile yüksek kesimlerdir.
Þ    Yıllık yağış miktarı 500 – 600 mm dolayındadır. En fazla yağış yazın, en az yağış kışın düşer. Kış yağışları daha çok kar şeklindedir.
Þ    Tabii bitki örtüsü iğne yapraklı ormanlardır. Yağışın azaldığı kesimlerde de bozkırlar (step) görülür. Sibirya ve Kanada da iğne yapraklı ormanlara tayga ormanları adı verilir. Kıyıya yakın olan daha ılıman kesimlerde yayvan ve iğne yapraklı ormanlar yaygındır. Kışların çok soğuk geçtiği iç ve yüksek kesimlerde soğuğa dayanıklı iğne yapraklılar geniş yer kaplar. Yüksek kesimlerde üstünde alpin kat denilen dağ çayırları yer alır.

4. Step İklimi (Yarıkurak İklim)
Step iklimi, bir geçiş iklimi özelliği gösterir. Üç gruba ayrılır;


a.Tropikal Step İklimi: Savan ikliminden çöl iklimine geçiş alanlarında görülür.
b.Subtropikal Step İklimi:Çöl ikliminden Akdeniz iklimine geçiş alanlarında görülür.
c.Orta Kuşak Step İklimi: 30° – 50° önlemlerindeki çöller etrafında ve Akdeniz ikliminden karasal iklime geçiş alanlarında görülür.

Þ
    Step iklimlerinde yıllık ortalama sıcaklık 10° – 12°C, sıcaklık farkı ise 15 – 30°C’dir.
Yıllık yağış miktarı 300 – 500 mm’dir. Step iklimlerinde en fazla yağış ilkbaharda veyazın düşmektedir. Tabi bitki örtüsü yağışlı  mevsimde yeşeren, kurak mevsimde sararanstep (bozkır)’tir.
Þ    İnsanlar tarafından ağaç kesilerek, yakılarak ormanların ortadan kaldırılması sonucunda
oluşan bozkırlara antropojen bozkır denir. Bu tür bozkırlar, ormanların tahrip edilmesi sonucunda ortaya çıktığından yer yer orman ağacı  topluluklarına rastlanır.

C. SOĞUK İKLİMLER

1. Tundra İklimi (Kutup altı İklimi)

Þ    İskandinavya Yarımadasıyla, Kanada’nın kuzeyinde, Sibirya’ da ve  Grönland Adası’nın kıyı kesimlerinde görülür.
Þ    En sıcak ay ortalaması 10 °C yi geçmez. Kışın sıcaklık –30, -40 °C’lere kadar iner. Toprak yılın büyük bir kesiminde donmuş haldedir. Kışlar çok soğuktur. Sadece yazın sıcaklığın artması ile toprağın üst kısmındaki buzlar erir ve bataklıklar oluşur.Yıllık yağış miktarı 200–250 mm civarındadır.
Þ    Bitki örtüsü yosun ot ve cılız çalılıklardan oluşan Tundra bitki örtüsüdür. Düşük sıcaklıklara dayanabilen otlar çalılar ve yosunlardan oluşur.

2. Kutup İklimi

Þ    Dünyanın sürekli olarak karlar ve buzlarla kaplı olan kutup bölgelerinde görülen iklim tipidir. Kuzey Kutbu çevresinde Grönland Adası’nın iç kısımlarında ve Antarktika’da etkilidir.
Þ    Sıcaklık ortalaması bütün yıl boyunca 0°C nin altındadır. Sıcaklık, çoğu zaman -40°C ye, hatta daha altına iner.
Þ    Yıllık sıcaklık farkı 30°C dolaylarındadır. Güneşlenme süresi çok uzun olmasına rağmen sıcaklık yükselemez. Çünkü güneş ışınları yıl boyunca bu bölgelere eğik açılarla gelir.
Þ    Sıcaklık düşük olduğundan buharlaşma ile atmosfere karışan nem azdır. Dolayısıyla yağışlar son derece az ve her zaman kar şeklindedir. Ortalama yağış yıllık
Þ    200mm civarındadır. Bu sebeple kutup iklimine soğuk çöl iklimi de denir.Zemin buzlarla kaplı olduğu için bitki örtüsü yoktur.

KONUYLA İLGİLİ NOTLARI İNDİRMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNKE
TIKLAYINIZ.   

Dünya’da Görülen İklim Tipleri

Dünya’nın hemen her bölgesinin kendine özgü bir iklimi bulunmaktadır. Ancak, benzer iklim kuşaklarına sahip alanlar büyük iklim kuşakları oluştururlar. Yüzlerce km2 lik sahaları etkileyen büyük iklim gruplarına makroklima adı verilmektedir. Bununla birlikte, makroklima alanlarında bazen öyle yerler vardır ki, buralarda görülen iklim özellikleri içinde bulundukları kuşaktan tamamen farklıdır. Makroklimalar içerisinde bölgesel farklılıklar gösteren, özel koşullu küçük iklim alanlarına da mikroklima denilmektedir.

dunya iklim tipleri haritasi Dünya’da Görülen İklim Tipleri

Dünya İklim Tipleri Haritası

İklimler sıcak, ılıman ve soğuk olmak üzere üç guruba ayrılabilir. İklimlerin sınıflandırılmasındasıcaklık, yağış miktarı, yağış rejimi ve yağış – buharlaşma ilişkisi gibi ölçütler kullanılır. Şimdi, yeryüzündeki büyük iklimleri, bu iklimlerin özelliklerini ve bu iklimlere uyum sağlamış bitki örtülerini inceleyelim.

A. SICAK İKLİMLER

1. Ekvatoral İklim: Ekvator çevresinde, 0° – 10° Kuzey ve Güney enlemleri arasında görülür. Ekvatoral iklim, Amazon ve Kongo havzalarının büyük bir kesiminde, Gine Körfezi kıyılarına yakın bölgelerde, Filipinler, Endonezya ve Malezya’nın büyük bir bölümünde etkili olmaktadır.

İklim Özellikleri

• Yıllık ortalama sıcaklık 25°C dolayındadır.
• Yıllık ve günlük sıcaklık farkı 2 -3°C’yi geçmez.
• Yıllık yağış miktarı 2000 mm den fazladır.
• Her mevsim yağışlı olmakla birlikte, ekinoks tarihlerinde yağış maksimum düzeye erişir.
• Ekvatoral bölgede yükselim (konveksiyonel) yağışlar görülür.
• Tabii bitki örtüsü oldukça gür ve geniş yapraklı ormanlardır.

2. Yazı Yağışlı Tropikal İklim (Savan): 10° – 20° Kuzey ve Güney enlemleri arasında ve 0° – 10° enlemlerinde 1000 m’den sonra görülür. Ekvatoral kuşak ile çöller arasında bir geçiş iklimidir. Tropikal iklim, Sudan, Cad, Nijerya, Mali, Mori-tanya, Brezilya, Venezüella, Kolombiya, Peru ve Bolivya gibi ülkelerde etkili olmaktadır.

İklim Özellikleri

• Yıllık ortalama sıcaklık 20° -23°C dolayındadır.
• Yıllık sıcaklık farkı 4 – 5°C’dir.
• Yıllık yağış miktarı 1000 – 1200 mm. arasındadır.
• Güneş ışınlarının dik geldiği yaz ayları yağışlı, kışlar kuraktır.
• Tabii bitki örtüsü yüksek boylu ve gür bitki toplulukları olan savanlardır.

3. Muson İklimi: Muson rüzgârlarının etki alanlarında görülür. Muson iklimi, Güney Hindistan, Güney Çin, Güneydoğu Asya, Japonya ve Mançurya gibi bölgelerde etkili olmaktadır. Dünya’nın en yağışlı yeri olan Çerapunçi (Hindistan) bu iklim bölgesinde yer alır. Çerapunçi’nin yıllık ortalama yağış miktarı 10,000 mm’dir.

İklim Özellikleri

• Yıllık ortalama sıcaklık 15 – 20°C dir.
• Yıllık sıcaklık farkı 10°C civarındadır.
• Yağış miktarı kıyıda ve dağların denize bakan yamaçlarında çok yüksektir.
• Yıllık ortalama yağış 2000 mm dolayındadır.
• Yağışların % 85′i yaz aylarında düşer.
• Kış mevsimi kurak geçmektedir.
• Muson bölgesinde daha çok yamaç (orografik) yağışları etkili olur.
• Tabii bitki örtüsü kışın yaprağını döken, yazın yeşillenen Muson ormanlarıdır.
• Yağışların azaldığı yerlerde ise savanlar görülür.

4. Çöl İklimi (Sıcak ve Kurak İklim): Dönenceler civarında, Asya ve Kuzey Amerika’da karaların iç kısımlarında ve Güney Amerika’nın güneyinde görülür. Dönenceler çevresinde alçalıcı hava hareketleri çöl oluşumuna neden olmaktadır. Karaların iç kısımlarında ise yüksek dağlar nemli hava kütlelerini engellediği için çöller meydana gelmektedir. Afrika’nın kuzeyinde Büyük Sahra, Ortadoğu’da Necef, Asya’da Gobi, Taklamakan, Deşti Kebir, Avustralya’da Gobbon ve Gibson, Güney Afrika’da Kalahari ve Namib, Güney Amerika’da Patagonya, Atacama ve Peru ile ABD’nin güneybatısı yeryüzündeki başlıca çöl alanlarıdır.

İklim Özellikleri

• Çöllerdeki nem yetersizliği, günlük sıcaklık farkının büyümesine zemin hazırlamıştır.
• Günlük sıcaklık farkının 50°C yi bulduğu zamanlar olmaktadır.
• Geceleri sıcaklık 0°C düşebilir.
• Bu iklim tipini, yağışların yok denecek kadar az olması belirler.
• Yıllık yağış miktarı 100 mm’nin altındadır.
• Yağışlar daha çok konveksiyonel hareketlerle oluşan kısa süreli sağanak yağmurlar şeklindedir.
• Tabii bitki örtüsü bazı kurakçıl otlar ve kaktüs bitkileridir.

B. ILIMAN İKLİMLER

1. Akdeniz İklimi: Genel olarak, 30° – 40° enlemleri arasında görülür. Akdeniz iklimi en belirgin olarak Akdeniz çevresinde görülmekle birlikte, Güney Portekiz, Afrika’nın güneyinde Kap Bölgesi, Avustralya’nın güneybatısı ve güneydoğusu, Orta Şili ve ABD’nin Kaliforniya eyaletinde de etkili olmaktadır.

İklim Özellikleri

• Yazları sıcak ve kurak kışları ılık ve yağışlıdır.
• Yıllık ortalama sıcaklık 15 – 20°C dir.
• Kış sıcaklık ortalaması 10°C, yaz sıcaklık ortalaması ise 28°C civarındadır.
• Yıllık sıcaklık farkı ise 15°C kadardır.
• Yıllık yağış miktarı 600 -1000 mm arasında değişir.
• En fazla yağış kışın, en az yağış yazın görülür.
• Çoğunlukla yağmur şeklinde düşen yağışlar, daha çok cephesel kökenlidir.
• Karakteristik bitki örtüsü, kızılçam ormanlarının tahrip edilmesiyle ortaya çıkan makilerdir.

Makiler, sürekli yeşil kalabilen, kısa boylu, sert yapraklı, kuraklığa dayanabilen, çalımsı bodur bitkilerdir. Mersin, defne, kocayemiş, zeytin, süpürge çalısı, bodur, ardıç gibi bitkiler başlıca maki türleridir. Akdeniz ikliminde yağışın az çok yeterli olduğu orta yükseklikteki yamaçlarda iğne yapraklı ağaçlardan oluşan ormanlar (Kızılçam, sarıçam, karaçam ormanları gibi) yer alır.

2. Okyanusal İklim: Genel olarak, 30° – 60° enlemleri arasında, karaların batı kıyılarında görülür. Okyanusal iklim, Batı Avrupa, Kuzey Amerika’nın kuzeybatısı, Güney Şili, Avustralya’nın kuzeydoğusu ve Yeni Zelanda’da etkili olmaktadır.

İklim Özellikleri

• Yazlar fazla sıcak, kışlar da fazla soğuk olmaz.
• Yıllık sıcaklık ortalaması 15°C dir.
• Yıllık sıcaklık farkı 10°C yi bulmaktadır.
• Yıllık yağış ortalaması 1000 mm’den fazladır.
• En fazla yağış sonbaharda görülür.
• Tabii bitki örtüsü yayvan ve iğne yapraklı ağaçlardan oluşan ormanlardır.
• Ormanların tahrip edildiği yerlerde çayırlar bulunur.

3. Karasal İklim: Genel olarak, 30° – 65° enlemleri arasında, karaların deniz etkisinden uzak iç kısımlarında ve kıtaların doğu kıyılarında görülmektedir. Karasal iklim, Sibirya, Kanada ve Doğu Avru-pa’da geniş bir yayılış sahasına sahiptir.

İklim Özellikleri

• Kışlar çok soğuk geçer ve uzun sürer. Yazlar ise sıcaktır.
• Yıllık sıcaklık ortalaması 0 – 10°C arasında değişir.
• Yıllık sıcaklık farkı 20 – 40°C’dir.
• Yıllık yağış miktarı 500 -600 mm dolayındadır.
• En fazla yağış yazın, en az yağış kışın düşer. Kış yağışları daha çok kar şeklindedir.
• Kışlar erken başlar, çok uzun sürer ve çok sert geçer.
• Denizden uzaklaştıkça ve kutuplara doğru yaklaştıkça yağış azalır. Bu da nemin azalmasına yol açtığı için bu iklim bölgesinde yıllık ve günlük sıcaklık farkı çok fazladır.
• Tabii bitki örtüsü iğne yapraklı ormanlardır. Yağışın azaldığı kesimlerde de bozkırlar (step) görülür. Sibirya ve Kanada da iğne yapraklı ormanlara tayga ormanları adı verilir. Taygalar, Dünya ormanlarının % 15′ini oluştururlar.

4. Step İklimi (Yarıkurak İklim): Step iklimi, bir geçiş iklimi özelliği gösterir. Üç gruba ayrılır;

a. Tropikal Step İklimi: Savan ikliminden çöl iklimine geçiş alanlarında görülür.
b. Subtropikal Step İklimi: Çöl ikliminden Akdeniz iklimine geçiş alanlarında görülür.
c. Orta Kuşak Step İklimi: 30° – 50° önlemlerindeki çöller etrafında ve Akdeniz ikliminden karasal iklime geçiş alanlarında görülür.

İklim Özellikleri

• Step iklimlerinde yıllık ortalama sıcaklık 10° – 12°C’dir.
• Sıcaklık farkı ise 15 – 30°C’dir.
• Yıllık yağış miktarı 300 – 500 mm’dir.
• Step iklimlerinde en fazla yağış ilkbaharda ve yazın düşmektedir.
• Tabi bitki örtüsü yağışlı mevsimde yeşeren, kurak mevsimde sararan step (bozkır)’tir.

İnsanlar tarafından ağaç kesilerek, yakılarak ormanların ortadan kaldırılması sonucunda oluşan bozkırlara antropojen bozkır denir. Bu tür bozkırlar, ormanların tahrip edilmesi sonucunda ortaya çıktığından yer yer orman ağacı topluluklarına rastlanır.

C. SOĞUK İKLİMLER

1. Tundra İklimi: Genel olarak, 65° – 80° Kuzey enlemleri arasında görülür. Tundra iklimi, Avrupa’nın kuzey kıyıları, Kuzey Sibirya, Kuzey Kanada, Grönland Adası kıyıları ve Orta kuşaktaki yüksek dağlarda etkili olmaktadır.

İklim Özellikleri

• Sıcaklığın çok düşüktür.
• Bu iklimde en sıcak ayın ortalaması dahi 10°C yi geçmez.
• Kışın değerler -30°C ile -40°C ye iner.
• Yıllık sıcaklık farkının 65°C yi bulduğu yerler vardır.
• Yağışlar ortalama 200 – 250 mm ka-dardır.
• En fazla yağış yaz aylarında görülür.
• Tabii bitki örtüsü çalı, yosun ve yazın yeşeren kurakçıl otlardan oluşan tundralardır.

2. Kutup İklimi: Karlar ve buzullarla kaplı kutup bölgelerinde görülür. Kutup iklimi, Kuzey Kutbu çevresinde Grönland Adası’nın iç kısımlarında ve Antarktika’da etkilidir.

İklim Özellikleri

• Sıcaklık ortalaması bütün yıl boyunca 0°C’nin altındadır.
• Sıcaklık, çoğu zaman -40°C ye, hatta daha altına iner.
• Yıllık sıcaklık farkı 30°C dolaylarındadır.
• Yağışlar son derece az ve kar şeklindedir.
• Ortalama yağış 200 mm. civarındadır.
• Bu iklim tipinde bitki örtüsü yoktur.

Kutup bölgelerinde deniz yüzeyinin donmasıyla oluşan geniş buz örtülerine bankiz denir. Ortalama kalınlıkları 2 m kadardır. Karalarda oluşan ve koparak denize düşen buz dağlarına ise aysberg adı verilmektedir.

 

Dünyada Görülen İklim Çeşitleri Ve Bunların Temel Özellikleri Nelerdir
Dünyada Görülen İklim Tipleri Ve Temel Özellikleri

- Ekvatoral İklim
Yıl boyunca sıcaklık ve nem koşulları elverişli olduğundan sürekli yeşil kalabilen yayvan yapraklı ağaçlardan oluşan gür ormanlardır Yağmur ormanları adı verilen bu ormanlardaki ağaçların boyu yağış miktarının fazla olması nedeniyle 40-60 m lere kadar çıkabilir Ormanaltı floarası da çok zengindir.

- Yazları Yağışlı Tropikal İklimin (Savan İklimi) Doğal Bitki Örtüsü
Yaz yağışlarıyla yeşeren, uzun boylu, gür ot topluluklarıdır Bunlara savan adı verilir Savanlar arasında yer yer kurakçıl ağaçlar görülür Akarsu boylarında ise galeri ormanları görülür

- Muson İklimi
Kış sıcaklığı 10°C – 20°C arasında değişir Yıllık sıcaklık ortalaması 20°C nin üstündedir. Muson rüzgarlarının etkisiyle yazlar sıcak ve bol yağışlı geçer Kışlar ise ılık ve kuraktır.

- Çöl İklimi
Günlük ve mevsimlik sıcaklık farklarının azla olması karakteristik özelliğidir. Yağışlar yok denecek kadar azdır
Sıcaklık farklarının fazla olması, kayaların fiziksel olarak parçalanıp ufalanmasına neden olur. Kimyasal çözülme yetersiz olduğundan toprak oluşumu zordur.

- Akdeniz İklimi
Yazları sıcak ve kurak geçer. Yıllık ortalama sıcaklık 18°C – 20°C arasında değişir.

- Okyanusal İklim
Orta Kuşak kıtalarının batı kıyılarında, batı rüzgarlarının ve sıcak su akıntılarının etkisiyle gelişen bir iklim tipidir
Yıllık ortalama sıcaklık 20°C’nin altındadır. Sıcaklık farkları belirgin değildir. Yazlar serin ve yağışlı, kışlar ılık ve yağışlı geçer. Her mevsim yağışlıdır Sonbahar ve kış yağışları daha belirgindir. Kar yağışı ve don olayı ender görülür
Kış aylarında cephesel, yaz aylarında hem cephesel hem de yükselim yağışları görülür.

- Karasal İklim
Yazlar sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve kar yağışlı geçer. Günlük ve mevsimlik sıcaklık farkları belirgindir. En yağışlı mevsim ilkbahardır. Don olayı sık görülür. Sıcak çöllerin kenarlarında görülen karasal iklimde yaz mevsimi kısa sürer.

- Tundra İklimi
Yazlar çok kısa ve serin geçer Yaz sıcaklığı 10°C’nin üstüne çıkmaz. Yıllık yağış miktarı 250 mm civarındadır. Kışlar çok soğuk ve uzun geçer. Toprak kış aylarında donmuş haldedir.
Yaz aylarında toprağın üst kısımlarında çözülmeler görülür ve bataklıklar oluşur.

- Kutup İklimi
Sıcaklık yıl boyunca 0°C’nin altındadır. Sıcaklığın düşük olması buharlaşmayı engellediği için yağış az ve kar biçimindedir.
Sürekli donmuş halde olan toprak kar ve buz ile kaplıdır.

Dünya iklimlerini Sıcak, Ilıman ve Soğuk olmak üzere üç gruba ayırabiliriz.

Sıcak İklimler:
1-EKVATORAL İKLİM :Ekvator çevresinde etkilidir. Her mevsim, her zaman yağış alır. Sıcaklık fazla ve nemlidir.
2-YAZI YAĞIŞLI TROPİKAL (SAVAN) İKLİMİ: 10-20° kuzey ve güney enlemleri arasında görülür. Güneş ışınları yılda iki kez dik açıyla düşer. 2000 derece üzeri yıllık yağış vardır.
3-MUSON İKLİMİ:Güney Güneydoğu ve Doğu Asya’da etkilidir. Yaz mevsiminde yağış, kış ayında ise kuraklık etkilidir.
4-ÇÖL İKLİMİ:150 mm nin altında yağış miktarı olan bölgelerde çöl iklimleri görülür. Sıcak ve Sıcak olarak ikiye ayrılır.

B. ILIMAN İKLİMLER:
1. Akdeniz İklimi: Akdenize kıyısı olan ülkelerde görülür. Yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlıdır.
2. Okyanusal İklim: 30° – 60° enlemleri arasında, karaların batı kıyılarında görülen iklim türüdür. Sıcak su akıntıları sayesinde her mevsim yağış bırakır.
3. Karasal İklim: 30° – 65° enlemleri arasında, karaların deniz etkisi olmayan kısımlarında ve kıtaların doğu kıyılarında görülen iklim türüdür.
4. Step İklimi (Yarıkurak İklim):Geçiş iklimi özelliği taşır.

SOĞUK İKLİMLER 
1.Tundra İklimi: Kutup altı iklimdir. En sıcak ay 10 dereceyi geçmez. Toprak yılın tamamına yakınında donmuş haldedir. Çözüldüğünde bataklık halini alır.
2. Kutup İklimiSürekli olarak kar ve buzlarla kaplı olan bölgelere denir.

İstanbul’u fethederken Fatih Sultan Mehmet Kaç Yaşındaydı?

$
0
0

Fatih istanbulu kaç yaşındayken aldı?

İstanbul fethedildiğinde Fatih Sultan Mehmet in yaşı kaçtı?

Bir çağı bitirip yeni bir çağı başlatan bu efsane padişah istanbulu alırken sadece 19 yaşındaydı.

fatih sultan mehmet

İstanbul şehrimiz 29 Mayıs 1453 tarihinde Fatih Sultan Mehmet liderliğinde fethedildi ve Fatih bu tarihte 19 yaşında idi.

Fatih Sultan Mehmet’in eskiden Konstantinopolis adını taşıyan şehri fethettiği yaşı hakkında bilinen tarihi bilgiler onun şehri 21 yaşında iken fethettiğini gösteren rivayetler içerir.

Aslında bu rivayetler de bir gerçek durumu işaret etmekteler. Fatih Sultan Mehmet gerçekte maddi olarak 21 yaşına geldiğinde fetihe muvaffak olmuştur ve bu durmu bilmeyen yoktur. Fakat onun şehri esas fethettiği yaşı bize göre 19 idir.

Târih biliminin kanıtlara dayanarak bilgiler sunmasının zorunluğu olduğu gerçeği akılda tutulmalıdır. Bu iddia yalnızca bir târihçinin ilmi bir tezi olarak görülmemeli.

Fâtih Sultan Mehmet İstanbul’ şehrini 19 yaşındayken fethetmiştir.O nefsinin, yaygaracıların ve düşmanlarının itimat duygusuna zarar veren bütün söylentilerine kulaklarını tıkamış, İstanbul’’u fethedebileceğine kati olarak hem de bu genç yaşında inanmıştır.Ensas cihat nefisle yapılan cihat olduğu gibi esas fetih, nefse karşı yapılan fetihtir.İşte Fâtih bu fethini daha 19 yaşındayken yapma başarısına ulaşmıştır.

 

Kısaca İstanbul’un Fethinin Türk ve Dünya Tarihi Açısından Sonuçları Özet Maddeler Halinde

$
0
0

konubuyuk1bp0.jpg (493×370)

O bir rönesans devri hükümdarı! Fatih sultan mehmet han orta çağa son vermiş ve yeni çağa hayat vermiştir. Peki Fatih istanbulu fethedince ne oldu? İstanbulun fethedilmesinin türkler ve dünya tarihi bakımından  önemli sonuçlarını kısa konu anlatımı halinde madde madde açıklıyoruz…

İstanbulu Fethinin Türk ve Dünya Tarihi Açısından Sonuçları

İstanbul’un Fethi’nin Türk Tarihi Açısından Sonuçları
1. Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Dönemi bitti, Yükseliş Dönemi başladı.
2. İstanbul’un Fethi ile Osmanlı Devleti’nin Anadolu ve Rumeli toprakları arasındaki Bizans’ın yarattığı tehlike ortadan kalktı.
3. İstanbul’un Fethi ile Karadeniz’i Akdeniz’e bağlayan ticaret yolları ele geçirildi.
4. İpek Yolu’nun Avrupa’ya giden kolu ele geçirildi.
5. İstanbul, Osmanlı Devleti’nin başkenti yapıldı ve II. Mehmed ülke alan, ülke açan anlamına gelen ‘Fatih’ ünvanını aldı.
6. Osmanlı Devleti’nin İslâm Dünyası’ndaki saygınlığı arttı.
7. Fener Rum PatrikhanesiOsmanlı himayesine girdi.
İstanbul’un Fethi’nin Dünya Tarihi Açısından Sonuçları
1. İstanbul’un Fethi ile Orta Çağ kapanıp, Yeni Çağ açıldı.
2. İstanbul’un Fethi sırasında kullanılan büyük topların, en güçlü surları bile yıkabileceği görüldü. Bu denli güçlü topların yapılması, Avrupa’daki ‘derebeylik’lerin yıkılmasına ve merkeziyetçi krallıkların güçlenmesine neden oldu.
3. İstanbul’un Fethi ile İpek Yolu’nun Orta Asya’dan Avrupa’ya giden kolunun Osmanlı Devleti’nin eline geçmesi, Avrupalılar’ı yeni ticaret yolları arayışına yöneltti. Bu olay ‘Coğrafi Keşifler’in nedenlerinden birini oluşturdu.
4. İstanbul’un Fethinden sonra İtalya’ya giden bilim adamları, orada eski Yunan ve Roma eserlerini inceleyerek, ‘Rönesans’ın başlamasına katkıda bulundular.

Kimi iddialara göre Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un fethinden sonra Truva’ya giderek Truvalı kahramanların anısına kurban kesmiştir ve “Truvalıların öcünü aldım” demiştir.[2]

İstanbul’un Fethinin Türk ve Dünya Tarihi Açısından Sonuçları Nelerdir

İstanbulun fethinin Dünya ve Türk Tarihi Açısından önemli sonuçları Nelerdir Sizlere Kısaca Anlatmak istiyoruz. Tarih boyunca Türkler bir çok başarının altına imzalarını atmış bir millettir. Hun Devleti ile Asyada, Batı Hunları ile Avrupada başlayan bu İmza Atma dönemi Osmanlı ile zirve yapmıştır. Fethedilemez denilen İstanbul Fethedilip Avrupaya Türkün Gücü Gösterilmiştir.

istanbulun-fehti-
İstanbulun fethi ve sonuçları 

Fethin Sonuçları Nelerdir Madde Madde

1. İstanbulun Türk Tarihi Açısından Sonuçları Maddeler Halinde

  • Anadolu ve Rumeli arasındaki toprak bütünlüğü sağlandı.
  • Başkent Edirne’den İstanbul’a taşındı.
  • Osmanlı Devleti Kuruluş Dönemi’ni tamamladı, Yükselme Dönemi’ne geçti, imparatorluk aşamasına ulaştı.
  • Osmanlı Devleti’nin İslam dünyasındaki saygınlığı arttı.
  • Karadeniz ticareti Osmanlıların eline geçti.
  • II. Mehmet “Fatih” unvanını aldı.
  • Avrupalıların Türkleri Balkanlardan çıkarma umutları kalmadı. Osmanlıların Avrupa’daki ilerlemeleri kolaylaştı.

2. İstanbul’un Fethinin Dünya Tarihi Açısından  Sonuçları Madde Madde

  • Asya ile Avrupa arasındaki önemli kara ve deniz ticaret yolları, İstanbul Boğazı ve Karadeniz ticaret yolu Osmanlıların denetimine geçti. Bu durum Avrupalıların Coğrafi Keşifleri başlatmalarında etkili oldu.
  • Bizans İmparatorluğu (Doğu Roma İmp.) yıkıldı.
  • İstanbul’dan kaçan bilginler İtalya’ya gitmişler, bu da Rönesans ve Reform hareketlerine zemin hazırladı.
  • Kale ve surların toplarla yıkılabileceği anlaşıldı, bu durum Avrupa’da feodalitenin (derebeyliğin) zayıflamasında ve krallıkların güçlenmesinde etkili oldu.
  • Venedik-Ceneviz ticareti olumsuz yönde etkilendi.
  • Ortaçağ sona erdi, Yeniçağ başladı.

Tarihine sahip çıkan milletler her zaman diğer toplumların bir adım önünde olmuştur.

Istanbul’un Fethi Ve Fethin Türk Ve Dünya Tarihi Açisindan önemi   

İstanbul’un Fethi (1453)
İstanbul’ un fethinde;
• İstanbul’a hakim olan Bizans’ın Osmanlı toprak bütünlüğünü bozması
• Bizans İmparatorluğu’nun Anadolu beyliklerini kışkırtması ve Osmanlı yönetimine karşı ayaklanan şehzadeleri desteklemesi
• Bizans’ın Hristiyan dünyasını kışkırtarak Haçlı Seferlerine neden olması
• İstanbul’un kara ve deniz ticareti bakımından önemli bir coğrafi konuma sahip olması
• Hz.Muhammed’in Müslüman komutanları İstanbul’un fethi için teşvik etmesi
etkili olmuştur.
İstanbul’un Fethinin Türk ve Dünya Tarihi Bakımından Önemli Sonuçları
• Osmanlı Devleti’nin Asya ile Avrupa toprakları birleşmiş, böylece toprak bütünlüğü sağlanmıştır.
• Karadeniz ile Akdeniz arasındaki su yolları Osmanlı Devleti’nin eline geçmiştir. İstanbul’un fethinden sonra Kuzey ve Doğu Avrupa’dan gelen ticaret yolları bütünüyle Türklerin denetimine girmiştir.
Boğazların savunulması kolaylaşmış ve Osmanlı Devleti tabii başkentine kavuşmuştur. Roma İmparatorluğu’nun son kalıntısının ortadan kalkması ile Türk sultanları büyük bir itibar ve saygıya ulaşmıştır.
• Osmanlı Devleti merkeziyetçi, mutlak bir imparatorluk haline gelmiş ve devlet Yükselme Devri’ne girmiştir.
• Karadeniz, Akdeniz ve Ege ticaretinin Türklerin eline geçmesi, Avrupa devletlerini Coğrafi Keşiflere yöneltmiştir.
• Bizans İmparatorluğu yıkılmış, ticari çıkarları elden giden Venediklilerle Osmanlıların arası bozulmuştur.
• İstanbul’un fethi surların yıkılabileceğini göstermiştir. Bu durum Avrupa’da feodalitenin yıkılmasına ve merkeziyetçi devletlerin kurulmasına ortam hazırlamıştır.
• İstanbul’un fethi Ortaçağ’ın sonu, Yeniçağ’ın başlangıcı kabul edilmiştir.
• İstanbul’dan İtalya’ya giden Bizanslı bilginler burada Rönesans hareketlerinin başlamasına katkıda bulunmuştur.
• Türkler İstanbul’u fethettikten sonra halka din ve vicdan hürriyeti tanımışlar ve Ortodoks Kilisesi’ni koruma altına almışlardır. Böylece; Hristiyan dünyasının birleşmesinin engellenmesi, Katolik Kilisesi’ne karşı güç oluşturulması ve halka hoşgörülü davranıldığının kanıtlanması amaçlanmıştır.
Balkanlarda Fetihlerin Devam Etmesi

Etiket: istanbulun fethinin türk ve dünya tarihi açısından sonuçlarıistanbulun fethinin türk ve dünya tarihi açısından sonuçları nelerdiristanbulun fethinin türk ve dünya tarihi açısından sebepleriistanbulun fetihinin sebeblerinin düya tarihi açısından sonuçlarıistanbulun fethinin turk tarihi acisindan sonuclariistanbulun fethinin türk ve dünya tarihi açısından sebepleriistanbul fethinin türk ve dünya tarihi açısından sonuçlarıistanbul fethinin türk tarihi açısından sonuçlarıistanbulun fethinin dünya tarihi açısından sonuçlarıistanbul un fethinin türk ve dünya açısıdan sonuçları 

Mihrimah Sultan Camisinin Gerçek Hikayesi Öyküsü Efsanesi Tarihi Hakkında Bilgi

$
0
0

mihrimah sultan cami

İşte ölümsüz bir aşkın gerçek sırrı!

Bu dünyada ebediyen sürecek aşklar da vardır ve bunları çok uzaklarda dünyanın diğer köşelerinde aramaya hiç gerek yok. Bu topraklarda yaşanan aşk hikayeleri tüm dünyaya ilham verecek türden.  Bunlardan biri de Mimar Sinaın Mihrimah Sultana karşı duyduğu efsanevi aşkın öyküsüdür. İşte bu yazıda bu konuyla ilgili tüm detayları kısaca sizlerle paylaşıyoruz…

Mihrimah Sultan, Kanuni SultanSüleyman’ın kızıdır ve adı Farsça’da Güneş ve Ay anlamına gelmektedir. 17 yaşında iken Diyarbakır Valisi Rüstem Paşa ve Mimar Sinan Mihrimah Sultan’a talip olmuştur. Ancak padişah kızınıRüstem Paşa’ya verir. Elli yaşında ve evli olan Mimar Sinan ise Mihrimah Sultan’a deliler gibi aşıktır. Bu aşkını ise sanatına yansıtmaktan başka çaresi kalmamıştır.

Sarayın da isteğiyle 1540 yılında Mihrimah Sultan için Üsküdar’da bircami yapmaya başlar ve camiyi 1548 yılında bitirir. Camiye etekleri yerleri süpüren birkadın şeklinde çizgiler kazandırılır. Bundan sonraki yıllarda Mimar Sinan Mihrimah Sultaniçin Edirnekapı’da padişahın bir isteği olmadan bir cami daha yapmaya başlar. Camiyiyaptığı tepe İstanbul’un en yüksek tepelerinden biridir ve cami ufacık bir cami olmuştur.Caminin 38 metre boyunda minaresi, ince bir kubbesi ve bu kubbe üzerinde 161 adetpenceresi bulunmaktadır.

Mihrimah Sultan’ın doğum günü olan 21 Martta gece ile gündüz eşittir. Edirne Kapı ve Üsküdar’da 21 Mart tarihinde Edirnekapı Camii’nin tek minaresi altından güneş batarken Üsküdar’daki caminin arkasından ay doğar.

MİHRİMÂH SULTAN CÂMİİNİN SIRRI

Mihrümah Sultan, asrının en zengin ve hayırsever hanımıydı. İstanbul’un iki girişini süsleyen câmileri üzerine son zamanlarda bir de hikâye düzülmüştür.

Mihrümah Sultan, Kanunî Sultan Süleyman’ın sevgili hanımı Hürrem Sultan’dan dünyaya geldi. Beş oğlanın da biricik kızkardeşidir. Gerçi padişahın bir kızı daha vardı: Tasasız Râziye Sultan. Dünyadan yüz çevirmiş bu hanım, aynı zamanda süt amcası olan meşhur veli Yahya Efendi’ye bağlıydı. Genç yaşta vefat etti. Türbenin hemen girişinde medfundur.

Mihr ü mah, farsça, güneş ve ay demektir. Annesinin dizi dibinde, iyi bir tahsil ve terbiye gördüğü, yazdığı mektuplardan anlaşılmaktadır. Kültürlü, güzel konuşur ve yazardı. Evlenecek çağa gelince kendisine namzet olarak Diyarbekr Beylerbeyi Rüstem Paşa seçildi. Sultanın göz kamaştırıcı düğünü, 1539’da kardeşleri Bayezid ve Cihangir’in sünnet düğünü ile beraber oldu.

Osmanlıların “Hala Sultan”ı

Babası tarafından çok sevilen ve fikirlerine kıymet verilen Mihrümah Sultan, 1558’de annesinin vefatından sonra babasının müşaviri oldu. Adeta valide sultan sıfatıyla hareket etti. Babasını Malta Seferi’ne teşvik etti. Hatta kendi servetinden 400 kadırga yaptırıp donanmaya hediye etti. Lehistan Kralı’na gönderdiği tebrik mektubu Polonya arşivindedir. Kardeşi Sultan II. Selim ve yeğeni Sultan III. Murad zamanında yaşadı ve “Hala Sultan” adıyla itibar gördü. 1578 yılında İstanbul’da vefat etti. Kendi yaptırdığı câmilere değil de, Süleymaniye’deki babasının türbesine defnedildi. Şair Bâki’nin sultana yazdığı mersiye pek meşhurdur.

Güzel değildi; ama çok zeki ve iyi huylu idi. Kıskançlığı ile meşhur Rüstem Paşa ile iyi geçinmesi buna delildir. Evlendikten hemen sonra rahatsızlandı ve hayatı hastalık sıkıntıları ile geçti. Annesi gibi dindarlığı ve hayırseverliği ile tanındı. Asrının en zengin kadınıydı. Sık sık hazineye borç verdi. Servetini hayır hasenata harcadı. Hayatını bu işe tahsis etti. Mimar Sinan’a Üsküdar ve Edirnekapı’da iki câmi yaptırdı. Mekke-i mükerremedeki Ayn-ı Zübeyde adlı su kaynağını tamir etti. Donanmaya 192 kantar işlenmiş demir temin eden bir vakıf kurdu.

Mihrümah Sultan Camii (Edirnekapı) Mihrümah Sultan Camii (Üsküdar)

Tarihi değiştiren bit

Enderun’dan yetişme Hırvat asıllı Rüstem Paşa, sultandan yaşlıydı, yakışıklı değildi. Fakat fevkalâde zeki ve kabiliyetli idi. Bu sebeple hasmı çoktu. Bunlar evliliği engelleyebilmek için paşanın cüzzamlı olduğu dedikodusunu yaydılar. Bunun üzerine bir saray tabibi gizlice Diyarbekr’e gidip paşanın çamaşırına bit koydu. Bit yaşadı. Cüzzamlının çamaşırında bit yaşamadığı için, bu paşanın sıhhatine hamledildi. Zamanın bir şairi bunun için: “Olacak bir kişinin bahtı kavî, tâlihi yâr/ Kehlesi (biti) dahi mahallinde işe yarar” demekten kendisini alamamıştır. Hatta hiç umulmayan bir şekilde yükselmeye vesile olan şeye “kehle-i ikbâl” (ikbal biti) demek tâbir olmuştur.

Damat olduktan sonra kayınpeder ve kayınvâlidesinin gözüne giren Rüstem Paşa, kısa zaman sonra 44 yaşında sadrazam oldu. İki ayrı devrede 14 sene ile en uzun müddet makamda kalan sadrazamlardandır. Zekâsı, çalışkanlığı ve nizam bilmesi sebebiyle kendisini gösterdi. Demokratik ülkelerin başbakanları gibi müstakil çalıştı. Padişah bile kendisine müdahale etmezdi. Bu teveccühü çekemeyenler, Şehzâde Mustafa’nın idamını kendisinden bildiler. Böylece hasmı çoğaldı. Hep menfi bir şöhretle anıldı.

Rüstem Paşa, Osmanlı tarihinin en zengin şahsiyetlerindendir. Sadece servetinin sayıldığı koca bir defter Topkapı Sarayı’ndadır. Köle olduğu için bu koca servet hazineye kalmıştır. Sayısız hayratı vardır. Hele Eminönü’ndeki Rüstem Paşa Câmii, dünyanın en güzel çinilerine sahiptir. İlme meraklıydı. Osmanlı tarihi yazmıştır. 5000 yazmadan müteşekkil zengin bir kütüphanesi vardı. Şiiri sevmez, şairleri kollamazdı. Bu sebeple çok hicvedilmiştir. İktisatlılığı eli sıkılık olarak değerlendirilmiştir. Hanımı, hatta kayınpederinin sağlığında 1561’de vefat etti. Şehzâde Câmii’ndeki türbesinde medfundur. Beşiktaş’ta câmisi bulunan Kaptan-ı Derya Sinan Paşa kardeşidir.

 

Bir sadrazam eşi, üç sadrazam annesi

Mihrümah Sultan, bir oğlan ve bir kız doğurdu. Sultanzâde Osman Bey, annesinden iki sene evvel vefat etti. Kızı Ayşe Hümâşah Hanımsultan, sırasıyla Semiz Ali Paşa, Nişancı Feridun Bey ve nihayet şeyhi Aziz Mahmud Hüdâî ile evlendi. Hacca giden nâdir hanedan mensuplarındandır. Kendi yaptırdığı Üsküdar Aziz Mahmud Hüdâî Câmii haziresinde medfundur. Böylece Rüstem Paşa bir yana, Mihrümah Sultan’ın soyundan üç sadrazam daha gelmiştir.

Mimar Sinan, Mihrümah Sultan’a âşık mıydı?

Mihrimâh Sultan, şehrin iki girişinde, Üsküdar iskelesinde ve İstanbul’un yedi tepesinden en yükseği olan Edirnekapı’da iki câmi yaptırdı. Üsküdar’daki câmi, medrese, imâret, tabhâne ve sıbyan mektebiyle bir külliyeidi. Tek parti devrinde çoğu yıktırıldı. İki minareli câmiden başka sıbyan mektebi kütüphane, medrese de poliklinik olarak faaliyettedir. Edirnekapı’daki câmi, çeşme, medrese ve hamamdan ibaret bir külliyedir. Tek minarelidir. 1714, 1894 ve 1999 zelzelelerinde zarar gördü. Tamir olundu.

Bu meyanda son zamanlarda bir de hikâye dillerde dolaşıyor: Gûyâ Mimar Sinan, babası tarafındanKaraboğdan Seferi’ne götürülen Mihrümah Sultanı görüp âşık olmuş. Onun gözüne girebilmek için Prut Nehri üzerine 13 günde bir köprü yapmış. İstemiş, vermemişler. O da aşkını sanatına dökmüş. Üsküdar Mihrümah Sultan Câmii’ne etekleri yerleri süpüren bir kadın silüeti vermiş. Edirnekapı Mihrümah Sultan Câmii’nin içerisindeki sarkıt ve minare işlemelerinde de saçları topuklarını döven bir kadın hayali tasvir etmiş. Sultan’ın doğum günü olan 21 Mart’ta Edirnekapı’daki câmiin tek minaresi ardından tepsi gibi kıpkırmızı güneş batarken, Üsküdar’daki câmiin ardından ay doğmaktadır: Mihr ü Mah.

Bu hoş hikâye, bir hayal mahsulüdür. Yakın zamanda yazılan bir romandan çıkmıştır. Bu hususta tarihî bir bilgi, hatta dedikodu bile yoktur. Orduda istihkâm zâbiti olan elli yaşında evli barklı Mimar Sinan’ın, sultanı görüp beğenmesi olacak iş değildir. Kaldı ki hanedan hanımlarının sefere götürülmesi vâki değildir. Üstelik sultanın doğum yılı bile belli değildir, nerede kaldı ayı ve günü belli olsun.

Harab Mâbed

Yakın devirde yaşamış şairlerden en sevdiğim Rıza Tevfik Bölükbaşı, Cihan Harbi sırasında Edirnekapı Mihrümah Câmiini gezmiş; zelzele sebebiyle harabiyetine üzülüp bir şiir yazmıştır. Çok alâka uyandıran bu şiir sayesinde câmi tamir ettirilmiştir. Şairin en güzel eserlerindendir.

HARAB MÂBED

Vardım eşiğine yüzümü sürdüm,

Etrafını bütün dikenler almış,

Ulu mihrâbında yazılar gördüm

Kim bilir ne mutlu zamandan kalmış.

 

Batan güneşlerin ölgün nigâhı,

Karartıp bırakmış o kıblegâhı.

Mazlum bir ümmetin baht-ı siyâhı

Viran kubbesinde gölgeler salmış.

 

İslâm’ın bahtiyar bir zamanında

Âb-ı hayat varmış şadırvanında

Şimdi harab olan sâyebânında

Dem çeken kuşların ömrü azalmış.

 

Âyât-ı hikmet var kitâbesinde

Bir ders-i ibret var hitâbesinde

Bağ-ı cennet olan harÂbesinde

Tekbir sedâları artık bunalmış.

 

Hey Rızâ secdeye baş koy da dinle

Taşlar dile gelsin senin derdinle

Efsâne söyleyim, ağla hem dinle

O şerefli mâzi meğer masalmış.

Mimar Sinan’ın Mihrimah’a Olan Aşk Hikayesi

Mimar Sinan’ın Mihrimah Sultan’a duyduğu büyük aşk, tarihte de çok sıkça anlatılan bir hikaye.

Hatta Mimar Sinan’in yaptığı Üsküdar ve Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Külliyeleri’nde bu büyük aşkın izlerinin de olduğu iddia ediliyor.

Topkapı Sarayı’nda 1522 yılında doğan Mihrimah’a, Farsça’da Güneş ile Ay anlamına gelen adını, babası Sultan Süleyman koyar.

Zaman geçip, Mihrimah Sultan 17 yaşına geldiğinde evlilik için iki aday gündeme gelir. Biri Diyarbakır Valisi Rüstem Paşa diğeri ise Başmimar Koca Sinan.

Mimar Sinan o yıllarda evlidir ve 50′li yaşlarındadır. Mihrimah, Hürrem Sultan’ın da girişimleriyle kayıtlara rüşvetçi ve entrikacı kimliğiyle geçen Rüstem Paşa’yla evlendirilir.

Aradan yıllar geçer Mihrimah Sultan, Koca Sinan’ı bir gün huzuruna çağırarak İstanbul’da güzel bir yerde kendi adına bir külliye yapmasını ister. Mihrimah, Sinan’ın ‘Nereye yapılmasını arzu edersiniz’ sorusuna ‘Yerini sen seç’ diye cevap verir.

Bunun üzerine Mimar Sinan, 1540 yılında Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Külliyesi’nin temelini atar. Külliye, 1548 yılında tamamlanır.

O günden Mihrimah Sultan ile Mimar Sinan’ın bir araya gelmesi için aradan tam 14 yıl geçmesi gerekecektir. Mihrimah Sultan 1562 yılında Mimar Sinan’ı bir kez daha huzuruna çağırır ve İstanbul’da kendi adına bir külliye daha yapmasını ister. Bu külliyenin yerini de tıpkı ilkinde olduğu gibi yine Koca Sinan seçecektir. Sinan da ikinci külliye için İstanbul’un en yüksek tepesini seçer. Yeni külliye Edirnekapı surlarının dibine inşa edilecektir.

Rivayete göre Koca Sinan derin bir tutkuyla âşık olduğu Mihrimah Sultan’a kavuşamamıştır ama ona olan aşkını olanca güzelliğiyle sanatına yansıtmıştır.

Matematik dehası Sinan, Mihrimah için yaptığı iki külliyenin içinde yer alan camilere bir sır da gizlemiştir.

Mihrimah Sultan’ın Güneş’le Ay anlamına gelen ismine ithaf edercesine yılın sadece birkaç gününde (Nisan ve Mayıs aylarında) bir caminin arka cephesinden güneş batarken diğerinden ay doğmaktadır.

Mihrimah Sultan Cami Ve Hikayesi 

Akıllara ziyan bir hesaplama ve MUHTEŞEM AŞK

Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan on yedisine bastığında, iki kişi …onunla evlenmek ister. Mihrimah, yani Mihrü Mah, Farsca’da “Güneş ve Ay” anlamına gelir. Kızla evlenmek isteyenlerin biri Diyarbakır Valisi Rüstem Paşa diğeriyse Mimar Sinan’dır.
Padişah kızını Rüstem Paşa’ya verir.
Koca Sinan evlidir, ellisindedir ve de Mihrimah Sultan’a deliler gibi aşıktır! Gerçi sevdiğine kavuşamamıştır ama, aşkını, olanca güzelliğiyle sanatına yansıtmıştır.
Üsküdar’a, Saray’ın isteğiyle elbet, 1540 yılında Mihrimah Sultan Camii’nin temelini atar ve 1548’de bitirir. Camiyi yaparken, eserine sanki “etekleri yerleri süpüren bir kadının” dış çizgilerini verir.

Derken, ilk kez padişah fermanı olmaksızın, Edirnekapı’da, pek kimselerin uğramadığı ıssız ama İstanbul’un en yüksek tepelerinden birine, ikinci bir eser yapmaya koyulur Mihrimah Sultan’a. Cami küçücüktür. Minaresi otuz sekiz metredir, bir adet incecik kubbesi üzerindeyse yüz 61 pencere, camiin iç güzeliğini aydınlatır. İçerdeki sarkıtlar ve minare kenarlarındaki işlemeler Mihrimah Sultan’ın topuklarını döven saçlarını anımsatır insana. İşte, aşka adanmış iki eser.

Şimdi, gidin Edirnekapı ve Üsküdar’daki camileri aynı anda görebileceğiniz bi yer seçin. Ve 21 Mart’ta, yani geceyle gündüzün eşit olduğu günde seyreyleyin. Unutmadan, 21 Mart Mihrimah Sultan’ın doğum günüdür.

Göreceğiniz manzaraysa şudur :

Edirnekapı camiinin tek minaresi ardından tepsi gibi kıpkırmızı güneş batarken, Üsküdar’daki camiinin ardından ay doğar! Mihrü Mah eşittir Güneş ve Ay. Bu nasıl akıllara ziyan bir hesaplamadır; nasıl bir güzellik anlayışıdır ….

Viewing all 383 articles
Browse latest View live